Etiket arşivi: rüstem garzanlı

Ramazan ayı Sosyal Yardımlaşmaya Bir Davetiyedir!

Ramazan.ayi.Sosyal.Yardimlasmaya.Bir.DavetiyedirRamazan ayı maddi ve manevi birçok güzelliklerin bir arada yaşandığı,  duygu ve hissiyatında öne çıktığı mübarek bir aydır. Rahmet, bereket ve mağfiret ayı olan Ramazan ayı dini açıdan taşıdığı önemle birlikte mü’minler arasında sosyal açıdan da yardımlaşma ve dayanışmanın en yüksek olduğu aydır.

Peygamber efendimiz (asm) “Kim bir oruçluya iftar ettirirse, o oruçlunun alacağı sevabın aynısı, iftar ettirene de yazılır. Ve oruç tutanın sevabından da bir şey eksilmez” buyurmuştur. Komşuları akrabayı ve aile fertlerini kendi evinde iftar ettirmek,  sıla-ı rahim ve iyilikte bulunmak lazımdır.

Bediüzzaman, Oruç’un sosyal ve içtimai hayata verdiği önemi özetle şöyle bir reçete sunmuştur.

“Oruç, hayat-ı içtimaiye-i insaniye ye baktığı cihetle çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:

İnsanlar maişet cihetinde muhtelif bir surette hâlk edilmişler. Cenâb-ı Hak, o ihtilâfa binaen, zenginleri fukaraların muavenetine davet ediyor. Halbuki zenginler fukaranın acınacak acı hâllerini ve açlıklarını, oruçtaki açlıkla tam hissedebilirler. Eğer oruç olmazsa, nefisperest çok zenginler bulunabilir ki, açlık ve fakirlik ne kadar elîm ve onlar şefkate ne kadar muhtaç olduğunu idrak edemez. Bu cihette insaniyetteki hemcinsine şefkat ise, şükr-ü hakikînin bir esasıdır. Hangi fert olursa olsun, kendinden bir cihette daha fakiri bulabilir; ona karşı şefkate mükelleftir. Eğer nefsine açlık çektirmek mecburiyeti olmazsa, şefkat vasıtasıyla muavenete mükellef olduğu ihsanı ve yardımı yapamaz, yapsa da tam olamaz. Çünkü, hakikî o hâleti kendi hissetmiyor.” (29.mek.3.nükte)

Cenab-i Allah (c.c.) bu dar-ı dünyada geçim cihetiyle kimi zengin-kimi fakirlikle imtihana tabi tutuyor. Zengini fakirlerin yardımına  davet ediyor. Zenginler fakirlerin açlık hallerini ancak oruçtaki açlıkla tam anlayabilirler. Oruçlu zengin, fakirin ne kadar merhamete ve şefkate muhtaç olduğunu o zaman anlar. Yani zenginin de nefsine açlık çektirme mecburiyeti lazımdır ki, hakiki açlığın ne olduğunu anlayabilsin. O halde oruç sosyal hayatın tanzimi için de bir vasıtadır.

Zaman zaman kimileri ben fakir bulamıyorum ki bir sadaka vereyim, herkesi zengin görmekle yardım elini uzatmak istemeyenler var. Oysa herkes kendinden bir cihette daha fakiri bulabilir.

Aç ve fakir insanları görmek isteyen varsa? Çöplüklerden ekmek toplayan,  sosyal yardımlaşma vakfı önünde bir kap yemek evine götürmek için sırada bekleyen, iş umudu ile gurbete giden, iş bulamayan, park ve sokaklarda aç bekleyen insanlara bakın,

Keza, onurlu insanların fırıncılara gizlice yaptıkları müracaat sayısına bakın. Fakir var mı, yok mu?  Kararı verin.

İnsanlar arası yardımlaşma ve dayanışmayı en güzel ifade eden Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle buyurmaktadır: ”Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir.”  “Dicle kenarında kayıp olan bir hayvandan” kendini sorumlu tutan Hz. Ömer (r.a.) gene; ekmeği olmayan aç bir aile için “sırtına aldığı un torbası” hadisesi, bize sosyal adaleti, hayat-i içtimaiye de ki dayanışmayı, yardımlaşmayı ve güveni gösteren en güzel örnektir.

Sosyal yardımlaşma ve dayanışma öncelikle bireyin toplum karşısında sorumluluğunu bilmelidir. Hele Müslüman toplumu içerisinde yardımlaşmanın vasıtası olan zekât İslam’ın köprüsüdür, yardımlaşma onunla sağlanır. Hatta asayişi sağlayan zekâttır. Zengin zekâtını verdiği zaman, fakir de zengine karşı hürmetkâr olur. Yoksa “Ben tok olayımda, başkası açlığından ölürse ölsün, bana ne!”derse o zaman fakir de zengine karşı kin ve adavet besler, zengini düşman görür, hatta asayişi bozmaya kalkar, memleket dahi huzursuz olur. Görüldüğü üzere sosyal adalettin garantisi ve huzurun temini için, zekât iyi bir vasıtadır.

Zekât İslam’ın şartıdır. Sadaka ise onun ziynetidir. Biri malın bereketine diğeri belanın def’ine vesiledir.

Ramazan ayın mübarekiyeti hürmetine memleketimizde son zamanlarda meydana gelen rahatsızlıkların bertaraf olmasını, barış, huzur, yardımlaşma ve dayanışmaya vesile olmasını dilerim. Saygılarımla,

 8.7.2013

Rüstem Garzanlı/Diyarbakır

www.NurNet.org

Hisler Kalbe Gelmeden Haberdar Olan Kudrete Bakınız!

Şuur sahibi varlıklar his, fikir ve düşüncelerini önce kalp ve akılla tasarladıktan sonra eylem ve fiilleri zuhur edilir. Âlim ve Kudret sahibi olan Allah ise varlıkların kalp ve aklına hisler daha gelmeden haberdardır. Cenab-i Zülcelâl’ın Tevhit, Ehadiyet ve Vahdaniyeti varlıklar üzerinde iktiza ediyor.

Tevhit bütün kâinatın yaratıcısı olan Allah’ın bir tek ilah olduğuna, onun ne zatında, ne fiillerinde, hiçbir ortağı olmadığına iman etmektir. Birçok tevhit çeşitleri olmasına rağmen konumuz ile alakalı Tevhid-i Rububiyet,Tevhid-i Ülühiyet, Tevhid-i Akval, ve Tevhid-i Ef’al olmak üzere dört Tevhid’i kısaca açıklamak istiyorum:

Tevhid-i Rububiyet: Fatiha Suresi’nde “Rabbu’l-âlemin”  Allah (cc) mülkün tek maliki, her şeyin tek yaratıcısı ve müdebbiri olduğunu gösterir.

Tevhid-i Ülûhiyet: İbadet edilmeye layık olan tek Allah olduğunu Fatiha Suresi’nde “İyyake na’budu” ifadesiyle insanlığa bildirilmiştir. “Yalnız sana ibadet ve kulluk ederiz” ifadesindeki hitap, “Rabbu’l-âlemin” olan Allah’a aittir. Yani,  bütün kâinatı yaratan kim ise, bütün varlığın gerçek mabudu da odur. Mefhum-u muhalifi o ki: Tek başına bütün kâinatı yaratamayan gerçek mabut olamaz.

Tevhid-i Akval: Düşünce ve sözlü Tevhit anlayışıdır. Allah tek yaratıcıdır, İhlâs suresinde bildirilmiş,

Tevhid-i Ef’al: Diliyle Allah’ın birliğini söylemek, tek yaratıcı ve mabut olduğunu kabul etmektir, Bu tevhit anlayışını da Kâfirun Suresinde bildirilmiş,

Görüldüğü üzere Tevhit ayni zamanda birlikte düşünme ve birleştirmedir. İnsanlar, melekler, cinler ve hayvanlar hayat sahibi olmakla birleşirler. Birisine hayat veren tümüne hayat veren zattan başkası olamaz. Dolayısıyla her varlık Allah’ın mülküdür. Mülkünde şerik olmaz.

Allah’ın(cc) isimleri bütün mahlûkat âleminde tecelli etmiştir. İsimlerin genelde tecelli ettiği gibi, cüz’ide de tecelli ediyor. Umumda tecelli etmesine “Vahidiyet” Cüz’ide tecelli etmesine de “Ehadiyet” denir.

Örneğin: Denizin altında yaşayan bir balığın riskini nasıl Rezzak ismi tedarik ediyorsa, riske muhtaç bütün canlıların riskini de Rezzak ismi tedarik ediyor. Rezzak ismi, balığın cüz’i riskini tedarik etmesi “ehadiyet”, bütün mahlûkatın yani canlıların riskini tedarik etmesine de “Vahidiyet” denir. Ehadiyet, cüz’i tecelli, Vahidiyet ise umumi tecellidir.

Teşbihte hata olmasın, İnsanlarda sınır genişledikçe hâkimiyet zorlaşıyor, bazen gözden bile kaçan olur. Fakat Cenab-i Allah’ın azametine bakılırsa Ehadiyet suretiyle her varlıkla birebir ilgilenmektedir. Böyle olunca her varlık her an Allah’a ihtiyacını söyleye bilir. Hazreti Yunus (as)’in halis duası onu balığın karnından, denizden sahile-i selamete çıkarması gibi,

Bediüzzaman konu ile alakalı otuz ikinci sözde şöyle bir açıklık getirmektedir. Vahidiyet, perdeli tecelli eder ve genel kanunları temsil eder. Ehadiyet ise perdesiz tecelli eder.

Mesela, bir insanda iki göz, iki el ve bir burun bulunması genel bir İlahi kanundur. Ayni zamanda Vahidiyettin tecellisidir. Hiçbir gözün veya elin başkasının gözüne, eline veya burnuna benzememesi ise genel kanun dışında perdesiz ve özel bir muameledir. Bu da Ehadiyetin tecellisidir. Hazreti İbrahim (as) perdesiz ve özel bir muamele ile ateşten kurtulması da, Ehadiyet tecellisine mazhar olmasıdır.

Toparlamak gerekirse, Vahidiyet Cenab-i Allah’ın umum kâinat üstündeki mührüdür. Ehadiyet ise umum kâinat üstünde küçük bir örnektir. Mesela, Fatiha süresindeki “iyyakene a’budu” yalnız sana ibadet ederiz, her ne kadar çoğul eki olarak Vahidiyet manası taşıyorsa da, ehadiyetten geçmektedir.

Bu vesileyle Ramazan-i Şerifinizi tebrik eder, Cenab-i Allah’ın Tevhit, Ehadiyet ve Vahdetine nail olmanızı dilerim. Saygılarımla,

3.7.2013

Rüstem Garzanlı/ Diyarbakır

Yaşlı Babadan Manidar Bir Mesaj!

Her baba çocuğunu sever, öyle sever ki şerefte ve makamda bile çocuğunu kendine tercih eder, bu sevgiden dolayı evladının başarısı için hayat tecrübesinden örnekler vererek nasihat ve öğütleri bitmez baba…

Babaya hak vermemek elden değildir. Çünkü çocuk işlenmeye hazır bir mücevherattır. Tertemiz bir sayfa gibidir. Öncelikle kim üzerinde ne yazmak isterse yazar, ilk yazılan yazı çocuğun kafasında muteber olanıdır. Babanın hassasiyeti bundan olsa gerek.

Babanın evladına bağlılığı ve hassasiyeti öyle devam eder ki, evlenmiş çoluk çocuk sahibi olmuş oğlunu, halen nezdinde çocuk bilir. Çünkü babanın tek teselli kaynağı çocuğudur. Onun üzerinde hep hayaller kurulmuş, geleceği hep onun üzerinde tasarlamış, medar-i iftiharı olmuş,

Çocuğunu seven bir babanın bırakacağı en güzel miras terbiyedir. Bu nedenle çocuğun hem dünya hem de ahiret mutluluğunu hedef alan terbiyeyi elden kaçırmamak lazımdır. Peygamberimiz (asm) terbiyeyi “en güzel miras” olarak nitelendirmiştir.

Adamın biri, Abdullah bin Mübarek Hz.lerine gelerek, çocuğundan şikâyet eder.

Abdullah: “Çocuğuna hiç beddua ettin mi?

Adam: “Evet, beddua ettim, deyince,

Abdullah Hazretleri: “Çocuğun ahlakını sen bozdun” buyurur. Görüldüğü üzere babanın çocuk üzerinde ki tasarrufu çok önemlidir.

Pek yakında bir sıla-i rahim yapmak üzere köye gittim. Doksan yaşın üzerinde piri fani, ayakları tutmaz, gözleri görmez, kulakları ağırlamış, bedenen zayıflanmış, dua bekleyen babamın elini öperken, kim olduğumu sordu? Ben de: “Rüstem” deyince, kafasını aheste aheste salayarak, “Bellê… Bellê…” (evet, evet) demeye başladı. Kim bilir? Kafasında neler geçiyordu, babamın…

Hafif bir sesle “hoş geldin, otur” dedi. Her babanın yaptığı gibi, babamda nasihat ve öğüt vermeye başladı. Sanki ilk defa beni yanına almış, kesişen bir yolun sonunda ayrılmak üzere iken  “bir kez daha dinle, beni…” dedi.  Heyecanla tembih ve öğütlerde bulundu, sonun da “ gene siz bilirsiniz” bize bırakması, babanın çocuğuna olan sevgi ve şefkatinden başka ne olabilir.?

Bir taraftan onun şefkat dolu nasihatlerini dinlerken, diğer taraftan deruni bir halet içerisinde hayalen babamın gençliği ile hal-i hazır durumu tefekkür, tasavvur ve mukayese ediyordum. “Ey Rüstem! Ölmesen muhakkak ki sen de ihtiyar olacaksın” dedim.

Yaşlı babamdan aldığım mesaj!

“Ölmesem ihtiyar olacağım. O zaman ben de babam gibi çocuklarıma nasihatlerde bulunacağım. Yatağa mahkûm, yemek yemez, serumla beslenme ihtiyacım olursa elimden tutanlarım olacak mı? Belki, benden nefret edenler de olacak, bu gün gelmesini istemediğim ölümü, o gün kemal-i iştiyakla aramaya başlayacağım,  ölüm bile elime geçmeye bilir. Ah! Bu hale düşmeden, babamın o samimi nasihatlerini dinlemiş olsaydım.” Dedim.

Hazreti Âdem (as)’den günümüze kadar sosyal ve içtimai hayatın tanzimi, manevi duyguların esası olan nasihatler maneviyat adamları tarafından, anne ve babalar tarafından vaaz ediliyor, büyüklerin nasihatleriyle yetişmeyen bir çocuk, sokak ortamında kötü ahlakla yetişir. Hem ailesine hem de topluma zararlı olur.

Hz. Lokman’ın Oğluna Öğütleri!

Lokman’ın, Eyüp Peygamber ile akraba olduğu yönündedir. İslam âlimleri ekseriyeti, onun peygamber değil, hikmet sahibi bir zat olduğu kanaatindedirler. “Hikmetin” bir anlamı da nazari ilimleri elde ettikten sonra kazanılan ruhi olgunluk, söz ve davranışlarda isabet melekesidir.

Zemahşeri’nin Keşşaf isimli tefsirinde onun hikmetlerinden bir örnek şöyle anlatır:

Bir gün Davut Peygamber, Lokman’dan bir koyun kesip en iyi yerinden iki parça et getirmesini istemiş; Lokman’da, ona kestiği hayvanın dilini ve yüreğini getirmiş. Birkaç gün geçince Davut (as) bu defa hayvanın en kötü yerinden iki parça et getirmesini istemiş; o, yine dilini ve yüreğini getirmiş. Hz. Davut’un sebebini sorması üzere Lokman şöyle demiş: “Bu ikisi iyi olursa, bunlardan daha iyisi; kütü olursa, yine bunlardan daha kötüsü olmaz”1

Oğluna öğüt veren ve ismi Kur’an’ı Kerim’de geçen Hazreti Lokman,  Peygamber veya veli olduğu hakkında kesin bir bilgi bulunmayan bir mana büyüğüdür.2

Lokman oğluna öğüt vererek: Yavrucuğum! Allah’a ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür. Demişti,

Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret, Doğrusu bunlar, azmedilmeye değer işlerdir.

Kasılarak yürüme, yavaş konuş “Yürüyüşünde mutedil ol. Sesini alçalt. Seslerin en çirkini, şüphesiz ki, eşeklerin sesidir.” 3

Ey Oğul!

Takvayı esas al,

Allah’tan kork,

Tövbeyi geciktirme. Çünkü ölüm ansızın geliverir.

Cahille dost olma

Susmak altındır,

Ahmak adamdan uzak dur,

Sofrana takva ehli mü’minleri davet et.

Tecrübe sahipleriyle istişare et

Kötü komşudan uzak dur

Arkadaş seçimine dikkat et

Ey oğul!

Dilini duaya alıştır

Borçlanmaktan uzak dur

Günah işlemeye cesaretin olmasın

Önce selâm ver,

Tembel olma

Güler yüz göster

Orta yolu tut

Ey oğul!

Yolda yürürken yüzünü gözünü oraya buraya çevirme ki, gönlün vesvesede kalmasın.

Mecliste önce oturma

Az konuş

Sözü fazla dağıtma

Atıp tutma,

Dinde tartışmaya girme,

Ey oğul!

Acizliğini ve fakirliğini hiç kimseye, hatta ailene dahi açma ki, onların yanında itibarın düşmesin, sözünü dinlemez olmasınlar.

Önce düşün

Misafirlikte gözlerine dikkat et

Kimseye açma,

Ey oğul!

Yemekte şunlara dikkat et: Yemeğe herkesten önce el uzatma. Yemek esnasında güzel şeylerden bahset.

Dostlarını dinle

Doğru ol

Ümidini kesme

İyi ol

İçini süsle,

Keza bilgin, düşünür, şair ve edip olan Doğu Türkistanlı Yusuf Has Hacib’ “Kutatgu Bilig” eserinden derlenen birkaç nasihat: 4

“Her sözü dinle, ama hemen inanma. Başkasını kıskanma, çok da yiyip içme… Bu ikisi insanın başını derde sokar. Hayâsız ve utanması olmayan adamlardan uzak dur. Hiçbir işte acele etme; sabırlı ol, sabır insanı zafere ulaştırır. Sonunu düşünmeden hiçbir işe girişme. Öfkelenirsen öfkeni tut. Belaya uğradığında, başın sıkıntıya düştüğünde sabret ve sabra devam et, sonunda kaybettiğini kazanırsın. İkbale ulaşırsan kibirlenme! Hiç kimseyi hor ve basit görme…

Ölümü asla unutma, daima ona hazır ol. Yalana asla tevessül etme; yalan insanın itibarını azaltır. Akrabana ve yakınlarına güler yüzle yaklaş. Büyüklerin ve küçüklerin gönlünü al. İçki ve zina insana fakirlik ve zillet kapısını açar; bu ikisinden uzak dur.
Bu sayılanları yaparsan dünyada mutlu, ahretten umutlu olursun.” demiş

Bediüzzaman’nın nasihatle ilgili manidar bir levhası:  “Bende başımın üstünde bir levha-i hikmet olarak talik etmişim her sabah ve akşam ona bakarım, dersimi alırım.”5

“Dost istersen Allah yeter…

Yaran istersen Kur’an yeter….

Nasihat istersen ölüm yeter…”

Saygılarımla,

Rüstem Garzanlı/Diyarbakır

ALINTI: 1- Kur’an’ı Kerim, diyanet yay. 2- İbni Kesir tercümesi, 12: 6409, 3-Lokman Suresi, Ayet,13-­­16–17–18–19, 4- Kutatgu Bilig, 5- Mektubat, 23. mektup.

Allah’ın İnsanlara Vaat Ettiği Güzel Hayat!

“Erkek veya kadın, mü’min olarak kim salih amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayatla yaşatırız. Ve mükâfatlarını, elbette yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz.” 1

Salih amel ve o salih amelin dayandığı nokta imandır. Mü’min veya mü’minler, Allah’a verdikleri “ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız” sözünü unutmamalı, dünyayı geçici bir pazar ve imtihan yeri; ahireti de ebedî bir hayat bilmelidir. Dünyada iyi amel işleyen müminler için ise, Allah’ın vaadi güzel bir hayat ve o hayatın ardından da bir cennet ihsanıdır.

Mü’min, Allah için ve Allah’ın dinine uygun olarak yaptığı işlerden dolayı ecir kazanmaktadır.  İnsanların beğeni ve hoşgörüsü için yapılan ibadetler bir sevap nedeni olamaz, hatta ceza-i ameldir.

Yüce Rabbimiz “… İman edenlere yardım etmek ise, Bizim üzerimizde bir haktır.”2

Keza başka bir ayat-i Kerime’de şöyle buyurur:“Erkek olsun, kadın olsun inanmış olarak kim salih bir amel de bulunursa, onlar cennete girecek,” 3

Âlemlerin Rabbi Yüce Allah’tır. Mü’minlerin en yakın dostudur. İşleri kolaylıkla sonuçlandırır. Mü’minlerin işlerinde kolaylık ve güzellik sağlar. Peygamber efendimiz (sam) hayatı boyunca gösterdiği tevekkülü bütün Müslümanlara güzel örnek olmuştur.

Cenab-ı Allah birçok enbiya ve evliyaları sıkıntı ve meşakkatlerle imtihan etmiştir. Mesela, Hz. Musa (as)’Firavun’un zulmünden kaçarken,  “ Şüphesiz Rabbim benimle beraberdir; bana yol gösterecektir.” 4 buyurmuştur.

Cenab-ı Allah denizi ikiye yararak Hz. Musa (as) ve kavmini karşı kıyıya geçirmesini sağlamış, Firavun ve kavmini de suda boğmuştur.

Allah hem dünyada hem de ahirette mü’minlerin dostudur. Allah her işlerinde başarı ve güzellik verir. Hatta insanın en umutsuz olduğu an bile yardımını sağlıyor. İbrahim (as)’ın ateşe atılması, ateş sehil ve selametle onu koruması gibi,

Netice-i kelam, insanların tek yardımcısı Allah’tır. Mü’minler ondan yardım ister, Cenab-ı Allah’ta onlara icabet eder. Yeter ki mü’minler iman ve inançları doğrultusunda hareket etsinler.

“Ey iman edenler, eğer siz Allah’a (Allah adına İslam’a ve Müslümanlara) Yardım ederseniz, o’da size yardım eder ve sizin ayaklarınızı sağlamlaştırır.” 5

Birçok evliyalar zalimlerin zulmüne ve işkencelerine maruz kaldıkları gibi, Âlame-i asır, Bediüzzaman Hazretleri de zulüm ve işkencelere karşı maruz kalmıştır. Yirmi yedi sene sürgünden sürgüne gönderilmiş, kendi yurdunda bir ecnebi gibi gözetim altına alınmasına rağmen gene şefkat ve merhameti elden bırakmamıştır.

Şöyle ki: “Ben Risale-i Nur mesleğinin esası olan şefkat itibarıyla, bir masuma zarar gelmemek için, bana zulmeden canilere değil ilişmek, hatta beddua da edemiyorum. Hatta en şiddetli ve garazla bana zulmeden bazı fâsık, belki dinsiz zalimlere hiddet ettiğim halde, değil maddî, belki beddua ile de mukabeleden beni o şefkat men ediyor. Çünkü o zalim gaddarın, ya peder ve validesi gibi ihtiyar biçarelere veya evlâdı gibi masumlara maddî ve manevî darbe gelmemek için, o dört beş masumların hatırına binaen, o zalim gaddara ilişmiyorum, bazen da helâl ediyorum.6

….Yâ Rabbi onların imanını Risale-i Nur’la kurtar, idam-i ebediden  sırr-ı Kur’an’la  terhis teskeresine  çevir!  Ben de onlara hakkımı helal ediyorum. Buyurmuştur.

Bu dünyadan; Berzah, haşir, mahşer, cennet ve cehenneme doğru bir sevkıyat var.  O sevkıyat için bu dar-i dünya salonunda elimizde bir fermanla sıramızı bekliyoruz. Kabir bütün güzelliğiyle veya çirkinliğiyle bizi bekliyor. O daracık çukurda arkadaşın amelin olacaktır.

Kabir amel ve emre bakar. Şark yöresinde Zaza’lara atfen kullanılan bir atışmayı konumuza misal vermekten inşallah bir beis olmaz. Şöyle ki: Zaza’nın biri lokantaya gider, ısmarladığı yemekten küçük bir kurbağa çıkar, dişleri arasında sıkışınca kurbağa ciz, viz… Etmeye başlar, Zaza: “vallahi ciz… viz! nezanım (bilmem)” paramı vermişim. der. Amel kötüyse kabir de cehennem de kimsenin ah! Of’unu dinlemez…. Aldığı emri bilir ve onu dinler.

Ramazan-i Şerif ve Leyle-i Kadir yaklaşıyor! Allah’ın vaat ettiği güzel hayata nail olmayı diliyorum…. Saygılarımla

19.6.2013

Rüstem Garzanlı/Diyarbakır

www.NurNet.org

ALINTI

1-Nahl,97/ 2-Rum Süresi, 4,/ 3- Nisa, 124/4- Şuare süresi, 62/5-Muhammed,7/6- Tarihçe-i hayat say.y.Tanz.803- 499 Emirdağ hayatı

Ah Ne Kadar Mesul Olduğumuzu Bilseydik?

Hane bir söz var  “Tok acın halinden ne anlar”  elbette doğru bir söz, tok insanlar midesinden tok, cebinden tok, sözünden tok, yürüyüşünden tok, kibrinden, gururundan ve enesinden tok…, Toktur, tok açın halinden açlıktan ne anlasın!… Çünkü aynasından herkesi tok görür.

Asgari ücretle çalışan birinin nasıl geçindiğini tok biliyor mu?  Ev kirası,elektrik su gideri, çocukların okul masrafı, mutfak masrafı…. Gene çalışan şanslı sayılır vardır bir işi, bir banka kredi kartı… Ya işsizin hali…..

Yüksek tahsilde fakir bir ailenin çocuğu günde bir simit veya bir miktar kabak çekirdeğiyle midesini avutan, ev bulamıyorum bahanesiyle arkadaşların evlerinde misafir kalan öğrencilerden haberiniz var mı?

İş bulma niyetiyle sabah evinden çıkan; akşama işsiz eve dönen bir babanın;  “Kız çocuğuna evladım bugün iş bulamadığım için, sana bir oyuncak alamadığımdan dolayı üzgünüm, kucağını açıp gel kızım, gel!… Son bir kez kızımı öpeyim, koklayayım söz sana bir daha elim boş eve dönmeyeceğim, seni asla bundan sonra üzmeyeceğim,” kızına sarılır doya doya öper, koklar… koklar…. Ağlar!.. Kim bilir o an baba neleri düşünüyordu?

Hani gönlü kırık babanın bir sözü vardı, “bir daha elim boş eve dönmeyeceğim,” demişti ya! Kalbi mahzun; gözü sevgi dolu baba muhabbetiyle mesrur olan kız, yarına babasının getireceği oyuncak hayaliyle uyur, akşam yemeğini hazırlamak için boş mutfakta mahzun ve melül oturmuş bir anne…

Evde bir sessizlik hâkim, ailesine karşı daha fazla mahcup olmak istemeyen işsiz babanın, evin sessizliğinden yararlanarak intihar ettiğinden haberiniz var mı?

Çalışmak isteyen fakat iş bulamayan gençlerin, “ya iş bulacaksın; ya senden boşanacağım” diyen eşlerden haberiniz var mı?

Esnafın kapı önüne bıraktığı yemek artıkları evine götüren annelerden haberiniz var mı?

Okulların tatil olmasıyla, pamuk tarlalarında on sekiz saat 15- 20 liraya çalıştırılan fakir aile çocuklarından haberiniz var mı?

Akşamdan sabaha kadar sokak çöplerinde ekmek, plastik, boş teneke kutuları toplayan gençlerden haberiniz var mı? Ey tok kardeşim!…

Komşusu açken tok yatan bizden değildir.(hadis-i şerif)

“Düşler ve Sokaklar” adlı, sokak çocuklarını konu edinmiş bir eserde şöyle deniliyor:
“Bir çocuğa sormuştum “niye sokaklarda çalışıyorsun” diye.

Çocuk bana “Bunu ben bilemem, ben çocuğum, siz büyüğümsünüz, siz daha iyi bilirsiniz.”demişti,

Peygamber Efendimiz evinde bir kediyi aç bırakıp ölmesine sebep olan dindar bir kadının cehennemlik olduğunu haber vermiyor mu?

Köpeğe ayakkabısıyla kuyudan su çekip yaşamasına sebep olan kötülüklere bulaşmış kadını cennetle müjdelemiyor mu?

Bakınız sevgi, ilgi ve alaka bekleyen fakir insanlar ne diyor? “Ben de senin gibi insanım.” diyor. İnsanlar yaratılışta eşittir, mal mülk kimsenin değil, canda malda Allah’ındır. Bir emanetçi olduğunu unutma!

Ne gariptir ki hazin sesleri duymazlıktan gelip, hayal âlemimizde kendimizi mutlu görüyoruz. Herkesi de kendimiz gibi mutlu sanıyoruz… Ah ne kadar mesul olduğumuzu bilseydik?

Daha nice acı portreler! Nice  hazin dramlar…. İnsanların içinde bulunduğu fakr-u zaruriyeti, hele işsiz babanın dramı yazarken, gözyaşlarıma hâkim olamadım. Yazıya ara verdim,  gözyaşıma; kalbimde iştirak edince hâkimiyet elimden çıktı, hıçkıra hıçkıra ağladım… Ağladım ….

“Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” Her gün tonlarca yiyecek çöpe atılıyor, aç ve fakir insanların çöplüklerde yiyecek toplarken, toplum olarak bu mesuliyeti hissedemiyorsak yazıklar olsun!…..

Allah (cc) şöyle ferman eder: “Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar.” Bakara, 3, yani infak ederler.

İnfak,  sözlük anlamı: Allah rızasını kazanmak amacıyla muhtaç ve yoksul insanlara para veya maişet yardımı yapmak, onların geçimini sağlamak, hayır yolunda harcama yapmaktır.

Yardımlaşma ve dayanışma, insanoğlunun muhatap olduğu ilk sorumluluklardan biridir.

Kur’an’ı Kerim’de: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun! Herkes yarın için ne hazırladığına bir baksın! Allah’tan sakınınız! Çünkü Allah işlediklerinizden haberdardır.”buyurur, Haşr, 18

İnsan bu dünyada nasıl yaşamışsa kıyamet gününde Allah’ın huzuruna dünyada işledikleriyle birlikte varır. Amel kötüyse pişmanlık duyacak, ancak pişmanlıkta faydası olmayacaktır.

Açlıktan dolayı biri intihar ediyorsa toplum olarak mesulüz. Bir genç yüksek tahsilini parasızlıktan dolayı bırakıyorsa toplum olarak mesulüz. Eğer maişetten dolayı bir aile düzeni bozuluyorsa toplum olarak mesulüz.

Diyarbakır’ın Merkez Ulu cami’deydim, bir meczup namazı eda ederken başını sağa çevirip yüksek sesle “selam” verir, muhtemelen cemaatten selamın karşılığını bekler, umduğunu görmeyince, sola dönerek “aleyküm selam…” diyerek kimsenin minnetini çekmem. dedi,

Evet, selam veren çok ne yazık ki alan pek yok. Benden de bir selam! Yardımlaşmaya, dayanışmaya, uhuvvete ve muhabbete selam olsun… Saygılarımla,

12.6.2013

Rüstem Garzanlı/Diyarbakır

www.NurNet.org