Etiket arşivi: Uzm.Psk.Dan.Eyüp SARI

Yoksul Zengin Çocuk

Son zamanlarda, kendime çocukken içinde bulunduğumuz yalnızlığın ve terk edilmişliğin ne kadar büyük olduğunu kavrayabilmemizin mümkün olup olmadığını soruyorum. Ve kalemimden çıkanların deva olması dileklerimle, başlıyorum zengin görünen yoksul çocuğa dair. Burada yalnızlığından, yoksulluğundan söz ettiğim çocuklar sahipsiz ve kendi başına bırakılmış olanlar ve bu gerçekle büyüyerek hayat çarkına karışanlar değil.!

Pek çok, özenle büyütüldüğünü savunan ve mutlu bir çocukluk tablosu çizen insan da terapide çare aramaktadır; sözünü ettiğim kimseler bunlardır. Bu insanlar imkanları olan, üstelik geliştirebilecekleri birçok yeteneklere sahip bulunan, zengin üretimlerinden, üstün performanslarından ötürü kutlanan kimselerdir. Bu insanlar çocukken daha bir yaşına varmadan altlarını kirletmemeyi öğrenmişlerdir; çoğu henüz 5 yaşına varmadan küçük kardeşlerinin bakımına adamakıllı katkıda bulunmuştur.

Parlak Görünümlerinin Altında ne Yatar ?

Genelde geçerli olan düşünceye göre, çoğu zaman ana babalarının “medar-ı iftiharı” olan bu insanların güçlü ve kararlı bir öz güvene sahip olması gerekir değil mi? Ancak gerçekte durum bunun tamamen tersidir.. El attıkları her işi iyi, bazen de mükemmelliğe varan düzeyde başarırlar, hayranlık uyandırırlar, belki de kıskanılırlar fakat bütün bunların bir yararı olmaz. Parlak görünümlerinin altında bunalım, boşluk duygusu, kendine yabancılaşmış olma ve varlıklarının anlamsız olmasından duydukları kuşkular bulunur ve pusuda bekleyerek zayıf bir anı kollar. En büyük olmanın iksiri etkisini kaybedince, bir numara olamadıkları ya da zirvede kalamadıkları zaman ya da ideallerindeki kişi gibi olmak isteyipte bunu başaramadıkları zaman bunalım atağa kalkar.

Bu parlak insanlar zaman zaman korkuların, güçlü suçluluk ve utanç duygularının altında ezilirler.

– Bu denli zengin yetenekleri olan böyle kimselerin derinlerden gelen rahatsızlığının kaynağı ne olabilir?

– Felaketler yaşayan insanlar bunalıma girmezken çok iyi koşullarda olan, üstün yeteneklere sahip pek çok kişi bunalımlar içinde kıvranmaktadır. Neden?

Çünkü bir insan kendine ancak sahip olduğu özelliklere göre değer biçmediğinde, kendi değeri duygularının gerçekliğinden beslendiğinde bunalıma girmez.

Büyüklük Tutkusu

‘’Büyüklük tutkunu’’ her yerde hayranlık uyandırır ve bu hayranlığa ihtiyacı vardır; insanların hayranlığı olmadan yaşayamaz. Bu kişilerin, işler istediği gibi gitmediği zaman yaşadığı çöküş, bu duygunun aslında havaya yükselen bir balondaymış gibi boşlukta kalmasındandır; iyi bir rüzgar olduğunda yükselmesine karşın, balonun delinmesiyle az sonra bir paçavra parçası olarak yere inmiştir. Evlilik Terapisti İstanbul da, danışanlarımda çocukluk hikayelerini alırken gördüğüm , daha ilk görüşmede ana/babalarının anlayışlı kimseler olduğunu ve çevrelerini iyi anlayamamışlarsa bunda suçun ana/babalarından değil kendilerinden, kendilerini iyi ifade edememiş olmalarından kaynaklandığını duyurmak telaşı içinde olmalarıdır. Çocukluk geçmişine ait ilk anılarını, yansız kuru bir biçimde ve bir zamanlar kendileri olan çocuğa herhangi bir duygusal yakınlık duymadan anlatırlar. Bu katı tavırları özellikle göze batar. Çünkü ayrıntılara eğilen, içe bakış yeteneğine sahip kimseler oldukları ve başkalarından söz edilirken duygulandıkları, onların düşüncelerini algılayarak empati ile yaklaştıkları ortadadır. Katılıkları sadece kendi çocukluk dünyalarına yöneliktir.

Bir Yanılsama İçinde Devam Eden Hayat

Bu dünya ile ilişkilerine saygı noksanlığı, her şeyi kontrol altında tutma dürtüsü ve başarılı olma baskısı egemendir. Yaklaşımlarında aşağılamalara, ironiye ve alaylara, hatta bir zamanki çocuğu hedef alan tepeden bakarcasına eleştirilere sıkça rastlanır. Davranışlarında bunların ötesinde en fazla rastlanan, kendi çocukluk yazgılarına karşı duygusal bir anlayışın hiçbir şekilde bulunmaması, bu yazgıyı ciddiye almayışları, ayrıca da baskı derecesine varmış bir başarılı olma isteği dışındaki gerçek ihtiyaçlarından tamamen habersiz olmalarıdır…

İlk yıllarda yaşadıkları dramı içselleştirmeyi o kadar mükemmel bir biçimde başarmışlardır ki, ‘’geçmişte yaşanan güzel çocukluk’’ yanılsaması bütün acılara karşın dimdik ayakta kalabilmiştir.

Büyüklük tutkusu içindeki insan, hayranlığın sevgi anlamına geldiği, onunla eş değer olduğu şeklindeki yanılsamasından psikoterapi görmeden vazgeçemez. Bütün ömrünü bu tür “telafi” işlevi gören bir yanılsama uğruna harcayanların sayısı az değildir. Sevginin sembolü uğruna verilen bu savaş, geçmişteki çocuğun saygı anlayış, ciddiye alınma gibi ihtiyaçlarının anlaşılmasına ve bilinçli olarak yaşanmasına izin verilmediği sürece sürüp gider.

Bir danışanım son zamanlara kadar hep kendini uzun tahta ayaklıklarla yürümüş gibi hissettiğini söylemişti. Her zaman uzun tahta ayaklıklarla yürümüş olan bir insan kendi ayakları ile yürüyen insanları, ona daha kısa boylu daha sıradan görünseler de, sürekli kıskanmaz mı? Içinde kendisini yüksek tahta ayaklıkları olmadan yürümeye cesaret edemez hale getirenlere karşı birikmiş bir öfke taşımaz mı?İmrenilen ve kıskanılan insan, aslında sağlıklı olan insandır. Çünkü başkalarının hayranlığını kazanmak için didinmez şöyle ya da böyle görünmek için hiçbir şey yapmak zorunda değildir. Sağlıklı insan kendine rahatlıkla “ne ise o olma, öyle görünme” iznini verebilen bir kişidir.

Sevgiyle Kalın
Uzm.Psk.Dan.Eyüp SARI
www.terapilife.net

Kaynakça:

-Yoksul Zengin Çocuk Alice Miller
-Varolan Annenin Yokluğu Jasmin Lee

Çocuğun İhtiyacı Olan Sağlıklı Anne Figürü

Annesi tarafından görülmek, anlaşılmak, ciddiye alınmak, saygıyla karşılanmak her çocuğun en meşru en doğal ihtiyaçlarındandır. Çocuk yaşamının ilk haftalarında ve aylarında annesinin tümüyle kendisine odaklanmasına, onun tarafından yansıtılmaya muhtaç bir durumdadır.

Winnicott’nun çizdiği bir tablo bunu en güzel bir biçimde sergiler: Anne kollarında tuttuğu bebeğine bakar, bebek dosdoğru annenin yüzüne bakar ve bu yüzde kendini bulur… Fakat annenin bu sırada sadece küçük, emsalsiz, aciz yavrusunu görüyor olması, çocuğuna kendi beklentilerini, korkularını, çocuk için kurduğu planlarını yansıtıyor olmaması koşuluyla.

Aksi durumda bebek annenin yüzünde kendini değil, sadece annenin yoksunluğunu bulur. Böyle bir bebek kendini yansıtacak aynadan mahrum kalarak bütün sonraki yaşamında bu aynanın arayışı içinde olur.

Bir çocuk kullanabileceği, onu yansıtan, ( verici olan, çocuğuna gelişme işlevinde kendisinden olabildiğince yararlanması için fırsat veren) bir anne ile büyümek şansına sahip olursa, büyürken bir yandan sağlıklı bir “benlik duygusu” da oluşturabilir. Optimal/en iyi durumda böyle bir anne çocuğa sıcak bir duygusal ortam da sunar ve onun ihtiyaçlarına anlayışla yaklaşır..

Fakat bu derece sevecen olmayan anneler de bu gelişmeye, sadece buna engel olmamakla imkân verebilirler: O zaman çocuk annesinde eksik olanları başka kişilerden sağlama yoluna gider. Çocuğun bu en az miktarda bir duygusal “besinden’’, çevresindeki her teşvikten yararlanma konusundaki olağanüstü yeteneği çeşitli araştırmalarla ortaya konmuştur.

Annenin Çocukluk Aktarımı

Anne çocuğuna yardım edecek durumda olmayınca ne olur? Bunun ötesinde, sıkça rastlandığı gibi, çocuğunun ihtiyaçların fark edecek ve giderecek durumda olmamakla kalmayıp kendi  de “İhtiyaç içinde bir kişiyse’’ ne olur? Böyle olunca anne, bilincinde olmadan, çocuğunun yardımı ile kendi ihtiyaçlarını tatmin etme yollarını aramaya başlar. Annenin buna yönelmesi çocuğu ile kendi arasında güçlü duygularla yüklü bir bağ oluşmasına engel değildir.

Fakat oluşacak bu sömürüye dönük ilişki çocuk açısından hayati önem taşıyan güvenilirlik, süreklilik, tutarlılık gibi öğelerden ve her şeyden önce de çocuğun duygu ve düşüncelerini yaşayabileceği bir alandan yoksun olur. Bu ilişki içinde çocuk annesinin ihtiyaç duyduğu ve belli bir süre için kendisinin de yaşamını (yani ana/babasının sevgisini) garantileyen, ancak genellikle sonraki yaşamında onun “kendisi” olmasını engelleyen bazı gelişmeler gösterir.

Çocuk bulunduğu bu durumda yaşının gereği olan doğal ihtiyaçlarını benliği ile bütünleştiremez. Sonuçta bunlar benliğinden kopar ya da bilinç dışına itilir ve bu insan daha sonra, hiç farkında olmadan, hep geçmişinde yaşayan biri olur.

Aile terapisi için yardım almaya gelen danışanlarımın, değerlendirme görüşmelerinde bağlanma öykülerini aldığımda gördüğüm, büyük çoğunluğunun anneleri de kural olarak son derece güvensiz ve bunalımlı kişilerdi. Bu anneler genellikle sahip oldukları tek çocuğu ya da çocuklarının en büyüğünü kendi malı olarak görüyordu.

Bir anne kendi annesinden sağlayamadığını çocuğundan sağlayabilir: Çocuk kendini kullandırmaya açıktır, annenin yankısı olmaya hazırdır, kontrol edilmeye uygundur, tamamen anneye odaklanmıştır, onu asla terk etmez, ona ilgi ve hayranlık duyar. Anne ise çocuğun ihtiyaçları ile bunaldığı zamanlarda (önceleri kendi annesinin talepleri karşısında bunalıyordu) artık o zamanlarda olduğu kadar savunmasız değildir.

Kendi annesine karşı çıkamamışsa, şimdi kendi çocuğuna karşı çıkabilir ve kendine eziyet edilmesini engeller, bu amaçla çocuğunu bağırmaması ve kendisini rahatsız etmemesi için terbiye eder. Bu anne şimdi artık dikkate alınmayı ve saygı görmeyi ya da kendi ana/babasının ona borçlu olduğu özenli muameleyi ve esenliği talep edebileceği bir konumdadır.

Anneyi farklı algılanan kişiliklerle ortaya koyan bu tablolar zamanla birleşerek kendi güçsüzlüğünden, güvensizliğinden ve alınganlığından dolayı çocuğunu kullanmak ihtiyacı içinde olan bir insanın tablosu hâlini almış olabilir. Dışarıdan bakıldığında annelik işlevini faal ve titiz bir biçimde yerine getirdiği görüntüsü veren bir anne temelde “kendi çocuğu karşısında çocuk kalmış” olan bir insandır. Kendi çocuğunda, eksik kalmış çocukluk ihtiyaçlarını giderdiğinin farkında olmayan bir anne, ailesinde bir nevi kendi çocukluğunu yaşıyordur.

Sevgiyle kalın.

Uzm.Psk.Dan.Eyüp SARI

cocukaile.net