Varlık ve hareket dediğimiz şey, Ânlık Var – Yok edilişlerdir

Kâinatın, yapı ve mekânı olarak; “uzay – zaman” ve bu iskelet ve resim tuvali üzerinde yaratılan “varlık”; “bölünemeyen”, ontolojik olarak, “bölünmesi mümkün olmayan”; tanım-ta’rif icabı “nokta” gibi, daha alt parçası olmayan “piksel”lerden oluşmuşsa; ki mantıken de, “uzay-zaman-varlık”ın, sonsuza kadar bölünmesi, bölünebilmesi mümkün değil; bu, muhâl ve mümteni’. O hâlde; “uzay – zaman çerçevesi” ve bu “mahâl / çerçeve / tuvâl / film – fotoğraf karesi” üzerinde yaratılan “varlık”; “sürekli ve kesintisiz” değil; yani “süreksiz ve kesintili.” Yani: “Ânlık fotoğraf kareleri” arasında, boşluk / yokluklar var.

Diğer ifadeyle: Varlık ve madde’yi; böle böle, bölünemeyen en küçük parçasına ulaşmamız gerekiyor. Aynı durum: Varlığın yaratıldığı ve bağlı olduğu; “Uzay – Zaman” örgü ve ağı, “ân – mekân” kafes ve boyutu için de geçerli. Yani: Üzerimizden geçen zaman ve süre ve yaşadığımız zemin ve mekânı; böle böle, bölünemeyen en küçük parça / mesafe / süre / mekân / ân / noktaya ulaşmamız gerekiyor. Yani: Madde ve varlık, uzay ve zamanın, dibi var ve olmalı.

Çünkü: Zaman ve mekân, süre ve mesafenin, sonsuza kadar bölünebilmesi mümkün değil. Aksi hâlde, yani bunun mümkün olduğunu kabul edersek; biz varlığın, “sonlu – sınırlı” zamanda, “sonsuz süre, zaman ve mesafeleri” katedip, adım atmasının; hattâ hareket etmesinin, muhâl ve mümteni olması gerekirdi. Ama nefs-ül emirde, realitede, vak’âda durum, bunun tam tersi. Demek ki: Bölünemeyen en küçük zaman süresi ve mekân uzunluğu var ve biz, bu bölünemeyen ân – mekânlarda; “var – yok” şeklinde; “bir ân var, diğer ân yok” ediliyoruz. Yani: Varlık ve vücud ve hareketimiz; bu ânlık var – yokedilişler ve tekrar tekrar yaratılışlarla mümkün ve vâki oluyor. (Zenon’un, fikri, hocası Parmenides’ten alıp, ürettiği paradoksun çözümü de, burada gizli.)

Eğer yeni bir keşif, gözlem veya teoriyle değişmezse; şu ânki Quantum Fiziğinde, “enerji”, kesintili / kesik / süreksiz enerji paketçikleri; yani “ayrık tanecikler” olarak kabul ediliyor. İşte “enerji” için kabul edilen ve hattâ, etkileriyle indirekt gözlenen bu durum; uzay ve zaman ve madde için de geçerli olabilir ve olması için de, zaten mantıken bir mâni ve aklî çelişki yok. Hattâ olması gereken, zorunlu bir sonuç bence bu. Çünkü: Cüzde olan birşey; toplamı olan küllde, hayli hayli oluyor demektir!

Eğer durum buysa; tanım olarak, “çizgi veya doğru”nun; boyutsuz ve bölünemeyen, en küçük “nokta”ların, ardarda bağlanmasından, meydana gelmesi gibi; “zaman” da; bölünemeyen, yani “süre geçmeyen”, en küçük “ân noktaları”nın; Şimdiki Zaman Perde / Ekranında, ardarda yaratılması / gelmesinden, zuhur etmekte. Aynı bunun gibi; “Uzay / Mekân” da; bölünemeyen, en küçük “nokta / pikseller”in birleşmesi ve ân ve ân var – yok edilmesiyle, vücuda gelmekte. Bunun diğer bir sonucu olarak: “Hareket” de; “Kâinat Ân Beyaz Perde / Ekranı”ndaki bir film şeridinin hızlıca oynatılmasında olduğu gibi; ânlık var – yok, geliş – gidişlerle zuhur etmekte.

İşte bu, daha küçüğü olmadığı ve değişik parça ve bileşenlerden oluşmadığı için; daha fazla parçalanma ve ufalanması; yani nicelenip, “Quantize olması” mümkün olmayan; bu “bölünemeyen ve üzerinden süre geçmeyen, bu en küçük uzay – zaman –madde – varlık nokta / piksel”leri; Quantum Fiziğinde anlatılan “Planck Birim / Uzay-Zamanı” olabilir. (Yani: Yaklaşık 10-35 metreden daha küçük uzay / boyut / mesafesi ve yaklaşık 10-43 saniyeden daha küçük zaman / boyut / süresi.)

Yoksa; “1 ân Geçmiş” zamana veya “1 ân Gelecek” zamana gidemediğimiz için; maddî ve fiziksel vücudumuzun, “1 ân”a sıkıştığı bedihî! Yani: Maddî – Biyolojik vücud / mevcudiyetimizin; (tıpkı bir resim ve fotoğraf karesi gibi) süre akmayan ve akması mümkün olmayan, “1 ânlık Şimdiki zaman”da olduğu; her ân yaşadığımız bir hâdise!

Eğer buraya kadar yaptığımız akıl yürütme ve çıkarımımız doğruysa; bu, bilim ve felsefede çok önemli ve nisbeten yeni kapı ve pencereler açabilir. Ve daha önemlisi: 1700’lerden beri çağımıza hâkim olan Bilim/sellik Epistemolojisinin (ve ontoloji, varlık anlayış ve nazariyesinin) bağlı ve bağımlı olduğu; Modern – Seküler – Lâik Paradigmanın, en başat inanç / aksiyom / önkabüllerinden olan; “Din ve Bilim” ile “Dünya ve Ahiret” arasında olduğuna inanılan, zihnî ve sun’î ayrımı da geçersiz kılar. Nedir bu yeni kapı ve pencereler?

Meselâ: Halâ birleştirilemeyen Quantum (Nicelik) Teorisi ve İzafiyet (Görecelilik / İzafiyet) Teorisinin birleştirilmesi; bu önvarsayım / aksiyom ve buna göre kurulacak, matematik ve varlık tasavvur / modeliyle, mümkün olabilir. Belki buradan; “kuvvet, enerji, ivme, hız, kütleçekimi ve zaman” gibi kavramlar ve bunlar arasındaki ilişki ve bağlantı; başka bir açıdan yeniden tanımlanıp; buradan yeni formül ve hipotez – teoriler üretilebilir. Hattâ ışığın; gözlem – ölçüm yapılıp yapılmamasına göre değişen, “dalga – parça” düalite / ikiliğine; (velev teorik bile olsa) bir çözüm yolu bulunabilir. Hattâ; “Herşeyin Teorisi”ne (Theory of Everything) benzer ama tüm “fizik – kimya – biyoloji – zihin ve madde – uzay – zaman”ı da birleştiren; daha büyük bir teori ve nazar (bakış açısı) ve varlık ve bilgi tasavvuruna, buradan ulaşılabilir belki…

Varlık ve hareket”i dediğimiz şey; “Plânck Ân-Mekânı”nda gerçekleşen; “ân’lık var-yoklar”la oluyorsa eğer. Bunun anlamı: Bilgisayar monitöründeki piksel noktalarının; biri sönüp, diğeri yanınca; görünüş ve algımızda, monitördeki “nokta” veya “çizgi” ve “resimlerin” hareket ediyormuş, “vehim ve algı, imaj ve görüntüsü” oluşması gibi; evrendeki, “varlık ve hareket” de, bu bilgisayar monitöründeki varlık ve hareketler gibi oluyor ve yaratılıyor demektir. Yani: Uzay – Zaman’ın yapı ve dokusu ve bu doku üzerinde yaratılan, “varlık ve hareket ve zaman”, böyle yaratılıyor ve / veya zuhur ve vücuda geliyor demektir.

Yani: Sinema Beyaz Perdesi veya bilgisayar ekranındaki gibi; Kâinat Ekranında da; biz fizikî varlıkların; bir ân var edilip ve sonra bu ân’ın yok edilip, yeni bir ân yaratılmasıyla; bu “ân’lık var – yok / gelme – gelme / 1 – 0 / Ol – Öl / Bekâ – Fenâ”ların; ardarda Kâinat Ekranında görünüp – kaybolmasıyla; “varlık ve uzay – zaman ve hareket ve kuvvet – enerji”nin varlık ve devamiyeti sağlanmakta. Yani: Kesikli – kesintili; yani süreksiz…

Evren” dediğimiz; “Şimdiki Zaman-Mekân” beyaz perde ve monitöründe; “gelecek zaman”dan gelip, “şimdiki zaman-ân-mekân”a uğrayan / olan ve oradan “geçmiş zaman / ân”a dökülen ve oradan tekrar “gelecek zaman”a bağlanan, “dairevî” bir akış ve döngü şeklinde; varlık ve hareket ve hâdiseler, vücuda geliyor / yaratılıyor.

Herhâlde ‘zaman’ın “doğrusal” (lineer) değil de, “dairesel / dairevî / döngüsel ve helezonik” olduğu konusunda, bir tartışma yoktur. Çünkü: Zaman’ın bu; başlangıç ve bitişleri tek noktada bağlayan, bu dairevî döngüselliği; mikrodan, makroya, tüm varlık ve varlığın hareketi ve geçirdiği hâl / tahavvül / tavırlara bakılıp; bizzat görünen ve müşahede edilen bir süreç.

Ana konumuz bu olmadığı için, birkaç örnek vererek geçelim: Zerreden – şemse; temel hareket olarak, herşeyin dönmesi…, Gece ve gündüz ve mevsimlerin dönmesi…, Kaos Matematiği ve Fraktal Geometrisi…, Kur’an-ı Kerîm’de anlatılan; tarihî ve / veya sembolik ve / veya arketip kıssa ve olay ve mu’cizelerin; (insan ve / veya toplum, madde ve / veya kâinat plânında,) zaman ve tarih içerisinde tekrar etmesi ve edecek olması…

Meselâ: Cennet gibi korunmalı anne rahminden; aşağıya, dünyaya inmemiz, düşmemiz, doğmamız… Meselâ: Yaratılan Hz. Âdem Âleyhisselâm’ın yaşadığı “Ta’lim-i Esmâ” hâdisesi gibi; doğan her Âdemoğlunun da, eşyanın isim ve anlam ve işaretlerini öğrenmesi; yani dil (anadilini) öğrenmesi. Veya: Her Âdemoğlunun, büluğa erip, (kendisinin ve / veya neslinin, sonsuza kadar yaşaması ve devam etmesi isteği gibi nedenlerle) Yasak Şecereyi arzulaması ve temas etmesi ve bu aşamadan sonra; herşeyin ayağına geldiği ve iyi – kötü farkını bilmediği, “Çocukluk Cenneti”nden çıkması; böylece doğumla yaşadığı ilk düşüşten sonra, ikinci bir aşağıya düşerek, dünyaya inmesi; büyümesi ve böylece sorumluluk alması, çalışması, yorulması (peşin Cennet’in olmaması)

Meselâ: Saçsız, dişsiz, buruşuk ve konuşma bilmez doğup; sonra yaşlanınca da, (filmi başa sarar gibi) aynı duruma dönmemiz… Anne – baba ve bizim yiyip – içtiğimiz topraktan; toprak elementlerinden yaratılıp ve sonra ölünce, mezarda; tekrar, aynı kaynağa dönmemiz…

Elhasıl: Herşeyin başı ve sonu, “dairevî” (ve belki yükselen ve alçalan, sağ – sola da hareket eden ve dönen, bir helezon şeklinde) birbirine bağlı. Yani: Mikro ve makroda, zaman ve mekân içerisinde, birbirini tekrarlayan patern ve şablon ve örüntüler var. Sadece: İcmâl ve tafsil, küçük ve büyük gibi bazı farklar var.

Böylece: Gözlerinin zayıflığından, mikrodaki harfleri okuyamayanlar için; aynı mâna ve işaretleri, makroda okuyabilsinler diye. Veya: Makroyu, büyüklüğünden okuyamayanlar; mikroda, okuyabilsinler diye. Böylece; her nev, her cemâat; melekten – semeğe, zerreden – şemse; aynı mesaj ve dersi alabilsinler diye.

Yani: İster; “küçük olduğu için, uzak görünen” şeyleri büyüten mikroskopla bakalım ve isterse; “uzak olduğu için, küçük görünen” şeyleri yaklaştıran teleskopla bakalım; aynı şeyler, farklı büyüklük ve harflerle anlatılmış…

Elhâsıl: Sünnetullah ve Kader Kanunundan kaynaklanan bir Emr-i Kevnî / Tekvinî sonucunda oluşan, bir çekim (attract/ion) [ve / veya itmeyle]; varlık ve hâdiseler, bu olasılıklara çekilip; sanki bu merkez ve olasılıklar etrafında, bir nevi tavaf yapıp, dönüyorlar. Belli bir olasılık ve gerçekliğe çöküyorlar. Bunun sonucunda: Mikroda yeralan ve rastgele ve tesadüfî gibi görünen zerrenin hareket ve durum ve olasılıkları; makro ve bütünde, yerini, belli bir olasılık ve patern ve gerçekliğe bırakıyor… Eski deyişle, Tevhid ve vahdet Nazarıyla ve yeni isimlendirmeyle, Bütüncül ve holistik Paradigmadan bakınca; resmin bütününde, görünen bu.

Ana konudan gene saptık. Yani: “Evren”i; hiç hareket etmeyen, sabit bir sinema Beyaz Perdesi veya bilgisayar / Tv ekranına benzetirsek (ki aslında evren de, bu ân’lık var – yoklarla mütevavvil ve hemhâl); bu hareket etmeyen, yani daha küçüğü olmadığı / bölünemediği için, üzerinden zaman ve süre akmayan, bu “Şimdiki ân – Zaman – Mekân Evren Beyaz perde ve Ekranı”nda; varlığın, makro ve mikro plânda, devamlı ân’lık var – yok edilişleri; görünüş ve algımızda, kesintisiz bir varlık ve hareket ve zaman olduğu, vehim ve imajı doğurmakta!…

İstanbul

Ayhan Küflüoğlu

www.metabilgi.org

metabilgi@metabilgi.org

ayhank27@gmail.com

Yazının tamamını indirmek için tıklayın