Kategori arşivi: Kısa Video

kısa video

İncil’de Geçen “Alemin Reisi” Kimdir? (Video)

8- (Yuhanna Bâb 16, ayet 7): “Size gerçeği söylüyorum. Benim gidişim size faydalıdır. Zira ben gitmezsem tesellici size gelmez.

Acaba, şu âleme gelen ve insanlara hakiki teselli veren Hz. Muhammed’den başka kim vardır? Evet, O’dur fâni insanları ölümün ebedî idamından kurtarıp hakiki teselli veren.

9- (Yuhanna, Bâb 14, Âyet: 30): Hz. İsa dedi: “Artık sizinle konuşmayacağım, çünkü bu dünyanın reisi geliyor ve ben de O’nun hiçbir şeyi yoktur.”

10- (Yuhanna, Bâb 16, Âyet: 8): “… ve O geldiği zaman günah, salâh ve hüküm için dünyayı ilzam edecektir.”

Acaba Hz. İsa’dan sonra dünyanın reisi olacak ve hak ve batılı ayırıp Hz. İsa’nın yerinde insanları irşad edecek Hz. Muhammed (s.a.v.)’den başka kim gelmiştir?

Ve O’ndan başka “âlemin reisi” olma unvanına kim layıktır.

Hem Hz. Davud (a.s.)’dan sonra Hz. Muhammed’den başka hangi nebi gelmiş ki, doğudan batıya kadar dinini neşretmiş ve memleketleri cizyeye bağlamış ve padişahları kendine secde eder gibi itaat altına almış ve her gün insanlığın beşte biri kendisine dua ve salavat okur olsun? Bunları yapmış tek kişi olarak Hz. Muhammed’den başka kim gösterilebilir?

Demek İncil’de Hz. İsa’dan sonra geleceği belirtilen “âlemin reisi” tabiri ile kastedilen, Hz. Muhammed (s.a.v.)’dir.

Hem “fahr-i âlem” yani “âlemin kendisiyle övündüğü” unvanı Efendimizin en meşhur unvanıdır.

Seyrangah.Tv

Yağmur Damlalarındaki Mucize! (Video)

Hiç yağmuru düşündük mü? Neyini mi? Birçok cihetini düşünebiliriz.

Biz şimdi sadece yağmurun yağışına bakalım;

Yağmur damlaları 6 mm. çapındadır. Bundan daha fazla büyümezler. Yağarken ise asla birbirlerine değmezler. Yukarıdan aşağıya doğru bırakılan bir cisim, yerçekimi tesiri altında hızı artarak yere düşer, minicik damlamız ise adeta yerçekimine meydan okuyarak, sabit bir hızla yere doğru düşer. Bu olayın hayati bir hikmeti vardır. Çünkü yer çekimi kanununa uygun olarak, bir kaç bin metre yukarıdan düşecek damla, yere kurşun hı­zıyla ulaşacaktı. Hızlı, delici ve tahripkâr…

Yağmurun oluşumundaki yüzlerce hikmetli faaliyeti bir kenara bırakarak soruyoruz?

1- Bu yağmur damlalarının boyunu kim ayarlıyor? Ve daha fazla büyümesini kim önlüyor?

2- Milyonlarca damla aynı anda yere doğru inerken, rüz­garların da etkisine rağmen birbirlerine değmiyorlar. Bu damlaları birbirine değdirmeyen kudret sahibi kim?

3- Yağmur damlaları yerçekimi kanuna rağmen sabit bir hızla yere düşerler. Yağmur damlalarının kurşun gibi inmesine müsaade etmeyen merhamet sahibi kim?

4- Yağmurun bu şekilde yağma fiili bir failin varlığını gerekli kılmaktadır.

O halde gökten bu suyu hikmetle indiren ve onunla yeryüzüne hayat fail kim?

O halde gökten bu suyu hikmetle indiren ve onunla yeryüzüne hayat veren Allah’tan başka kim olabilir?

Tüm bu sorularımıza Kuran cevap versin?

Andolsun, eğer onlara, “Gökten yağmuru indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra dirilten kim?” diye soracak olsan mutlaka, “Allah” diyeceklerdir. De ki: “Hamd Allah’a mahsustur.” Fakat onların çoğu akıllarını kullanmazlar. Ankebut: 63

Nesh Nedir? Kur’an’da Nesh ve Neshin hikmetleri (Video)

Bu mesele çok önemlidir. Zira Kur’an düşmanları, nesihten haberi olmayan Müslümanları hile ile aldatmaya çalışmakta ve onların imanını çalmak istemektedirler.

Mesela onlara demektedirler ki:

“İnandığın Kur’an’ın Bakara suresi 240. ayetinde eşleri ölen kadınların 1 sene iddet beklemeleri emredilirken, yine aynı surenin 234. ayetinde 4 ay 10 gün iddet beklemeleri emredilmiş, bunlardan hangisi doğru, birbirine zıt bu iki emrin aynı anda uygulanması mümkün değildir, o halde ayetlerde çelişki vardır.”

İşte onlar bu gibi hezeyanları gerçek gibi sunmakta ve Kur’an ilmine vakıf olmayan, değil Kur’an’da neshi bilmek, nesh kelimesini bile ilk defa duyan zavallı müslümanları aldatmaya çalışmaktadırlar.

Burada aldatmaya çalışan kişi kadar, bu meseleyi bilmeyen müslüman da mesuldür. Çünkü o, kitabını ve içindeki meseleleri öğrenmekle mükelleftir. Belki de bu vazifeyi yerine getirmediğinden ve kendi kitabına lakayt kaldığından, bir ceza olarak kalbi böyle şüphelerle boğuşur.

Eğer o, eşleri ölen kadınların iddet bekleme müddetinin İslam’ın başında bir sene olduğunu ve bu hükmün, daha sonra gelen ve bu sureyi 4 ay 10 gün olarak belirleyen ayetle hükümden düştüğünü ve hâli hazırda geçerli olan hükmün 4 ay 10 gün olduğunu bildiren ayet olduğunu bilseydi kalbi şüphelerle yaralanmayacaktı.

Biz bu bahiste bu meseleyi bütün detaylarıyla ve örnekleriyle işleyeceğiz. Bu sayede inşallah misyoner ve münafıkların bir hilesini daha neticesiz bırakmış olacağız:

Nesh; lügatte bir şeyi başkasıyla değiştirmek demektir. Istılahta ise; herhangi bir ibadete veya muameleye ait dini bir hükmün ve emrin yerine daha sonradan diğer bir hükmün ve emrin gelmesidir. Bu işe nesh, yeni gelen hükme nesih, hükmü kaldırılmış ayete de mensuh denilir ki artık onunla amel edilmez.

Nesih, temel inançlarda, haber ve kıssalarda olmaz. Sadece emir ve yasaklarda olur. Çünkü verilen bir haber, anlatılan bir kıssa ve temel inançların bahsedildiği ayetlerden bir ayetin hükmü kalksaydı, o zaman ayetlerde çelişki var sözünün belki bir manası olurdu ve bu yalan söylemek olurdu ki, Allah’ın yalan söylemesi düşünülemez.

İmam Kurtubi hazretleri bu bahiste şöyle der;

“Neshi delilleriyle birlikte bilmeye her ilim adamı mecburdur. Neshi yalnız beyinsiz ve cahiller reddeder. Kur’an’da ki hüküm ayetlerinden her hangi bir hükmün alınması ve helal ve haramın bilinmesi ancak neshi bilmek ile mümkündür. Bunu bilmeyenler, İslam âlimlerinin ittifakı ile neshin Kur’an’da var olduğu bilgisinden mahrumdurlar”

Kur’an’da neshin olduğu Bakara suresi 106. ayette şöyle ifade edilmektedir:

“Biz nesh ettiğimiz veya unutturduğumuz bir ayetin yerine ondan daha hayırlısını veya benzerini getiririz.”

Yine Nahl suresi 101. ayette şöyle buyrulmuştur:

“Biz bir ayeti diğer bir ayetin yerine getirdiğimiz vakit ki, Allah neyi indireceğini çok iyi bilendir, dediler ki, sen ancak bir iftiracısın. Hayır! Onların pek çoğu bilmezler”

Neshin hikmetleri nelerdir?

Neshin birçok hikmeti vardır. Bu hikmetleri öğrendiğimizde, Kur’an’da nesh olmasının değil, belki olmamasının bir kusur olduğunu öğreneceğiz.

Ve neshi Kur’an’da bir kusur olarak göstermeye çalışanların hilelerini neticesiz bırakacağız.
Şimdi maddeler halinde neshin hikmetlerini inceleyelim:

1-) İslami hükümlerin insanlığın ihtiyaçlarını karşılamak için olduğu bilinir. Bu ihtiyaçlar ise zamanın ve mekânın değişmesiyle değişebilir. Mesela, bir hükme ihtiyaç olduğu zaman Allah ihtiyacın halli için bir hükmü emreder. Daha sonra bu ihtiyacın ortadan kalkmasıyla o hükmü de ortadan kaldırarak onun yerine kulları için daha menfaatli ve hayırlı bir hüküm gönderir. Bu, kullar için daha kolay ve daha uygundur.

Ve bu mütehassıs bir doktorun tedavisinde hastalığın seyrine göre ilaçları değiştirmesine benzer. Evet, bütün peygamberler kalplerin doktoru ve insanların terbiye edicileri olarak gönderilmişlerdir. Her peygamberin şeriatı, içinde yaşadığı insanların ihtiyaçlarına uygun bir tarzda, tedricî olarak, Allah tarafından gönderilmiştir. Bir zaman hastanın tedavisi için verilen ilacın aynı hastaya bir müddet sonra verildiğinde onu hasta yapması gibi, bir zaman insanların menfaatine olan bir hükmün, bir zaman sonra onların zararına olması mümkündür. Ve böyle bir hükmü Allah’ın kaldırması hikmetinin ve merhametinin gereğidir.

2-) Allah, Arap kavmini 23 sene gibi kısa bir zamanda, yavaş yavaş terbiye etmiştir.
Bu terbiye, Kur’an’ı rehber edinmeyen başka kavimler için birkaç asırda bile mümkün olmazdı. Bu terbiyedeki başarının bir sırrı şudur ki: Allah onların kabiliyet ve güçlerine göre hükümler göndermiştir. Onların kabiliyet ve güçlerinin gelişmesi oranında Allah daha önceki hükmü kaldırarak başka bir hükmü getirmiştir.

Eğer Allah en başta, daha imanları kemal bulmadan onlara zor emirlerde bulunsaydı, onların buna güçleri yetmeyecek ve belki de iman devletinden mahrum kalacaklardı.

Şimdi düşünün! İçkinin sular gibi aktığı bir kavimde, içki bir anda yasaklansaydı, bu yasağa kaç kişi itaat edebilirdi?

Ve itaat edemeyenler, itaatsizliklerinin mahcubiyetiyle İslami terk etmezler miydi?

İşte bu sebepten içki 4 mertebede haram kılınmıştır. Yani ne zaman insanlık içkinin haram edilişi hükmüne boğun eğip, evlerindeki içkileri sokağa dökerek, sokakları adeta dereler hükmüne getirebilecek kemale ulaştılar, işte o zaman içki yasak edildi.

Bu, Allah’ın kavimler ve fertlerin terbiyesi için seçtiği yoldur. Hal böyleyken, değişen ve kemale ulaşan insan ve değişen kâinatta, Allah tarafından gönderilen bir hükmün diğer bir hükümle değiştirilmesi nasıl anlaşılamaz?

Demek nesh, Kur’an’ı gönderen Allah’ın en son hükmün daha mükemmel olacağını önceden bilmediğinden değildir. Allah, Müslümanları basamak basamak kemale ulaştırıyordu. O ağır emirler hemen gelseydi altından kalkamazlardı.

Namazın hicretten bir buçuk sene önce emredilmesi de buna delildir. Şimdi denilebilir mi ki: “Allah namazı niçin hemen emretmedi de bu kadar bekledi? Elbette denilemez. Zira O ezeli ilim sahibi zatın sonra emretmesi hikmetinin gereğidir.

3-) Şimdi bir sigara tiryakisini misal olarak ele alalım: Adeta nikotin deposu olmuş adama diyorsunuz ki;

“Vücuduna zararlı olan bu sigarayı terk et, çünkü senin sigara içmen yavaş yavaş bir intihardır. Sanki elindeki hançeri birden bire değil de yavaş yavaş sinene saplıyorsun.” Hatta bunu ona bir doktor vasıtasıyla anlattırsanız yine de sigarayı terk etmek için bir hayli tereddüt geçirecektir.

Bırakın onu, bildiği halde doktorun kendisi bile, küçücük bir alışkanlık olan sigaradan vazgeçemiyor. Birde alkolik bir kimseyi ele alınız. Şimdi bu kimseye birden “içkiyi bırak” demek, ona “fıtratını değiştir” demek gibi olacaktır.

Böylesine insanların kan ve damarlarına işlemiş adetleri ve kötü ahlakları birden kaldırmak mümkün değildir.

Ancak basamak basamak bir terbiye lazımdır ki, Kur’an’da nesihleriyle bunu yapmıştır. Bunun aksi, tıpkı atmosfer basıncı altında duran bir insanın birden yirmi bin fitlik bir yüksekliğe çıkması gibi bir şey olurdu ki, insan orada hemen ölüverir.

Soru: Hamd olsun, inandım ki, nesh haktır. Ve Kur’an’da olması hikmetin gereğidir. Ama aklımda hala bir soru var. O da halledilirse bütün bütün inanacağım ki, Kur’an Allah’ın ezeli kelamıdır. Sorum şudur:

Ayetin hükmü neshedildiğine göre, lafızlarının okunması yani Kur’an’da ayet olarak kalmasının hikmeti nedir? Hükmüyle beraber, kendisi de kaldırılsaydı olmaz mıydı?

Cevap: Bu soruya iki açıdan cevap verebiliriz:

1-) Kur’an-ı Kerim, ihtiva ettiği hükümlerin bilinip tatbik edilmesi için okunduğu gibi yalnız ibadet ve sevap kazanmak niyetiyle de okunabilir. Allah’ın kelamı olduğundan, hükmü kaldırılsa da, kelimeleri ibadet ve sevap kazanmak maksadıyla okunduğundan kendisi baki kalmıştır.

2-) Nesh ayetleri bazen bir önceki ayette bulunan ağır bir hükmü hafifletmek için gönderilmiştir. Kocası ölen kadının bir sene iddet beklemesinin, 4 ay 10 güne düşürülmesi gibi.
İşte ayetin kendisinin kaldırılmaması, daha önceki hükmün ağırlığını ve Allah’ın kullara vermiş olduğu hafifletme nimetini hatırlatmak içindir.

Seyrangah.Tv

Herşey O’nu (C.C.) Anlatıyor: “El-Melik Kimdir?

Melik, sultan ve padişah demektir. Cenab-ı Hak Melik’tir. Bu kâinatın sultanı ve padişahıdır. Her şeyin anahtarı O’nun yanında ve her şeyin dizgini O’nun elindedir. Her şey O’nun emriyle halledilir.

Nasıl ki muhteşem bir saray görsek, o sarayın sultansız ve sahipsiz olması mümkün değildir. Biz sultanı görmesek de o saray, varlığı ve ihtişamı ile sultanının varlığına ve ihtişamına delalet eder.

Acaba böyle bir saray bile maliksiz, sultansız olamazsa; kâinat sarayının sultansız, şu âlem memleketinin padişahsız ve şu mülkün maliksiz ve sahipsiz olması mümkün müdür?

Kâinat öyle bir saraydır ki, yıldızlar o sarayın kandilleridir. Dünya ise o sarayda sadece küçücük bir odadır. Güneş o odanın lambası ve sobası, Ay ise gece lambasıdır. Şimdi kâinat sarayında küçük bir gezinti yapalım ve o Sultan-ı Ezel ve Ebed olan Allah’ın saltanatının haşmetini ve Melik isminin tecellisini bir parça da olsa görelim!

Dünyamız’ın lambası olan Güneş, Dünyamız’dan 1.300.000 defa daha büyüktür.

Bizim galaksimiz olan Samanyolu galaksisinde ise iki yüz milyar ile üç yüz milyar arasında yıldız vardır. Her biri Güneş büyüklüğünde üç yüz milyar yıldızın kapladığı alanı hayal edebilir misiniz? Acaba bu kadar yıldızı birbirine çarptırmadan gezdiren kim?

Bilim adamları 800.000.000 galaksiyi keşfetmişlerdir. Kendi itiraflarıyla bekli de kâinatın milyonda birini ancak keşfedebilmişler. Acaba kâinatın büyüklüğü ne kadardır?

Güneşin merkez sıcaklığı 20.000.000 santigrat derecedir. (Suyun 100 derecede kaynadığı malumdur.) Eğer Güneş’ten toplu iğne ucu kadar bir madde getirebilseydik, 160 km uzaklıktaki bir maddeyi yakabilirdi. Eğer bütün Dünya odun ve kömür olsaydı, Güneş’in bir günlük ihtiyacını karşılayamazdı. Acaba güneş sobasını söndürmeden yakan kim?

Güneş’in Dünya’ya uzaklığı 150.000.000 km’dir. Samanyolu galaksimizin çapı ise 100.000 ışık yılıdır. (Işığın saniyedeki hızı 300.000 km’dir) Eğer saniyede 10.000 km hızla giden bir rokete binseydik, Galaksimiz’in bir yanından öbür yanına gitmek için 15.800.000.000 yıla ihtiyacımız olacaktı.

Bilim adamları 1.400 adet kuyruklu yıldızı tespit etmişlerdir. En kısasının kuyruk uzunluğu 300.000.000 km.dir.

Güneşimiz’in, Dünya’dan 1.300.000 defa daha büyük olduğunu öğrenmiştik. Şimdi dikkat edin! Hayalin dahi tasavvur edemeyeceği bir yıldızdan söz edeceğiz: Betaklus yıldızı. Bu yıldız o kadar büyüktür ki, çapı 250 Güneş büyüklüğündedir. Hacimce Güneş’ten on binlerce defa daha büyüktür.

Ve intizamla hareket eden muhteşem bir ordu görsek, ama kumandanını görmesek; o ordunun meliksiz, sahipsiz ve başıboş olabileceğine ihtimal verebilir miyiz?

Elbette hayır!

Çünkü askerlerin terbiyesi, düzenli hareketleri, silahlarının verilmesi, elbiselerinin değiştirilmesi ve ihtiyaçlarının karşılanması gibi hâller ispat eder ki, bu ordu bir kumandana ve melike bağlıdır ve onun emriyle hareket ederler.

Acaba böyle küçücük bir ordunun bile idaresi, terbiyesi, beslenmesi ve ihtiyaçlarının karşılanması gibi hâller kumandansız ve meliksiz olmaz ve tesadüfe havale edilemezse, şu yeryüzünde yüz binler muhtelif taburlardan oluşan hayvanlar ve bitkiler ordusunun kumandansız ve meliksiz olması mümkün müdür?

Bu öyle bir ordudur ki, milletleri farklı ve silahları farklı ve elbiseleri farklı ve talimatları farklı ve suretleri farklı ve erzakları farklı.

İşte böyle bir ordunun meliksiz ve kumandansız olması hiç mümkün müdür? Bu ordunun öyle bir meliki var ki, hiç birini unutmaz ve hiçbir işi birbirine karıştırmaz.

İşte bu ordu, misalimizdeki ordudan ne kadar büyükse, büyüklüğü ve mükemmelliği nispetinde kumandanları olan Allah’ı, Melik ve Sultan ismiyle bizlere tanıttırır.

Bizim vazifemizse: Kâinat sarayına bakıp bu sarayın sultanı olan Allah’ı, “Ey mülkün sahibi Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden de onu çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini de zelil edersin. Hayır senin elindedir. Muhakkak ki sen her şeye kadirsin!” ayeti ile zikir etmek ve zemin yüzündeki ordulara bakıp bu orduların kumandanı olan Allah’ı, “Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.” ayetiyle yâd etmek, O’nu Melik ismiyle tesbih ve tefekkür etmek ve her şeyin kendisine itaat ettiği O Melik’e itaat ederek ona abd ve kul olmaktır.

Allah’ı (C.C.) Daha İyi Tanıyalım: “Er-Rahim Kimdir?”

Rahim: Yarattıklarına merhamet eden, acıyan ve şefkat gösteren manasındadır. Allah Rahim’dir; rahmetiyle bütün âlemleri kuşatmıştır.

  • Merhametiyle şu âlemi yoktan icat etmiş,
  • Her bir varlığa kendine mahsus bir elbise giydirmiş,
  • Her birini farklı şekillerde terbiye etmiş,
  • Vazifelerini öğretmiş,
  • Hayatını devam ettirebilmesi için lazım olan cihazlarla teçhiz etmiş,
  • Maddi ve manevi bütün ihtiyaçlarını şefkatle karşılamıştır.

Şimdi o rahmet denizinden birkaç damlayı hep beraber görelim!
Büyük bir ateş görseniz, bir hortumdan çıkan su ile söndürülüyor. Lakin hortumu tutan eli görmeseniz, ateşi söndürmek fiilini hortumun kendisine verebilir misiniz? Elbette, hayır! Çünkü ateşi söndürmek için failinde hayat, ilim, kudret gibi sıfatların bulunması gerekir. Hayatı olmayan, ateşi bilmeyen, hortumu tutamayan ateşi söndüremez. Hepsinden önemlisi, söndürmek merhametin neticesidir; rahmeti olmayan bu fiile fail olamaz. Ve bütün insanlar bir araya gelse o ateşi bu hortumun kendisinin söndürdüğüne bizi inandıramaz.
Acaba yeryüzünün ateşini söndürmek, yaşamak ateşinin hararetini dindirmek için, hortum hükmündeki bulutlardan suyu damla damla kim indiriyor?

Elbette, cansız, şuursuz bulutlar bu merhameti ve şefkati hissettiren fiile fail olamaz. O hâlde bulut hortumunu tutan el kim? Kur’an bu sorumuza cevap versin:

“İnsanlar ümitlerini kestikten sonra yağmuru indiren ve rahmetini her tarafa yayan O’dur. Övülmeye layık olan gerçek dost O’dur.” (Şura 28)

İşte yağan her bir damla Rahim isminin bir tecellisidir. Ve rahmetin başka tecellileri!

Zehirli bir böceğin karnında şifalı ve en tatlı bir balı bizim için pişirmek ve o böceğin eliyle bize ikram etmek elbette, o böceğin işi olamaz. Demek balı yapan böcek değil, Allah’ın rahmetidir.

Ve bahar mevsiminde cennet hurileri tarzında bütün ağaçlara en güzel elbiseleri giydirip çiçek ve meyvelerle süslendirip onların elleri hükmünde olan kuru dallarıyla lezzetleri farklı, renkleri farklı, kokuları farklı, şekilleri farklı meyvelerle bizi beslemek, elbette rahmetin bir tecellisidir. Yoksa o kuru ağaçlar bizi tanımaz ve bize merhamet etmez.

Ve elsiz bir böceğin eliyle bize ipek gibi yumuşak bir elbiseyi bize giydirmek rahmetin neticesidir. Yoksa o elsiz böcek yemyeşil dut yaprağını yiyip bembeyaz bir ipeği bizim için çıkartamaz.

Ya inek, deve, koyun ve keçi gibi hayvanlara ne demeli! Onlara yemyeşil otu yedirip kan ve fışkıları arasından bembeyaz, besleyici bir sütü çıkarmak ve o hayvanı bir süt fabrikası yapmak elbette, rahmetin işidir.

Ve o koca Güneş’i Dünyamız’a soba ve lamba yapmak, Ay’ı kandil ve takvim yapıp yıldızlarla semanın yüzünü süslendirmek elbette, rahmetin bir tecellisidir.

Şimdi rahmetin insandaki cüzi bir tecellisine bakalım:

Acaba gözümüz olmasaydı ne yapardık? Kapkaranlık bir âlem!

Ya kulaklarımız olmasaydı? Sessiz bir âlem!

Ya dilimiz olmasa ve ona tat alma duygusu verilmeseydi? Konuşmanın ve lezzetin olmadığı bir âlem!

Ya burnumuz olmasaydı? Kokunun olmadığı bir âlem!

Elbette, böyle bir âlemde yaşamak ne kadar zor olurdu. Acaba el, ayak, parmak gibi maddi; akıl, korku, şefkat ve muhabbet gibi manevi hediyeler olmasaydı ne yapardık? Demek her bir azanın takılışında rahmetin bir tecellisi görünüyor.

İnsanları böyle maddi ve manevi aza ve duygularla süsleyen Allah hayvanlara da bu âlemden istifade edebilmeleri için lazım olan cihazları takmıştır. Kuşa kanat takıp uçmayı, balığa yüzgeç verip yüzmeyi öğretmiş ve her canlıya rahmetiyle muamele edip hayatının devamı için gerekli olan vücudu ve azaları vermiş. İşte Allah’ın rahmeti her şeyi böyle kuşatmış.

Cenab-ı Hak, rahmetinin eserleriyle kendisini bize Rahim ismiyle tanıttırmak istiyor.

İşte! İnsanın vazifeleri:

  • Bahsettiğimiz ve bahsedemediğimiz rahmetin aynalarında Rahim ismini görmek.
  • O isim ile Allah’ı zikir ve tefekkür etmek.
  • Nimetlerine karşı şükür ve hamd etmek.
  • Ve rahmetin bir cilvesini kalbine yerleştirip mahlukata Allah hesabına şefkat göstermektir.

İnsan bu vazifeyi gördükçe insan-ı kâmil ismine layık olacak ve ahiret âleminde de ebedî saadete nail olmakla Allah’ın rahmetine mazhar olacaktır.