Meydanlardan daha geniş, caddelerden daha aydınlık ve yollardan daha kalabalık bir özgürlük var evinizde.
Evimiz meydanlardan daha dar, caddelerden daha loş ve yollar gibi uğrak yerler değil. Meydanlardan daha geniş, caddelerden daha aydınlık ve yollardan daha kalabalık bir özgürlük var evinizde.
Evimiz iki insanın kalbinin sebepsiz ve karşılıksız bağdaşması üzerinde yükselen bir cennettir.
“Yeryüzündeki herşeyi harcasaydın da onları birleştiremezdin. Fakat Allah onların kalblerini birleştirdi. O izzet sahibidir, hikmet sahibidir.”
(Enfal Sûresi, 63 ) …
Psikiyatrik bir görüşmeye başladığımda bana gelen hastamın hemen medeni hâlini merak ederim. Evli midir, bekâr mıdır? Hastam evliyse ve özellikle de kadınsa içime hafiften bir ürperti basar. Acaba bu hastam da eşinden şikayet edecek mi? Hanımlar mutsuz olduklarını, yalnız olduklarını anlatırlar. Kocalarının dünyasında var olmadıklarından önemsenmediklerinden, değer verilmediklerinden yakınırlar. Dinledikçe içimi saran ürperti artar. Erkekler ise “Daha ne yapayım?” derler. “Çalışıp para kazanıyoruz işte! Eve geç geliyorsak, yorgun argınsak bu kimin için. Tabii ki eşimin daha iyi yaşaması için!” “Daha iyi yaşamak” lâfına hiç kanmam. İyiyi yaşayamayan daha iyiyi bulamaz ve yaşayamaz.
Onları dinledikçe dünya zihnimde ikiye ayrılır. Cennet ve cehennem diye. Sokaklar, caddeler, kalabalık ortamlar bana hep cehennemvâri gelir. Aile hayatı ise hep cennetvâri. Aile hayatı, hayatın en zengin yaşanacağı yerdir. Çünkü karı-koca arasındaki mahrem ilişki üzerine kuruludur. İki insan arasındaki ilişki kâinatın Rabbinin insana sunduğu en büyük ihsandır. Duygularla, Yaratıcı iki insanı birbirine bağlar. Birbirini hiç tanımayan iki insan, bir de bakmışsınız birbirinden hiç ayrılmak istemeyen iki dost olmuştur.
Ve biz erkekler ve kadınlar hırsımızdan cennetlerimizi terkettik. Rabbimizin bize ailede sunacağı nimetleri az gördük. Bir eşle paylaşılacak bir hayatı azımsadık. Zamanımızı evdeki cennetvâri hayatın içinde değil, dışarlarda geçirmeye başladık. Yemekler, toplantılar, iş görüşmeleri “daha çok çalışmam gerekir”ler, dışarıda yüzeysel insan ilişkileri hep bahanelerimiz oldu. Modern yaşamın oyununa geldik. Bizi bizden kopardı bu yaşam. Biz de saf saf aldandık ve kabûl ettik. Bizi en yakın dostumuzdan – eşimizden kopardı. Menfaate dayalı ilişkilerin içine koydu. Dışardaki insan ilişkileri bize hep cazip geldi. Sonuçta olan, erkeklere ve kadınlara oldu. Her ikisi de dostsuz ve arkadaşsız kaldı.
Sadece dostsuz ve arkadaşsız kalsaydık gönlüm buna yine razı olabilirdi. Ama korkarım kaybetme tehlikesi içinde olduğumuz bundan sonsuz kere daha fazla bir şey. Dünyadaki cennetimizi terkedince, sonsuz bir cenneti kazanmamız da zorlaştı.
Aile bizim sığınağımızdır çünkü. Dışarının cehennemvâri kirlerinden uzak kalacağımız, kendimizi bulacağımız ve tanıyabileceğimiz biricik mekânımızdır.
Evimiz bizim tasarruf edebileceğimiz tek yerimizdir. Orada eşimizle birlikte istediğimiz hayatı kurma imkânımız vardır. İstersek oraya hiç kimseyi karıştırmayabiliriz. Orayı istediğimiz gibi döşeriz. Benzemek istediğimiz peygamberse hayatımızı ona göre belirleriz. Allah’ın istediği gibi bir hayatı yaşamak arzumuz varsa bunu en iyi evimizde gerçekleştirebiliriz. Burada dışaradaki seküler düzenin yasakları yoktur. İstersek Rabbimizin koyduğu kurallarla yaşarız burda. Karı koca olarak istediğimiz kadar, istediğimiz şekilde ibadet ederiz. Evinizde kimse sizin kıyafetinize karışamaz. Kimse ne okuduğunuza bakamaz ve engelleyemez. İsterseniz evinize gazete hiç almazsınız. Tv hiç seyretmezsiniz. Sokaklarda size Allahın emrettiği bir kıyafeti giydirmeyebilirler. Ama kimse evinizde bunu yapma cesareti göstermez. İsterseniz gecenin bir vakti kalkar ve Yaratıcıyı anarsınız. Kendinizle başbaşa kalmak istediğinizde karanlık bir odaya çekilir ve saatlerce düşünebelirsiniz. Ya da gönlünüzü dışarıya açmak isterseniz. Perdenizi aralar gökyüzüne bakarsınız. Gökteki yıldızlar sizi büyüler ve eşinizle Rabbinize olan imanınızı tazeler ve arttırırsınız, burada eşinizi ne kadar sevdiğinizi anlarsınız.
Karıkocaya ait biricik mekânlardır evler. Bir kaç odalı bir mekân iki insanın belirleyebildiği çok özel mekân haline getirebilir ve bu mekânda iki insanın Rabbi adına bir hayatı inşa etmesi orayı çok özel bir mekân haline getirebilir. Ve bu mekânda iki insan çok özel bir şekilde, gözlerden uzak, en basit haliyle, peygambere en çok benzeyerek, yaşamalarını onunkine en çok benzeterek yaşayabilirler. Yaratıcı adına yaşanılacak bu hayat, sonsuz bir hayatı netice verir.
Bu tabloyu çok seven ve isteyen Yaratıcı, bunun bozulmasını hiç istemez. Ve onlara cenneti verir. Beraberliklerini sonsuz kılar.
Hayatı Rabbi adına değil kendi adına yaşayan ve hayatı bu dünya ile sınırlayanlar sonsuz bir hayat özlemi ile dolu insanların sonsuz bir hayata ulaşmasını hiç istemezler. Bu yüzden modern yaşam elimizden önce aileyi alır. Bize hep cennetimizi terketmemiz telkin edilir. Dışarda sahte bir cennet sunulur. Bizi cennetimizden çıkarmaya çabalar. Cennetimizden çıkınca cenneti kazanmak çok zorlaşır. Ruhlarımıza cehennemvâri dış dünyanın kirleri sıvaşır. Sonsuz bir hayat özlemi, yerini küçük isteklere ve arzulara bırakır.
Bir kere daha düşünelim derim. “Hayattan ne bekliyorum?” diye. Beklediğimiz bu dünya hayatı ile sonsuz bir hayatı kazanmak ve Rab adına yaşamak ise, artık dönüş vakti gelmiştir. Kendimize dönmenin vaktidir. Ve yaratıcı bunu bize evimizde yapmamızı istiyor. Bizi aile hayatıyla koruyor ve kolluyor. Aile hayatıyla ve evimizle bize sonsuz nimetlerini yolluyor. Artık evimize dönmemizi ve hayatımızı Onun adına yaşanabilir bir özgürlüğe genişletmemizi istiyor. Bunu bizim için istiyor. Bizi tanıdığı için. Bizi sevdiği için. Cennetinden aldığı Âdemi sonsuz merhametinden tekrar cennetine koyduğu gibi bizi de tekrar Cennetine koymak istiyor. Bizden istediği ise bunu istememiz. Gerisini O verecektir.
Mustafa Ulusoy