1. Dünya yüzündeki bütün devletler, monarşi ile idare edilmekteydi. Başta bulunan kral, hükümdar veya imparator, idare ettiği halk üzerinde tam bir yetki sahibiydi. İstediğini asar, dilediğini sürer, kimseye karşı yaptıklarından hesap vermek zorunda kalmazdı.
2. İnsanlar sınıflara ayrılmıştı. Hükümdarın yakın çevresi, akraba ve hısımları (asilzadeler) imtiyazlı bir sınıftı. Bunun yanı sıra horlanan, hakları çiğnenen geniş bir halk kitlesi de, ayrı bir sınıfı meydana getirirdi. Sınıflar arasında derin uçurumlar vardı.
3. Kölelik en vahşi bir şekilde uygulanıyordu. İnsan haysiyeti, ayaklar altına alınmıştı.
4. İnsanlar ırk ve renklerine göre farklı muamelelere maruz kalır, soy-sop üstünlüğü, yegane üstünlük ölçüsü kabul edilirdi. İnsanlar akıl, bilgi, kabiliyet, ahlak ve faziletlerine göre değerlendirilmezdi.
5. Temel hak ve hürriyetlerin hiçbiri yoktu. Din ve vicdan hürriyeti, mülkiyet hakkı, mesken edinme hürriyeti, fikir hürriyeti gibi temel hak ve hürriyetlerin hiçbirisi, sıradan bir vatandaş için söz konusu değildi. İnsanlar inanç ve fikirlerinden dolayı olmadık zulüm ve eziyetlere maruz bırakılır, vicdanlar baskı altında tutulurdu.
6. Hukukun temel prensipleri ayaklar altındaydı. Hukukta eşitlik, kanun hakimiyeti, cezaların şahsiliği ve kanuniliği gibi temel hukuki mefhumların hayal edilmesi bile imkansızdı. Bağımsız ve tarafsız bir yargıdan söz edilemezdi. Şahsi arzu ve emirler kanun yerine geçer, aynı suçu işleyen farklı sınıflara mensup kişilere farklı cezalar uygulanırdı.İşte dünya böylesine karanlık bir tablo içinde iken, İslam dini gelmiş ve insanlık tarihinin en büyük inkılabını gerçekleştirmiştir.
İnsaflı bir gözle incelenirse, gerek Kur`an-ı Kerim`de, gerekse Hz. Peygamber`in sünnetinde, Batı dünyasında neşredilen insan hakları beyannamelerinden asırlar önce, günümüzde ulaşılan en nihai insani hedeflerin tespit edilmiş olduğu görülecektir.
Nitekim, Hz. Peygamber`in (asm) Veda Haccı esnasında yaptığı konuşmanın (Veda Hutbesi) insan hakları açısından taşıdığı esaslar, bunun en açık misalidir.
Bu hutbe, M. 632 yılında 100.000`den fazla Müslüman’ın karşısında okunmuştur. Yani, İnsan hakları ile ilgili ilk yazılı metin kabul edilen 1789 İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesinden 1157 yıl önce…
İslam`ın insan haklarına getirdiği yeni esasların, Batı`daki insan hakları mücadelesi üzerinde de büyük tesiri olmuştur.
İnsan, diğer yaratıklardan farklı bir değere sahiptir. Bu kıymet, Allah`a iman ve O`nun emirlerine uymakla daha da artar. Bu sayede insan, kainatın en şerefli bir misafiri olur. İnsan, insanlık değerini, doğumu ile, hatta, ana rahminde teşekküle başlaması ile birlikte kazanır ve hayatı boyunca taşır.
İnsan olmaktan gelen değerlilik, herkesi kuşatmıştır. Kadın, erkek, büyük-küçük, siyah-beyaz, zayıf-kuvvetli, fakir-zengin hangi din ve milletten, ırk ve renkten olursa olsun, bu şefkat gölgesi hepsini içine almıştır.
Bu suretle İslam dini, her ferdin kanını kanunsuz olarak dökülmekten, ırzını çiğnenmekten, malını gasp edilmekten, meskenini tecavüzden, nesebini bozulmaktan, vicdanını baskıdan korumuştur. İnsanlık şeref ve haysiyetini, gerçek bir teminat altına almıştır.
Bütün insanlar Hz. Adem`den gelmiştir. İnsanın ırkını ve rengini kendi seçmesi mümkün değildir. Bu, tamamen Allah`ın takdiri iledir. İnsanları böyle bir konuda farklı görmek, bazı ırk ve renkleri kınayıp bazılarını üstün kabul etmek, İslam açısından olduğu kadar, insani açıdan da son derece yanlış ve zararlıdır.
Yüce Allah Kur`an-ı Kerim`de insanları bir erkek ile bir dişiden yarattığını, sonra sayıları çoğalınca birbirleriyle kolayca tanışıp yardımlaşsınlar, ünsiyet ve ülfet etsinler diye onları kavim ve kabilelere, ırk ve milletlere ayırdığını beyan eder. (el-Hucurat, 13)
Görüldüğü gibi, insanların ayrı ırk ve renkten oluşu, birbirlerine üstünlük için değil, tanışıp yardımlaşmaları içindir.
İslam`ın bu anlayışına ışık tutacak bir hadise şöyledir:
Ashaptan Ebu Zerr hazretleri Bilal-i Habeşi`ye bir gün kızmış ve ona: “Siyah kadının oğlu” diye hakaret etmişti. Annesinin renginin siyahlığından dolayı onu ayıplamıştı. Durum Hz. Peygamber`e (sav) haber verilince Peygamberimiz son derece kızmış ve Ebu Zerr`e şunları söylemişti:
— Ey Ebu Zerr!.. Sen Bilal`i, annesinin renginden dolayı ayıplamışsın öyle mi? Demek ki sen halâ cahiliye zihniyeti taşıyorsun!..”
Bir anlık öfke ile ağzından çıkan ve kendisinin de istemediği bu sözden dolayı Ebu Zerr hazretleri çok üzüldü, pişman oldu. Ağlamaya başladı ve kendini yere atarak yüzünü toprağa yapıştırdı ve şöyle dedi:
— Bilal ayağı ile yanağıma basıp çiğnemedikçe, vallahi yüzümü yerden kaldırmayacağım..” Bilal-i Habeşi`den tekrar tekrar özür diledi.
2. İslamiyet soy-sop üstünlüğüne ve bununla övünmeye de son vermiştir.
Hz. Sa`d, ona da nesebini saymasını teklif edince, O, bu teklifi son derece yadırgamış ve cevaben şöyle demişti: “Ben İslamoğlu Selman`ım.. Nesebimi sizin gibi bilmiyorum. Bildiğim bir şey var, o da Allah`ın beni İslam ile şereflendirdiğidir…”
Sa`d`ın lüzumsuz, aynı zamanda cahiliyet devri zihniyetini andıran bu nesep sayma teklifinden Hz. Ömer de rahatsız olmuştu. Selman`ın bu manidar cevabı o kadar hoşuna gitti ki, “Ben de İslam oğlu Ömer`im” diyerek Hz. Selman`ın cevabına nazire yaptı.
Hadiseyi Hz. Peygamber (sav) duyunca, o da Selman`ın cevabını çok beğenmiş, “Selman bendendir, benim ailem (ehl-i beytim)dendir..” buyurmuştur.Hz. Peygamber, ayrıca Kureyş`in en soylu ailelerinin kızlarını, azatlı kölelerden olan bazı sahabilerle nikahlayarak soy-sop üstünlüğüne dayanan cahiliye zihniyetini yıkmıştır.
3. İslamiyet, halka idarecilerini kontrol ve denetleme hakkı getirmiştir.
Hz. Ebu Bekir halife seçildiği zaman, halka yaptığı konuşmasında bu hususu şöyle dile getirmiştir:
“Ey insanlar, sizin en iyiniz olmadığım halde, başınıza idareci seçildim. Vazifemi İslam`a uygun şekilde yaparsam, bana itaat edin. Doğru yoldan saparsam beni ikaz edin.”
Hz. Ömer de halifeliği sırasında bir gün camide Müslümanlara: “Ben doğru yoldan ayrılırsam ne yaparsınız?” diye sormuştu. Onlar: “Seni kılıçlarımızla doğrulturuz..” cevabını verdiler. Hz. Ömer bundan son derece memnun kalmıştı.
4. Fikir ve vicdan hürriyeti.
5. İslamiyet, kölelik müessesesine de büyük bir titizlikle eğilmiş, onu hukuki bir statüye kavuşturmuştur.
6. Mülkiyet Hürriyeti.
İslam, ferde mülkiyet hakkı tanımış, ona, bu duygusunu meşru şekilde tatmin etmesi için zemin hazırlamıştır. İslam`ın tanıdığı mülkiyet hakkına, sahibinin izni olmadan hiçbir şekilde müdahale edilemez.
7. Hukukta Eşitlik.
İslam`da kanun hakimiyeti ve hukukun üstünlüğü esastır. Bir devlet reisi ile halktan biri kanun karşısında eşit muamele görür. Suçlu olan, devlet reisi bile olsa, mutlaka cezasını görür.
Fatih Sultan Mehmet’in bir Rum mimarı ile, Hz. Ali`nin bir Yahudi ile, Selahaddin-i Eyyubi`nin bir Ermeni ile hakim huzuruna çıkmaları bunun en çarpıcı örnekleridir.Mekke`nin fethi günü Mahzum kabilesinin soylu ailelerinden bir kadın hırsızlık yapmış, suçüstü yakalanmıştı. Cezalandırılması gerekiyordu. Fakat soylu bir aileye mensup olduğu için, ailenin şerefinin lekelenmesinden korkuluyor, bu yüzden kadının cezadan affedilmesi isteniyordu. Fakat bunu nasıl sağlayacaklardı? Hz. Peygamber`e bunu nasıl söyleyeceklerdi. Nihayet, Peygamberimizin çok sevdiği Üsame bin Zeyd`i O`na elçi olarak göndermeye karar verdiler. Üsame, Hz. Peygamber`in huzuruna çıkarak durumu anlattı. Ondan suçlu kadını affetmesini istedi. Hz. Peygamber (sav) bu teklife çok kızdı. Derhal dışarı çıkarak şu tarihi konuşmayı yaptı:
“Ey müslümanlar, sizden evvelki milletlerin yıkılıp helak olmalarının, tarihten silinip gitmelerinin sebebi nedir, biliyor musunuz? Onlar; ileri gelenlerden biri suç işlediğinde ona ceza vermezlerdi. Halktan biri suç işlediğinde ise, cezanın tatbiki için adeta can atarlardı. Bu zulüm onların yıkılıp gitmelerine sebep oldu. Yemin ederim ki, suçu işleyen kızım Fatıma bile olsaydı, onu cezalandırmakta hiç tereddüt etmezdim.”
Bunun üzerine ceza hemen uygulandı.
Hz. Ebu Bekir`in, halife seçildiği zaman yaptığı konuşmasındaki şu cümleler de, bu noktadan dikkat çekicidir:
“İçinizden zayıf olanlar, haklarını alıncaya kadar benim nazarımda en kuvvetlidir; Kuvvetliler de ben onlardan başkalarının haklarını alıncaya kadar, benim yanımda en zayıftırlar.”
8. Cezaların Şahsiliği ve Kanuniliği.
Cezaların şahsiliği prensibi, En`am suresinde şöyle ifade edilmiştir: “Herkesin kazandığı, ancak boynunadır. Kimse, başkasının (günah) yükünü taşımaz..” (Ayet: 164)
9. Mahkemelerin Bağımsızlık ve Tarafsızlığı.
10. Mesken masuniyeti ve hususi hayatın dokunulmazlığı.
11. Seyahat Hürriyeti.
12. Yaşama hakkı, can, mal ve namusların tecavüzden korunma teminatı.
“İnsanlar! Bugünleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz Mekke nasıl mübarek bir şehir ise, can, mal ve namuslarınız da öyle mukaddestir. Her türlü tecavüzden korunmuştur.”
13. Sosyal Güvenlik.
14. Çalışma hürriyeti, ücret adaleti ve eşitliği.
Çalışma hürriyetini — meşru kazanç yolundan olmak şartıyla — tam bir teminat altına alan İslam, işçi ile işveren arasındaki münasebetleri de en güzel şekilde tanzim etmiştir.
“İşçinin ücretini, alın teri kurumadan ödeyin” prensibi, işçinin hakkını en mükemmel şekilde teminat altına almıştır.
İşçi de kendine tevdi edilen işi, eksiksiz, kusursuz yapmaya çalışacak, aldığı ücreti hak etmeyi prensip edinecektir.
15. Çocukların Himayesi.
16. Temel Eğitim Mecburi ve Parasızdır.
Temel eğitimin içine dini, ahlaki, edebi bilgilerin öğretilmesi yanında, mesleki eğitim de girmektedir. İslamiyet, dini bilgilerle birlikte çocuğun meslek sahibi kılınmasını da zaruri görmektedir.