Etiket arşivi: Abdülkadir ÇELEBİOĞLU

Korona Ne Zaman Bitecek?

Bu Koronavirüsün ve diğer başımıza gelebilecek şeylerin ne zaman biteceği bellidir; “…böyle umumî musibetler, ekser nâsın hatasından geldiği cihetle, o insanların ekseri –kısm-ı a’zamı– tevbe ve nedamet ve istiğfar etmekle def’olur.” (Emirdağ Lâhikası 1, s. 34)

Yani bu umûmî musibetler insanların çoğunun hatasından geldiği için, yine o insanların tevbe etmeleri, nedamet edip pişman olmaları ve istiğfar ile temizlenmeleri ile son bulacaktır, bu musibetler def’ olacaktır; inşaAllah.

Bu virüsün hep devam edeceğini zannedip karamsar olanlara da diyoruz ki; “Bu kışın devamına ihtimal verebilir misin? Her kışın bir baharı, her gecenin bir neharı vardır.” (Tarihçe-i Hayat, s. 76)

Aynen bunun gibi de bu umûmî musibetler ile yaşanan mânevî kışlar son bulacak, mânevî bahar gelecektir. Bu karanlık gece geçecek, aydınlıkları göreceğiz inşaAllah.

Aynı mânâları ifade eden şu yer de bize ümid vermektedir; “Her kıştan sonra bir bahar, her geceden sonra bir sabah olduğu gibi nev-i beşerin dahi bir sabahı, bir baharı olacak inşâallah. Hakikat-i İslâmiyenin güneşi ile sulh-u umumî dairesinde hakiki medeniyeti görmeyi, rahmet-i İlahiyeden bekleyebilirsiniz.” (Tarihçe-i Hayat, s. 93)

İnşaAllah hem maddî hem mânevî tüm musibet ve hastalıklar def’ ü ref olurlar. Ve huzur, refah ve ferah ile nice baharları görürüz Allah’ın izni ve inayetiyle. Vesselâm…

Abdulkadir Çelebioğlu

Korona Bize Ne Demek İstiyor?

Koronavirüs’ün bize mânen ne dediğini öğrenmek istiyor isek şu yeri dikkatle okumalıyız;

“Nasıl bir sultan-ı azîmin bir âdi neferi, o padişahın namıyla ve onun kuvvetiyle bir memleketi hicret ettirebilir, iki denizi birleştirebilir, bir şahı esir edebilir. Öyle de ezel ve ebed Sultanı’nın emriyle, bir sinek bir Nemrut’u yere serer, bir karınca bir Firavun’un sarayını harap eder, yere atar. Bir incir çekirdeği, bir incir ağacını yüklenir.” (Sözler, s. 329)

Cenâb-ı Hak, bir sinek ile Nemrut’u yere seriyor; bir karınca ile de Firavun’un sarayını harap ediyor. Nemrut’a ve Firavun’a bir sinek ve bir karınca ile ders veren bir Rabbimiz var. Bize de hurdebini yani mikroskobik bir virüs ile diyor ki; “Lâyemut değilsin, başıboş değilsin, bir vazifen var. Gururu bırak, seni yaratanı düşün, kabre gideceğini bil, öyle hazırlan.” (Lem’alar, s. 249)

Bizim ölümlü olduğumuzu, başıboş olmadığımızı, bir vazifemizin olduğunu, gururu bırakmamız gerektiğini, bizi yaratan Rabbimizi düşünmemizi, kabre gideceğimizi düşünüp öyle hazırlanmamız gerektiğini; bize manen söylüyor. Vesselâm…

Abdulkadir Çelebioğlu

Korona’ya Karşı Mütevekkilane Bakış

Tevekkül ile ilgili bazı Âyet-i Kerîmelerin meâlleri ise şöyledir;

«Onlar ki, (bir kısım) insanlar kendilerine: “Şübhesiz insanlar (düşmanlarınız), gerçekten size karşı toplandılar; işte onlardan korkun!” dediler de (bu) onların îmanlarını artırdı ve: “Allah bize yeter! Ve (O) ne güzel Vekîldir!” dediler.» (Hayrat Neşriyat Meâli, Kur’ân-ı Kerîm, Al-i İmran Sûresi, 173. Âyet-i Kerîme)

“Göklerde olanlar da, yerde bulunanlar da Allah’ındır. Artık vekîl olarak Allah yeter!” (Hayrat Neşriyat Meâli, Kur’ân-ı Kerîm, Nisa Sûresi, 132. Âyet-i Kerîme)

 “(Onlar) sadece Rablerine tevekkül ederek sabredenlerdir.“ (Diyanet Vakfı Meâli, Nahl Sûresi, 42. Âyet-i Kerîme)

 “Öyle ise Allah’a tevekkül et. Çünkü sen apaçık bir hak üzere bulunuyorsun.” (Diyanet İşleri Meâli Yeni, Neml Sûresi , 79. Âyet-i Kerîme)

Hakikî tevekkül etmek nedir ve nasıl olur peki?

Hakikî tevekkül, sebepler dairesinde tedbirini aldıktan sonra Allah’a tevekkül etmektir. Çünkü, tedbir alındığı halde tersi olabilir. Demek ki tevekkül lüzumsuz değil, gerekli bir iman kıvılcımının yansımasıdır. Mesela, sabah namazını kaçırmamak için saat kurmak akıllıca bir tedbirdir.

İnsanın kendine yüklenen bütün görevleri yaptıktan sonra işin sonucunu Allah`a bırakması, O`nun yaratacağı neticeyi güven ve rıza ile karşılayıp, insanlardan bir beklenti içerisinde olmaması. Kısaca Allah`a güvenip, akibetinden endişe etmemesi. “Tevekkül”, “vekalet” kökünden türemiş bir kelimedir. Aynı kökten olan “vekîl” kişinin kendi işini gördürmek üzere yetki verdiği insandır. Avukat da vekildir. “Müvekkil” vekil edinen, “tevkil” ise vekil kılma, vekil edinme demektir. Aynı kökten olan “ittikâl” biraz da tembellik içeren ve boşa gidebilecek bir güvenme ve dayanmayı anlatır. Tevekkülde kelimenin “kalıbı” gereği bir zorlama vardır. Bu da herhangi bir konuda aklı ve bedeni gücünü, yani metod ve eylem fonksiyonunu kullanmayı, dayanılıp itimat edilecek yere bunun sonucunda dayanmayı ifade eder. “Bir kere azmettin mi artık Allah`a tevekkül et” (bkz. Al-i İmran, 159) âyeti buna açıkça işaret eder.

Nitekim Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz, devesini salıvererek Allah’a tevekkül ettiğini söyleyen bir bedeviye “Onu bağla da öyle tevekkül et.” buyurmuştur. (Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyame, 60)

Bu olay şu şekilde de anlatılır;

Hazreti Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Bir adam Resûlullah aleyhissalâtu vesselam’a gelerek: “Hayvanımı bağlayarak mı yoksa serbest bırakarak mı Allah’a tevekkül edeyim?” diye sormuştu. Ona: “Bağla ve tevekkül et!” buyurdu.”

Peki ‘Tevekkül nedir?’ diye akla bir soru gelebilir.

«Tevekkül: Allah’a güvenmek, kulluk görevini yaptıktan sonra başarıyı Allah’dan beklemek ve insan gücünün yetişemediği şeyleri Yüce Allah’a bırakıp ümitsizliğe ve keder içine düşmemektir. Tevekkülden yoksun olmak büyük bir noksanlıktır. Bir mü’min bilir ki, herhangi bir işin elde edilmesi için, sadece sebeblerin varlığı yeterli değildir. Allah’ın dilemediği bir iş, hiç bir zaman meydana gelemez. O’nun dilediği bir şeyi de hiç kimse engelleyemez. Bununla beraber tevekkül, sebeblere sarılmaya engel değildir. Yüce Allah olayları birer sebebe bağlamıştır. Bu konuda ilahî kanunlara uymak gerekir. Peygamber Efendimiz, devesini bir şeye bağlamaksızın dışarıda bırakıp Peygamberin huzuruna gelen Amr ibni Umeyye’ye şöyle buyurmuştur: “Deveni bağla da, tevekkül et.”» (Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, s. 457)

Tedbir bizden, takdir Allah’tandır. Atalarımız ne güzel söylemişler: “Tedbirde kusuru olan, takdire bahane bulur.” Aynen bu söz, musibetlere karşı tavrımıza da caridir.

İnsan tedbiri sayesinde huzurlu bir hayat geçirir. Bir misal olarak anlatılır ki; Derede abdest almaya hazırlanan adam, Nasreddin Hoca’ya sorar: “Hocam, abdest alırken yüzümü ne tarafa döneyim?” Hoca hiç düşünmeden şu cevabı vermiş: “Pabuçlarının olduğu yöne dön.”

Misalde de olduğu gibi tedbiri alıp, yönümüzü ayakkabılara taraf dönmeliyiz. Yoksa ‘tedbirsiz tevekkül’ tevekkül değildir.

Yukarıda verdiğimiz âyetlerin bir tefsiri mahiyetinde şu sözleri dikkatle okumalıyız; “Evet kim ki, Allah’a tevekkül ederse, Allah onun vekilidir.” (Mesnevî-i Nurîye, A. Badıllı Tercümesi, s. 209)

Tevekkül edene Allah’ın yetmesi ile ilgili bir çok Âyet-i Kerîme vardır. Bir misali şudur; “…Kim Allah’tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu gösterir. Ve onu hiç ummadığı yerden rızıklandırır. Kim Allah’a tevekkül ederse, Allah ona yeter…” (Talak Sûresi, 2-3. Âyet-i Kerîme)

«Vazife-i asliyen olan ubudiyeti ifadan sonra, seni öbür vazifelerde de istimal ettiği vakit, onun hesabıyla ve ismiyle ve izniyle işle, hareket et! Şayet vazife-i ubudiyet ile vazife-i rızkiye birbiriyle taâruz etseler, hemen vazife-i asliyene dön; ve Rezzak-ı Zülcelal’e tevekkül et ve de:

حَسْبُنَا اللّٰهُ وَ نِعْمَ الْوَكِيلُ نِعْمَ الْمَوْلَي وَنِعْمَ النَّصِير»

(Mesnevî-i Nurîye, A. Badıllı Tercümesi, s. 512)

Allah’a tevekkül eden insan dünyada istirahat eder, ahirette de bu tevekkülünün mükafatından istifade eder; “Kat’iyyen bil ki; saadet, tevekküldedir. Öyle ise Allah’a tevekkül et ki, dünyada istirahat edip âhirette müstefid olasın.” (Mesnevî-i Nurîye, A. Badıllı Tercümesi, s. 643)

Allah’a itaat, itimad ve tevekkül her şeyden fazla olmalıdır. Bunlar bizim başlıca vasıflarımız olmalıdır; “Her şeyden fazla Cenab-ı Hakk’a itimad ve tevekkül, Allah’a itaat… Müslümanlık nazarında hakikî iman esasları ve hakikî bir mü’minin başlıca sıfatları olarak gösterilmiştir.” (İşârat-ül İ’caz, A. Badıllı Tercümesi, s. 506)   Vesselâm…

Abdulkadir Çelebioğlu

İki İlacımız; Sabır ve Tevekkül

Musibetlere karşı bir mânevî iki ilacımız ise; sabır ve tevekküldür. Nasıl ki bazı hastalıklar için bir ilaç kâfi gelmez ve doktor iki ilacı kombin yaparak almamızı tavsiye eder. Aynen onun gibi de 2 ilacımız olan sabır ve tevekkülü kombin yaparak almamız gerekir ki, tam şifaya mazhar olabilelim.«Ve o iki ilaç ise biri sabır ile tevekküldür. Hâlık’ının kudretine istinad, hikmetine itimattır. Öyle mi? Evet, “Emr-i kün feyekûn”e mâlik bir Sultan-ı Cihan’a acz tezkeresiyle istinad eden bir adamın ne pervası olabilir? Zira en müthiş bir musibet karşısında 

 اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ

Deyip itminan-ı kalp ile Rabb-i Rahîm’ine itimat eder.» (Sözler, s. 36)

Biz de bu virüse karşı her daim « اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ » diyerek kalp tatminliği içine Rahîm olan Rabbimize itimat etmeliyiz. Vesselâm…

Abdulkadir Çelebioğlu

Tedbirsiz Tevekkül Olur Mu?

Risale-i Nur Külliyatı’ndan 23. Söz eserinde geçen tevekkül ile ilgili bu misal gayet açık ve nettir; «İman, hem nurdur hem kuvvettir. Evet, hakiki imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre hâdisatın tazyikatından kurtulabilir.

 تَوَكَّلْتُ عَلَى اللهِ

Der, sefine-i hayatta kemal-i emniyetle hâdisatın dağlarvari dalgaları içinde seyran eder. Bütün ağırlıklarını Kadîr-i Mutlak’ın yed-i kudretine emanet eder, rahatla dünyadan geçer, berzahta istirahat eder. Sonra saadet-i ebediyeye girmek için cennete uçabilir. Yoksa tevekkül etmezse dünyanın ağırlıkları uçmasına değil, belki esfel-i safilîne çeker. Demek iman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dâreyni iktiza eder.

   Fakat yanlış anlama! Tevekkül, esbabı bütün bütün reddetmek değildir. Belki esbabı, dest-i kudretin perdesi bilip riayet ederek esbaba teşebbüs ise bir nevi dua-i fiilî telakki ederek müsebbebatı, yalnız Cenab-ı Hak’tan istemek ve neticeleri ondan bilmek ve ona minnettar olmaktan ibarettir.

   Tevekkül eden ve etmeyenin misalleri, şu hikâyeye benzer:

   Vaktiyle iki adam, hem bellerine hem başlarına ağır yükler yüklenip büyük bir sefineye bir bilet alıp girdiler. Birisi, girer girmez yükünü gemiye bırakıp üstünde oturup nezaret eder. Diğeri, hem ahmak hem mağrur olduğundan yükünü yere bırakmıyor.

   Ona denildi: “Ağır yükünü gemiye bırakıp rahat et.”

   O dedi: “Yok, ben bırakmayacağım. Belki zayi olur. Ben kuvvetliyim. Malımı, belimde ve başımda muhafaza edeceğim.”

   Yine ona denildi: “Bizi ve sizi kaldıran şu emniyetli sefine-i sultaniye daha kuvvetlidir, daha ziyade iyi muhafaza eder. Belki başın döner, yükün ile beraber denize düşersin. Hem gittikçe kuvvetten düşersin. Şu bükülmüş belin, şu akılsız başın gittikçe ağırlaşan şu yüklere tâkat getiremeyecek. Kaptan dahi eğer seni bu halde görse ya divanedir diye seni tard edecek ya haindir, gemimizi ittiham ediyor, bizimle istihza ediyor, hapsedilsin, diye emredecektir. Hem herkese maskara olursun. Çünkü ehl-i dikkat nazarında, zaafı gösteren tekebbürün ile aczi gösteren gururun ile riyayı ve zilleti gösteren tasannuun ile kendini halka mudhike yaptın. Herkes sana gülüyor.” Denildikten sonra o bîçarenin aklı başına geldi. Yükünü yere koydu, üstünde oturdu. “Oh! Allah senden razı olsun. Zahmetten, hapisten, maskaralıktan kurtuldum.” Dedi.

   İşte ey tevekkülsüz insan! Sen de bu adam gibi aklını başına al, tevekkül et. Tâ bütün kâinatın dilenciliğinden ve her hâdisenin karşısında titremekten ve hodfüruşluktan ve maskaralıktan ve şakavet-i uhreviyeden ve tazyikat-ı dünyeviye hapsinden kurtulasın.» (Sözler, s. 349-350)

Bu misal gibi biz de kendimizi o gemiye binen adam gibi kabul etmeliyiz. Ve yapmamız gerekeni yapmalıyız. Vesselâm…

Abdulkadir Çelebioğlu