Etiket arşivi: Allahın isimleri

“El – Bari” (Esma’ül Hüsna – Allah’ın Güzel İsimleri) (Video)

El-Bari; Kusursuz yaratan’ demektir. Bu isimde el-halıkisminden farklı olarak şu manalar vardır;

1- Bir kalıptan döker gibi düzgün, tertipli ve güzel bir şekilde yaratan,
2- Mahlukların aza ve cihazlarını birbiriyle uyumlu bir şekilde yaratan,
3- Her varlığı kainattaki umumi nizama ve gayelere uygun bir şekilde yaratan demektir.

Şimdi bari isminin bu üç manasını kainat kitabının sayfalarında okumaya çalışalım;

1- Bir kalıptan döker gibi düzgün, tertipli ve güzel bir şekilde yaratan

Ham maddesi hazır olan bir bardağı yapmak için ilk önce ne yaparsınız?

Yapmanız gereken ilk şey; bardağa bir kalıp hazırlamaktır. Maddi bir kalıp olmadan bir bardağı asla yapamazsınız. O halde şekilleri birbirinden farklı 50 bardak yapacak olsanız size 50 farklı kalıp lazımdır.

Demek en basit bir eşyayı yapmak için maddi kalıplara ve bir ustaya ihtiyaç var. Ve usta ve kalıp olmaksızın o eşya var olamıyor.

Şimdi bir sineğin yada bir çiçeğin yaratılması için neler gerekli buna bakalım;

1- O çiçek ve sineğin planını çizmek ve programını yapmak,
2- O çiçek ve sineği oluşturan atomları ve maddeleri şu alemin her köşesinden toplamak,
3- Topladığı atom ve maddeleri ince bir elek ile eledikten sonra o çiçek ve sineğe lazım olacak kadarını hassas bir ölçüyle belirleyip almak,
4- Ve aldığı bu maddeleri bir kalıba dökerek, düzgün, tertipli ve güzel bir şekilde onu yapmak.

O halde mesela bir toprağa bir gül tohumunu attığımızda, o toprağın ‘gülü yaratmak’ fiiline sahip olabilmesi için, gülün plan ve programını yapabilmesi, güle lazım olan maddeleri alemden toplayabilmesi, hassas bir teraziyle ona lazım olan kadarını ayırabilmesi ve bu maddeleri maddi bir kalıba dökebilmesi gerekir. Bir gül ancak bunlar yapıldıktan sonra var olabilir.

İlk 3 maddeyi bir kenara bırakıp, sadece maddi kalıbının olması gerektiği hakkında biraz düşünürsek; madem o toprak, kendisine atılan binlerce farklı tohumdan, farklı bitkiler çıkartabiliyor. O halde o toprakta, yeryüzündeki bitkiler adedince maddi kalıpların var olduğunu kabul etmek gerekir.

Ayrıca her bitkinin yaprakları, meyveleri, çiçekleri, şekilleri farklı olduğundan, o toprakta sadece bitkiler adedince kalıplar değil, aynı zamanda yapraklar, meyveler, çiçekler adedince maddi kalıpların var olduğunu da kabul etmek gerekir. Bunu kabul etmek ise öyle bir fikirdir ki, alemdeki bitkiler, çiçekler ve meyveler adedince imkansızlık ve hurafeler içinde bulunur.

Halbuki bu sanatlı bitkiler ve hikmetli eserler Allah’ın bari ismine isnad edildiğinde, o atomlar Allah’ın ilminin ve kaderinin manevi kalıplarına, kudretinin sevkiyle girerler. Ve düzgün ve tertipli bir şekilde çıkarlar.

O halde bizler bir elmaya, bir kelebeğe, bir çiçeğe, bir insana ve insanın azalarına, sözün özü, her bir mevcuda baktığımızda, ondaki bir kalıptan çıkarcasına düzgün ve tertipli yaratılışı görerek Allah’ı ‘bari’ ismiyle tesbih etmeliyiz.

Demek düzgün ve tertipli yaratılan her şey, Allah’ın bari isminin tecellisine mahzardır ve okuyabilenler için Allah’ın ‘bari’ isminin bir mektubudur.

2- Mahlukların aza ve cihazlarını birbiriyle uyumlu bir şekilde yaratan

Azaların birbirine uygun olarak yaratılması Bari isminin bir tecellisidir. Bu manasıyla Bari ismi, İnsanlarda ve bütün hayvanlarda, hatta bitki ve ağaçlarda dahi tecelli etmektedir. Zira her mahlukun bütün azaları, birbiriyle uyum içinde yaratılmıştır.

Mesela insana bakalım; İnsanın dili ile ağzı uyum içindedir. Eğer dili uzun olsaydı, ağzına sığmayacak ve hayat onun için ne kadar zor olacaktı. İşte dil ile ağız arasındaki bu uyum Bari isminin bir tecellisidir.

Dil ile ağız arasındaki uyum gibi, dişler ile ağız arasında da bir uyum vardır. Dişler adeta inci gibi ağza dizilmiştir. Eğer dişlerimiz uzun olsaydı ve ağzımıza sığmasaydı, halimiz nice olurdu bir düşünün. İşte dişlerin, ağza uygun olarak yaratılması Bari isminin bir tecellisidir.

Kaşlar ve göz arasındaki uyum da bu ismin bir tecellisidir. Kaşlar göze kadar uzamamakta ve insanın görüşünü etkilememektedir. Kaşların da saçlar gibi uzadığını ve insanın gözüne perde olduğunu düşündüğümüzde, Bari isminin tecellisine ne kadar muhtaç olduğumuzu anlarız.

Yine insanın iki gözü ve iki kulağı arasındaki uyum, kolun uzunluğunun boy ile uyumu, el ve ayak parmaklarının arasındaki uyum, bacakların birbiriyle eşit uzunlukta olması, dişlerin kendi arasındaki uyumu ve iç organların birbiri arasındaki uyum hep Bari isminin bir tecellisidir. Bu ismin tecellisi sayesinde bir ayak uzun, diğer ayak kısa olmamakta ve bütün azalar birbirini tamamlamaktadır.

İnsanda azami mertebede tecelli eden Bari ismi, hayvanlarda da tecelli etmektedir. Kartala sinek kanadının takılmaması, sineğe arının iğnesinin verilmemesi ve her mahluka vücuduna uygun azaların takılması hep bari isminin bir tecellisidir.

Bari ismi bu manasıyla ağaçlarda dahi tecelli etmektedir. Ağacın gövdesi ile dalları arasındaki uyum, dallar ile meyveler arasındaki uyum hep bari isminin bir tecellisidir. Hatta bir ağaca baktığınızda, yaprakların dallara gelişigüzel takıldığını zannedersiniz. Halbuki hakikat böyle değildir. Zira dala takılan her bir yaprak, diğer yaprağın güneşine en az mani olacak şekilde takılmaktadır. İşte bir ağaca yaprakların takılması dahi bu ismin tecellisi ile olmaktadır.

Madem vazifemiz Allah’ı tanımak ve mahlûkatta tecelli eden isim ve sıfatlarını okumaktır ve bu vazife bizim yaratılışımızın en büyük gayesidir. O halde bizler hem kendimize hem de her bir mahlûka baktığımızda aza ve cihazlarımızın birbiriyle uyumlu bir şekilde yaratıldığını görerek Allah’a hamd etmeli ve O’nu bari ismi ile tespih etmeliyiz.

3- Her varlığı kainattaki umumi nizama ve gayelere uygun bir şekilde yaratan demektir.

Her yaratılan varlık, kainattaki nizama ve gayelere uygun bir şekilde icad edilmiştir.

Mesela, insanı ele alalım; bütün azaları ve cihazları kainattaki nizama ve gayelere uygun olarak yaratılmıştır. Işığı görebilen göze, sesleri işitebilen kulağa, kokuları hissedebilen burna, yiyeceklerin tadını alabilen ve konuşmayı sağlayan dile, havayı teneffüs edebilen ciğerlere ve kainattaki nizama uygun diğer azalara sahiptir.

O halde insanın gözünü yaratan kim ise, ışığı icad eden de odur. İnsana kulağı takan kim ise, sesleri var eden de odur. İnsana burnu ihsan eden kim ise, o burnun kokladığı varlıkları ve onlardaki kokuları yaratan da odur. İnsana dili takan kim ise, o dilin tattığı bütün yiyecekleri ve o dildeki konuşmayı icad eden de odur. Sözün özü; insan bu haliyle adeta şöyle der; “beni kim yapmış ise, alakadar olduğum bütün eşyayı ve kainattaki nizamı da o yapmıştır. Ben kimin mülkü isem, kainatta onun mülküdür. Ve O zatın adı bu cihetle El-Bari’dir. ”

Ve her şey kainattaki gayelere münasip bir şekilde yaratılmıştır. Mesela, alemde hayatın devamı gibi bir gaye vardır. Her çiçek ve ağaç bu gayeye hizmet edecek şekilde tasarlanmıştır. Adeta atmosferdeki oksijen ve karbondioksit dengesini ayarlayacak şekilde bir hesap uzmanı gibi çalışır. Bütün ömrü boyunca oksijen üreterek o dengeyi sağlar. Ölürken de ömür boyu karbondioksit emen o çiçek oksijen vererek ölür. Eğer atmosferde karbondioksit gazı çoğalsa, bütün bitkiler solunumlarını hızlandırır.

Eğer bu nizamı sağlayan –haşa- Bari olan Allah değilse, şimdi soruyoruz;

Acaba şuursuz olan bu bitkiler bir kimya mühendisi gibi nasıl çalışıyorlar?

Hangi aletleriyle ölçüm yapıyorlar?

Hayatın devamı onlar için niye bu kadar önemli?

Karbondioksiti oksijene çeviren fabrikayı onun vücuduna kim yerleştirdi?…

İnsanın azalarının kainattaki nizama uygunluğunu, çiçek ve bitkilerin alemdeki gayelerle olan münasebetini gördükten sonra, şimdi bir bal arısını, kelebeği, kuşu, balığı ve diğer canlı ve cansız mahlukları insan ve çiçeklere kıyas edelim. Ve onların yaratılışına, kainattaki nizama uygun cihaz ve azalarına bakarak şu sesi duymaya çalışalım;

Ben yaratılırken tek başıma planlanmamışım. Bana kainattaki nizama uygun alet ve cihazlar takılmış. Ve gayelere hizmet edecek vazifeler verilmiş. İşte ben, nizama uygun cihazlarım ve gayelere hizmetim ile Allah’ın Bari ismine aynayım. Sen de benim bu cihetime bak ve benim lisan-ı halim ile “ya bari, ya bari” dediğim gibi, sen de lisan-ı kalin ile “ya Bari ya Bari “ diyerek rabbini tesbih et.”

Seyrangah.Tv

“El – Halık” (Esma’ül Hüsna – Allah’ın Güzel İsimleri) (Video)

Halık; yoktan var eden ve yaratan demektir. Halık ismi alemde en çok tecelli eden isimlerden biridir.

Zira yokluk karanlıklarından varlık alemine çıkan her mahlukta ‘halık’ ismi tecelli eder.

Aleme bakıyoruz ve görüyoruz ki, eşya ve bilhassa hayat sahibi olanlar, birdenbire ve çok kısa bir zamanda vücuda geliyorlar. Mesela saniyede 4 insan ve günde yaklaşık 350.000 insan yaratılıyor. Her birine göz, kulak, dil gibi onlarca cihaz takılıyor.

Ve insanın yaratıldığı o saniyede mikroplardan, bakterilerden, karıncalardan, sineklerden, böceklerden tutun kuşlara, balıklara ve diğer canlılara kadar hadsiz fertler, aynı o saniyede yaratılıyor.

Halbuki çabuk olan, ani bir surette yaratılan ve basit bir maddeden oluşan şeyler, gayet basit, şekilsiz ve sanatsız olması lazım gelirken, bakıyoruz ki, yaratılan her şey güzel bir sanatla, nakışlarla süslenmiş bir tarzda ve mükemmel bir şekilde yaratılıyor. İşte bu yaratılış Allah’ın halık isminin kemalini bizlere gösteriyor.

Acaba bir harf katipsiz olabilir mi?

Yada şöyle sorsak; bir odaya bir kalem ve bir kağıt koysak, aradan 1000 sene geçse, manalı bir yazının hatta bir harfin kağıtta gözükmesi mümkün müdür? Elbette hayır. Zira bir harfin yazılabilmesi için; harfin varlığını, yokluğuna tercih edecek irade sahibi bir katibe ihtiyaç vardır. Halbuki ‘irade’ kalemde ve kağıtta yoktur. Ayrıca onu yazabilecek katibin hayat sahibi de olması gerekir. Çünkü hayatı olmayan, bir harfe katip olamaz. Halbuki kalem ve kağıtta hayat ta yoktur, cansızdırlar. Bununla birlikte katibinde kudret ve ilim gibi diğer sıfatlarında olması gerekir. Halbuki kalem ve kağıt bu sıfatlardan da yoksundur.

O halde bir kağıt üzerinde manalı bir yazı hatta bir harf görsek, bu yazının katibini inkar edebilmek için iki şeyden birisini yapmamız gerekir;

1- Yazının varlığını inkar etmek ve onu yok kabul etmek; Zira yazıyı inkar ettiğinizde, katibi inkar edebilir ve “yazı yok ki, katip gereksin” diyebilirsiniz.

2- Kaleme katiplik sıfatlarını vererek, onun katip olduğunu ve yazıyı kalemin bizzat kendisinin yazdığını iddia edebilirsiniz. Katibi inkar edebilmek için 3. bir seçenek yoktur. Bu iki şıktan birisini tercih edemeyen, katibin varlığını kabul etmek zorundadır ki, bu iki şıktan birini tercih etmekte akıldan istifa etmekle mümkündür.
v Aynen bunun gibi, kainat ta mükemmel bir kitaptır. Dünya bu kitabın küçük bir bölümü, bahar mevsimi bir sayfası, o mevsimde yaratılan mesela papatya nevi bir satırı, her bir papatya bir kelimesi ve o çiçeğin çekirdeği, bu kitabın bir noktasıdır.

Bu kitabın katibi ve Halıkı olan Allah’ı inkar edebilmek için iki şeyden birini kabul etmek gerekir;

1- Kainatın varlığını inkar etmek ve alemi yok saymak; zira kainatı yok kabul ettiğinizde, yaratıcıyı inkar edebilir ve “eser yok ki, yaratıcısı ve ustası olsun” diyebilirsiniz. Ancak bunu yaptığınızda, ağaçların yapraklarından tutun, semavatın kandillerine kadar her şey “biz buradayız, varız” diyerek size tekzip eder ve yalanlar.

2-Kaleme katiplik sıfatlarını vermek gibi, maddeyi teşkil eden atomun, yaratıcının sıfatları olan irade, hayat, ilim, kudret gibi sıfatlara sahip olduğunu iddia etmek ve eşyayı onun yarattığını kabul etmek gerekir. Bu ise bir önceki şık gibi mümkün değildir.

Zira elimize bir hokka mürekkep alsak ve boş bir kağıdın üzerine döksek, asla manalı bir sayfa var olmaz. O halde sayfadaki mana, mürekkebi katiplik ve faillik makamından kovar. Çünkü sayfadaki mana katibinin ve failinin irade, kudret ve ilim sahibi olduğu gösterir. Bu sıfatlar ise mürekkepte yoktur. Öyleyse sayfaya katip olamaz. Ve bütün dünya toplansa, bu sayfada mana ifade eden kelime ve cümlelerin, mürekkebin tesadüfen dökülmesi sonucu oluştuğuna bizi ikna edemez.

Kainat da atom mürekkebiyle yazılmış böyle manalı bir kitap değil midir? Bu manalı kitabın, mürekkep hükmündeki iradesiz, kudretsiz, hayatsız, ilimsiz sebeplerden meydana geldiğine nasıl inanılabilir? Ve bunu kabul edenlere akıllı ve insan denilir mi?

Şimdi gelin Hâlık isminin insandaki tecellisini yaratıcısının kelamı olan Kur’an’dan dinleyelim:

“Şanım hakkı için biz insanı çamurdan, süzülmüş bir hülasadan yarattık. Sonra onu sağlam bir yerde bir nutfe olarak yerleştirdik. Sonra o nutfeyi bir alaka olarak yarattık, sonra o alakayı bir mudga olarak yarattık, sonra bu mudgayı bir takım kemikler halinde yarattık, sonra bu kemiklere bir et giydirdik. Sonra onu başka bir yaratılışla insan olarak meydana getirdik. İşte yaratanların en güzeli olan Allah ne yücedir.” (Mu’minun 12-14)

Seyrangah.tv

“El – Cebbar” (Esma’ül Hüsna – Allah’ın Güzel İsimleri) (Video)

Allah Cebbardır. Cebbar isminin Allah hakkında şu manaları vardır.

1-Allah’ın dilediğini zorla yaptırmaya muktedir olması.

2-Kullarının işlerini yoluna koyması ve eksikleri gidermesi.

3-Kırıkları onarması ve dertlere derman vermesi.

4-Çok büyük ve azametli padişah olması.

Şimdi Cebbar isminin bu farklı manalarını tek tek anlamaya ve kainattaki tecellilerini görmeye çalışalım:

1- Allah’ın dilediğini zorla yaptırmaya muktedir olması

Allah cebbardır. Dilediğini zorla yaptırmaya muktedirdir. Hükmünü geri çevirecek ve takdirini değiştirecek hiçbir kuvvet yoktur. Emri ve hükmü her şeye hakimdir.

Evet kim bu kainata dikkat ile baksa, kainatı; gayet haşmetli ve gayet faaliyetli bir memleket, idaresi gayet hikmetli, hakimiyeti gayet kuvvetli bir şehir hükmünde görür. Her şeyi ve her mahluku birer vazife ile itaat halinde bulur.

Kimi bir bal fabrikası, kimi bir süt çeşmesi olmuş, kimi rahmetin latif bir eli, kimi şu dünya misafirhanesine bir lamba ve soba olmuş. Bunlar gibi her bir mahluk Allah’ın kendisine emrettiği vazifeyle meşguldür. Ve o vazifeye isyan edemez. Güneş o cesametiyle ve büyüklüğü ile “ben bugün doğmayacağım, yada batmayacağım” diyerek Cebbar olan Allah’ın hükmüne karşı gelemez. Ay, kandil ve takvimcilik vazifesinden geri kalamaz. İnsandan başka her şey vazifesine gayet dikkat eder ve Cebbar-ı azim olan Allah’ın emrine boyun eğer, itaat eder. İşte vazifesini yaparak Allah’ın emrine itaat eden ve ona karşı gelemeyip boyun eğen her mahlukta ‘Cebbar’ ismi görünür.

Bizler bir tavuğun yumurtladığını, koyunun süt verdiğini gördüğümüzde hiç Allahın Cebbar ismini tefekkür ettik mi? Yada devenin üzerine binmiş ve seyahat eden bir adamı gördüğümüzde, deveyi insana hizmet yapmaya zorlayan Allah’ı Cebbar ismiyle zikredip ona hamd ettik mi?

Çünkü insana itaat ettirilmiş ve vazifesine isyan edemeyen her mahlukta cebbar ismi tecelli eder. Evet kainatın zerrelerinden, semanın yıldızlarına kadar her şey Allah’a itaat ederek Cebbar ismine ayna oluyor ve onu Cebbar ismiyle tesbih ediyor. Yalnız bedbaht insanlar müstesna…

Bakın Efendimiz (sav) Allah’ın Cebbar isminin hakikatine nüfuz ederek onu nasıl vasfetmiş;

Ey azametine her şeyin boyun eğdiği,
Ey kudretine her şeyin teslim olduğu,
Ey izzetine karşı her şeyin zelil olduğu,
Ey heybetine her şeyin huşu içinde boyun eğdiği,
Ey saltanatına her şeyin teslim olduğu,
Ey korkusundan her şeyin alçaldığı,
Ey haşyetinden dağların parçalandığı,
Ey emriyle göklerin ayakta durduğu,
Ey izni ile yeryüzünün istikrar bulduğu…

2- Kullarının işlerini yoluna koyması ve eksikleri gidermesi

Allah Cebbardır. Kullarının işlerini yoluna koyar ve onların eksikliklerini giderir. Cebbar ismi bu manasıyla devamlı bizde tecelli eder; Bir işsizin iş bulması, siftah bile yapamayan bir esnafın işlerinin açılması, borçlunun borçtan kurtulması, dersleri zayıf olan bir öğrencinin derslerini düzeltmesi, yakacak odun kömürü olmayan bir ailenin bu ihtiyacının giderilmesi, eksik bir dosyanın evraklarının tamamlanması ve bunlar gibi işlerin yoluna konulup eksiklerin giderildiği bütün işlerde Allah’ın Cebbar ismi tecelli etmiştir.

Maddi alemde bu manasıyla tecelli eden Cebbar ismi manevi alemde tecelli ettiğinde kullarının hallerini ıslah eder, onlara tövbeyi nasip eder, ahlaklarını güzelleştirir, yapamadıkları ibadetleri onlara kolaylaştırır ve kulunun mana alemindeki eksikliklerini giderir.

Allah Cebbar ismi hürmetine maddi ve manevi işlerimizi yoluna koysun ve eksikliklerimizi gidersin.

3- Kırıkları onarması ve dertlere derman vermesi

Allah Cebbardır. Kırıkları onarır, dertlere derman ihsan eder. Kırılan bir kalbin tesellisi Cebbar ismi ile olur. Kırılan bir kemik bu ismin tecellisiyle iyileşir. Tereddüt içinde bocalayanlara maddi ve manevi yollar gösterir, ihtiyaç sahiplerine imdat eder, ağır belalara düşen kullarının feryadına yetişir. Hastalar bu isimde şifa, dertliler dertlerine derman bulur. Demek ki hastaya şifa, dertliye deva, borçluya eda bu isim ile gönderilir. Küsler bu ismin tecellisi ile barışır,

Meselemiz Allah’ı tanımak ve her şeyde ona bir pencere açmak. Acaba kırılan bir eşyamızı birbirine yapıştırdığımızda, bu fiilin Cebbar isminin bir tecellisi olduğu hiç düşündük mü?

Veya borcumuz var ama ödeme imkanımız yok. Kara kara düşünürken hiç beklemediğimiz bir yerden gelen yardımla borcumuzu ödediğimizde, derdimize derman olan Allah’ı Cebbar ismiyle tefekkür ettik mi?

4- Çok büyük ve azametli padişah olması

Allah Cebbardır. Çok büyük ve azametli padişahtır. O öyle bir padişahtır ki; saltanatının başlangıcı olmadığı gibi nihayeti de yoktur. Onun saltanatından başka hiçbir saltanatın devamı da yoktur.

O öyle bir sultandır ki; sineğin kanadından, semavatın kandillerine kadar, bedenin hücrelerinden, semanın burçlarına kadar her şey O’nun mülküdür. O koca güneş O’nun mülkünde küçük bir lamba, yıldızlar birer kandil ve ay bir takvimcidir.

Evet kainatın sultanı birdir. Her şeyin anahtarı O’nun yanında, her şeyin dizgini O’nun elindedir. Her şey O’nun emriyle halledilir.

Bu manalar insana ifade eder ki;

O’nu bulan neyi kaybeder? Ve O’nu kaybeden neyi bulur? Sultan-ı Kainatı bulan her şeyi bulur. Hadsiz minnetlerden ve korkulardan kurtulur. O’nu bulamayan ise hiçbir şey bulamaz. Bulsa bulsa başına bela bulur.

“El – Mütekebbir” (Esma’ül Hüsna – Allah’ın Güzel İsimleri) (Video)

Allah mütekebbirdir.

Bu ismin manası; Allah’ın, azameti ve büyüklüğü, ancak kendi zatına layık görmesi ve her hadisede büyüklüğünü göstermesidir.

Bu itibarla bu isim; depremlerle yeryüzünün sallanmasında, bulutlara başları değen dağlarda, sema denizinde yüzen yıldızlarda, ağaçları kökünden koparıp savuran hortum ve fırtınalarda, gök gürlemesinde ve çakan şimşeklerde ve kendisinde büyüklük ve azamet görünen her eserde tecelli eder.

Allah’ın niçin mütekebbir olduğunu ve büyüklenmek niçin sadece Allah’a mahsus olduğunu anlamak için ilk önce Allah’ın zatının, isim ve sıfatlarının ve fiillerinin büyüklüğünü anlamak gerekir. Bu büyüklük anlaşıldığında şu hadisin sırrı da anlaşılacaktır:

“Büyüklük ridam, azamet örtümdür. Kim bunlardan birisinde bana ortaklığa kalkışırsa onu cehenneme atarım.”

Evet şimdi, Allah’ın mütekebbir ismine ulaşmak için zatının, isim, sıfat ve fiillerinin büyüklüğünü görmeğe çalışalım.

Büyüklük Allah’ın zatına mahsustur.

Ne kadar büyük ve büyüklük ifadesi varsa onun büyüklüğü yanında bu ifadeler ne kadar küçüktür. Akıl, Allah’ın bu büyüklüğünün mahiyetini anlamaktan acizdir ki, O’nu en iyi tanıyan gönüllerin sultanı (sav) bakın onu nasıl vasfetmiş:

Ey gözlerin zatını idrak ve ihata edemediği,
Ey vasfedenlerin kendisini hakkıyla vasfedemediği,
Ey akıl ve anlayışların zatını kavrayamadığı,
Ey fikirlerin büyüklüğünü anlayamadığı,
Ey azamet ve kibriya örtüsü olan…

Evet akıl, Allah’ın zatının mahiyetini anlamaktan acizdir. Bu şuna benzer; Bir kitabı gördüğümüzde, onu yazan katibin varlığını biliriz ve onu kabul ederiz. Ve bu katibin ilim sahibi olduğunu biliriz. Çünkü kitabı ilmiyle yazmıştır. İlmi olmayan kitap yazamaz. İrade sahibi olduğunu biliriz. Çünkü yazmayı, yazmamaya tercih etmiştir. Kudret sahibi olduğunu biliriz. Çünkü kalemi tutamayan kitap yazamaz. Hayat sahibi olduğunu biliriz, çünkü hayatı olmayan bir kitaba katip olamaz. Ve bunlar gibi ona ait olan bir çok isim ve sıfatı biliriz.

Ancak onun kim olduğu ve boyu, kilosu, rengi gibi zatının özellikleri hakkında fikir yürütemeyiz.

Aynen bunun gibi, şu kainat kitabı da, bu kitabı yazan Allah’ın ilmine, iradesine, kudretine, hayatına ve diğer isim ve sıfatlarına delalet eder. Ancak az önceki misalde kitabın katibi hakkında fikir yürütemediğimiz gibi, kainat kitabının katibi olan Allah’ın zatı hakkında da fikir yürütemeyiz. Zira akıllar onun zatını kavrayamaz, fikirler O’nun büyüklüğünü anlayamaz ve vehimler ve hayallar O’nun künhüne ulaşamaz.

İsim ve sıfatlarında büyüktür

Allah’ın isim ve sıfatları nihayetsizdir. Kudreti, ilmi, iradesi, görmesi, işitmesi sonsuz olduğu gibi rahmeti, ihsanı, hikmeti ve diğer bütün isim ve sıfatları da nihayetsizdir. Bu isim ve sıfatların büyüklüğünü söz sultanı olan Efendimiz (sav) şöyle beyan buyurmuş:

Ey İlmi her şeyi kuşatan,
Ey kudreti her şeye yeten,
Ey her şeyi engelsiz gören,
Ey her sesi işiten ve cevap veren,
Ey en yüce sıfatlar ve en güzel isimler kendisine ait olan,
Ey en geniş rahmetin sahibi,
Ey daimi izzet sahibi,
Ey hakimler hakimi,
Ey adillerin en adili,
Ey ikram edenlerin en kerimi,
Ey merhametlilerin en rahimi…

Allah fiillerinde büyüktür

Bir terzi bir ağaca veya bir hayvana kaç günde elbise dikebilir? Öyle bir elbise dikmeli ki, ağaç ve hayvan büyüdükçe elbise de büyümeli, ne bol, ne dar olmalı. Evet bir terzi değil, dünyanın bütün terzileri bir araya gelse bir karıncaya elbise dikemez. Halbuki Allah her an milyonlarca bitki ve hayvana mükemmel elbiseler giydirerek elbise dikmek fiilindeki büyüklük ile mütekebbir ismini göstermektedir.
Bir boyacı bir papağanı kaç günde boyayabilir? Öyle bir boya ki, renkler birbiriyle uyumlu olup, ne solmalı, ne de dökülmeli. Evet bir boyacı değil, dünyanın bütün boyacıları bir araya gelse suyun içinde yüzen bir balığa o çıkmaz boyayı vuramaz. Nerede kaldı ki bulunduğu ortama göre 7-8 farklı renge bürünen ahtapotu boyayabilsinler. Halbuki Allah her mahluku en güzel renklerle boyamakla, boyama fiilindeki büyüklük ile Mütekebbir ismini göstermektedir.

Bir yönetici tek başına, yardımcısız kaç kişiyi idare edebilir? Öyle bir idare ki, onların halinden haberdar olup, seslerini işiterek ihtiyaçlarını görmeli. Halbuki öyle idareciler görüyoruz ki, binlerce yardımcısı olmasına rağmen küçük bir topluluğu idare edemiyor. Şimdi bakın Allahın idaresine; kainat, intizamından mükemmel bir şehir hükmüne girmiş. İçindeki her bir mahluk hikmetle idare ediliyor. Her birinin sesi işitiliyor, ihtiyacı görülüyor. İşte kainattaki mükemmel idare ile Allah idare etmek fiilinin büyüklüğü ile Mütekebbir ismini göstermektedir.

Bir marangoz ağaç ve tahtadan ancak bir masa veya sehpa yapabilir. Bakın sanatında dahi akılları hayrete düşüren zata; ağaç ve tahtadan, renkleri, tatları, şekilleri, kokuları farklı binlerce meyveyi icad ediyor. Ve sanatla yaratmak fiilinin büyüklüğü ile Mütekebbir ismini gösteriyor.

Bir heykeltıraş bir taş parçasını yontarak bir heykel yapabilmek için aylarca çalışıyor. Halbuki Allah bir su damlasından saniyede 4, günde 300 bin insan yaratıyor. Hem de öyle taştan değil, cansız değil, hayat sahibi. Ve insanın yaratıldığı o saniyede, mikroplardan, bakterilerden, karıncalardan, sinek ve böceklerden ve diğer canlılardan hadsiz fertlerinde yaratıldığı ve yine o saniyede bir milyona yakın bitki nevlerininde yaratıldığı göz önüne alınırsa Allahın yaratmak fiilindeki büyüklük ile belki Mütekebbir ismi bir nebze anlaşılır.

İşte bu fiillere, beslemek, suret vermek, hayat vermek, öldürmek ve diğer fiilleri kıyas edelim. Ve Allahın Mütekebbir ismini bir parçada olsa anlamaya çalışalım.

Netice olarak Allah’ın zatının, isim ve sıfatlarının ve fiillerinin büyüklüğü ve azametinden dolayı Allah Mütekebbirdir. Büyüklüğü ve azameti ancak kendi zatına layık görür.

Madem sadece Allah Mütekebbirdir ve büyüklenmek ona mahsustur. Kula düşen şu ayete kulak verip tevazu ile onun büyüklüğü ve azameti karşısında hayretle ve muhabbetle secdeye kapanmasıdır;

“ Yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü sen ne yeri yarabilir, nede boyca dağlara erişebilirsin.” (İsra 37)

“El – Aziz” (Esma’ül Hüsna – Allah’ın Güzel İsimleri) (Video)

Yüksek bir dağa baktığınızda, helak olan bir kavmin kalıntılarının yanından geçtiğinizde, yıldızların, ayların, güneşlerin ve diğer mahlukların itaatini gördüğünüzde Allah’ı hangi ismiyle hatırlıyorsunuz?

El-Aziz

Aziz isminin 3 manası vardır.

1. Allah’ın izzet sahibi ve yüceler yücesi olması

2. Allah’ın mağlup olmayan galip olması

3. Yarattıklarının onun emrine itaat etmesidir.

Şimdi Aziz isminin bu üç tecellisini alem aynalarında görmeye çalışalım:

1-İzzet sahibi ve yüce olan

Allah azizdir. Yani Azamet, büyüklük ve kuvvet sahibidir. Şanı pek yücedir. Şu alemde kendine büyüklük verilen mahluklar Allahın aziz ismine aynadırlar. O yüksek dağlara, engin denizlere, denizlerde ki fırtınalara, uçsuz bucaksız çöllere, aylara, güneşlere, yıldızlara kulak verseniz hep bir ağızdan yâ aziz, yâ aziz, yâ aziz diyerek tesbih ettiklerini işitirsiniz.

Aziz ismi alemde böyle gözüktüğü gibi insan da hatta devletlerde bile gözükür. Aziz isminin tecelli ettiği insanlar şu ayetin ifadesiyle

”Üstünlük, ancak Allah’a, O’nun elçisine ve müminlere mahsustur.”

Yani aziz olan yalnız Allah, O’nun resulü ve müminlerdir. Yine bu isim tarihe adını altın harflerle yazdıran Osmanlı imparatorluğunda ve Kur’an’ı kendilerine rehber yapan tüm devletlerde tecelli etmiştir.

Şimdi bize düşen: Allah’ın aziz ismini alem sayfalarında okumak, lisan-ı halleriyle ya aziz ya aziz diye zikir eden mahlukatın tesbihatını işitmek ve kuranı kendimize rehber yaparak hem dünyada hem ahirette aziz olmaktır.

2- Mağlup olmayan galip

Allah azizdir. Yarattıkları üzerine galiptir. Yer yüzü Allah’a asi olup ta böyle mağlup olmuş nice kavimlerin kalıntıları ile doludur. Bakın Allah, o asi ve inatçı kavimleri helak ettiğini kitabında nasıl anlatıyor.

“Elçilerimiz Lut’a gelince, onlar hakkında tasalandı. Ve onlar(ı düşünmesi) sebebiyle takatten düştü. O’na: “Korkma, tasalanma! Çünkü biz seni de, aileni de kurtaracağız. Yalnız (azabta) kalacaklar arasında bulunan karın müstesna” dediler.

“Biz şüphesiz bu memleket halkının üzerine, yoldan çıkmalarına karşılık (feci) bir azap indireceğiz.”(dediler). Andolsun ki biz, aklını kullanacak bir kavim için oradan apaçık bir ibret nişanesi bırakmışızdır.

Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı gönderdik ve Şuayb, “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin, ahiret gününe ümit bağlayın, yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın!” dedi.

Fakat onu yalancılıkla itham ettiler. Derken, kendilerini bir sarsıntı yakalayıverdi ve yurtlarında diz üstü çökekaldılar.

Ad ve Semud’u da (helak ediverdik). Sizin için, (onların başına nelerin geldiği) oturdukları yerlerden apaçık anlaşılmaktadır. Şeytan onlara yaptıkları işleri güzel gösterip onları doğru yoldan çıkardı. Oysa bakıp görebilecek durumdaydılar.

Karun’u, Firavun’u ve Hâmân’ı da (helak ettik). Andolsun ki, Musa onlara apaçık deliller getirmişti de onlar yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Halbuki (azabımızı aşıp geçebilecek değillerdi.

Nitekim onlardan her birini günahları sebebiyle suç üstü yakaladık: Kiminin üzerine taşlar savuran rüzgarlar gönderdik, kimini korkunç bir ses yakaladı, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Allah onlara zulmetmiyor, asıl onlar kendilerine yazık ediyorlardı.” (Ankebut 33-40)

İşte Helak olan bütün bu kavimlerde Allahın aziz ismi haşmetiyle gözüküyor.

Biz hiç bu kavimlerin yıkıntılarının arasından geçerken, onların yerle bir olmuş kabirlerini gördüğümüzde Allahı aziz ismiyle yad ettik mi?

O kalıntıların ve harabelerin üzerinde Allahın Aziz ismini okuduk mu?

Yada bizde Allah asi olursak, Allahın bizi de onları yakaladığı gibi yakalayacağını hiç düşündük mü?

3- Mahlukatının itaat etmesi

Mahlukatının Allah’ın emrine itaat etmesi ve ona karşı gelememesi de Aziz isminin bir tecellisidir.

Evet insan ve bazı canavarlardan başka, güneş, ay, yeryüzünden tutunda, tâ, en küçük mahluka kadar her şeyin dikkatle vazifesinde çalışması, zerrece haddinden tecavüz etmemesi, büyük bir heybet altından umumi bir itaatin bulunması, gösterir ki, büyük bir celal ve izzet sahibi bir zatın emriyle hareket ediyorlar. İşte, vazifesini yapmakla ona itaat eden her bir mahluk bu itaatiyle Allah’ın aziz ismine aynadır.

Bütün mahlukat ona böyle itaat ederken, biz nasıl cesaret ederiz ki, isyanımızla öyle bir sultanının emirlerine karşı geliyoruz ki, yıldızlar, aylar, güneşler itaatkar askerler gibi emirlerine itaat ederler.

Hem isyanımızla öyle bir azize karşı geliyoruz ki, öyle azametli ve itaatli askerleri var ki, farz-ı misal şeytanlar dayanabilselerdi, onları dağ gibi güllelerle taşlayabilirlerdi.

Hem öyle bir sultanın memleketinde isyan ediyoruz ki, kullarından ve askerlerinden öyleleri var ki, değil bizim gibi küçük, aciz mahlukları, belki farz-ı muhal dağ ve yer büyüklüğünde asi bir mahluk olsaydık, dünya büyüklüğünde yıldızları, ateşli demirleri, bize atıp dağıtabilirlerdi.

Seyrangah.tv