Etiket arşivi: seyrangah tv

Hem Hâkim Hem Mahkûm Olunamaması (Yaratılış Delilleri) (Video)

Allah’ın varlığına iman edilmez ve -hâşâ- Allah inkâr edilirse her bir zerrenin hem hâkim hem de mahkûm olduğu kabul edilmek zorunda kalınır. Hâkimlik ve mahkûmluğun bir zatta bulunması ise mümkün değildir. Şöyle ki:

Nasıl ki bir binayı meydana getiren taşlar bir ustaya is­nat edilmez ve kendiliğinden oluştuğuna itikat edilirse, her bir taşın hem hâkim hem de mahkûm olduğu kabul edilir. Hâkimdir, çünkü bir araya gelerek bir bina yapmaya karar vermiş­lerdir. Hem de mahkûmdur, çünkü bu kararlarından vazgeçip binayı terk edemezler.

Aynen bunu gibi, -eğer bu vücudu Cenab-ı Hak değil de atomlar yaratmışsa- vücuttaki zerreler bu kusursuz organları meydana getirmek için bir araya gelmişler ve bu organları yapmaya karar vererek hâkim ve kanun koyucu vasfını kazanmışlardır.

Evet, bir araya gelmişler ve mesela kalbi yapmaya karar vermişlerdir. Bu karar bir hükümdür, bu kararı veren hâkim olur. Daha sonra da koydukları bu kanuna itaat ederek kendilerini mahkûm etmişlerdir. Zira hiçbir zerre meydana getirdiği organı terk edememektedir. Bu da bir mahkûmiyettir.

Başka bir bakışla: Bir atom diğer atomları emrine itaat ettirip hâkim olmuş. Hem de başka atomların emri altına girerek mahkûm olmuştur.

Hâlbuki hâkimiyet ve mahkûmiyetin bir şahısta toplanması mümkün değildir. Dünyada hem hâkim hem de mahkûm olan kimse gözükmemiştir. O hâlde Allah’ı inkâr edebilmek için, vücuttaki sayısız hücrelerde bu iki sıfatın bulundu­ğunu kabul etmek gerekir? İşte küfrün içinde böyle binlerce batıl fikir bulunur.

Allah’ın varlığına dair delillerin işlendiği “Allah’a İman” isimli eseri burada tamamlıyoruz. Ancak sakın zannedilmesin ki, Allah’ın varlığına ait deliller sadece yirmi beş tanedir. Hayır asla! Allah’ın varlığına ait daha birçok delil vardır. Bazıları şunlardır:

Vicdan delili, nübüvvet (peygamberlik delili), Kuran delili, ehl-i ihtisasın ittifakları delili, mevt (ölüm) delili, ibadet delili, ziynetler delili, mümaselet (birbirine benzeme) delili, tesanüt (birbirine dayanma) delili, inayet delili, rahmet delili, tasarruf delili, tahvil (halden hale girme) delili, zaaf delili, cehl (cehalet) delili, hâkimiyet delili, icatta kolaylık delili, azamet delili, güzellik delili, infial delili ve daha bunlar gibi onlarca delil…

Eserimizin başında da dediğimiz gibi, başta Allah’a iman ve diğer iman hakikatlerinin ispatı hususunda söz hakkı Bediüzzaman Said-i Nursi ve Risale-i Nur külliyatına aittir. Çünkü Kuran’ın feyziyle hiçbir eser iman hakikatlerini Risale-i Nur külliyatı kadar net ve berrak bir şekilde ispat edemez.

Bizim yaptığımız bu çalışmanın hedefleri şunlardır:

1. Risale-i Nur okumayan kardeşlerimizin Allah’ın varlığı hakkındaki şüphelerini yok etmek.

2. Bu kardeşlerimize Allah’ın varlığının delillerini öğreterek, kâfirlerle girdikleri münazaralarda onların galibiyetine bir vesile olmak ve Allah’ın varlığı hakkında şüphe içinde olan Müslümanlara bir ab-ı hayat yetiştirmelerini sağlamak.

3. Bu eserde yazılan hakikatlerin menbaı ve kaynağı olan Risale-i Nur’a dikkatleri çekip onlar ile Risale-i Nur arasında bir köprü olabilmek. Zira “Meyvedeki lezzeti hisseden, ağacını merak eder.” sırrınca, bu eser bir meyve olup Risale-i Nur külliyatı bu meyvenin ağacıdır. Ümidimiz şudur ki: Sizler de bu meyvenin ağacını merak edin ve o ağaca kavuşun.

4. Bu eser Risaleleri okuyan kardeşlerimiz için de istifadelidir. Her ne kadar onlar Risale-i Nur’ları okusalar da, Risalelerde geçen bazı hakikatleri anlayamayabilirler. İşte bu eser onların ufkunu açmak ve anlayışlarını geliştirmek hususunda Risale-i Nur’da anlatılan hakikatlerin şerhleridir.

Netice: Bu eserdeki yirmi beş delil ile ispat ettik ki Allah vardır ve birdir. Değil yirmi beş, bu eserde anlatılan tek bir delil bile Allah’ın varlığını ispat hususunda kâfidir. Eğer Allah’ın varlığı hakkında diğer delilleri ve izahlarını öğrenmek istiyorsanız biz sizleri Bediüzzaman Hazretleri’nin “Âyet-ül Kübra” isimli 7. Şua eserine havale ediyoruz. İnanıyoruz ki o eseri okuduğunuzda bir tek yaprakta bile Allah’ın varlığına dair onlarca delili görebileceksiniz.

Seyrangah.Tv

Tesadüf Saçmalığı (Yaratılış Delilleri) (Video)

Bu delilde âlemin tesadüfler sonucu olamayacağına dair misaller verecek ve “Kâinat tesadüfen oldu.” sözünün saçmalığını ortaya koyacağız. Şöyle ki:

1. Misal: Biz İzmir’den Kars’a gideceğiz. İzmir’den kalktık, ‘A kazasına’ geldik. Önümüze çıkan iki yoldan birini seçtik. Seçimimiz isabetliymiş, ‘B kazasına’ vardık. Orada önümüze üç yol çıktı. Kafadan atıp üçüncü yoldan gittik. Yine doğru çıktı, ‘C kazasına’ vardık. Orada önümüze dört yol daha çıktı… Sonunda Kars’a en yakın olduğumuz noktada önümüze bin yol çıksa ve biz yine kafadan atıp 375. yolu seçsek ve Kars’a varsak… Bu durum tesadüf ile izah edilebilir mi? Kars’a tesadüfen vardığımız kabul edilse bile, devamlı seyahat ederken önümüze çıkan binlerce yoldan her zaman doğru yolu bulmamız, her halükarda bir rehberin varlığına ve bize yol göstermesine bağlanmak zorunda kalınır.

Bir atomun hareketi de misalimizdeki bizim hareketimizden farklı değildir. Önünde gidebileceği milyarlarca yol vardır; ama o hep en iyi yolu seçer. Bir mahlukun vücut bulması, atomun milyarlarca ihtimal içinde en iyi yolu seçmesinin sonucudur. Atomun seçebileceği milyarlarca yol arasından en iyisine girmesi, ancak ve ancak bir müdebbirin emriyle ve bir tercih edicinin tercihiyle olabilir. Başka bir surette olamaz.

Şimdi ey kâfir! Bir insanın, önüne çıkan yollardan birini seçerek tesadüfen Kars’a ulaşabileceğini kabul edemezken, nasıl olur da şuursuz ve akılsız atomların milyarlarca yol içinden en uygununu seçebileceğini kabul ediyor ve mahlukların yaratılışını atomların tesadüfî seçimlerine bağlıyorsun. Bunu kabul edene hiç akıllı denilebilir mi?

2. Misal: Art arda altı kez atılan bir zarın ilk önce 1, sonra 2, sonra 3, sonra 4, sonra 5 ve daha sonra da 6 gelmesi olasılığı (1/6)6 yani 46.656 ihtimalde 1′dir. İnsanın kulak kemiklerinin sayısı ise altıdır. Bu altı kemiğin tesadüfen ortaya çıktığı kabul edilse bile, bu kemiklerin şu andaki mevcut sıralarıyla dizilme ihtimali 46.656′da 1 ihtimaldir. Bu sadece bir insandaki kulak kemiklerinin tesadüfen dizilme ihtimalidir. Bir de bu dizilişin şu anda yeryüzünde bulunan 7 milyar insanda aynı şekilde olduğu düşünülür ve bütün insanların aynı şekle sahip olmalarının ihtimalini bulmak istersek, 46.656 rakamını 7 milyar kere çarpacağız. İşte eğer sonucu telaffuz edebilirseniz, bu kadar ihtimalde bir ihtimaldir. Allah’ı inkâr eden neyi kabul etmek zorunda olduğuna bir baksın ve bundan utansın!

3. Misal: Yine elimize bir zar alıp attığımızda o zarın 4 gelme ihtimali altıda birdir. İki zarı aynı anda atsak, ikisinin de 4 gelme ihtimali 36′da birdir. İki zarı iki defa atıp her ikisinde de iki zarın 4 gelme ihtimali ise 1.296′da birdir. Dört defa peş peşe attığımızda her iki zarın da her defasında 4 gelme ihtimali ise 1.679.616′da birdir. Acaba iki zarın dört defa peş peşe 4 gelme ihtimali 1.679.616′da bir ise, bir insanın vücudunda bulunan 206 kemiğin birbirine uygun olarak gelme ihtimali acaba kaçta kaçtır? Yani şunu düşünelim: Faraza bütün kemiklerim tesadüfen yaratıldığını düşünüyoruz. Bizler bu kemikleri aldık ve bir torbaya koyduk. Her defasında bir kemik çekeceğiz ve iskeletimizin dizilişini oluşturmaya çalışacağız. Yanlış bir kemik çektiğimizde, o ana kadar çektiğimiz doğru kemikleri tekrar torbaya koyup baştan başlayacağız. Acaba 206 kemiği doğru olarak çekebilme ihtimalimiz kaçta kaçtır? Trilyonlarla ifade edilemeyecek kadar çok… Ve şunu unutmayın, biz bu hesabı kemiklerin tesadüfen yaratıldığını kabul ederek yaptık. Bir de kemiklerin tesadüfen yaratılmasını hesaplamaya kalksak… Bir de bunu bir insanda değil -madem yaratılan her insan aynı kemik yapısına sahip- bütün insanlarda yapsak… Ve buna bir de diğer hayvanları eklesek… Acaba böyle bir ihtimal hesaplanabilir ve rakamlarla ifade edilebilir mi? İşte ey Allah’ı inkâr eden akılsız adam! Allah’ı inkâr etmek ile nasıl bir ihtimalin vukuunu kabul etmek zorunda kalıyorsun buna bir bak ve aklını tamamen kaybetmemişsen bundan dön!

4. Misal: Şimdi Ayasofya Camisi’nin tabiat olayları tarafından kendi kendine, mimarı olmadan yapıldığını düşünelim. Bu nasıl olabilir? Kuzeyden esen rüzgâr 10,7 ton su getirir, buraya döker. Güneydoğudan esen rüzgâr 4,3 ton kadar demir getirir. Batıdan esen rüzgâr 11,5 ton kireç, doğudan esen rüzgâr 2,37 ton tuğla… Diğer bir taraftan esen rüzgâr ise tuğlaları dizer. Başka bir rüzgâr çimentoyu yerleştirir ve böylece Ayasofya Camii meydana gelir. Yine bir rüzgâr tarladaki dikenleri toplar. Bunlar, koyunlar üzerlerinden geçerken tüylerini koparıp halı dokurlar ve halı caminin içine düşer. Diğer bir rüzgâr, oduncular yemek yerken baltalarını alıp ağaçları keser ve bir marangozhaneden geçerken uygunca doğrar. Kazara çiviler bunun üzerine gelir, çekiçler çarpar ve minber caminin içine kendiliğinden düşer… Herhâlde Ayasofya Camisi’nin ustasını inkâr edip camiyi tesadüfe havale ettiğimizde bundan daha mantıklı bir açıklama olamaz.

Şimdi cami ile hücremizi mukayese edelim: Bu cami 1200 metrekare, bizim hücremiz ise 5-10 mikron. Bu camiye 5-10 çeşit malzeme, bizim hücremize ise 30.000 çeşit bileşim lazım. Bu camiye lazım olan maddeler kilolar, tonlarla ifade ediliyor; hücrede ise maddeler mikrogram ile ifade edilecek kadar hassas, zerre kadar değişme olsa hücre bozulur.

Şimdi soruyoruz ey Kâfir! Caminin kendi kendine meydana gelmesini kabul edemezken ve buna gülerken, bundan daha acayip bir muhal olan bir hücrenin kendi kendine oluşabileceğine nasıl imkân veriyorsun?

5. Misal: Bir maymunu daktilonun karşısına oturtalım. Maymun daktilonun tuşlarına rastgele dokunsun, böyle rastgele yapılan hamleler neticesinde anlamlı bir kelimenin oluşması mümkün müdür?  Ya anlamlı bir cümlenin oluşması?  Ya da anlamlı bir sayfanın?  Peki, anlamlı bir kitabın oluşması ihtimal dâhilinde midir?  Elbette hayır! Böyle bir maymunu daktilo başına oturtsak, ‘A’ harfini yazma ihtimali 29`da 1′dir. “AT” yazma ihtimali ise (1/29.29), yani 841′de 1′dir. Mesela 7 harfli “TESADÜF” yazma ihtimali (1/297) yani 17.249.876.309′de 1′dir. Bu ise zaman bakımından da imkânsızdır.

Acaba insan ve diğer canlılar, yedi harfli bir kelimeden daha mükemmel değil midir? Canlıları bir kenara bırakarak tek bir DNA’ya baksak, bir DNA molekülünde yaklaşık olarak 3.5 milyar nükleotid, yani 3.5 milyar harf bulunur. Yedi harften oluşan bir kelimenin tesadüfen oluşma ihtimali 17.249.876.309′de 1 ise acaba bir tek DNA’daki 3.5 milyar harfin tesadüfen oluşma ihtimali nedir?

6. Misal: Dünya üzerindeki bütün elverişli atomları kullanmak şar­tıyla, dünyanın yaratılışından bu yana kadar geçen zaman içinde bir tek proteini tesadüfen elde edebilme ihtimali 1/10161 dir. Yani 10 rakamını 161 defa kendisiyle çarpın ya da 10 ra­kamının sağına 161 tane sıfır koyun. İşte bir proteinin tesadüfen oluşma ihtimali, bu kadar ihtimalden sadece bir ihtimaldir.

Fa­kat iş bu kadarla da bitmiyor. Zira en küçük bir canlı için 238 protein daha gerekmektedir. Bu kadar proteinin tesadüfen oluşma ihtimalini telaffuz etmek isterseniz, trilyon kelimesini 9.975 defa tekrarlamanız gerekir ki bu yaklaşık iki saatinizi alır, sonra çıkan rakamı 10 ile çarpınız. İşte bir canlıdaki proteinle­rin tesadüfen oluşması ihtimali bu kadar ihtimalden bir ihtimal­dir.

Hâl böyleyken, kâinatın tesadüfler sonucu meydana gel­diğini iddia edenin aklından şüphe edilmez mi?

Seyrangah.tv

“El – Gaffar” (Esma’ül Hüsna – Allah’ın Güzel İsimleri) (Video)

El-Gaffar; Çok mağfiret ve merhamet eden, suçları en çok affeden, çirkinlikleri örten ve ayıpları gizleyen manalarına gelir.Bu ismi affedici manasındaki ‘el-Afuv’ isminden ayıran fark şudur; el-Afuv isminde sadece günahı affetmek ve günaha ceza vermemek vardır. El-Gaffar isminde ise günaha ceza vermemekle birlikte, günahı yüze vurmamak ve kulu rezil etmemekte vardır.

Mesela birisi size karşı bir kusur işlese, eğer siz onun bu kusuruna karşı ona ceza vermeyip, sadece kusurunu ve hatasını yüzüne vursanız, sizde el-Afuv ismi tecelli etmiş olur. Eğer ceza vermeyi terk etmekle birlikte, işlediği hatayı yüzüne de vurmayıp tamamen vazgeçseniz, sizde el-Gaffar ismi tecelli etmiş olur.

İşte Allah suçlara ceza vermeyip, suçu kuluna hatırlatmakla el-Afuvdur. Ve Allah hatayı bütün bütün silerek, kulun yüzüne vurmayıp onu mahcup etmemekle de el-Gaffardır.

Bu yüzden dualarımızda “Allah’ım bizi af ve mağfiret et” deriz ki, bu duada af dileyip, günahlarımıza ceza vermemesini istemekle el-Afuv ismine, mağfiret dileyip, günahlarımızı yüzümüze vurarak bizi rezil etmemesini istemekle de el-Gaffar ismine sığınırız.

Bir hadis-i şerifte Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur;

Melekler kulun günahını yazarlar ve daha sonra semaya yükselirler. Semaya yükseldiklerinde kulun amel defterinde bu günahın yazılı olmadığını, buna mukabil işlemediği sevapların yazılı olduğunu görünce Allah-u Teala’ya şöyle derler;

“Ey Rabbimiz biz kuluna zulmetmedik. Ancak onun işlediğini yazdık.” Buna karşı Allah meleklere şöyle buyurur: “Evet doğru söylediniz. Kulum o günahları işlemiş ve defterindeki sevapları işlememişti. Lakin kulum günahına tövbe etti ve göz yaşlarıyla benden af diledi. Bende onun günahlarını mağfiret ettim ve ona karşı cömertçe muamele ederek günahlarını sevaba çevirdim. Ben ikram edenlerin en çok ikram edeniyim.”

Allah-u Teala, Gaffar olduğunu Kur’an’daki şu ayetlerle de bize haber vermektedir;

De ki: Ey haddi aşarak nefislerine karşı israf etmiş olan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, gafurdur, çok bağışlayıcıdır ve rahimdir, çok merhamet edicidir.” (Zümer 53)

Tövbe ve iman edip, salih amel işleyenlere gelince; Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır ve çok merhamet edicidir. Ve her kim tövbe edip Salih amel işlerse, şüphesiz o, tövbesi kabul edilmiş olarak Allah’a döner. (Furkan 70-71)

Bediüzzaman hazretleri de el-Gaffar ismine sığınmamız gerektiğinden şöyle bahseder;

“Ey insan! Senin elinde gayet zayıf fakat günahta ve tahribatta eli gayet uzun, ve iyilikte ve hasenatta eli gayet kısa cüz-i ihtiyar namında bir iraden var.

O iradenin bir eline duayı ver ki, iyilikler silsilesinin bir meyvesi olan cennete eli yetişsin ve bir çiçeği olan ebedi saadete eli uzansın. Diğer eline istiğfarı ver ki, onun eli günahtan ve seyyiattan kısalsın ve cehennem zakkumuna yetişmesin.

Demek dua ve tevekkül, hayırlara meyletmeye büyük bir kuvvet verdiği gibi, istiğfar ve tövbe dahi günaha ve şerre olan meyilleri keser ve tecavüzünü kırar.”

Bu isimden alacağımız ders ise şudur;

Nasıl ki Allah Gaffar ismiyle hatalarımızı örtüyor, ayıbımızı yüzümüze vurmuyor. Aynen bunun gibi, biz de Gaffar ismini ahlak edinerek başkalarının hatalarını örtmeli ve kimsenin ayıbını yüzüne vurmamalıyız.

Ta ki, hem Gaffar ismine ayna olalım, hem de Peygamber Efendimiz (sav)’in şu hadiste verdiği müjdeye nail olalım;

“Her kim, bir müminin ayıbını dünyada örterse, Allah’ta onun ayıbını hem dünyada hem de ahirette örter.”

Seyrangah.Tv

“El – Kahhar” (Esma’ül Hüsna – Allah’ın Güzel İsimleri) (Video)

El- Kahhar; Düşmanlarını kahreden ve perişan eden, mutlak galibiyetin sahibi ve her an kahretmeye muktedir olan manalarına gelir.

Kahhar ismi bu manalarıyla; Allah’a isyan eden Ad kavmi, Semud kavmi, Nuh kavmi gibi bir çok kavimde tecelli etmiştir. Allah O kavimleri Kahhar ism-i şerifi ile kahretmiş ve mahvetmiştir.

Yine Kahhar ismi, binlerce kişinin öldüğü depremlerde, sel felaketlerinde, ağaçları kökünden koparan fırtınalarda, kasırgalarda ve maddi musibetlerde tecelli ettiği gibi, en büyük ve asıl perişanlık olan imansızlık ve küfür musibetinde de tecelli etmektedir.

Zira iman nimetinden mahrum olanlar devamlı manevi bir cehennemde yanarak kalben ve ruhen sıkıntı çekerler. Bu da manevi bir kahır olduğu için el-Kahhar isminin bir tecellisidir. Kahhar ism-i şerifi ile dünyada onları böyle manevi bir kahır ile kahreden Allah, ahiret aleminde de Kahhar isminin en geniş aynası olan cehennemde onları mahv-ı perişan ederek, adaletini ve mutlak galibiyetin tek sahibi olduğunu gösterecektir. Evet cehennem, el-Kahhar ismine en geniş ayna olarak ehl-i isyanı içine alacaktır.

Madem biz bu aleme, bu alemin sahibi olan Allah’ı tanımak ve O’na iman etmek için geldik. Ve madem her şeyde O’na açılan pencereler ve hakka giden yollar vardır. O halde bizler her şeyde O’na pencereler açmalı ve o pencerelerdeki isimler ile O’nu zikir ve tesbih etmeliyiz. Yani;

Helak olan bir kavmin kalıntılarını gördüğümüzde; “Ey kendisine isyan edenleri helak eden Allah’ım! Sen Kahharsın, dilediğini perişan ve mahvedersin. Senin kahrın, adaletinle tecelli eder. Her şeyin perçemi senin kudret elindedir. Hiçbir asi senin kahrından kaçamaz ve hiçbir zalim sana karşı gelemez. Sen mühlet verirsin ama ihmal etmezsin…

Bahardaki mahlukların, kışın gelmesiyle ölümlerini gördüğümüzde; “Ey bahara Muhyi ismi ile hayat verip, hayat verdiği bu mahlukatı kışın kahhar ismi ise kahreden Rabbim! Sen kahretmeye muktedir olansın ve el-Kahharsın. Bu kışta ölen her bir mahluk lisan-ı haliyle seni kahhar ismiyle zikrettiği gibi, ben de onların halka-i zikrine girerek lisan-ı kalimle seni “Ya kahhar, Ya kahhar” diyerek zikrediyorum…

Bir deprem felaketinde binlerce kişinin öldüğünü ve binaların yıkıldığını gördüğümüzde; “Ey yeryüzünü kudretiyle bir beşik gibi sallayan Rabbim! Yıkılan bütün bu binalar ve ölen bütün bu insanlar üzerinde senin Kahhar isminin mührü gözüküyor, sancağı dalgalanıyor. Ancak bu Kahhar isminin tecellisi altında, yine rahmetin tecelli ediyor. Ölen ehl-i imanı şehit kabul ediyorsun. Çektikleri sıkıntıları, günahlarına keffaret yapıp, ağaçların yapraklarını döker gibi, bu sıkıntılarla onların günahlarını döküyorsun. Ve onların helak olan mallarını sadaka kabul ediyorsun. Hem biliyorum ki, senin Kahhar isminin bu tecellisine bizim işlediğimiz günahlar sebep oldu. Ey Sultanlar sultanı! Kahhar isminin tecellisinden senin rahmetine sığınıyorum.

Fırtınaların, kasırgaların ve hortumların “Ya Kahhar, Ya Kahhar” diyerek döndüğünü gördüğümüzde; “Ey azameti ve büyüklüğü karşısında her şeyin küçüldüğü, Ey Celalinin korkusundan dağların parçalandığı, Ey kudret ve azametine her şeyin boyun eğdiği ve Ey korkusu altında her şeyin zillet içinde bulunduğu rabbim! Bu fırtınalar ve kasırgalar senin itaatkar askerlerindir ve Kahhar isminin tecellileridir. Onlar nasıl “ya kahhar ya kahhar “ diyerek alemi titretiyorlar, ben de, her ne kadar sesim onlar gibi gür çıkmasa da ve günahlarım sesimi kıssada seni “ya kahhar ya kahhar” diyerek zikir ve tesbih ediyorum…

Kahhar isminden insanın alacağı en büyük ders ise şudur;

İnsan, geçmiş asırlara bakmalı ve o asırlarda yaşayan asi ve inatçı kavimlerin akıbetini görmeli. Ve anlamalı ki, insan başıboş değildir. Her vakit bir celal ve kahır sillesine maruzdur. Günahlarından dolayı azabın onu yakalamaması, Allahın kendisine verdiği mühletten dolayıdır. Yoksa Allah asla ihmal etmez.

Bu mühleti bir ganimet bilmeli ve kahhar isminin tokadına yemeden evvel takva dairesine girmelidir.

Seyrangah.Tv

“El – Musavvir” (Esma’ül Hüsna – Allah’ın Güzel İsimleri) (Video)

El-Musavvir; tasvir eden, şekil ve suret veren demektir. Bütün mahluklar kendilerine verilen şekilleriyle, tasvir edilen suretleriyle Cenab-ı Hakkın musavvir ismini göstermektedir.

Yağmur damlasından, kar tanesine, papatyalardan karanfillere, parmak izinden göz bebeğine, karıncalardan semanın yıldızlarına ve zerrelerden galaksilere kadar her mevcud kendine mahsus suretiyle ve şekliyle Allah’ın musavvir ismine aynadır.

Şimdi bir insanı ele alarak musavvir isminin tecellisini görmeye çalışalım; her parçasıyla harikulade bir planlamanın neticesi olan kafayı bir kenara bıraksak bile bu hazır malzeme üzerine geçebilecek bir yüz için sayısız, milyonlarca ihtimaller vardır. Bu sayısız ihtimaller içince, bütün akılları aciz bırakacak bir şekilde en uygununu, en güzelini seçmek tam anlamıyla imkansızdır. İnsanın yüzünde kullanılan malzeme son derece basit ve sadedir. Tek bir deri, bir çift göz ve birazda kıl. Buna rağmen iki aylık bir bebeğin yüzündeki o sadelik ve o basitlik içinde böyle güzel bir yüzün yaratılabileceğini, görmeseydiniz ihtimal verebilir miydiniz?

Bir insan için bir yüz çizdikten sonra ikincisi için başka bir yüz çizmek, en azından ilki kadar imkansızdır. Çünkü insanlar seri imalat ile yaratılmazlar. Hepsinde aynı unsurları kullanıp, her birine ayrı bir sima çizmenin zorluğunu meşhur Fransız ressam Hanry Metisse şöyle anlatıyor; “Bir ressam için gül resmi çizmek kadar zor bir iş yoktur. Çünkü daha evvel çizilmiş bütün gül resimlerini bir yana bırakıp öylece çizmesi gerekir.”

Hem insan yüzü basit bir portreden ibaret de değildir. Oraya yerleştirilen her bir azanın sınırsız bir sanat kadar sınırsız bir bilgiye ihtiyaç gösteren fonksiyonları vardır. Bütün bu fonksiyonların bir kenara bıraksak bile, bu yüzdeki tebessüm, endişe, sevinç, korku, kahkaha gibi yüzlerce manayı dile getirmek yüzü yaratmak kadar imkansız değil midir? Okyanusu bir bardağa doldurmak ne kadar zor ise, insanın ruhunu sima da temsil etmekte o kadar zordur. Müminin siması ruhu gibi aydınlık, kafirin siması ise ruhu gibi karanlıktır.

Bir heykeltıraşın basit bir heykele bile o simetriği verebilmesi için bazen yıllarca çalışması gerekiyor. Buna mukabil saniyede 4 insan ve her gün 350.000 insan son derece kolaylıkla yaratılıyor. Her birine farklı bir yüz veriliyor.

Bizler birbirine benzeyen ikizleri veya üçüzleri gördüğümüzde hayret ederiz. Şimdi soruyoruz; iki yüzü birbirine benzetmek mi daha zor? Yoksa milyarlarca insanın birbirine benzetmemek mi daha zor? Birincisine hayret ederken, ikincisi neden hayret etmiyoruz?

Kim birbirinden farklı bu yüzlerin yaratıcısı?

En basit maddelerden bir sanat harikası yapıp, sanatında akılları hayrete düşüren sanatkar kim?

Kim o yüzde sayısız manayı ifade eden?

Kim her ferde farklı bir yüz veren?

Kim o yüzdeki cihazlara mükemmel iş yaptıran?

Göze görmeyi, burna koklamayı, dile tatmayı kulağı işitmeyi öğreten kim?…

Bütün bu kimlerin tek bir cevabı var; Musavvir olan Allah

İnsanın yüzünü bir nebzede olsa inceledikten sonra, bütün hayvanların, bitkilerin, çiçeklerin, canlı ve cansız her şeyin tasvirini ve şeklini insana kıyas edelim. Ve Allah’ın musavvir ismine şöylece pencereler açalım:

Fiil failsiz, sanat sanatkarsız , kitap katipsiz olamayacağı gibi suret ve şekil vermek dahi musavvir yani bir tasvir edici olmadan olamaz ve mümkün değildir.

Acaba kağıttaki basit bir yüz resmi dahi bir ressamı gerektirirse, şu alemdeki hadsiz hakiki yüzler Musavvir olan Allah’ın varlığını gerektirmez mi?

Farklı bir yüz çizebilmek için, çizilmiş bütün yüzleri bilmek gerektiği gibi, farklı bir yüzü yaratmak için de, o ana kadar yaratılan bütün yüzleri bilmek lazım gelmez mi? Bu da Musavvir olan Allah’ın birliğine ve bütün yüzleri yarattığına delalet etmez mi?

Her bir yüz Allahın musavvir ismine delalet ettiği gibi, farklı olması cihetiyle de Allah’ın ilim, irade ve kudret gibi sıfatlarına işaret etmez mi?

Kainat kitabı bize Allah’ı musavvir ismiyle tanıttığı gibi, Kuran dahi şu ayetiyle bizlere Allah’ın musavvir ismine şöyle haber veriyor;

“Sizi rahimlerde dilediği gibi tasvir eden ve şekillendiren O’dur. Ondan başka ilah yoktur. O azizdir ve hakimdir” (Al-i imran 6)

Seyrangah.TV