Yazı yazmakta fikirleri derlemek, toplamak ve arzetmek; onları dağınıklıktan kurtarmak, çeki-düzen vermek ve bir mantık silsilesi içinde intizama sokmak vardır. Yazmak yoluyla fikirlerini böyle bir teftişe sokan, onları kontrolsuzluktan, başıboşluktan, derbederlikten kurtararak onlara en iyi şekli vermeye de çalışır. Bu gayretinin neticesinde meydana çıkana önce bizzat kendisi bakarak, yazdıklarının ilk ilk okuyucusu, ilk tetkik edicisi, ilk tahlil edicisi ve ilk tenkid edicisi olabilir ve bu faaliyetlerini birçok defalar -bu mevzudaki hassasiyetinin derecesi ile mütenasip olarak- tekrarlayabilir. Başkalarının bulabileceği hatalarını onlardan daha önce kendisi bulur ve düzeltebilir. Başkalarının yapabileceği tahlilleri, tenkitleri daha önce kendisi yaparak yazısının daha iyinin nasıl olabileceğini daha önce kendisi düşünebilir. Bu öncelik hakları aslında çok mühimdir; bu haklarının kıymetini bilmeli ve iyi kullanıp semeresini alabilmelidir. Fikirlerin böylece gizlilikten alenîliğe çıkışı ve kaydedilmiş hale gelişi ile, onların mahiyetleri üzerinde tetkiki, tahlili, tenkidi ve tashihi daha iyi yapılabilir.
Fikirlerin bu şekilde yazıya dökülmesi ve umuma teşhiriyle onların teftişe sokulması, her teftiş gibi, bu teftişi verene de çeşitli derecelerde zor gelir. Ama zor gelmesi, bu fikrî teftişten kaçmanın kâfi ve haklı bir sebebi kabul edilemez. Çünkü bu fikrî teftişin faydaları çoktur ve onun zorluklarına galebe eder.
Tabiî ki bunlar, umumî olarak söylenebilecek hususlardır ve istisnaları da vardır.
Yazmanın böyle bir fikrî teftişe hazırlanmak yoluyla fikrî tekâmüle medar olması, onun zorluğunu unutturması icabettiren calib-i dikkat bir hususiyetidir.
Bu manâsıyla yazmanın zorluğundan ürkmeden ve yılmadan, arada sırada bir “fikrî teftiş” için fikirlerini murakabe faaliyetinde bulunarak onları tashihe, tanzime, en iyi ve doğru istikamete tevcihe çalışmak, sonra da bunları ifade şeklinde ayni çalışmaları devam ettirmek, bilhassa iletişim teknolojilerinin ve imkânlarının çok geliştiği ve insanların büyük çoğunluğunun onları çok kötü maksatlarla kullandığı asrımızda belki her mükellef için farz-ı kifaye olmaktan çıkmış ve farz-ı ayn haline gelmiş olan “emri bil ma’ruf ve nehy-i an’il-münker”i yapabilmek için çok hayırlı ve faydalı bir tavsiyedir.
Her hayırlı işe karşı çıkmak için insanın irade ve karar mekanizmasını hataya sevketmeye uğraşan ve bu hususta çeşitli silâhları kullanan şeytan, burada da, ekserî hallerde olduğu gibi insandaki “rahat meyli”ni tahrik ile bu hayırlı ve faydalı işi yapmasına da manî olmağa çalışır; yapılacak işin zorluklarını insanın gözünde büyüterek onu bu işten alıkoymaya gayret eder ve ekseriya da muvaffak olur.
“Meyl-ür-rahat”, böylece insanın ebedî hayatı için de, dünya hayatı için de birçok kayıplarının bir müsebbibi olur.
Halbuki insan, meşakkatli gibi gelen mühim ve hayırlı işlerdeki rahatı ve “rahat meylini” -peşine talip olmak zaafının esiri olarak- dünyada tatmine çalışmak ile bu işlerden geri kalmaktaki meşakkati iyi düşünebilmelidir.
İnsandaki en kontrola muhtaç meyillerden biri olan “rahat meyli” ile alâkalı şu sorunun cevabını da burada düşünmeye çalışmanın yeridir:
“-İnsan dünyada yaşarken bütün niyet, karar ve davranışlarında ‘rahat meyli’ni ön plâna alsa, acaba onun elde edebileceği ‘rahatlık semeresi’ ne olabilir?”
Bu sorunun cevabı bütün insanlar için ayni ve kesin bir şekilde, tabiî ki verilemez. Buna rağmen, bu soruyla alâkalı olarak şu hususların gözönüne alınmasında mutlaka faydalar vardır:
Bütün niyet, karar ve davranışlarında “rahat meyli”ni ön plâna alan bir insan, dünyada belki de hiç rahat bulamayabilir. Dünyadaki “rahat meyli”ni esas alan, âhireti kazanabilmek için yapması icabeden ibadet ve hizmetleri ihmal edeceği için, âhirette de rahatı bulamaz.
İnsanın, ömür müddetinin ne kadar olacağı hakkında hiçbir garantisi yoktur. Ecel vakti gizlidir; her an gelebilir, genç-ihtiyar farkı yoktur. İnsanın dünyada ne kadar yaşayacağı belli olmadığı gibi, ömrünün mükellef, âkil ve bâliğ olmadan önceki bir kısmı çocukluk devresi halinde; vücudunun acz, zaaf ve hastalıklarının eza verdiği diğer bir kısmı da ömrünün diğer ve ihtiyarlık devreleri halinde, rahat meylini şuurlu bir idrakle tatminden uzak olarak geçmektedir.
İnsanların gençlik devreleri büyük bir ekseriyetle, dünyada maişet vasıtaları olabilecek meslekleri kazanmak için hazırlanmalarıyla geçer ve onlara “rahat meyilleri”ni tatmin imkânını vermez. Tahsille, askerlikle, gurbetlerle, yokluklarla, musibet ve sıkıntılarla dolu ömür safhaları, aslında insanlara dünyada rahatı aramamayı ikaz eder; fakat, insanlar ekseriya bu ikazları anlamaz.
Dinî kaynaklarımızda açıkça belirtildiği gibi, bu dünya rahat yaşamak yeri değildir. İnsan bu dünyaya kendi isteği ile ve maksadını kendi tesbit edeceği şekilde gelmediği gibi, rahat bir fanî ömür sürsün; sonra ölsün, toprağa karışsın, diye de gönderilmemiştir! İnsanın bu dünyaya gönderilmesinin asıl maksadı ve gayesi: Hâlik-ı Kâinatı tanımak ve ona iman ile ubudiyet etmektir.
İnsan, bu dünyadaki varlığının asıl sebebine uygun olarak yaşamaya ve içine yaratıcısı tarafından dünya imtihanı için konulmuş “rahat meyli”nin de dünyada tam tatminini istemenin bu dünyadaki aslî vazifelerini yapmasına mani olacağının şuurunda olmaya çalışmalıdır.
İnsanın kısa dünya hayatına sığışmayan çeşitli meyillerinin ve isteklerinin bulunması aslında, bunların karşılığının verileceği ebedî bir âhiret hayatının varlığının da birer isbat vasıtasıdır. İnsan, kendisini ekseriya tesiri altına alan “rahat meyli”ne de bu anlayışla bakabilmeli; ona “rahat meyli”nin karşılığının, ebedî Cennet hayatında fazlasıyla verileceğini düşünebilmelidir. Çünkü onun içine o meyli koyan, o meyli kullanması şekliyle de onu bu dünya hayatında imtihan etmektedir. “Vermek istemeseydi, istemek vermezdi” veciz sözü, “rahat meyli”ni kullanmak imtihanında da insana mühim bir uyarıcı olmalıdır. Aksi halde, insanın bu meylinin dünyada tatminini bütün niyet, karar ve davranışlarında en ön plâna alması, onun için hem faydasızdır ve hem de ona çok büyük zararların celbine sebep olabilir.
“Rahat meyli” mevzuunda, iman esaslarını kabul edenler için şu husus da çok açıktır: Dünyadaki geçici ve kısa bir rahatlığı âhiretteki hakikî ve ebedî rahatlığa tercih etmek ve bu şekilde dünyada yapması icabeden vazifelerini ihmal etmek; insanın kendi nefsinde çok kuvvetli olarak varlığını hissettiği, bazan galip gelemediği ve uğrunda çok hayırlı işleri terkettiği “rahat meyli”ne de onun âhiret hayatını da içine alacak küllî manâda tamamen ters düşmektedir!..
Mustafa Nutku