14- Öteki eserlerle bunların arasında ki farkı bildiğimiz için bunları çok okuyoruz. Sizde şahitsiniz ki, bugün çok hocaların evlatları okuldaki eğitimin tesirinde kalıp, babalarından aldıkları manevi eğitim onlarda tesirsiz kalıyor. Halbuki ibadetlerden ilgisini kesmiş hiçbir Risale-i Nur talebesini gösteremezsiniz.
Risale-i Nur eserlerini Arapçaya tercüme eden, İhsan Kasım Salih bey’e, Arap âlimler çıkışıp demişler. “Hangi sebep seni Türkçeden Arapçaya kitap tercüme etmeye sevk etti? Halbuki Kur’an-ı Kerim, Hadisi Şerifler ve dini eserlerin çoğu Arapça yazılıdır. Hatta günümüze kadar hiçbir dini eser başka dilden Arapçaya tercüme edilmemiştir“. O da onlara, “Cevabım tektir, gelin Türkiye’ye, görün bu eserler Nur talebelerine nasıl bir ahlak ve Allah korkusu sağlamıştır. Onlardan cevabınızı alırsınız” demiş. Risale-i Nur eserlerinin en büyük başarısı okuyucuların en azından % 80’i üniversite talebeleri, mühendisler, doktorlar ve çok çeşit fen dallarında ihtisas yapmış profesörlerden oluşmasıdır.
15- Bediüzzaman hazretleri Asr-ı Saadetten günümüze kadar bütün hakiki ehl-i sünnet âlimlerine muhabbet beslemiş bir şahsiyettir. Bediüzzaman Hazretleri, Peygamberimizin (a.s.m.) sünnetine bağlı olan diğer cemaatleri, ordunun karacısı, havacısı, denizcisi ve jandarmacısı gibi kabul ederek, onları tenkide yönelmeden , onlarla çekişmeden hedefine yürümüştür. O, bazı reformistler gibi kendi bilgilerini satmak için başkasını tenkit etmeye ve mezhepleri inkâr etmeye ihtiyaç hissetmemiştir. Hatta “Hizmette muvaffak olmak için ehli sünnet âlimlerine bağlı kim olursa olsun, onlara karşı muhabbet beslemek şarttır” diyerek, bunu eserlerinde kaydetmiştir. Kendisi şafii mezhebine mensup olduğu halde, “şafi-i mezhebi köylülerin ihtiyaçlarını karşılar. İmam-ı Azam’ın mezhebi ise, medeniyete daha yakındır ve İmam-ı Azamın Mezhebi şehirlilerin ihtiyaçlarını karşılar” demekten çekinmemiştir.
16-Risale-i Nur’un ehemmiyeti siyasetten uzak kalmasından da kaynaklanıyor. Hatta partisini desteklemeyen birisi, evliya gibi birine lanet, şeytan gibi birisine rahmet okuduğunu görünce: “Euzübillahi mineşşeytani vessiyaseti”(Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım.) diyerek talebelerini siyasetten şiddetle men etmiştir. Hatta görülmemiş bir merhametle ortaya atılmış ki; idamına karar vermeye çalışan hakime, evladına zarar dokunur endişesi ile beddua etmeyerek kendisine Allah’tan hidayet temenni etmiştir.
17- Risale-i Nur eserlerinin hiçbir yerinde evlenme çağında olanların evlenmemelerini emreder bir yer olmadığı halde, Nur talebelerinden çok genç fakültesini bitirmiş vatani görevi olan askerliğini de yaptıktan sonra Risale-i Nurlardan aldıkları iman kuvveti ile gençlerin imanını kurtarmak gibi kudsi bir hizmete kendilerini Ashab-ı Kiram zamanında Ashab-ı Suffa gibi, feda eder derecede, yuva kurma gibi düşünceyi ya terk edip, veya ne kadar geçe bıraksalar kâr bildikleri için geçe bırakıyorlar. Bunları Peygamberimiz (a.s.m.): “Sizin en hayırlınız insanlara hayrı dokunanızdır” Hadisi Şerifi ile müjdeliyor. Bu mübarekler yalnız Risale-i Nurları okumakla yetinmeyip, kardeşler arasında bağlarını pekiştirmek ve daha çok okuyup daha iyi anlayanlardan faydalanmak için, haftada 3-4 defa dershanelerde toplanıp Risale-i Nurlardan ders almayı de ihmal etmemeye gayret ederler. İşte onların bu fedakarlıkları bizi bu eserleri dikkatle okumaya yöneltmektedir.
18-Nasılki insan, hayvana ve herhangi bir vasıtaya kaldırabilecekleri yükü yükler. Kaldıramayacakları yükleri yüklese hem hayvanı hem de vasıtayı mahvetmeye sebep olur. Çünkü, herhangi şeye taşıyamayacağı yükü yüklersen onu tehlikeyle karşı karşıya bırakmış olursun. Aynen bunun gibi, ibadet gibi bir çok “Zaruriyat-ı diniye” (dini zorunluluklar) ile yükümlü olan müslümanın imanı sağlam değilse, Allah’a karşı yapması lazım gelen işleri yapamadığı için, ecnebi gibi bir hayat yaşamaya başlar. Zaten İslamiyet’i yaşamayanlarda bundan başka bir sebep gösteremezsiniz. Her insanın en büyük görevi olan Allah’ın hak dinini yaşamasının ana sebebi iman olduğu için bizde, o imanı sağlam elde etmek için Risale-i Nur Eserlerini tekrar tekrar okuyoruz.
Nitekim Ahmed Şahin Hocamız bir Bursa yolculuğunu yaparken, Risale-i Nur eserleri sayesinde müslüman olmuş bir Almanla otobüste yan yana oturmuş. Çat pat Türkçe bilen Almanla tanıştıktan sonra. Alman, Hocaya, “Hoca, Hoca, siz çok yanlış“. Hoca, “neden yanlış?”. Alman, “camide insanlara onu yap bunu yapma dersiniz“. Hoca, “peki ne diyeceğiz?” Alman, “İslamiyet bir yüktür. Siz önce Müslüman’ın imanının sağlam olması için onu ikna edeceksiniz. Ondan sonra dinini yaşayabilme kuvvetine sahip olan müslümana ibadet yapma mesajlarını bildireceksiniz“. İşte gördünüz mü bizim yeni müslüman olmuş alman kardeşimizin Ahmet Şahin Hocaya sunduğu değişmez hakikati?
19-Bu eserlerden alınan kuvvetli iman sayesinde, daha önce namaz kılmayanlar, namaza başlıyorlar. Kılmasını bilmeyenler de, aldıkları kuvvetli iman sayesinde ibadetleri için lazım oldukları bilgileri öğreniyorlar ve namazlarını kılıyorlar ve öteki ibadetlerini de yapıyorlar elhamdülillah. Çünkü, Arapça bir kaide vardır: Teallemtül ilme littahsili, vel-ilmülfıkhi littatbiki.” Yani ilmi, tahsil ederek öğrendim, fıkıh ilmini ise, dini emirleri tatbik ederek öğrendim. Peki dini emirleri kim tatbik eder? Şüphe yok ki onu imanı sağlam kimseler tatbik edeceklerdir. İşte yukarıdaki metinden anlıyoruz ki: Nur talebeleri Nur eserlerinden sağladıkları iman sayesinde fıkıh bilgilerinden de cahil kalamazlar.
Bazıları bize, siz İmam-ı Gazalinin eserlerini okumuyorsunuz diyorlar. Onlara cevaben deriz ki: Bu zamanda ihtiyaç dörtten 20’ye belki yüze çıkmış, biz bu ihtiyaçlarımızı gidermeye çalışırken vakit bulamıyoruz ki onları de okuyalım. Yoksa onları da okuruz. Bu tenkide Bediüzzaman hazretleri kendisi şöyle cevap veriyor.”İmam-ı Gazalinin ve diğer âlimlerin eserleri tükenmez hazinedir. Fakat bazen olur ki, anahtar hazineden daha kıymetli olur”. O anahtar da imandır. Gazalinin eserlerini ve diğer dini kitapları imanlı kimseler okur. Biz vakit bulduğumuz zaman onları da okuruz.
Çantacı Necmi Ağabey bir ara kaplıcada iken, çevresine bir sürü kimseleri toplayıp onlara Risale-i Nur’lardan ders yapıyormuş. Orada bulunan bir ilahiyatçı, Necmi Ağabeye, “neden Gazalinin kitabından okumuyorsun da yalınız bu kitapları okuyorsun?” demiş. Necmi Ağabey hocaya, “işte görüyorsun ben Risaleleri okurken bu kardeşlerin hoşlarına gittiği için çevreme toplandılar. Sende beni tenkit edecek yerde, al Gazalinin eserlerini oku ve çevrene kimseleri topla ve onlara ders yap” demiş.
20-En son bunu da ilave edeyim, Risale-i Nurun üstünlüğünü tasdik eden bir hadise: çeşitli memleketlerden gelen Avrupada bulunan müslümanlar, çevresindekilere müslümanlığın güzelliğini tanıtmak için 15 gurup çalışıyormuş, bunlardan biri de Risale-i Nur talebeleri imiş. Öteki on dört gurup % 54’ün müslüman olmalarına sebep olmuşlar, yalınız Risale-i Nur Gurubuna dahil olanlar %46 nın müslüman olmalarına sebep olmuş. İşte görün Risale-i Nurlardaki tesirin kuvvetini.
Evet, maalesef, bazı kimseler kendileri hiç okumadan, muterizlerin(itirazcıların) laflarına inanarak, önyargıyla, şöyle olumsuz laflar ortaya seriyorlar: “Siz Risale-i Nurlara, Kur’andan fazla muhabbet ediyorsunuz; Said Nursi’yi Peygamberimizden daha fazla seviyorsunuz“. Biz bunlara şöyle cevap veriyoruz, Haşa ve kella! Yanlış düşünüyorsunuz. Çünkü Kur’anı ve Peygamberimiz aleyhissalatu vesselamı tam manasıyla bize sevdiren Risale-i Nur eserleridir. Çünkü bu eserleri okumadan önce, bizde Kur’ana ve Peygamberimize karşı bu kadar muhabbet yoktu. İnanmazsanız okuyunuz, sonra sizde bizi tasdik edeceksiniz diye, onlara cevap veriyoruz.
Abdülkadir Haktanır