Türkiye’de Bediüzzaman Said Nursi’nin etkisi oldukça geniştir ve fikirleri toplumun birçok kesimi tarafından derinlemesine incelenmektedir. Nursi, özellikle Risale-i Nur Külliyatı ile Türk toplumunda önemli bir manevi ve fikri etki bırakmıştır. Eserlerinin irdelenmesi ve buradan problemlere çözümler üretilmesi bunun temel sebebidir.
İşte Türkiye’deki etkisinin bazı ana yönleri:
1. Manevi ve Dini Rehberlik:
Bediüzzaman, özellikle iman ve İslam’ı yeniden canlandırma amacıyla yazdığı Risale-i Nur eserleriyle, birçok insanın dini hayatına rehberlik etmiştir. Eserleri, özellikle Cumhuriyet döneminde din eğitiminin sınırlı olduğu zamanlarda, bireylerin kendi başlarına dinlerini öğrenmelerine yardımcı olmuştur.
2. Risale-i Nur Hareketi:
Türkiye’de Said Nursi’nin fikirleri etrafında gelişen Risale-i Nur cemaati, çeşitli kesimler tarafından takip edilmekte ve Nursi’nin öğretilerini yayma amacıyla faaliyetler yürütmektedir. Bu hareket, dini cemaatler arasında önemli bir yere sahiptir ve birçok dernek, vakıf ve eğitim faaliyeti ile topluma katkıda bulunmaya devam etmektedir.
3. İslami ve Modern Yaklaşım:
Bediüzzaman, İslam’ın bilim, modernite ve rasyonalite ile uyumlu olduğunu savunmuştur. Bu yönüyle, dinin modern dünyanın sorunlarına çözüm sunabileceğini söyleyerek, Türkiye’deki dini düşünceye önemli bir yenilik getirmiştir. Özellikle genç kesimlerde, iman, akıl ve bilimi bir arada ele alan bu yaklaşımı ilgi çekmiştir.
4. Toplumsal Barış ve Birlik:
Bediüzzaman, Türkiye’de toplumsal birlik ve kardeşlik vurgusu yapmış, ayrımcılığa karşı durmuş ve hoşgörü anlayışını savunmuştur. Onun bu yaklaşımı, Türkiye’deki farklı sosyal ve dini kesimler arasında köprüler kurmuş ve barışa katkı sağlamıştır.
5. Eleştiriler:
Nursi’nin eserleri bazı laik ve seküler kesimler tarafından eleştirilmiş olsa da fikirlerinin daha geniş bir kesim tarafından tartışılmasına neden olmuştur. Bir nevi Risalelerin merak edilmesine kapı açmıştır.
Sonuç olarak, Türkiye’de Bediüzzaman Said Nursi’nin etkisi, manevi ve toplumsal düzeyde geniş bir yelpazeye yayılmaktadır.
Risale-i Nur cemaatleri, eğitim faaliyetleri ve eserlerinin okunması yoluyla Nursi’nin fikirleri, Türkiye’de hâlâ güçlü bir şekilde yaşamaktadır. 1953’te Resmi olarak İhlas Nur Neşriyat ismiyle baskıya başlanan Risale-i Nur Külliyatı’nı bugün yayınlayan hem yayınevi sayısı artmış hem de tercüme eserler ve Türkçe baskıları artarak devam etmektedir.
Türkiye’de Nurculuk hareketi, Bediüzzaman Said Nursi ve Risale-i Nur Külliyatı eserleri etrafında şekillenen ve farklı gruplarla çeşitlenen bir inanç ve hizmet anlayışını temsil etmektedir. Gruplaşmaların olması çok normal bir şey çünkü hitap edilen kesim insanlardan oluşmakta insanların da anlayışları mizaçları, fıtratları, kültürleri farklı olmasından kaynaklanmaktadır.
Bediüzzaman Said Nursi’nin I. Millet Meclisini terk edip Van’a gitmesiyle artık Risale-i Nur Külliyatı’nın telif edilme sürecine yavaş yavaş giden süreç başlamıştır. Nurun ilk kapısı isimli eserin başlangıcı Van’da başlasa da en son hali Burdur’da olmuştur bu sebeple Burdur’da telif edilmiştir şeklinde kaynaklara girmiştir.
Risale-i Nur Hizmeti temelde iki ana grup altında toplanmaktadır. Bu hareket, okuyucular ve yazıcılar olarak ikiye ayrılmaktadır.
1. Okuyucular Grubu
Okuyucular grubu, Risale-i Nur Külliyatı’na odaklanarak bu eserlerin okunması, anlaşılması ve yayılmasını hedefleyen toplulukları kapsamaktadır.
Bu grup altında yer alan önemli isimler şunlardır:
Hizmet Vakfı: Bediüzzaman Said Nursi’nin naşir ve varisleri tarafından 1973’te İstanbul’da tevafuklu Kur’an-ı Kerim’in basımı, Risale-i Nur külliyatı’nın basımı ve Risale-i Nur hizmetinin sevk ve idaresi amacıyla kurulmuştur.
Envar Neşriyat, 2015’te Hizmet Vakfı ile birleşerek yayıncılık kısmı Envar Neşriyat üzerinden devam etmektedir. Tüm okuyucu gruplar tarafından üst çatı olarak kabul edilmektedir.
Meşveret Cemaati:
Risale-i Nur’un aslını okuyan ve Türkiye’nin hemen hemen tüm il ve ilçesinde faaliyet göstermektedir.
Hizmet alanları geniş olup, yurt dışındaki çalışmaları da bulunmaktadır. Meşveret grubu, Envar, Sözler, İhlas Nur ve RNK Yayınevi baskısı Risale-i Nur’ları okumaktadır.
Hamidiye ve Suffa vakıfları Bu grubun en bilinen vakıf kuruluşlarıdır.
A) Hamidiye Vakfı: Bediüzzaman Said Nursi’nin eserlerini tanıtma ve yayma amacıyla kurulmuş olan bir vakıftır. 1970’li yıllarda faaliyete geçmiştir. Hamidiye Vakfı, Nurculuk hareketi içinde önemli bir yere sahip olup, Risale-i Nur’un yayılmasına katkıda bulunan çeşitli etkinlikler düzenlemektedir. Vakıf, toplumun manevi ve milli değerlerini koruma amacıyla çeşitli sosyal projeler ve yardımlaşma faaliyetleri yürütmektedir.
B) Suffa Vakfı:
Nurculuk hareketinin önemli yapılarından biridir ve Bediüzzaman Said Nursi’nin eserlerinin yayılmasını hedefleyen çalışmalarda bulunur. Vakıf, 1990’lı yıllarda kurulmuştur. Temel amacı, Risale-i Nur’un anlaşılması, okunması ve yayılması konusunda toplumda bilinç oluşturmak ve eğitim faaliyetleri gerçekleştirmektir. Vakıf, bağımlılıkla mücadele ve bakıma muhtaç çocuklara yardım gibi sosyal faaliyetlerini bu konular üzerine kurulan dernek üzerinden yürütmektedir.
Sözler Cemaati:
Bediüzzaman Said Nursi’nin yakın talebelerinden Mustafa Sungur’un çevresinde şekillenen ve Aslan Bey Vakfı bünyesinde faaliyet gösteren Sözler Yayınevi’nin Risalelerini okuyan, Meşveret grubu ile aynı özellikleri taşıyan bir gruptur.
İhlas Nur Cemaati:
Ankara merkezli olan bu grup, Bediüzzaman Said Nursi’nin naşir talebelerinden M. Said Özdemir’in etrafında şekillenmiştir.
İhlas Nur Yayınevi ve Envar Yayınevi, bu grup tarafından okunmaktadır ve Meşveret grubu ile benzerlik taşımaktadır.
İhlas Nur Yayınevi 1953 senesinde Bediüzzaman Said Nursi’nin teşviki ve bir miktar sermayesi ile beraber Said Özdemir’e Ankara’da kurdurulmuş olup ilk resmi Risale-i Nur yayınevidir. İlk resmi Risale-i Nur yayınevi olan ihlas Nur Neşriyat’tan sonra yayıncılık sayısı artmıştır.
İnternet ortamında ilk Risale-i Nur hizmeti de Said Özdemir tarafından başlatılmış olup günümüze öncülük etmiştir.
Kurtoğlu/Emek Cemaati:
Mehmet Kurtoğlu tarafından Ankara’da kurulmuş olup, 1980’lerde Meşveret ve Yeni Asya ayrılığında ortaya çıkmıştır.
Sadece Risale-i Nur’a yönelerek hizmet etmeyi amaçlamışlardır. Emek cemaati olarak da bilinirler. Envar Yayınevi’nin Risalelerini okurlar ve en küçük okuyucu gruptur.
Yeni Asya Cemaati:
Mehmet Kutlular tarafından kurulmuştur. Risale-i Nur’un Türkçe ve yabancı dilde baskılarını yapmaktadır. Yeni Asya gazetesi, Can Kardeş dergisi ve Fidanlık dergisi, Bizim Aile dergisi, Genç Yorum dergisi, Köprü dergisi bu grup tarafından çıkarılmaktadır. Risale-i Nur Enstitüsü de bu gruba aittir. 1980’e kadar tüm okuyucu gruplar beraber hareket etmiş olmakla birlikte, 1980’den sonra Yeni Asya ve Meşveret grubu olarak iki gruba ayrılıp hizmete devam etmişlerdir.
Nesil Cemaati:
Mehmet Birinci ve Mehmet Fırıncı tarafından kurulmuş olup, Risale-i Nur’un Türkçe ve yabancı dil baskılarını yapmışlardır.
Risale-i Nur destekli çeşitli kitaplar, bu grup tarafından kurulan Nesil Yayıncılık tarafından basılmaktadır. Risale-i Nur baskılarını Söz Yayıncılık üzerinden aynı grup yapmaktadır. İstanbul İlim ve Kültür Vakfı bu gruba aittir. Nesil yayınları 2020’ler de el değiştirmiştir. Ama grup ve vakıf faaliyetlerine devam etmektedir.
Med-Zehra Cemaati:
Grubun kurucusu Sıddık Dursun’dur. Bingöl’de kurulmuştur. Risale-i Nur’un baskılarını yapan Tenvir Yayınevi bu gruba ait olup, genellikle Doğu ve Güneydoğu’da yaygındır.
Risale-i Nur’u külliyatında tahrifat yapıldığını iddia etmektedirler. Fütûhat Yayınevi ismiyle grubun kültürel kitapları basılmaktadır.
Zehra Cemaati:
Med-Zehra ile benzer özellikler taşımakla beraber, Zehra Yayıncılık bu gruba aittir. Molla İzzettin tarafından kurulmuştur. Kültürel kitapları Gündönümü yayınları, Kent Işıkları yayınları tarafından basılmakla beraber Nubihar Dergisi ve Ortak Zemin Dergisi de bu vakfın bünyesinde basılmaktadır. 2015ler de kendi içinde ayrılmalar yaşamıştır.
2. Yazıcı Grubu/Cemaati:
Yazıcı Cemaati, Risale-i Nur’u Osmanlıca metinler üzerinden insanlara ulaştırmayı amaçlar. Osmanlıca, bu grubun şiarıdır.
Samsun ve Bursa’da iki yazıcı grubu olarak faaliyet göstermeleri ile beraber genellikle Türkiye’de tek grup olarak faaliyet gösterirler.
Hayrat Vakfı:
Bu vakıf, Hayrat Neşriyat ve Altınbaşak Neşriyat isimli iki yayınevi ile faaliyet göstermektedir. Kurucusu Hüsrev Altınbaşak’tır. Risalelerin hem Osmanlıca hem de Osmanlıca Latince mukayeseli olarak basımını gerçekleştirmektedir. Çeşitli sosyal vakıfları ve helal gıda üzerine de çalışmaları bulunmaktadır.
Sonuç olarak
Nurculuk hareketi, Risale-i Nur Hizmeti, kozmopolit bir yapı sergileyerek, farklı grupların birbirleriyle etkileşim içinde olmasına rağmen, kendi içlerinde ayrı yapılanmalar göstermektedir. Bu gruplar, toplumun milli ve manevi değerlerini koruma amacı güden bir anlayışla faaliyet göstermektedir.
Risale-i Nur Külliyatı’nı Basan Yayınevleri:
1. Envar Neşriyat:
1976 yılında İstanbul’da Abdulkadir Badıllı tarafından kurulup daha sonra Ahmet Aytimur’a devredilmiştir.
Risale-i Nur’un orijinal metinlerini yayınlanmakta olup, Osmanlıca, Arapça, İngilizce başta olarak Risale-i Nur tercümelerinin de baskısını yapmaktadır.
2. Sözler Neşriyat:
1974 yılında İstanbul’da Abdullah Yeğin tarafından kurulup daha sonra Mustafa Sungur ve Bayram Yüksel’e devredilmiştir.
Orjinal Risale-i Nur baskısıyla beraber dünyanın 60 diline tercüme edilmiş Risale-i Nur baskılarını da yapmaktadır.
3. İhlas Nur Neşriyat:
1953 yılında Ankara’da M. Said Özdemir tarafından kurulmuştur. İlk resmi Risale-i Nur Külliyatı baskısını yapmakla beraber Bediüzzaman Said Nursi hayattayken kurulan ilk ve tek risale yayıncılığı olma özelliğini taşıyor.
5. Rnk Neşriyat:
2005 yılında İstanbul’da Hamidiye ve Suffa vakıfları işbirliğiyle kurulmuştur. Meşveret cemaati yayını olarak da bilinir. Orjinal Risale-i Nur Külliyatı baskıları yapmakla beraber Osmanlıca ve Tercüme Risalelerin de baskısını yapmaktadır.
5. Yeni Asya Neşriyat:
1975 yılında İstanbul’da kurulmuştur. Mehmet Kutlular tarafından kurulan yayınevi, Risale-i Nur’un Türkçe baskılarını lugatlı olarak yapmaktadır.
6. Hayrat Neşriyat ve Altınbaşak Neşriyat: Yazıcı Cemaati tarafından tercih edilen yayınevleridir. Hayrat Vakfı bünyesinde faaliyet gösterirler ve Risale-i Nur’un Osmanlıca ve Osmanlıca-Latince mukayeseli baskılarını yaparlar. Kur’an’ı Kerim ve Risale-i Nur Külliyatı baskıları lugatlı olarak yapılmaktadır.
7. Nesil Yayıncılık & Söz Basım:
2005 yılında İstanbul’da Yeni Asya’dan ayrılarak Mehmet Birinci ve Mehmet Fırıncı tarafından kurulmuş olup, Risale-i Nur’un Türkçe ve yabancı dil baskılarını yapmaktadır. Ayrıca, bu grup tarafından kurulan Söz Yayıncılık üzerinden de Risale-i Nur baskıları lügatli olarak gerçekleştirilmektedir.
8. Tenvir Neşriyat:
1976 yılında Sıddık Dursun tarafından kurulmuştur.
Med-Zehra grubu tarafından tercih edilen bir yayınevidir ve lugatli olarak Risale-i Nur baskılarını yapmaktadır.
9. Zehra Yayıncılık:
1997 yılında kurulmuştur.
Zehra Vakfı’na ait olup Risale-i Nur Külliyatı baskılarını Lugatli olarak baskısını yapmaktadır. Tercüme Risalelere Kürtçe’yi eklemiştir.
10. Şahdamar/Işık/Define Yayınları (Kaynak Yayın Grubu):
Risale-i Nur Külliyatı’nı hem Lügatli hem de lügatsız olarak baskılarını yapmakla beraber sadeleştirilmiş Risale-i Nur metinlerini de baskısını yapmıştır. 2015 Fetö darbe girişimiyle bu yayın grubu kapatılmış olup yayıncılık faaliyetleri durdurulmuştur.
11. Mutlu Yayıncılık:
1992 yılında kurulmuştur İsmail Mutlu tarafından.
İlk sadeleştirilmiş Risale-i Nur külliyatı baskısını yapmıştır. Bu çıkışı diğer Nur cemaatleri tarafından eleştiri ve tepkiyle karşılandı. Hem Risale-i Nur hem de çeşitli kitapların baskısını yapmaktadır. Cemaatleşme amacı olmamıştır.
12. Rahle Yayınları:
Tahşiye Grubu olarak bilinen grubun Risale basımı yapan yayın grubudur.
Esselâmüaleyküm ve rahmetullâhî ve berakâtühû, Vel fecri veleyâlin aşrin Aziz, sıddık ve kahraman kardeşlerimiz!
Risale-i Nur’un te’lifatı Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri Denizli hapsinden çıktıktan sonraki zamana kadar Risale-i Nur Külliyatını, Risaleler hâlinde neşrediyordu.
Risale-i Nur’un te’lifi yirmi üç senede tamam oldu. Bu neşir ve tamim tarzından sonra Risaleler hâlinde olan eserlerinden birer kısmını bir araya getirip; tertip ve tasnif ederek büyük mecmualar hâlinde, “Kuvvet icmâdadır.” Müessir ve müsmir düsturuna binaen neşretme safhasına giriyor.
O sıralarda bir inayet-i İlahî bir imdâd-ı Peygamberî olarak Üstâd-ı zîşanımızın harikulâde ihlâsına Isparta Nur kahramanlarının yüksek himmet ve gayretlerine mükâfaten bir çoğaltma makinesi bulunuyor.
Bu makineyle hizmet-i Nuriye’de saff-ı evvel teşkil eden bu halis ve fedakâr Nur nâşirleri müttehid ve mütesânid bir cemaat hâlinde meşveret ve taksim-ül âmâl düsturuna riayet ederek bu mecmuaların bir kısmını hatt-ı Kur’ân’la yazıp çoğaltıyorlar. İhtiyatlı, dirayetli, Nurları çoklukla böyle halisâne vaziyette neşrediyorlar. Bu uğurda bütün maddî mânevî mevcudiyetlerini feda edercesine çalışıyorlar.
El yazıları ile yazmaya da yine devam ediliyor. Âli-himmet bir hâlet-i ruhiye içinde Isparta, İnebolu, Safranbolu’nun Nur hâdim ve nâşirleri bu şaheserleri hatt-ı Kur’ân’la ve Asâ-yı Mûsa mecmuasını ve bazı Risaleleri de yeni yazı ile binlerce nüsha teksir ederek Anadolu ve âlem-i İslâma kadar ulaştırmaya inayet-i İlâhî ile muvaffak olurlar.
Üstad’ımız buyuruyor ki, “Ben de Kur’ân-ı Mu’ciz-ül Beyanın bir mânevî tefsiri olan Risale-i Nur’un Talebesiyim. Kim benimle ders arkadaşlığını yapmak isterse o da Risale-i Nur’u okusun. Benim şahsımın ehemmiyeti yoktur. Ben sadece Kur’ân’ın dellâlı ve mücevharat dükkânının dellâlıyım.”
Selçuklu ve Osmanlı devletinin temeli,Şeyh Edebali, Dursun Fakih, Mevlana, Yunus Emre, Ahmet Yesevi Hızır Çelebi, Molla Gürani, Akşemsettin, Kemal Paşazade ve Zenbilli Ali Efendi gibi nice büyük alimlerin ve manevi sultanların rehberliğinde aşk ile iman, insaf ile adalet ve akıl ile mantık esasları üzerine bina edilmiş; yine bu manevi otoritelerin rehberliğinde mantıklı, sağlam ve intizamlı bir şekilde yürütülmüştü. Cumhuriyet devrinin manevi dinamiği ve mimarı ise Bediüzzaman Hazretleri ve onun bir marifet ve fazilet hazinesi olan eseri Risale-i Nur olmuştur.
Evet, medrese ve tekkeler kapatılınca Cenab-ı Hak lütuf ve kereminden Risale-i Nur gibi bir eser nasip etti. Eskiden Arapça, Kur’an, hadis, kelam ve fıkıh gibi dersler müderrisler tarafından okutulurdu. Burada tedrisat görenler ise on beş yıl okutulduktan sonra ancak alî ilimlere çıkılabilirdi. Zaten o medreselerde herkes de okuyamazdı. İşte kapatılan o medrese ve tekkelere bedel, Risale-i Nur öyle bir mektep ve medrese oldu ki, her kesimden, her meslek grubundan talebesi var. Bu hizmet sadece belli bir yaş grubuna münhasır değildir. Çocuklar, gençler, ihtiyarlar, hanımlar, mütefekkirler, araştırmacılar, ilim adamları bu mektebin birer talebesidirler. Bu eserleri okuyan herkes istidat ve kabiliyeti nispetinde ondan hisse alır, kalbine ve ruhuna nakşeder ve imanını inkişaf ettirir.
Üstad Hazretleri bu hakikatı şöyle ifade eder:
“Evet Risale-i Nur on beş senede kazanılan kuvvetli iman-ı tahkikîyi, on beş haftada ve bazılara on beş günde kazandırdığına, yirmi senede yirmi bin zât tecrübeleriyle şehadet ederler.”[1]
“Tevfik-i İlahî refiki olan adam, tarîkat berzahına girmeden zahirden hakikate geçebilir. Evet Kur’an’dan, hakikat-ı tarîkatı -tarîkatsız- feyiz suretiyle gördüm ve bir parça aldım. Ve keza maksud-u bizzât olan ilimlere ulûm-u âliyeyi okumaksızın îsal edici bir yol buldum.”[2]
Bu hizmet bir mekâna, belirli bir merkeze ve bir şahsa bağlı değildir. Bu hizmet bütün dünyayı içine alacak şekilde çok geniştir. Bu dersleri okuyanların hepsi talebe ve şakirttir. Bu talebelik ise bir ömür boyu devam etmektedir.
Evet, dünyanın hiçbir yerinde yaşları, meslekleri, branşları ayrı olan milyonlarca insanı bir araya toplayan, birbiri ile kaynaştıran, onları bir akraba haline getiren, kalplere Allah korkusunu ve muhabbetini yerleştiren, insan sevgisinin ve uhuvvetin ehemmiyetini ortaya koyan, onlara bir hedef gösteren bir başka ekol yoktur. Bu bakımdan Risale-i Nur, bir cihan üniversitesidir. Üstad Hazretleri Münâzarat adlı eserinde şöyle buyurur:
“İslâmiyet hariçte temessül etse; bir menzili mekteb, bir hücresi medrese, bir köşesi zâviye, salonu dahi mecmaü’l küll, biri diğerinini noksanını tekmil için bir meclis-i şûra olarak, bir kasr-ı meşîd-i nuranî timsalinde arz-ı dîdar edecektir. Âyine kendince güneşi temsil ettiği gibi, şu Medresetü’z Zehrâ dahi o kasr-ı İlâhîyi haricen temsil edecektir.”[3]
Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin harika bir şekil de izah ettiği bu hizmeti, bu asırda Risale-i Nur hakkıyla ifa ve temsil etmektedir.
Risale-i Nur’daki bütün hakikatler bu asırdaki insanların fıtratına uygun, fevkalade orijinal ve mükemmeldir. Risale-i Nur’un mevzuları gibi, o mevzuları meydana getiren cümleler ve kelimeler de gayet mükemmel ve orijinaldir. Onlar hiçbir kitaptan alınmamış ve doğrudan doğruya Üstadın kalbine Kur’an’dan ilham edilmiştir.
Nitekim Üstadımız da bu hakikatı şöyle ifade etmektedir:
“Risalet-ün-Nur sair te’lifat gibi ulûm ve fünundan ve başka kitaplardan alınmamış. Kur’ân’dan başka me’hazı yok, Kur’ân’dan başka üstadı yok, Kur’ân’dan başka mercii yoktur. Te’lif olduğu vakit hiçbir kitab müellifinin yanında bulunmuyordu. Doğrudan doğruya Kur’ân’ın feyzinden mülhemdir ve semâ-i Kur’ânîden ve âyâtının nücumundan, yıldızlarından iniyor, nüzul ediyor.”[4]
Bunun içindir ki, insanların aklına, ruhuna, kalbine ve tüm hislerine hitap edenbu harika eserler raflarda durmuyor, büyük bir şevkle tekrar tekrar okunuyor, okuyucunun elinde ve cebinde dolaşıyor.
Osman Yüksel Serdengeçti’nin ifadesiyle;
“Yıllardır mukaddesatları çiğnenmiş vatan çocukları, mahvedilen nesiller, îmana susayanlar; onun yoluna, onun nuruna koştular. Üstad’ın Nur risaleleri elden ele, dilden dile, ilden ile ulaştı, dolaştı. Genç-ihtiyar, cahil-münevver, sekizinden seksenine kadar herkes ondan bir şey aldı, onun nuruyla nurlandı.”[5]
Kur’an’ın manevi bir tefsiri olan Risale-i Nurdaki ulvi hakikatler, îman, marifet, ahlak, edep ve irfan sahasında büyük fütuhat yapmış, başta Arapça ve İngilizce olmak üzere kırktan fazla dile çevrilmiş ve hamiyetli ve gayretli insanlar tarafından Avrupa, Amerika, Afrika ve Asya kıtalarına kadar ulaştırılmıştır.
Helaket ve felaket esrında her türlü menfi cereyanlar, imansızlık ve sefahet ateşi her tarafı kasıp kavurmakta idi. Üstad bu manzarayı şöyle dile getirir.
“Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor, içinde evlâdım yanıyor, îmanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeğe, îmanımı kurtarmağa koşuyorum.”[6]
Evet, Kur’an nurunu söndürmeye çalışanlar zulümlerini bütün şiddetiyle icra ediyorlardı. Başta Bediüzzaman olmak üzere Kur’an’a ve imana hizmet eden ilim ve irfan erbabı her türlü zulüm, istibdat, hapis ve sürgün gibi eza ve cefalara maruz kalıyorlardı. Bediüzzaman’ın ifadesiyle;
“Zulüm, başına adalet külâhını geçirmiş; hıyanet, hamiyet libasını giymiş; cihada bagy ismi takılmış, esarete hürriyet namı verilmiş. Ezdad, suretlerini mübadele etmişler.”[7]
Dolayısıyla, fazilete, rezalet; rezalete fazilet denilen dehşetli bir asır yaşanıyordu. Himmet erbabı, hiçbir tarihte, onun zamanındaki gibi eza ve cefaya maruz kalmamıştı.
Cenab-ı Hak, lütuf ve kereminden ahır zamanda Bediüzzaman gibi büyük bir mürşidi insanlığın imdadına gönderdi. Onun yazmış olduğu insanlığın manevi reçetesi olan bu eserlerin ekserisi, tekke ve zaviyelerin kapatıldığı, her türlü dini tedrisatın yasak edilip Kur’an’ı okuyan ve okutanların takibat altına alındığı, batı kaynaklı her türlü menfi cereyanların ortaya çıkıp revaç gördüğü, bu necip milletin imanına, ahlakına, mukaddesatına, ezanına ve ubudiyetine hücum edildiği, gençliğimizin tarihine ve öz kültürüne yabacılaştırıldığı, dini ve milli seciyelerini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya bırakıldığı ve milletimizin manen sarsılıp, ruhen çökertildiği dehşetli bir zamanda hem de hapishanelerde ve tecritlerde yazılmıştır.
Bediüzzaman Hazretleri bu dehşetli durumu şöyle ifade eder:
“Onların zamanlarında imanın esasatına ve köklerine hücum yoktu ve erkân-ı iman sarsılmıyordu. Şimdi ise köklerine ve erkânına şiddetli ve cemaatli bir surette taarruz var. O divanlar ve risalelerin çoğu has mü’minlere ve ferdlere hitab ederler, bu zamanın dehşetli taarruzunu def’edemiyorlar.”[8]
“Bilirsiniz ki: Eğer dalalet cehaletten gelse izalesi kolaydır. Fakat dalalet, fenden ve ilimden gelse, izalesi müşküldür. Eski zamanda ikinci kısım, binde bir bulunuyordu. Bulunanlardan ancak binden biri irşad ile yola gelebilirdi. Çünki öyleler kendilerini beğeniyorlar; hem bilmiyorlar, hem kendilerini bilir zannediyorlar.”[9]
“Evet bu asrın dehşetine karşı taklidî olan îtikadın istinad kal’aları sarsılmış ve uzaklaşmış ve perdelenmiş olduğundan her mü’min tek başıyla dalâletin cemaatle hücumuna mukavemet ettirecek gayet kuvvetli bir îman-ı tahkikî lâzımdır ki dayanabilsin.”[10]
Bunun içindir ki, Üstad Bediüzzaman Hazretleri asırlarını feyizleriyle nurlandıran o büyük tarikat kahramanları da bu zamanda gelseydiler bütün himmet ve gayretlerini iman hizmetine sarf edeceklerini şöyle ifade etmektedir:
Bu da şüphe ve tereddütlerin izalesi, akılların tatmini ve kalplerin tenvir edilmesiyle iman hakikatlerinin sarsılmaz delil ve burhanlarla insanların ruhuna, aklına, vicdanına ve bütün hissiyatlarına nakşedilmesiyle olabilir. Risale-i Nur bu hizmeti hakkıyla ifa etmiştir. Üstadımız,
“Tesadüf, şirk ve tabiat”tan teşekkül eden fesad şebekesinin âlem-i İslâm’dan nefiy ve ihracına, Risale-i Nur’ca verilen karar infaz edilmiştir.”[11]buyurarak bunu ifade etmiştir.
“Madem hakikat böyledir; ben tahmin ediyorum ki: Eğer Şeyh Abdülkadir-i Geylanî (R.A.) ve Şah-ı Nakşibend (R.A.) ve İmam-ı Rabbanî (R.A.) gibi zâtlar bu zamanda olsaydılar, bütün himmetlerini, hakaik-i imaniyenin ve akaid-i İslâmiyenin takviyesine sarf edeceklerdi. Çünki saadet-i ebediyenin medarı onlardır. Onlarda kusur edilse, şekavet-i ebediyeye sebebiyet verir. İmansız Cennet’e gidemez, fakat tasavvufsuz Cennet’e giden pek çoktur. Ekmeksiz insan yaşayamaz, fakat meyvesiz yaşayabilir. Tasavvuf meyvedir, hakaik-i İslâmiye gıdadır. Eskiden kırk günden tut, tâ kırk seneye kadar bir seyr ü sülûk ile bazı hakaik-i imaniyeye ancak çıkılabilirdi. Şimdi ise Cenab-ı Hakk’ın rahmetiyle, kırk dakikada o hakaika çıkılacak bir yol bulunsa; o yola karşı lâkayt kalmak, elbette kâr-ı akıl değil…”[12]
Üstadımızın; “Zaman tarikat zamanı değil, hakikat zamanıdır.”buyurması da bu nokta-i nazardandır. Yoksa onun, hâşâ tarikata karşı olması demek değildir. Nitekim üstadımız “Telvihat-ı Tis’a” adıyla yazmış olduğu çok ehemmiyetli ve çok harika eserinde tasavvufun sayısız faydalarını, güzelliklerini, hikmetlerini, hakikatlerini, ehemmiyetini ve dindeki yerini izah etmiştir. Bediüzzaman Hazretleri bu harika eserinde tarikata intisap eden bazı ehliyetsiz fertlerin hatalarını nazara vererek tarikata hücum edenlere karşı, tarikatın maksadını, gayesini ve ehemmiyetini fevkalade bir vukufla ortaya koymuş, tarikata hücum eden din düşmanlarına şiddetli ve dehşetli tokatlar vurmuş, herkesin kendi köşesine çekildi o dehşetli dönemde kaleme aldığı bu eser ile mülhitleri ilzam etmiş, müminleri, özellikle de tarikat erbabını memnun ve mesrur etmiştir.
Okumak fiili bir şeydir; fakat tüm şeyler bu fiilin yapılıp yapılmaması ve nasıl, ne kalitede olmasından çıkmaktadır. Hakikaten insan alemini neyle doldurursa meşgul olduğu şeyler hayatının her sahasını kendi rengine boyamaktadır.
Bizler Risale-i Nur ile meşgul olup âlemimizi hakikatlerle doldurursak o zaman hadiselere bakış açımız da, tavır ve düşüncelerimiz de nur ve nurani olacaktır. Ne kadar nur ve nurani olursa alemimiz, bizler de o nisbette müstakim birisi oluruz. Bu meselelerde ters orantı caridir. Biri ne kadar çoksa diğeri o kadar azalır.
İnsan, meşgul olduğu, yaptığı şeyin kutsiyetini bildiği yani şuurunda olduğu sürece elindeki işin kıymetini daha iyi anlar ve dört elle değil tüm varlığıyla sarılır.
Elindeki iş, ahiretini imar edecek, kurtaracak bir eser olursa hele… Bakın bunu mesleğimizdeki adanmış bir ruh, dava adamı olan Zübeyir ağabey nasıl ifade ediyor.
“Risale-i Nur, yirminci asrın Müslümanlarını ve bütün insanları, koyu fikir karanlıklarından ve müdhiş dalalet yollarından kurtarmak için müellifin kendi ihtiyarıyla değil, bir ihsan-ı İlahî olarak yazılmış olan ilhamî bir eserdir.
İşte insan üzerindeki tesiri pek büyük olan böyle bir eseri devamlı olarak teenni ile ve lügatların manalarını öğrenerek dikkatle okuyabilseniz, geceli gündüzlü çalışan birçok Nur talebeleri gibi siz de büyük bir huzur ve saadete kavuşursunuz.
Hem gayet cevval ve fa’al bir hale gelirsiniz. O kutsi eserleri günlerce okuyabilmenin İlahî hazzı ile çırpınırsınız. Bu gibi kıymetli ölçüye sığmayan eserlerle meşgul olabilmek için beş dakikayı bile boşa geçirmezsiniz.
Ve hem daima cebinizde, çantanızda Nurları taşımak, okumak; daima okumak için zamanlarınızı büyük bir kıymetle kıymetlendireceksiniz. Nurları okumak sevgisiyle, Nurları okumak heyecanıyla, Nurları okumak ihtiyacıyla yanacaksınız.”[1]
İman hakikatleriyle meşgul olmak bu kadar ehemmiyetlidir. Çünkü bu meşguliyet öyle alalade bir şey değil ki, ya ebedi saadet ya da şekavetin meşguliyeti bu.
Ebedi bir hayatın kilometre taşlarını ellerimizle döşüyor, yontuyoruz. Tabiki böyle ehemmiyetli bir iş o kadar basit olmayacaktır. Çileler, imtizaç sorunları, anlamada dimağ kabziyeti… O kadar ucuz ve basit değil. Çünkü bunların karşılığında ebed var ebed…
“Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku. Yoksa hayvan ve câmid hükmünde insan olmak ihtimali var.”[2]
Burası da çok mühim. Ya iman ile insan olur ya imansızlıkla hayvan olmak.
“İnsan bu âleme ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir. Mahiyet ve istidad itibariyle her şey ilme bağlıdır. Ve bütün ulûm-u hakikiyenin esası ve madeni ve nuru ve ruhu; marifetullahtır ve onun üss-ül esası da iman-ı billahtır.”[3]
İnsanın ebede giden yolda ilmi, ihlası, duası, sadakati nispetinde istidatları kabiliyete inkılap ederek yolda muhkem adımlarla ilerleyecektir. Tabi sadece ilim, ihlas, istikamet, marifetullah ve muhabbetullah yetmeyecektir. Çünkü nice ihlas sahipleri var ki ihlastan eser kalmamış, müstakimler var ki tarumar olmuş, âlimler var ki o ilim onları helak etmiştir.
Okuduğunun şuurunda olmak bu sebeple ehemmiyetlidir. Şuursuz okumalar veya sathi nazarlar laf ebeliği ve malumat-furuşluktan öteye geçemeyecektir. Şimdi piyasada olduğu gibi.
Bu manalarla bakınca insan ya âlemlere esir olur kendi alemini hercümerç eder veya malayaniyattan sıyrılır alemini inşa ve ihya eder.
“Okunan ilmî ve imanî meseleyi zihnen tekrar etmeli, sonra sesli olarak okumalı, sonra kelimelerle anladığını yazmaya çalışmalı, şuurlu çalışmalı, düşünerek okumalıdır.”
“İmanî bir fikrin kendimize mâl edilmesi ve hayatımıza tatbik edilmesi için, onun aklımızda kalması gerekir. Bunun için, şuurlu olarak daimî tekrarlar, egzersizler yapmak gerekir.”
“İnsanın düşünce ve niyeti ne ise, o insan, ancak onlara göre bir insandır.”[4]
“Risale-i Nur, tefsir-i Kur’anı, ruhlara kut, fikirlere kuvvet verir, tekrar tekrar okundukça güneşlerin ziyası gibi ruhlara fikirlere hayat verir. İmanları inkişaf ettirir. Kuvvet-i imana salâbet-i diniyeye İlâhî bir zevk surur halâvet, ferah ve lezzet verir. Sebat ve sadakatla hergün okundukça defalarca mütalâa ettikce bu tekerrür insanda hakaik-ı imaniyeyi daha fazla parlatır. Böyle mes’ud bir insanın manevî cihazatına hak ve hakikat nurları daha fazla saçılır. Risale-i Nur’un okunması tekerrür ettikce ihtiva ettiği ukde-i hayatiye ve nuranî esaslar, Kur’anî hakikatlar iştihaları açar.”[5]
Selam ve selamet şuurlu bir şekilde okuyanların üzerine olsun.