Etiket arşivi: A.Raif Öztürk

Iztırari DUA, İşte Böyle Kabul Olur!..

Yüce Rabbimiz “dua edin, duanızı kabul edeyim”, “Bana dua ediniz ki size icabet edeyim. (cevap vereyim.)” buyuruyor. (Mü’min Suresi, 60. Ayet.)
Yüce Peygamberimiz ise te’yiden: “Allah’a dua eden herkese, Allah icabet eder. (Cevap verir.) Bu icabet, ya dünyada peşin olur, ya da ahirete saklanır yahut da duaettiği miktarca günahından hafifletilmek suretiyle olur. ” (Tirmizi, Daavat 145)
Ben bu gün, Hadis-i Şerifteki “..peşin olur”a, müthiş bir örnek arz edeceğim:
Pakistanlı Dr. İşan Hüseyni yaptığı büyük hizmetlerden dolayı ödül almak için uluslararası bir konferansa gidiyordu. Uçağa bindi. Ancak yıldırım çarpması sonucu havada bir arıza olmuş ve uçak en yakın havaalanına inmek zorunda kalmıştı. Bir sonraki uçak 16 saat sonra kalkacaktı.

Sinirlendi ve “O toplantıya muhakkak yetişmem lazım. 16 saat bekleyemem” diye bağırdı. Görevliler, gideceği şehrin 6 saat uzaklıkta olduğunu ve isterse araba kiralayarak gidebileceğini söylediler.

Acele yola çıktı ama aksilik bu sefer de yolda şiddetli yağmurdan göz gözü görmez olmuş ve selden dolayı araç yola devam edemez olmuştu.
Yol kenarında eski bir evin kapısına yanaşıp tıklayarak, hızla içeri girdi.
Yaşlı bir kadın içeride oturuyordu. Süratle ona “Telefonu verir misin telefon etmem lazım” dediğinde, kadın tebessüm ederek dedi ki: “Görmüyor musun evladım ne telefonu. Burada ne telefon ne de elektrik var. Geç içeri, az dinlen, yemek ye, çay iç sonra düşünürsün bu işleri, bak dışarıda fırtına kopuyor”…
Adam çaresiz az ısınarak yemek yedi ve çayını yudumlarken, yaşlı kadın da namaz kılıp uzun uzun dualar etti. Dikkatle baktığında yaşlı kadının bir beşiği salladığını ve beşikte çok küçük bir bebeğin hareketsiz durduğunu gördü.
-“Kimin bu bebek anacığım? Hayırdır, hem bu kadar uzun, hem de niçin ağlayarakdua ettin?”…
Yaşlı kadın, yaşlı gözlerle:
-“Hem annesinden öksüz, hem de babasından yetim olan torunumdur. Ağır bir hastalığı var. Bölgedeki hiçbir doktor çaresini bulamadı. Ta uzaklarda İşan Hüseyni adlı bir doktor varmış. Çaresi ondadır dediler. Ancak o da çok uzakta olduğundan, birkaç gündür Allah’a dua ediyorum ki, Allah bu bebeğin işini kolaylaştırsın”…
Doktor İşan Hüseyni de ağlamaya başladı ve dedi ki:
-“Kalk anacığım kalk. Allah senin duanı kabul etti. Senin o halis duaların sebebiyleAllah, yıldırımlar çaktırıp uçağımızı zorla yere indirdi. Seller akıttı yolumuzu sana çevirdi ve sonunda beni size ulaştırdı. Dr. İşan Hüseyni benim… Allah’ın halis kullarına, böylece isteğini ulaştıracağına kalpten iman ettim. Bütün yollar kapanınca, yeri göğü yaratana sığın. Onun iltiması duadır…”
..Ve Dr. İşam Hüseyni, o ıztırari duaya, O İlahi cevap neticesinde, zorunlu olarak o hasta çocuğun tedavisini gerçekleştirdi.
Bediüzzaman Hz. Bu konuda: Kul, “DUA İLE NİYAZ İLE KADİR-İ MUTLAK’IN DERGAHINA İLTİCA EDER… EĞER DUA ÇOK EDİLDİĞİ HALDE, BELALAR UZAKLAŞMAZSA, ‘DUA KABUL OLMADI’ DENİLMEYECEK, ‘DUANIN VAKTİ KAZA OLMADI’ DENİLECEKTİR. EĞER CENAB-I HAK FAZL VE KEREMİYLE BELAYI UZAKLAŞTIRSA, NURUN ALA NUR, O VAKİT DUA VAKTİ BİTER KAZA OLUR…”
 “Benim çok büyük derdim var” deme. “Benim, her şeyden Büyük Allah’ım var” de ve ne isteyeceksen O’ndan iste…
Şu mübarek günler de dualarımızın kabul olmasına en müsait olan mümbit zaman ve zeminlerdir.
Gerek fert olarak, gerek memleket olarak ve gerekse İslam alemi olarak, çok büyük dertlerimizden ürkmek yerine, O her şeyden büyük ve haberdar olan O BüyükAllah’ımıza (şu yaşlı annenin yalvardığı gibi) can-u gönülden yalvaralım.
Dualara böylesine icabet eden o Yüce Allah’ın, hiç umulmadık yerlerden, tahmin bile edemediğimiz çareler lütfederek, en güzel bir şekilde kabul ettiğini, hep birlikte göreceğiz İNŞAALLAH…
A. Raif Öztürk

Haşlanan Kurbağa Misali Gaflet!…

Şu aşağıdaki hüzün verici kurbağa deneyi, ilim adına yapılmış mıdır? Yoksa ihtimal üzerinden bir anlatım mıdır, bilmiyorum.

Fakat ülfet ve aşina (bildik, tanıdık, dost sanma ve alışagelme) hastalıklarımızla geçen yaşantılarımız nedeniyle, yavaş yavaş Cehenneme sürüklendiğimizi çok iyi anlatan ilginç bir örnektir. İdrak edip tedbir alma adına arz edeceğim.

“Kurbağayı, kaynar bir su kabına atmışlar. Fıtri bir refleks hareketiyle fırlayarak, kendisini kaptan dışarı atmış ve haşlanarak ölmekten kurtulmuş… Bir başka deneyde ise kurbağayı normal veya ılık bir suya atmışlar.

O suyun içine, hortumla ve yavaş yavaş sıcak su, hatta kaynayan su akıtmaya başlamışlar. Suyun ısısı tedricen arttığından, bu tedrici artışa ülfet eden kurbağa, bu tedrici değişime AŞİNA olmuş. Ve tam bir rehavete gömülmüş. O aşina oluş ve ülfet içinde gelen rehavetle, kurbağa elini ayağını oynatamaz hale gelmiş. Sonra da o sıcak suda haşlanmış kalmış…”

– Evet, şimdi biz bu hüzün verici örnekten ne anlayacağız ve nasıl ibret alacağız?…

Beraberce mütalaa edelim: Bu konuda yüzlerce örnek vermek mümkün, fakat bugün bizim okurlarımız sadece bir örnekle bile konuyu anlama kabiliyetinde oldukları için, bir örnekle iktifa edeceğiz. Yeter ki konuya tam odaklanalım.

Asr-ı Saadetteki İslam ruhu, anlayışı ve uygulanışı dillere destandır. “Gözlerinizi haramdan sakının!” (Nur S. 30.) Ayeti nazil olduktan sonra sahabeler, es-kaza ve gayri ihtiyari yabancı bir kadının sadece boynunu görse, bu ayetin tehdidinin korkusuyla, belindeki hançeri çıkarıp elinin içini kesiyormuş. Yani, “Ben Rabbimin emaneti olan bu gözümü, O’nun yasakladığı haramdan nasıl sakınamadım ve koruyamadım” diye kendine, kalıcı bir ceza veriyormuş.

Kadınlar ise hem “Örtünün ve iffetlerinizi koruyun” Emr-i İlahisine uymak için, hem de mü’min erkeklerin günaha girmelerine sebep olup mes’ul olmamak için, vücut hatlarını belli etmeyen çok bol ve siyah elbise giyip PEÇE kullanıyormuş. Belki de biraz abartılı tedbir alıyorlarmış. Neticede; Onların Dünya sınavı da böyle geçti gitti…

Günler, aylar, yıllar, hatta asırlar geçtikçe bu hassasiyet giderek azalıyor. Onları tehdit eden ayetler, tek bir harfi dahi değişmeden, bugün de aynen yürürlükte olmasına rağmen, bugünkü Mümin erkeklerin, yani bizlerin “harama bakmama veya gözlerimizi haramdan sakınma” konusundaki hassasiyetimiz nasıldır? Yürekler acısı değil mi?…

Bizler de önceleri, “muhafazakar TV” diye haber izlediğimiz zaman, başörtüsüz spikerin boynunu, o ayetin dışında (veya zaruret) sanıp, normal karşılamaya başlamış, buna alıştıktan sonra diğer haberlere de bakmayı mubah saymıştık.

Hafif hafif dozajı arttırılan mahremiyetlere (su sıcaklığı arttırılan kurbağa misali)iyice alıştık. İlk zamandaki hassasiyetimizi (kurbağanın ilk sıçrama çevikliğini) kaybettiğimiz için, günahlar içindeki rehavetle mayişmeye başladık. Sonra da Cehennemde pişmeye aday olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğumuzu bile,maalesef fark edemez olduk. Allah cc hepimizi muhafaza eylesin… Amin.

– Peki, bunun sebebi ve daha da önemlisi, bu tehlikeden kurtulma çaresi nedir?…

Cevap: Öncelikle şu dünya hayatında, SINAVDA (Bkz. Mülk S. 2. Ayet.) olduğumuzu hiç unutmayalım. Nefis ve Şeytanın da her zaman insanoğlunu doğruluktan alıkoymaya, kararlılıkla çalıştıklarını da aklımızdan çıkarmayalım. Bizler kendimizi HAKK ile meşgul etmezsek, bu sınav gereği BATIL bizleri işgal edecektir. (Allah cc muhafaza eylesin.)

İslam’dan uzaklaştırıldıkça, çeşitli entrikalarla İmanlarımız zayıflatıldıkça, verilen tavizlere de aşina oluyoruz ve böylece ülfet kesp ediliyor. Yukarıdaki KURBAĞA misali, şeytanın tuzağına düştüğümüzü bile fark edemiyoruz.

Her nesil, kendisinden önceki nesilden devraldıklarını, işte bu sebeplerle DOĞRU SANIYOR ve kendi tavizleri de onlara ekleniyor. Daha sonra da; “Nasıl yaşıyorsanız, öyle inanmaya başlarsınız” (Hz. Ömer.) uyarısı gerçek oluyor… En sonunda da Zuhruf S. 37. Ayet: “Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan saptırırlar. Onlar ise kendilerini doğru yolda olduklarını SANIRLAR…” ..ayeti gerçekleşiyor.

– Haramlar, eğer sana tatlı geliyorsa, Allah cc. sana helallerin tadını tattırmaz…

ÇARE: Bizler bu konuda o kurbağadan çok daha şanslıyız. Çünkü bizler “aman ülfete kapılmayın, günahlarınıza aşina olmayın, her gün İman ilmiyle meşgul olarak imanınızı güçlendiriniz ki şeytan sizi saptıramasın, çok çok tövbe ediniz, yoksa Cehennem ateşine müstahak olursunuz” diye, her zaman uyarılıyoruz. Çok şükür ki bu uyarıları uygulama alanları olan camilerimiz, medreselerimiz, dergahlarımız ve Nurterapi sohbetlerimiz de çok.

Son Nebi Hz. Muhammed’in (SAV), asrımızdaki varisi olan Bediüzzaman Hz.’nin şu haykırışlarına da bakınız: “Günahlar, kalb ve ruhumuza yaralar açar. Evet, günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra, ta nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah, İSTİĞFAR ile çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir manevi yılan olarak kalbi ısırıyor…”

Zübeyir Gündüzalp : “Korkuyorum Üstadım, ahir zamanda imanımı kurtaramamaktan çok korkuyorum!…

-Bediüzzaman Said Nursi : “Korkma Zübeyir, Titre! TİTRE.!…”

Günahlarım ÇOK diye Ümitsizleşme. Gafur ve Rahim olan Allah’a cc güven ve O’na dön. Tövbe ve istiğfar et. Başka da çaremiz YOK… Vesselam.

A. Raif Öztürk

İstikrarın Önemi Anlaşıldı!

Seçimden önceki yazımda vurguladığım “Doğru tercih ile vebalden kurtul”başlıklı iddialarım, bugün te’yid edilmiş oldu. İstikrara oy vermeyenler ise sebep oldukları bu çirkin ve tüm şer güçleri sevindiren tabloya bakarak, kara kara düşünsünler…

Öncelikle, “seçim neticeleri hayırlı olsun” diyelim.

Ancak bu tablo, hiç te hayırlı gözükmüyor. Çünkü seçmenin sehven tercihi olan bu tablo, çok net bir biçimde istikrara, doludizgin koşan hizmetlere ve kalkınmalara “DUR” demiştir. Güzel ülkemizin ve istikrarın bir nevi CELLADI olan koalisyonlara mecbur bırakmıştır. Bu tabloya sebep olanlar hiç sevinmesinler, çünkü kesinlikle vebal altındadırlar.

Öncelikle bu geçiş döneminde bile, borsa düştü, Döviz fırladı, faizler tırmanmaya başladı, enflasyon kontrolden çıkacak, sermaye ve baronlar kazanacak, yoksul iki kat daha yoksullaşacak ve diğer olumsuzluklar nüksetmeye başlayacaktır. Gümbür gümbür gelen tehlike, apaçık bir şekilde ortadadır.

Şöyle ki: TBMM 550 milletvekili ile çalışıyor. İktidarın herhangi bir konuda karar alabilmesi için, meclisin yarıdan çoğunun (yani 276 M.V.’nin) “KABUL” oyuna ihtiyaç vardır. Sağlıklı bir çoğunluk için ise 300 milletvekili şarttır. Bu seçim neticesinde ise seçmen iktidara, yani istikrara, sadece 258 milletvekili verdi. 258 Milletvekili ile ise asla istikrarlı bir hükümet kurulamaz. Koalisyon şarttır…

Seçmen bu iktidara 258 MV vererek, böyle çok büyük RİSK ve vebal altına girmiştir. Çünkü birinci ve en büyük parti, ya diğer 3 partiden birisiyle koalisyon kurmak zorunda kalacak ki, bu da icatlara çok KÖSTEK olacağı için, kesinlikle tercih edilmemelidir. Veya birbirine zıt olan diğer 3 parti, KOALİSYON kurarak iktidar olacaklardır. Bu daha yakın gözüken bir ihtimaldir.

İşte bu durumda esas sorunlar ayyuka çıkacaktır. Üç koalisyon ortakları, önemli bakanlıklar için mutlaka kavgalar verecek. Milli Eğitim, Savunma veya İç İşleri Bakanlığının HDP’ye verilmesine, MHP asla razı olmayacak. Şayet bir an için razı olduğunu düşününüz, atamalar başlayınca mutlaka çıngar çıkacak.

Her hangi bir bakanlık için PKK gölgeli ve eli kanlı bir partiye, milliyetçiler razı olmayacaklar. Diyanetten sorumlu Başbakan yardımcılığının, HDP’ye verildiğini bir düşününüz! Bu didişmeler ise dövizi, istikrarı, ekonomiyi ve gidişatı hep kötü etkileyecektir.

Bundan sonra olacaklardan, 3. Köprünün, 3. Hava alanının, kanal İstanbul’un, metroların, hızlı trenlerin, dev tüp geçitlerin, duble yolların, tünellerin ve devam etmekte olan DEV projelerin durmasından, iptalinden, aksamalarından, Yüce dinimize ve mukaddesatımıza gelen tüm olumsuzluklardan, istikrara oy VERMEYENLER sorumludur ve vebal altındadırlar…

Pensilvanya’nın talimatıyla HDP’ye oy verenler, “bu iktidara bir ders verelim” diye cahilce koşuşturan cüce partiler ve onlara tav olan saf Müslümanlar vebal altındadır. Sadece Öcalan’ın yeğenini meclise sokup, halkın vergileriyle besleme vebali size yeter! Kurban eti dağıtırken kafası taşla ezilerek öldürülen Yasin’in, Savcı Kiraz’ın, belediye otobüslerinde molotofla yakılan öğrencilerin, onlarca masum esnafın ve askerlerin katillerini meclise sokma vebali, sizlere yeter!…

Van depreminden sonra, dünyada görülmemiş bir sür’atle, sadece bir yıl içinde, tüm Vanlı depremzedeleri yeni evlerine kavuşturan iktidara, %80 RED OYU vererek NANKÖRLÜK ÖRNEĞİ göstermeleri, unutulacak bir vefasızlık değildir!… İstikra oy verenler, eğer bu konuda gayret de gösterdilerse MÜSTERİH olsunlar.

Size ne kadar zarar değerse, onları da aynı zararlar sarıp sarmalayacaktır. Üstelik de zerre kadar insafları var ise daha dünyada vicdan azabı çekecekler…

Kim bilir, belki de: “Asê, en tekrahu, şey’en” ayeti tecelli edecek. Yani, 2/216. Ayet;“Hoşlanmadığınız bir şey, sizin için daha hayırlı olabilir,” ayeti tecelli edecek. Bu tabloya sebep olanlar, bu gidişattan müthiş pişman olacakları için, bizler müsterih olurken, onlar kahrolacaklar. “Ellerim kırılsaydı da, istikradan taviz vermeseydim, bu acı tabloya sebep olmasaydım” diyecekler…

Nasihat ve onca uyarılarla uyanmayıp yanlış yapanlar, koalisyonun sebep olduğu felaketlerle akılları başlarına gelenler, ellerine geçecek ilk fırsatta, (erken seçimde)çok ciddi bir İSTİKRAR tablosu ve çok güçlü bir iktidar çıkaracaklardır… Kim bilir?… Bekleyip, musibetlerin ve kaosun şeklini ve tahribatını hep beraber göreceğiz…

Çok net olan şu: Dinden, imandan, mukaddesattan, gerçek vatan sevgisinden nasibi olmayanlar ve tüm şer güçler elbette çok sevinecekler.

Kalbinde bir nebze iman ve vatan sevgisi olup aldananlar, acıları ve kazanımların kaybedildiğini gördükçe, bu gidişattan ve vicdan azabından kahrolacaklar.

İstikrara oy verenler ise gerçekten her yönden masum ve MÜSTERİHTİRLER…

A. Raif Öztürk

Zorunlu Mükellefiyetlerimiz!

Bizler 68 kuşağı olduğumuz için, gençlik yıllarımızda “derli toplu düşünemediğimiz mükellefiyetlerimizi”, bu şanslı genç nesil pek düşünmeden bile hazır bulmalarını sağlamak için, bu hafta bu çok önemli konuyu seçtim.

Konumuza; her şeyden önce unutulmaması gereken “..insanın şu Dünya misafirhanesine gönderilmesinin hikmet ve gayesinin, Yüce Yaratıcısını tanıyarak ona kulluk etmek olduğu ve çok önemli bir sıvada olduğu” (Zümer S. 56. A.) gerçeğini hatırlatarak başlıyorum. Bu gerçekleri önceki yazılarımızda çeşitli açılardan mütalaa ettiğimiz için, burada bu kısacık özetlemeyle iktifa ediyorum.

Madem ki Müslümanız, madem ki çok önemli bir sınavdayız, madem ki sınavın bitiş vakti ve saati de belli değil, öncelikli olarak MÜKELLEFİYETLERİMİZİ doğru bilmek ve kusursuz uygulamaya çalışmak zorundayız.

Şayet ihmal eder veya ertelersek, sınavımızın bitişi genellikle ANİ olduğundan, pişmanlıklar içinde kendimizi, Azrail AS karşısında, kabirde, yani Ahiret aleminde bulabiliriz. (T. İstatisik K.’nun, 2013 Yılı istatistiklerine göre, 70 Yaş üzeri ölüm oranı %41,7’dir.

Bebek, çocuk, genç ve orta yaşlarda ölenlerin oranı ise %58,3’tür.)  Yani Allahcc. Eceli gizlemiş ki, her yaşta Ahirete hazırlıklı olalım. İşte bu nedenlerle mükellefiyetlerimizi, hiçbir yaşta asla ihmal etmeyeceğiz, inşallah… Ef’al-i Mükellefine göre, mükellefiyetlerimiz:

1. Allah’ı cc., Esma ve Sıfatlarıyla tanımak ve her şeyden çok sevmek. FARZ (Tevbe:24. A.)

2. Günde 5 vakit namazı vaktinde, bilinçli ve ciddiyetle kılmak. FARZ (Maun Suresi, 4. Ve 5. Ayetlerde Allah cc. “4. Yazıklar olsun o namaz kılanlara. 5. Onlar, namaz konusunda yanılgı ve gaflet içindedirler.” Buyurarak bizleri ikaz ediyor.) Randevu veren makam bekletilmez…

3. Her sene Ramazan ayını oruçlu geçirmek. FARZ

4. Her sene malının Zekatını mutlaka hesaplatarak vermek. FARZ.

5. Şartları uygun olduğunda, ömürde bir kez HACCA gitmek. FARZ.

6. Allah’ın cc, tüm Emir ve Yasaklarını bilip, titizlikle sakınmak. FARZ.

7. Günah-ı Kebairden şiddetle sakınmak. FARZ.

8. 32 Farzdaki, diğer farzları uygulamak. FARZ.

9. Her insanın İslam ilmini öğrenmesi ise farzdır. Kaynak Hadis-i Şerif: “İlim talep etmek ve öğrenmek her Müslümana farzdır.” (İbn Mace, Mukaddime, 17. ..Ve bu Hadis-i Şerifin dayandığı ayet: Tevbe, 122. Ayet.).

10. Kişinin İslami ve İmani bildiklerini başkalarına öğretmesi ve paylaşmasıyani, Emr-i Bilma’ruf ve nehy-i anil münker FARZ-I Kifayedir. (Bkz.: A’raf Suresi 164. Ayet., Buhari, İlim 15, Zekat 5, Ahkam 3, İ’tisam 13, Tevhid 45; Müslim, Müsafirin 268. Ayrıca bk. Tirmizi, Birr 24; İbni Mace, Zühd 2, Fezailü’l-ashab 3. Ve 9., Meğazi 38; ve Veda hutbesi.)

11. İMAN İlmini her gün, yani hiç bir gün ihmal etmeden mutlaka TAHSİL etmek. VACİP. Kısaca açıklama:  İnsan olarak yaratılan herkesin “İman ilmini” her gün (sürekli) tahsil etmesi (bu konuda çaba göstermesi) Vaciptir. Vacibi terk eden asi ve günahkar olur. (Bkz.: Taha suresi, 114., Bakara S., 260., Zümer suresi, 9., Mücadele S. 11. Ayetler. Ve İ.Azam, İ.Şafi, İ.Hambel, S.Sevri, İ.Eşari vd. mezhep imamları) Sürekliliği emreden ayet ise Nisa, 136. Ayettir. (Bkz. Tefsiri.)

12. Buluğa erip namaza başlayan her Müslümanın, namaz surelerini Kur’anın Tecvid kuralları gereğince okuma zorunluluğu vardır. (Farz-Vacip vs. demiyorum.) LATİN harflerinden namaz surelerini okuyanların, aykırı manada okuma RİSKLERİ yüksektir. Öncelikle bu nedenlerle KUR’AN okumasını öğrenmede, mutlak bir zaruret var.

13. Ayrıca Kur’anı her gün eline alıp huşu içinde okumak, hem çok makbul bir ibadet, hem de Yüce Allah cc ile her gün konuşmak sayılabiliyor. Kur’anın indirildiği BİR geceye, BİN AYDAN fazla değer veren Allah cc, acaba Kuran okuyan kişiye ne kadar değer vereceğini düşünelim.

Kur’anı öğrenmek ve okumak ile ilgili öyle çok müjdeler var ki, bu mükellefiyetlerini anlayıp müracaat eden yüzlerce YETİŞKİN kişiye Kur’an okumayı öğrettim. Bazılarına 3 günde, bazılarına ise sadece bir günde. İçlerinde 71 yaşında talebem de vardı.

Yıllardan beri beni her gördüğü yerde, “her gün Kur’an okuduğunu, haftada iki kez Yasin okuduğunu ve Hatim sürdürdüğünü” söylüyor ve bendenize hayır dualar ediyor. Bunu, öğrenmenin kolaylığını vurgulamak için arz ettim. Tefahhur için değil…

Sonsuz ve Sınırsız olan Ahiret hayatımızda, çok çok işimize yarayacak öyle çok NAFİLE ibadetler ve müntahap mükellefiyetler var ki, bu köşe yazısına sığmadığı için şimdilik, sizlerin araştırmalarınıza havale ediyorum. 

Çok zengin bir işadamı düşünelim: Bu işadamının bir özelliği şudur ki, işe aldığı işçilerin ücretlerini, işçileri çalıştırmadan önce veriyor. Hem de normal değerinden çok çok yüksek olarak. Hem kapasitelerinden fazla iş de yüklemiyor.Bu şekilde işe alınan işçilerin, iş yapmama gibi bir lüksü olabilir mi? Hele heleburadan ücretlerini alıp, başkalarına hizmet gibi bir yanlışı hiç olamaz… İşte saydığımız-sayamadığımız, bildiğimiz-bilemediğimiz binlerce nimetleri bizlere bahşeden, O Yüce Allaha cc karşı, bizler O’nun emirlerini yerine getirmeye böylece mecbur ve MÜKELLEFİZ…

Konumuza “TAÇ” mesabesinde bir vecize: Cenab-ı Hak seni ademden (yokluktan) vücuda (varlığa) ve vücudun pek çok eşkal ve vaziyetlerinden en yükseği Müslim sıfatıyla insan suretine getirmiştir. Mebde-i hareketin (yaradılışın başlangıcı) ile son aldığın suret arasında müteaddid (çeşitli) vaziyetlerin, menzillerin ve etvar ve ahvalin her birisi “sana ait nimetler” defterine kaydedilmiştir.

Bu itibarla, senin geçirmiş olduğun zaman şeridine, elmas gibi nimetler dizilmiş, tam bir gerdanlık veya nimetlerin enva’ına bir fihriste şeklini veriyor. Binaenaleyh geçirmiş olduğun vücudun her menzilinde ve vaziyetinde, etvarında, ahvalinde: “Nasıl bu nimete vasıl oldun? Ne ile müstahak oldun? Ve şükründe bulundun mu?” diye suale çekileceksin. Öyle ise, mazide şükrünü eda etmediğin nimetlerin şükrünü kaza etmek lazımdır… BEDİÜZZAMAN

A. Raif Öztürk

Tarih boyunca İnananlar & İnanmayanlar

Önceki “UNUTULMAMASI GEREKLENLER” başlıklı yazımda da arz etmiştim: “Bu millet öyle acı günler yaşadı ki, bugün bu gerçekler ‘yeni nesil kuşak’tan kime anlatılsa,‘..hayır, olamaz, bunlar imkansız, inanılır gibi değil’ gibi, HAYRET ifadeleriyle karşılaşılıyor.”

Öyle ya, nasıl inanılsın ki? Ne kadar yumuşatarak anlatsanız da, o gerçekler akıl ve mantıkla asla izah edilemiyor. Sadece ŞAPKA KANUNU yüzünden, binlerce masum kimse ve hatta yüzlerce alim zatlar asılarak, 10-15’er guruplar halinde, cami avlularında halka teşhir edildi. ….Hatta; bu ilke kanunu halen yürürlüktedir ve “değiştirilemez” hükmü ile koruma altındadır.

· Fakat bugün on binlerce hukuk adamının bile hiç takmadığı bu kanun yüzünden, acaba niçin binlerce masum insan asılmıştı?… Bu durum niçin hala sorgulanmıyor?

· Hatta okul kitaplarında niçin kahraman ilan ediliyorlar. (Çelişkiye bakınız ki, “yavuz hırsız, ev sahibini suçlar” misali, bugünkü yöneticiler diktatör ilan ediliyor.)
 
Evet, şu şapka kanunu ile katledilenler, o tek parti döneminde yaşanan diğer olayların yanında, devede kulak bile değildir. (Bkz. Önceki yazı) Diğerlerini de, sadece ana başlık olarak bile yazmaya kalksak, bir makaleye asla sığmaz. İlk akla gelen bir kaçını özetleyelim:

· Ezanın 18 sene yasaklanması. Buna uymayanların da, çok şiddetli cezalandırılması.
· Harf İnkılabı. (600 Yıllık Osmanlı Türkçesi olan yazı yasaklanarak, uygulayanların şiddetle cezalandırılmaları.) ..Ki işgal edilen İslam ülkelerinde bile harf inkılabı yapılmamıştır.

· Kur’an okumanın yasaklanması, uymayanların köşe bucak yakalanarak süngülenmeleri, kayıplara veya faili meçhullere katılmaları.

· Bugün dünyanın dört bir yanında, üniversitelerde ders kitabı olarak okutulanRisale-i Nur eserlerinin yasaklanması ve okuyanların yakalanarak, 30 yıldan fazla hapis ve sürgün hayatı yaşatılması.

· Binlerce camilerimizin kapatılarak, depo, ahır, içkili gazino, meyhane, müze veya asıl hüviyetine hiç yakışmayan hallere dönüştürülmesi.

· Allahın kesin emri olan başörtülüye, devlete ait yerler (okul, mahkemeler, askeri alanlar, hastaneler v.s.) zindan edilmesi.

· İmam hatiplilerin tahsil hayatlarının önleri kesilmesi.

· “Allah” lafzı bulunan şarkılara bile tahammül edilemediği için, sansürlenmesi. Söyleyenlerin cezalandırılması…
· ……………& ..Daha neler, neler. Cihan harplerinde ülkemiz işgal edilseydi bile, halk ile bu kadar ters düşen baskılar ve zulümler yapılamazdı, değil mi?…
 
Yarım asırdan fazla bir zaman öncesine göre, bizler bugün çok şanslıyız.

Bu gün Kur’an öğrenmek isteyenler, Jandarma dipçikleriyle komaya sokulmuyor. Faili meçhullere karıştırılarak ortadan kaldırılmıyor… Bu gün Kur’anın asrımıza bakan tefsiri hükmündeki Risale-i Nur kitaplarını okuyanlar, yakalanıp hapsedilmiyor. Türlü türlü işkencelere maruz bırakılmıyor. Hatta devlet eliyle bastırılıp yayınlanıyor.

Bugün dini sohbet için yapılan toplantılar, polisler tarafından eşkıya basar gibi, esrar-eroin gurupları gibi, sahte rakı yapan çeteleri basar gibi basılmıyor. Bugün, takke, tesbih, seccade ve dini kitaplar SUÇ ALETİ sayılmıyor. Başörtüsü ile okumak (birkaç lokal zındık olay hariç) yasaklanmıyor. İmam hatiplilerin de okuma hakları ellerinden alınmıyor. Laiklik, din düşmanlığı olarak uygulanmıyor.

· Çünkü; çok şükür ki din ve mukaddesat düşmanları halk tarafından çok iyi tanınıyor ve 60 küsur yıldan beri o zihniyete artık oy ve yetki verilmiyor.

Kur’anını öğrenmek isteyen herkes, en yakınındaki din görevlisine müracaat ederek, 15 gün içinde Kur’an okumayı öğrenebiliyor. Hatta hızlı-hafıza teknikleriyle yarım günde, (aynı gün içinde ve 10 saatte) bile öğrenilebiliyor. (Bendeniz de bu konunun uzmanıyım ve 10 Saatte Kur’an öğretebiliyorum. “Bkz. İnternet.”) Yüce Rabbimizin Esma ve sıfatlarını öğrenmek isteyen ve en çok muhtaç olduğu İMAN HAKİKATLERİNİ tahsil etmek için, her semtteki yüzlerce nur dershanelerinden dilediğine, istediği zaman gidebiliyor.

O kabuslu yıllar çok-çok gerilerde kaldı. Dine düşman olanların kudurmaları da bu yüzdendir.

Birçok yabancı ülke üniversitelerinde bile ders kitabı olarak okutulan Risale-i Nurkülliyatı, lügatli ve açıklamalı olarak semt kırtasiyelerinde bile satılıyor.

Okulların yaz tatilinde bugün, bütün semt camilerinde, Din, ahlak ve “Kur’an dersleri seferberliği” başladı. Tek bir kuruş bile ücret talep edilmiyor…
***
Fakaaat; gelgelelim bu güzel gelişmeler, aramızdan bazılarını çok rahatsız ediyor ve seçim konuşmalarında “ezanı yasaklayacağız, İHL.’leri kaldıracağız, Müslümanlaşmayı önleyeceğiz, başörtülülere tahammül edemiyoruz, gereğini yapacağız” diye vaadler ediyorlar. Bazı saf Müslümanlar ise maalesef şuursuzcasına bunlara çanak tutuyorlar…
Onların sözcülerinden sadece birini, virgülüne dahi dokunmadan arz edeyim ki, hala fark edemeyen varsa şayet, bundan sonra daha bilinçli hareket edilsin.
 
Bekir Coşkun 27.04.2012 günkü yazısında bakınız nelerden dert yanıyor: 

Kirli “Sokak ampulünün çevresinde dolanan kara yarasalar” (muhafazakarları ve dinine bağlı olanları veya bazı meşru cemaatleri kast ettiği yazının tamamından çok net anlaşılıyor) her geçen gün biraz daha cüretlenip, azgınlaşıp saldırganlaşıyor.

İslami fanatizmin ülke üzerine gittikçe yayılan karanlığı, şiddeti, baskıları karşısında eleştirme cesaretini, dürüstlüğünü gösteren aydınların, sanatçıların aforoz edilip cezalandırılması öylesine olağanlaştı ki, birkaç cılız ses dışında kimseden, hele hele kandırılan, uyuşturulan kitlelerden “tık” çıkmıyor. İrticanın, karşı devrimin sivil darbesi, ‘başta ordu, adalet, eğitim ve medya olmak üzere’ devletin, halkın tüm kurumlarını pençesine geçirmiş bulunuyor. …” ..vs.
***
·        Şu mübarek günlerde, sakın ağzınızı bozmayınız, beddua da etmeyiniz. Onlara sadece acıyınız ve hayırlı dualar ediniz. “Onlar da şu dünyanın FANİ olduğunu ve mutlaka gidilecek olan EBEDİ alemlere hazırlanmak için seferber olunması gereğini idrak etsinler” diye dualar ediniz.

Çünkü; ebedi Cennetler herkese yeter. Allah’ın mülkü çok geniştir. O cc. Ganiyyi Mutlaktır ve GafuruRahimdir. Yeter ki idrak edilsin ve hak edilsin…

Kesin olarak biliniz ki:
·        İnanmamak veya inkar etmek, o EBEDİ yolculuğa ve acı akıbete asla engel değil, EBEDİ Cennetlere ve ebedi saadetlere engeldir…

A. Raif Öztürk