Etiket arşivi: Ahmed Şahin

Kılamadığımız Namazlarımız Şimdi Ne Olacak?

Gençliğimizde duyarsızlık devreleri yaşadık. İbadetlerimizde ihmal ve tembelliklerimiz oldu. Şimdi ise yaşımızla birlikte aklımız da başımıza geldi. Ya bunları kılmaya ömür yetmez de borçlarımızı ödemeden gidersek gerçek dünyaya, halimiz ne olur diye de bazen ümitsizlik duygusuna kapılıyoruz.

On beş yaşımızdan itibaren namaz borçlusu olduğumuzu yazılarınızı okurken fark ettik. Kılamadığımız bunca namazlarımızın vebalinden şimdi nasıl kurtulacağız diye merak etmekteyiz? Ya bunları kılmaya ömür yetmez de borçlarımızı ödemeden gidersek gerçek dünyaya, halimiz ne olur diye de bazen ümitsizlik duygusuna kapıldık. Bize bilgi verebilir misiniz kılamadığımız bu namazlarımız konusunda??

***

Efendim, namaz, gerçekten de en son on beş yaşlarında farz olur insanlara. O günden itibaren her namaz, borç olarak zimmetine yazılır gencin. Farz olduğu günden itibaren bu namazları kılarsa mutluluk duyar, kulluk görevini yapmış olur. İhmal eder de kılmazsa, bu defa hem namaz borçlusu olarak kalır hem de tehir etme günahı başlar. Bu tehir etme günahı, namaz kılınmadığı müddetçe devam edip gider! Ne zaman kılarsa o zaman geciktirme günahı da sona ermiş olur kıldığı namazın… Bundan dolayı namaz borçlusu olanlar, Allah’ın verdiği sayısız nimetleri peşin olarak kullanıp da ibadet borçlarını veresiyeye bırakmamalı, her vaktin girişinde üzerlerine farz olan namazlarını hemen kılma titizliği göstermeli, tehir etme günahını yüklenmeyi asla göze almamalılar. Şurası da unutulmamalı ki, namaz borcundan kurtulmanın tek çaresi, vaktinde kılmak, kılınamayanları da ilk fırsatta kaza etmektir. Kaza etme niyeti öyle zor ve karışık değildir.

Niyet ettim vaktinde kılamadığım en son sabah namazının, (öğle, ikindi, akşam, yahut da yatsı) farzını kılmaya… diyerek, en son kılamadığı namazlardan borç ödemeye başlayabilir. “En önce kılamadığım” diyerek de niyet edebilir. Bu takdirde de gençlik devresindeki ilk farz namaz borçlarını ödemiş olur.

Aslında üç kerahet vakti dışında günün bütün saatleri kaza kılmaya müsait vakitlerdir. Bu sebeple, bulunan her fırsatta kaza kılmalı, tehir etme günahına son vermeyi önemli bir kazanım olarak görmelidir. Özellikle evde, camide vakit namazları önünde ve sonunda mutlaka kaza namazı kılma alışkanlığı kazanmalı, bunu ihmal edilmez âdet haline getirmelidir ki, bunca namaz borçlarından kurtulma mümkün hale gelsin…

Böylece her fırsatta kaza kılmaya başlayarak namaz borcunu tümüyle ödeme niyetine giren samimi insan, ömrü vefa etmeyip de ebedi âleme borçlu olarak gitse bile inşallah kalan borçlarını da Rabb’imiz bu samimi kaza etme niyeti hürmetine bağışlayabilir, diye ümit etmek de mümkündür. Hatta kıldığı sünnetleri de kaza borcu yerine Efendimiz tarafından ona hediye edilebileceği yolunda müjdeli rivayetler de söz konusudur.

Yeter ki aklı başına gelen borçlu insan, büyük bir samimiyetle kaza namazlarını kılmaya başlamış bulunsun, ümitsizliğe kapılmadan fırsatları değerlendirmeye yönelmiş olsun. Şurası da bir gerçektir ki, namaz başka ibadetlere benzemez. Sevabı da günahı da diğerlerinden çok farklı olur. Nitekim Efendimiz (sas) Hazretleri’ne “Sevabı en çok amel hangisidir?” diye sorulduğunda cevabı şöyle olmuştur: “Sevabı en çok amel, vaktinde kılınan namaz ile ana babaya yapılan hizmettir…

Öyle ise bu büyük olayın artık farkına varılmalı, daha fazla tehir günahına girmeden borcu bir an önce ödemeye yönelmelidir. Çünkü namaz borcu ancak kılınarak ödenir, başka türlü ödeme şekli yoktur.

Ahmed Şahin

Horozla Köpeğin Konuşması

Kurtların, kuşların dilinden anlayan Hazreti Süleyman aleyhisselama gelen bir adam yalvarır:
– Ne olur ey Allahın nebisi bana da hayvanların dilini öğret de ben de konuştuklarından anlayayım.

Süleyman aleyhisselam izin vermez:
– Olmaz, der. Sen onların konuştuklarını dinlersen sabredemezsin. Arkasındaki hikmetleri düşünemezsin.

Ne var ki adam ısrar eder. Süleyman aleyhisselam da adama hayvanların dilini öğretir. Sevinçle evine gelen adam çöplükteki köpekle horozun konuşmalarını dinlemeye başlar. Bir ara köpekten şu sözleri duyar. Yanındaki horoza diyor ki:
– Horoz kardeş, sen arpayla buğdayla da karnını doyurabilirsin. Biraz ötedeki taneleri yesen de ekmek kırıntılarını bana bıraksan olmaz mı, benim karnım çok açtır.

Horoz şu cevabı verir:
– Sabret köpek kardeş, yarın buraya ağanın ölen eşeğini getirip bırakacaklar, bolca et yer, karnını iyice doyurursun.

Bunu duyan ağa hemen koşar ahırdaki eşeği alıp pazarda satar. Kendi kendine söylenerek döner:
– İyi ki hayvanların dilini öğrendim, yoksa eşek elimde ölecekti.

Ertesi gün yine kulak kabartır çöplükteki seslere. Köpek sitem etmektedir horoza:
– Hani ağanın eşeği ölecekti de ben de bolca et yiyecektim ya?

Horoz cevap verir:
– Ağanın eşeği öldü ölmesine de, satın alan zavallının elinde öldü. Ağa açıkgözlülük edip eşeği sattı. Ama üzülme, bu sefer ağanın atı ölecek. Buraya getirip bırakacaklar, bolca et yer, karnını doyurursun.

Ağa yine hızla kalkar, ahıra gidip atı alarak pazara götürüp satar. Dönerken de yine söylenir:
– İyi ki hayvanların dilini öğrendim, yoksa at da elimde ölecekti.

Gelip yine merakla kulak misafiri olur:

Bu sefer köpek daha yüksek sesle sitem ediyor:
– Horoz kardeş, beni yine aldattın. Hani ağanın atı ölecekti ya?
– Ağanın atı öldü ölmesine de, sattığı zavallının elinde öldü. Üzülme der; bu sefer daha büyük bir ziyafete konacağız hep birlikte.

Köpek inanmaz:
– Hadi hadi beni yine aldatıyorsun.

Horoz kesin cevap verir:

Hayır, aldatma falan yok. Durum kesin. Çünkü der, bu sefer ağanın kendisi ölecek, malına gelecek olan bela bu defa kendi canına gelecek. Arkasından yemekler yapılıp etler pişirilecek, artanını da bizlere dökecekler, ye yiyebildiğin kadar.

Ağa bunu duyunca şaşırır, sağa sola koşuşturmaya başlar, yok mu beni kurtararak biri, diye söylenir. Derken gece hastalanan ağa sabaha çıkmaz ölür.

Arkasından yapılan yemek, pişirilen etlerden artanlar çöplüğe dökülür, uzun zaman hayvanlar ziyafete konmuş olurlar. Bu sırada horoz söylenir:
– İnsanlar, keşke canıma gelecek olan malıma gelsin, diyebilselerdi de hileye başvurmasalardı.

– Bunda da bir hayır vardır, diye düşünselerdi. Bunu diyemiyorlar maalesef. Sonra da mallarına gelmesi gereken canlarına geliyor, ama pişmanlık fayda vermiyor.

Ahmed Şahin

Beyruni: Dünyanın Dönüşünün Kaşifi

Türkistan`ın Hive şehrinde 973 yılında doğan Beyrunî, hayatı boyunca 113`ten fazla eser kaleme almıştır. Geometri ve Trigonometri`de büyük bir varlık göstermiştir. Fakat o, asıl başarısını, astronomi alanında ortaya koymuştur. Yıldızların uzaklığını, yüksekliğini ve açılarını tesbite yarayan usturlab denilen ölçüm âletlerini geliştirmiş; bunun yanısıra yeni yeni âletler yapmıştır.

Beyrunî, kendi yaptığı âletlerle, dünyanın çapını ve ekliptik eğilimini de doğruya çok yakın bir şekilde hesaplamıştır. “Kanunu`l-Mes`udi fi`l-hey`e ve`n-nücum” adlı eseri, dünyada yazılmış ilk astronomi kitaplarından biri sayılabilir.

Beyrunî`nin bilinmesi gereken önemli bir yönü de, Kâinata âit kendinden önceki görüşleri sarsması, dünyanın kendi ekseni etrafında ve güneşin çevresinde döndüğünü, Kopernik ve Galile`den 500 yıl kadar önce, ilmî bir şekilde açıklamasıdır.

Bu konuda, Dr. Sigrid Hunke şöyle demektedir:

Daha 1000 senesinde Beyrunî, Kopernikvâri dönüşü izah etmişti. Batı bunun farkına varmadığı için, bu açıklama, astronomi ilmine âit düşünce sahasında kaldı. Beyrunî`ye göre, gündüz ve gece değişikliğini yapan güneş değildi. Aksine kendi ekseni etrafında dönen, gezegenlerle birlikte güneşin etrafını da dolaşan Dünya idi.

Dünya, gezegenlerle birlikte yer değiştirmekte, güneşin etrafında bir devri tamamlamaktaydı. Kopernik`in eserinin ortaya çıkışından çok önce ortaya atılan bu ateşli iddia, Hristiyan düşüncesine ve İncil`in sözlerine aykırı düştüğünden “Hristiyan Batı”, bu iddiayı kabûl etmedi.

Yüzlerce yıl sonra, ne Kopernik, ne de astronom arkadaşları, Hristiyan dinine aykırı düşen bu iddiayı, karşılaştıkları gizli-açık baskılar bir yana, teleskop olmaksızın mevcut gözlem âletleriyle isbat edebilecek durumda değillerdi. Onun için toplumun tasvibini sağlayıncaya kadar, aradan bir asırdan fazla bir zaman geçmesi gerekmişti.

Oysa Beyrunî`nin olağanüstü açıklaması, o zaman ne kadar az yardımcı araçlara dayandırılmıştı.”

Kopernik Fikrini 30 Yıl Sakladı

Polonya`nın Torun şehrinde 1473`te doğan Kopernik, 18 yaşında Crocovia Üniversitesi`ne girdi. Burada tanıştığı ünlü astronom ve matematikçi Albert Brudzewski`nin te`siriyle astronomiye karşı büyük bir ilgi duymaya başladı. Daha sonra Polonya Üniversitesi`nde hukuk öğrenimi gördü. Tahsilini tamamlayıp memleketine geri döndüğünde, bir köye çekildi. Yakından ilgi duyduğu astronomi ile ilgili çalışmalara girişti.

Gözlemevi olarak kullandığı bir kaleye, bazı astronomi âletleri yerleştirerek çeşitli gözlemlere başladı. Bu çalışmalar neticesinde, o günkü Batı`nın astronomi anlayışını kökünden sarsacak meşhur eserini kaleme aldı. “Gökkürelerin Dönüşü” adlı bu eserinde Kopernik, dünyanın kendi etrafında ve güneşin çevresinde döndüğünü ve bu dönüşü bir yılda tamamladığını söylüyordu. Dünya gibi diğer gezegenlerin de güneş etrafında döndüğünü iddia ediyordu. Ne yazık ki Kopernik, bu konudaki ilmî açıklamalarını serbestçe neşredemedi. Eserini kendi el yazısı ile yazıp, güvendiği bir bilgin arkadaşına gönderdi. Israrlara rağmen, göreceği tepkilerden çekinerek, bu kanaatini 30 yıl gizlemek zorunda kaldı.

Nihayet bir gün yakın bir arkadaşı, onu eserini neşir konusunda ikna etti. Yine de Kopernik, kiliseden ve çağının sözde aydınlarından öylesine korkuyordu ki, yazdığı önsözde: “Bu kitabı dilerseniz okuyun, ama içindeki görüş ve iddiaları ciddîye almayın.” cümlesine yer veriyordu.

Eserin ilk baskısı eline geçtiğinde, Kopernik son anlarını yaşıyordu. Gerçekten de 3-5 suskun ilim adamının dışında, Kopernik`in bu iddialarını ciddiye alan pek çıkmadı.

Dünya Dönüyor Dediği İçin Engizisyona Çıkan İtalyan Bilgin: Galile

Galile, 1564 yılında, İtalya`nın Piza şehrinde doğdu. 1581`de girdiği Piza Üniversitesi`nden 1589`da mezun oldu. Burada yardımcı profesör olarak göreve başladı.

Galile, Kopernik`in fikirlerini öğrenmişti. Ona hayrandı. Fakat kilise, onu “sapık fikirli” olarak ilân ettiğinden, açıktan sahip çıkamıyordu.

Galile çalışmalarını ilerletip kuvvetli deliller bulunca, kanaatlerini açıkça söylemeye başladı. “Kâinatın merkezinin dünya değil güneş olduğunu, gezegenlerin ve dünyamızın güneş etrafında döndüğünü” ileri sürüyordu. Bu iddialara, kilisenin yanısıra, devrin bilgin ve aydınları da karşı çıktılar. Kiliseye göre Galile, İncil`e karşı geliyordu. İncil`deki bir sözün yorumundan, onlar kâinatın merkezinin dünya olduğu sonucunu çıkarıyorlardı. Galile, İncil`in sözünün doğru, fakat yorumunun yanlış olduğunu söyleyerek karşılık veriyordu.

Nihayet, kendisi Roma`ya çağrıldı ve orada Engizisyon Mahkemesi tarafından ortaya attığı görüşlerle dine karşı çıkmak suçundan yargılandı. 22 Haziran 1633 günü, Engizisyon Mahkemesi şu karara varmıştı: “Galile kiliseye karşı işlediği suçları ve küfürleri samimiyetle, temiz bir kalb ve inançla geri almazsa, mahkeme tarafından ömür boyu hapse mahkûm edilecektir.”

Yaşlı ilim adamı, kilise hey’eti önünde diz çöktü, titrek bir sesle kilisece küfür sayılan iddialarını bir daha kimseye öğretmiyeceğine ve bunlardan nefret ettiğine dair yemin etti. Kendisine uzatılan ve üzerinde işlediği bütün günahlar teker teker yazılı olan kâğıdı titreyen elleriyle imzaladı. Mahkeme salonundan çıkarken, kendi kendine şu sözleri mırıldandığı duyuldu: “Ben ne dersem diyeyim, dünya yine de dönüyor.”

Mahkeme, Galile`yi her ne kadar serbest bırakmışsa da, 8 Ocak 1642`de ölünceye kadar, onu gözaltında tutmaya devam etmiştir.

350 Yıl Sonra Gelen Beraat

Galile hakkında verilen mahkûmiyet kararı, yıllar boyu Vatikan ve ilim dünyası arasındaki ilişkilerin gergin kalmasına sebeb olmuştur. Nihayet Papa II. Jean Paul 1979`da Papalık Bilimler Akademisi`nin önünde yaptığı bir konuşma ile, bilim ile inançlar arasında herhangi bir ayrılık olmadığını ifade etmiştir. Beraberliğin bir nişanesi olarak da, Galile`ye itibarının iade edileceğini söylemiştir.

Papa II. Jean Paul, 1980`de çeşitli ilim adamları, din bilginleri ve tarihçilerden oluşan bir komisyonu, Galile dâvasını yeniden incelemek üzere görevlendirmiştir.

Bu komisyon, neticede, kilisenin Galile`yi mahkûm etmekle büyük hata işlediğini kabûl etmiştir. Böylece Galile, 350 yıl önce tahkir edilerek mahkûm edildiği kilise tarafından beraat ettirilerek aklanmış, itibarı geri verilmiştir.

Ahmed Şahin / Zafer Dergisi

www.zaferbilimarastirma.com

Neden Belası Benim Elimden Olsun ki?

Ortalığın karma karışık olduğu bazı devrelerde bela ve musibetler de karmakarışık halde gelir insanların üzerlerine.

Çünkü birileri bir bela ve musibete müstahak hale gelmişse, sataşacak birine ihtiyacı vardır ki, müstahak olduğu bela gelip kendisini onun vasıtasıyla terbiye etsin..  Ama kim vesile olacak bu müstahak adama layık olduğu belanın gelip de onu terbiye etmesi için?

Dikkat! siz olabilirsiniz. Sebepsiz yere sizi suçlayıp sataşmalar da bundan olabilir.

Öyle ise gerilime maruz kaldığınız yerlerde tutum ve tavrınıza dikkat edin, birileri, müstahak olduğu musibetin gelmesi için sizi vesile ve alet etmesin!. .

Toplumda gerginlik ve tahriklerin yaygınlaştığı devrelerde bu gibi imtihanlara karşı sabırla muhatap olmaya ihtiyaç olduğunu unutmayın!.

Daha açığı siz,  gerginliği artıran değil hep azaltan adam olmayı tercih edin!.

Bu uzunca girişi, ibretli bulduğum bir olayı anlatmak için yapmış bulunmaktayım. Toplumda artan gerginlikler, beklenmedik anda meydana gelen ani hiddet ve şiddetler bu konuda tedbirli ve temkinli olmayı hatırlatıyor bizlere ,bunu unutmayın!.

Yazdığı değerli eserleriyle Sultan 3.Selimin iltifatlarına nail olan meşhur alim Kamus mütercimi Asım Efendi, kendisine yönelen bir bela ve musibetin önünden nasıl bir anlayışla kurtulduğunu anlatırken şöyle der:

– Tahsilim zamanında medreseme yakın fırından ekmek alırdım. Bir sabah yine ekmek almak için gittiğim fırında tezgahtaki adamın haksızlığına maruz kaldım. Adam herkese sırası gelince istediği ekmeği veriyor, bana sıram geldiği halde görmezlikten gelerek ötekilere yöneliyor, sanki bana bir düşmanlığı varmış gibi beni tahrik ediyordu. İkaz edip sıra bendedir falan dediysem de beni görmezlikten gelerek hep yanımdakilere yöneliyordu.  Bu sırada öfkem kabarıyor, adamı yakasından tutup savurmayı bile içimden geçiriyordum.

İşte bu anda düşündüm ki:

Bu adam bir belaya müstahak hale gelmişse neden bu belayı benim elimle bulsun. Ben de onun müstahak olduğu belanın suçlusu durumuna düşeyim? Sabredeyim, mutlaka bu haksızlığın içinde bir hikmet vardır, sabır imtihanına tabi tutuluyor olabilirim, diyerek geriye çekilip uzunca bir zaman beklemeyi tercih ettim. En nihayet herkes ekmeğini alıp gittikten sonra mecburen bana da yönelerek ekmeğimi vermek zorunda kaldı. Geçte olsa medreseme döndüm.

Bir zaman sonra bu adamın bana kastı neydi acaba diye merak ederek yine fırına gittim. Baktım o adam yok.  Sordum.  Dediler ki: o gün senden sonra kavga ettiği bir adamdan aldığı darbelerle  yaralandı, perişan halde yatağında yatıyor şimdi!..

Anladım ki onun başına böyle bir musibet gelecekmiş, beni de gelecek olan musibetin müsebbibi  yapacakmış.. Gösterdiğim sabır sayesinde onun başına gelecek musibetin müsebbibi ben olmaktan   kurtulmuşum.. Bir sabırsız adam sebep olmuş müstahak olduğu musibetin kendisine gelmesine.

Asım Efendi der ki:

-Böyle haksızlığa maruz kaldığınız hallerde kendi haklılığınızı düşünerek sakın öfkeye kapılıp da tepkinizin dozunu yükselterek kendinizi muhatabın müstahak olduğu musibetin müsebbibi durumuna düşürmeyin!. Bu adam bir musibete müstahak ise benden bulmasın, diyerek sabır gösterin, ilginiz olmayan bir musibetin müsebbibi haline gelmeyin. Böylece sabrınız sayesinde size yönelen belanın önünden sapma basireti gösterip imtihanı kazanmış olun..

Bence Asım efendinin bu sözlerini hatırlamakta fayda vardır sokakta, işyerinde, trafikte ve hayatın her safhasında, hatta sataşmalara maruz kaldığınız her yerde!..Birileri müstahak olduğu musibeti sizinle bulmasın. Siz gerginliği artıran değil azaltan olmayı tercih edin her zaman. Bu tedbir ve temkin siz de bir huy haline gelsin. Kendi kendinize tembihiniz hep aynı olsun: “Ben gerilimi artıran değil hep azaltan olacağım!”

Şayet Kamus mütercimi Asım efendi gibi kendinizi korumak istiyorsanız

Ahmed Şahin / Orjinal Yazı İçin Tıklayınız

Her Sabah Sizden de 8 Şey İstendiğini Biliyor Musunuz?

Bana öyle geliyor ki günlük olaylar kafamızı, kalbimizi o kadar istila ve işgal ediyor ki, asıl düşünmemiz gereken meseleleri düşünemiyor, hayatın gayesine ait esas konuları hatırlayamaz hale bile geliyoruz. Bu durumda ister istemez İmam-ı Şafii Hazretleri’nin her sabah hayatının gayesini düşünme örneği geliyor aklımıza. Ancak o zaman hatırlıyoruz her sabah bizden de sekiz şeyin istendiğini…

-Ne dersiniz Hazreti İmam’ın her sabahki tefekkürünü bugün biz de bir defa olsun hatırlayalım mı? Bakalım bizden de isteniyor mu İmam’dan istenen sekiz şey bir düşünelim mi?

Evet diyorsanız, buyurun, birlikte okuyoruz Hazreti İmam’ın her sabahki tefekkürünü.

Bilindiği üzere İmam-ı Şafii Hazretleri 204’te Mısır’da 54 yaşında vefat eden büyük müçtehidimizdir. Hayatını hep tefekkürle değerlendiren bu büyük müçtehidimiz bir sabah namazından sonra evine doğru yine derin bir tefekkür içinde yürürken, yaklaşan biri:

-“Efendi Hazretleri, derin düşünce içinde görüyorum sizi, bir sıkıntınız mı var yoksa?” diye sorar. Hazreti İmam:

– Her sabah benden istenenleri düşünüyorum da onun için dalgın yürüyorum, der.

Adam merak eder:

– Her sabah sizden istenenler nedir? Neleri düşünüyorsunuz böyle derinden?

– Her sabah yeni bir güne başlarken benden şu sekiz şeyin istendiğini düşünüyorum, diyen Hazreti İmam saymaya başlar her sabah istenen sekiz şeyi:

1- Rabb’im, benden farzlarını istiyor.

2- Resulüllah Efendimiz benden sünnetlerini istiyor.

3- Aile ve çocuklarım benden helal nafakalarını istiyor.

4- İmanım ve aklım benden Rabb’imin emirlerine uymamı istiyor.

5- Nefsim ve şeytanım da benden kendilerine uymamı istiyor.

6- Her an amelimi yazan melekler de hep sevap yazdırmamı istiyor.

7- Her doğan güneş bir gün daha yaşlandığımı hatırlamamı istiyor.

8- Her sabah Azrail de kendisine bir gün daha yaklaştığımı düşünmemi istiyor.

Hazreti İmam:

– İşte der, her sabah bu istekleri düşünerek yürüyorum bu yollarda. Dalgın görünüşümün sebebi bu isteklerdir. Soru sahibi:

-Ya İmam der, bunlar sadece sana mı soruluyor, yoksa bana da soruluyor mu bu sorular her sabah? Hazreti İmam tebessüm ederek cevap verir:

Ben kendime her sabah bu soruların sorulduğunu tespit ettim, belki sana da soruluyordur bu sorular. İstersen kafanı gereksiz konulardan temizle de bir de sen düşün bu soruları!

Adam bir an düşünceye dalar. Çok geçmeden başını sallayarak cevap verir:

Evet ya İmam der, bu sorular sadece sana değil bana da, hatta her sabah günlük hayatına başlayan herkese sorulan sorulardır. Bu önemli soruların her sabah bana da sorulduğunu düşündürdüğün için teşekkür ederim. Meğer biz ne kadar gaflet içinde yürüyormuşuz yolumuzda da haberimiz yokmuş…

– Ne dersiniz, kafası gönlü gereksiz olaylarla istila ve işgal edilmiş bizlerden de her sabah böyle sekiz şey istendiğini düşünüyor muyuz? Mesela her sabah bizden de:

Rabb’imiz farzlarını, Resulüllah Efendimiz sünnetlerini, aile ve çocuklarımız da helal nafakalarını istiyorlar mı? Akıl ve imanımız kendilerine tabi olmamızı, nefis ve şeytanımız da asıl kendilerine uymamızı telkin ediyorlar mı? Amellerimizi yazan melekler de hep sevap yazdırmamızı bekliyorlar mı? Güneşin her doğuşu, bir gün daha yaşlandığımızı, Hazreti Azrail’e bir gün daha yakınlaştığımızı düşünmemizi istiyorlar mı?

Ne dersiniz, her sabah günlük hayata başlarken bunları düşünmek bizim de aklımıza gelmeli mi?

Yoksa boş ver mi diyor, malum tekerlemeyi tekrar edenlere biz de mi katılıyoruz:

-Ayağını sıcak tut, başını serin; hayatını yaşa, düşünme derin mi diyoruz?

Öyle ise gelin, kafamızı kalbimizi günlük olayların istila ve işgalinden birazcık kurtaralım da, Hazreti İmam’dan istenen sekiz şeyin her sabah bizden de istendiğini düşünelim mi? Ne dersiniz?

Ahmed Şahin

Orjinal Link İçin Tıklayınız

www.ahmetsahin.org