Etiket arşivi: horoz

Horozu Öttüren Kırmızı Kravat!

HorozSene 1994 ilkbaharın başlangıcı havalar ısınmış, toprak altından bir nevi berzah âlemine uyanan ve neşv-u nema eden bitki tohumları; ağaç dalları yeşil yapraklarla sarmış, etraf rengârenk gelincik çiçekleriyle süslenmiş, hafif rüzgârın esintisiyle etraftaki bitkiler;  ağaçlar dal, yaprak ve çiçekleriyle Mevleviler gibi cezbeye gelmiş bir bahar döneminde, sermaye-i ömrünü bitirmiş; âlem-i berzah yolculuğuna giden bir dostumuzun vefat haberini Elazığ’dan duyduk, kaderin cilvesi; bir taraftan berzah âleminden dar-i dünyaya gelen nebat kafilesi, diğer taraftan da dünyadan; berzah âlemine göç eden insanlar! Bir devir teslim meydanı, bir deveran, bir imtihan yeridir. İşte bu dünya…  Taziye münasebetiyle birkaç arkadaşla Diyarbakır’dan Elazığ’a gittik.

 Elazığ’a kadar gelmişken 1925 yılından bu yana faaliyette bulunan  “Emrazı Akliye ve Asabiye Hastanesi” bugünkü belirgin ismi ile tanınan akıl hastanesi’ne de uğralayalım, dedik.

 … Derken ziyaretçi olarak akıl hastanesine gittik. Psikolojisi bozuk fakat zeki, akılları ise dağınık hastalar var, işte tarife uygun bir hasta ile hastane bahçesinde karşılaştık. Bize önce güzel bir iltifat gösterdi, daha sonra, muhtemelen bizi ağırlayacak imkânı olmadığını ima ederek şöyle konuşmaya başladı:

“vakti zamanda babamın Malatya girişinde çiftliği vardı, yedi çadırı kuruluydu, bir sürü koyunları vardı; kazan-kazan, et- pilav pişirilirdi, sofra yerden kalkmazdı, gelen gidenleri ağırlardık. Ah! nerede o zamanlar?” diye, ifade-i meram etikten sonra, bir sigara istedi,  yaktı sigarayı, nefes üstüne nefes sigaranın dumanı çekmeye başladı,  pür bir dikkatle boynumda ki kırmızı kravata derin… den baktı, baktı… Galiba düzgün bir kıyafet üzerinde ki “kırmızı kravat” onu çok düşündürmüştü… İşte o derin bakış içinden anlamlı bir hitap!

 “arkadaş! benim de bir horozum var, boynuna kırmızı kravatı takarsam öter mi.?” dedi,

“Evet… Evet, öter kardeşim.” dedim.

Yanımızdakiler bize güldüler, bende güldüm, ama gülüşüm başka bir gülüş… Hani güçlü biri; zayıf birisine hakaret edince, zayıf; kaviye karşı hafiften gülümseyerek vakıayı örtmeye çalışır. İşte benim de ağlama yerine tebessümle bir nevi halet-ı ruhiyemi gizlemeye çalıştım…

 Aldım mesajımı, o deli kardeşimden… “Nice elbise vardır, içinde insan yoktur; Nice insanlar vardır, üzerinde elbise yoktur” Hz. Mevlana’nın sözü ne kadar manidardır. Herkese bir hisse düşebilecek kadar gerçek payı var…  Sanırım.

İnsanoğlu kendini biraz güçlü, biraz itibarlı, biraz cebinde parayı gören, biraz makam ve mevki sahibi olan, biraz da şan ve şöhreti elde edince hemen dünyevi değerlerin cazibesine kapılıp üstün bir konumda kendini hisseder. Zira Bediüzzamana göre, ”Zaaf gururun madenidir.” Zayıf insanlar açıklarını kapatmakla gurur ve kibire kapılırlar. Kibirli insanlara bakıldığı zaman çoğu sonradan görme oldukları ve sosyal hayatta işgal ettikleri makam ve mevkinin ehli olmadıkları anlaşılır. Bu tür insanlıktan nasibini almayan insanlar ne kanunu ne de insanlığı tanımazlar. Ne yazık ki: Makam da, mevki de, şöhrette, zenginlikte çabuk elden çıkan nesnelerdir…

Cenabı Allah (cc) Kur’an-ı azim-ü’şân da şöyle buyurmaktadır “İnsanları küçümseyip yüz çevirme, yeryüzünde böbürlenerek yürüme; Allah kendini beğenip övünen hiç kimseyi şüphesiz sevmez. Yürüyüşünde tabii ol, sesini de alçalt” Lokman,31/18

Evet, nefsini beğenen ve nefsine itimat eden bedbahttır. Nefsinin ayıbını gören bahtiyardır… Tam toprak gibi mahviyet ve terk-i enaniyet ve tevazu-u mutlakta bulunmak şarttır.” (Bediüzzaman, Hizmet Rehberi)

Ya Rabbi,işinde sebat eden,nimetine şükreden, ibadetini güzel yapan,doğru konuşanlardan bizi eyle, amin!…

Rüstem Garzanlı / Diyarbakır

Kamu Yöneticisi

Horozla Köpeğin Konuşması

Kurtların, kuşların dilinden anlayan Hazreti Süleyman aleyhisselama gelen bir adam yalvarır:
– Ne olur ey Allahın nebisi bana da hayvanların dilini öğret de ben de konuştuklarından anlayayım.

Süleyman aleyhisselam izin vermez:
– Olmaz, der. Sen onların konuştuklarını dinlersen sabredemezsin. Arkasındaki hikmetleri düşünemezsin.

Ne var ki adam ısrar eder. Süleyman aleyhisselam da adama hayvanların dilini öğretir. Sevinçle evine gelen adam çöplükteki köpekle horozun konuşmalarını dinlemeye başlar. Bir ara köpekten şu sözleri duyar. Yanındaki horoza diyor ki:
– Horoz kardeş, sen arpayla buğdayla da karnını doyurabilirsin. Biraz ötedeki taneleri yesen de ekmek kırıntılarını bana bıraksan olmaz mı, benim karnım çok açtır.

Horoz şu cevabı verir:
– Sabret köpek kardeş, yarın buraya ağanın ölen eşeğini getirip bırakacaklar, bolca et yer, karnını iyice doyurursun.

Bunu duyan ağa hemen koşar ahırdaki eşeği alıp pazarda satar. Kendi kendine söylenerek döner:
– İyi ki hayvanların dilini öğrendim, yoksa eşek elimde ölecekti.

Ertesi gün yine kulak kabartır çöplükteki seslere. Köpek sitem etmektedir horoza:
– Hani ağanın eşeği ölecekti de ben de bolca et yiyecektim ya?

Horoz cevap verir:
– Ağanın eşeği öldü ölmesine de, satın alan zavallının elinde öldü. Ağa açıkgözlülük edip eşeği sattı. Ama üzülme, bu sefer ağanın atı ölecek. Buraya getirip bırakacaklar, bolca et yer, karnını doyurursun.

Ağa yine hızla kalkar, ahıra gidip atı alarak pazara götürüp satar. Dönerken de yine söylenir:
– İyi ki hayvanların dilini öğrendim, yoksa at da elimde ölecekti.

Gelip yine merakla kulak misafiri olur:

Bu sefer köpek daha yüksek sesle sitem ediyor:
– Horoz kardeş, beni yine aldattın. Hani ağanın atı ölecekti ya?
– Ağanın atı öldü ölmesine de, sattığı zavallının elinde öldü. Üzülme der; bu sefer daha büyük bir ziyafete konacağız hep birlikte.

Köpek inanmaz:
– Hadi hadi beni yine aldatıyorsun.

Horoz kesin cevap verir:

Hayır, aldatma falan yok. Durum kesin. Çünkü der, bu sefer ağanın kendisi ölecek, malına gelecek olan bela bu defa kendi canına gelecek. Arkasından yemekler yapılıp etler pişirilecek, artanını da bizlere dökecekler, ye yiyebildiğin kadar.

Ağa bunu duyunca şaşırır, sağa sola koşuşturmaya başlar, yok mu beni kurtararak biri, diye söylenir. Derken gece hastalanan ağa sabaha çıkmaz ölür.

Arkasından yapılan yemek, pişirilen etlerden artanlar çöplüğe dökülür, uzun zaman hayvanlar ziyafete konmuş olurlar. Bu sırada horoz söylenir:
– İnsanlar, keşke canıma gelecek olan malıma gelsin, diyebilselerdi de hileye başvurmasalardı.

– Bunda da bir hayır vardır, diye düşünselerdi. Bunu diyemiyorlar maalesef. Sonra da mallarına gelmesi gereken canlarına geliyor, ama pişmanlık fayda vermiyor.

Ahmed Şahin