Etiket arşivi: Allahı bilmek

“El – Cebbar” (Esma’ül Hüsna – Allah’ın Güzel İsimleri) (Video)

Allah Cebbardır. Cebbar isminin Allah hakkında şu manaları vardır.

1-Allah’ın dilediğini zorla yaptırmaya muktedir olması.

2-Kullarının işlerini yoluna koyması ve eksikleri gidermesi.

3-Kırıkları onarması ve dertlere derman vermesi.

4-Çok büyük ve azametli padişah olması.

Şimdi Cebbar isminin bu farklı manalarını tek tek anlamaya ve kainattaki tecellilerini görmeye çalışalım:

1- Allah’ın dilediğini zorla yaptırmaya muktedir olması

Allah cebbardır. Dilediğini zorla yaptırmaya muktedirdir. Hükmünü geri çevirecek ve takdirini değiştirecek hiçbir kuvvet yoktur. Emri ve hükmü her şeye hakimdir.

Evet kim bu kainata dikkat ile baksa, kainatı; gayet haşmetli ve gayet faaliyetli bir memleket, idaresi gayet hikmetli, hakimiyeti gayet kuvvetli bir şehir hükmünde görür. Her şeyi ve her mahluku birer vazife ile itaat halinde bulur.

Kimi bir bal fabrikası, kimi bir süt çeşmesi olmuş, kimi rahmetin latif bir eli, kimi şu dünya misafirhanesine bir lamba ve soba olmuş. Bunlar gibi her bir mahluk Allah’ın kendisine emrettiği vazifeyle meşguldür. Ve o vazifeye isyan edemez. Güneş o cesametiyle ve büyüklüğü ile “ben bugün doğmayacağım, yada batmayacağım” diyerek Cebbar olan Allah’ın hükmüne karşı gelemez. Ay, kandil ve takvimcilik vazifesinden geri kalamaz. İnsandan başka her şey vazifesine gayet dikkat eder ve Cebbar-ı azim olan Allah’ın emrine boyun eğer, itaat eder. İşte vazifesini yaparak Allah’ın emrine itaat eden ve ona karşı gelemeyip boyun eğen her mahlukta ‘Cebbar’ ismi görünür.

Bizler bir tavuğun yumurtladığını, koyunun süt verdiğini gördüğümüzde hiç Allahın Cebbar ismini tefekkür ettik mi? Yada devenin üzerine binmiş ve seyahat eden bir adamı gördüğümüzde, deveyi insana hizmet yapmaya zorlayan Allah’ı Cebbar ismiyle zikredip ona hamd ettik mi?

Çünkü insana itaat ettirilmiş ve vazifesine isyan edemeyen her mahlukta cebbar ismi tecelli eder. Evet kainatın zerrelerinden, semanın yıldızlarına kadar her şey Allah’a itaat ederek Cebbar ismine ayna oluyor ve onu Cebbar ismiyle tesbih ediyor. Yalnız bedbaht insanlar müstesna…

Bakın Efendimiz (sav) Allah’ın Cebbar isminin hakikatine nüfuz ederek onu nasıl vasfetmiş;

Ey azametine her şeyin boyun eğdiği,
Ey kudretine her şeyin teslim olduğu,
Ey izzetine karşı her şeyin zelil olduğu,
Ey heybetine her şeyin huşu içinde boyun eğdiği,
Ey saltanatına her şeyin teslim olduğu,
Ey korkusundan her şeyin alçaldığı,
Ey haşyetinden dağların parçalandığı,
Ey emriyle göklerin ayakta durduğu,
Ey izni ile yeryüzünün istikrar bulduğu…

2- Kullarının işlerini yoluna koyması ve eksikleri gidermesi

Allah Cebbardır. Kullarının işlerini yoluna koyar ve onların eksikliklerini giderir. Cebbar ismi bu manasıyla devamlı bizde tecelli eder; Bir işsizin iş bulması, siftah bile yapamayan bir esnafın işlerinin açılması, borçlunun borçtan kurtulması, dersleri zayıf olan bir öğrencinin derslerini düzeltmesi, yakacak odun kömürü olmayan bir ailenin bu ihtiyacının giderilmesi, eksik bir dosyanın evraklarının tamamlanması ve bunlar gibi işlerin yoluna konulup eksiklerin giderildiği bütün işlerde Allah’ın Cebbar ismi tecelli etmiştir.

Maddi alemde bu manasıyla tecelli eden Cebbar ismi manevi alemde tecelli ettiğinde kullarının hallerini ıslah eder, onlara tövbeyi nasip eder, ahlaklarını güzelleştirir, yapamadıkları ibadetleri onlara kolaylaştırır ve kulunun mana alemindeki eksikliklerini giderir.

Allah Cebbar ismi hürmetine maddi ve manevi işlerimizi yoluna koysun ve eksikliklerimizi gidersin.

3- Kırıkları onarması ve dertlere derman vermesi

Allah Cebbardır. Kırıkları onarır, dertlere derman ihsan eder. Kırılan bir kalbin tesellisi Cebbar ismi ile olur. Kırılan bir kemik bu ismin tecellisiyle iyileşir. Tereddüt içinde bocalayanlara maddi ve manevi yollar gösterir, ihtiyaç sahiplerine imdat eder, ağır belalara düşen kullarının feryadına yetişir. Hastalar bu isimde şifa, dertliler dertlerine derman bulur. Demek ki hastaya şifa, dertliye deva, borçluya eda bu isim ile gönderilir. Küsler bu ismin tecellisi ile barışır,

Meselemiz Allah’ı tanımak ve her şeyde ona bir pencere açmak. Acaba kırılan bir eşyamızı birbirine yapıştırdığımızda, bu fiilin Cebbar isminin bir tecellisi olduğu hiç düşündük mü?

Veya borcumuz var ama ödeme imkanımız yok. Kara kara düşünürken hiç beklemediğimiz bir yerden gelen yardımla borcumuzu ödediğimizde, derdimize derman olan Allah’ı Cebbar ismiyle tefekkür ettik mi?

4- Çok büyük ve azametli padişah olması

Allah Cebbardır. Çok büyük ve azametli padişahtır. O öyle bir padişahtır ki; saltanatının başlangıcı olmadığı gibi nihayeti de yoktur. Onun saltanatından başka hiçbir saltanatın devamı da yoktur.

O öyle bir sultandır ki; sineğin kanadından, semavatın kandillerine kadar, bedenin hücrelerinden, semanın burçlarına kadar her şey O’nun mülküdür. O koca güneş O’nun mülkünde küçük bir lamba, yıldızlar birer kandil ve ay bir takvimcidir.

Evet kainatın sultanı birdir. Her şeyin anahtarı O’nun yanında, her şeyin dizgini O’nun elindedir. Her şey O’nun emriyle halledilir.

Bu manalar insana ifade eder ki;

O’nu bulan neyi kaybeder? Ve O’nu kaybeden neyi bulur? Sultan-ı Kainatı bulan her şeyi bulur. Hadsiz minnetlerden ve korkulardan kurtulur. O’nu bulamayan ise hiçbir şey bulamaz. Bulsa bulsa başına bela bulur.

“El – Mütekebbir” (Esma’ül Hüsna – Allah’ın Güzel İsimleri) (Video)

Allah mütekebbirdir.

Bu ismin manası; Allah’ın, azameti ve büyüklüğü, ancak kendi zatına layık görmesi ve her hadisede büyüklüğünü göstermesidir.

Bu itibarla bu isim; depremlerle yeryüzünün sallanmasında, bulutlara başları değen dağlarda, sema denizinde yüzen yıldızlarda, ağaçları kökünden koparıp savuran hortum ve fırtınalarda, gök gürlemesinde ve çakan şimşeklerde ve kendisinde büyüklük ve azamet görünen her eserde tecelli eder.

Allah’ın niçin mütekebbir olduğunu ve büyüklenmek niçin sadece Allah’a mahsus olduğunu anlamak için ilk önce Allah’ın zatının, isim ve sıfatlarının ve fiillerinin büyüklüğünü anlamak gerekir. Bu büyüklük anlaşıldığında şu hadisin sırrı da anlaşılacaktır:

“Büyüklük ridam, azamet örtümdür. Kim bunlardan birisinde bana ortaklığa kalkışırsa onu cehenneme atarım.”

Evet şimdi, Allah’ın mütekebbir ismine ulaşmak için zatının, isim, sıfat ve fiillerinin büyüklüğünü görmeğe çalışalım.

Büyüklük Allah’ın zatına mahsustur.

Ne kadar büyük ve büyüklük ifadesi varsa onun büyüklüğü yanında bu ifadeler ne kadar küçüktür. Akıl, Allah’ın bu büyüklüğünün mahiyetini anlamaktan acizdir ki, O’nu en iyi tanıyan gönüllerin sultanı (sav) bakın onu nasıl vasfetmiş:

Ey gözlerin zatını idrak ve ihata edemediği,
Ey vasfedenlerin kendisini hakkıyla vasfedemediği,
Ey akıl ve anlayışların zatını kavrayamadığı,
Ey fikirlerin büyüklüğünü anlayamadığı,
Ey azamet ve kibriya örtüsü olan…

Evet akıl, Allah’ın zatının mahiyetini anlamaktan acizdir. Bu şuna benzer; Bir kitabı gördüğümüzde, onu yazan katibin varlığını biliriz ve onu kabul ederiz. Ve bu katibin ilim sahibi olduğunu biliriz. Çünkü kitabı ilmiyle yazmıştır. İlmi olmayan kitap yazamaz. İrade sahibi olduğunu biliriz. Çünkü yazmayı, yazmamaya tercih etmiştir. Kudret sahibi olduğunu biliriz. Çünkü kalemi tutamayan kitap yazamaz. Hayat sahibi olduğunu biliriz, çünkü hayatı olmayan bir kitaba katip olamaz. Ve bunlar gibi ona ait olan bir çok isim ve sıfatı biliriz.

Ancak onun kim olduğu ve boyu, kilosu, rengi gibi zatının özellikleri hakkında fikir yürütemeyiz.

Aynen bunun gibi, şu kainat kitabı da, bu kitabı yazan Allah’ın ilmine, iradesine, kudretine, hayatına ve diğer isim ve sıfatlarına delalet eder. Ancak az önceki misalde kitabın katibi hakkında fikir yürütemediğimiz gibi, kainat kitabının katibi olan Allah’ın zatı hakkında da fikir yürütemeyiz. Zira akıllar onun zatını kavrayamaz, fikirler O’nun büyüklüğünü anlayamaz ve vehimler ve hayallar O’nun künhüne ulaşamaz.

İsim ve sıfatlarında büyüktür

Allah’ın isim ve sıfatları nihayetsizdir. Kudreti, ilmi, iradesi, görmesi, işitmesi sonsuz olduğu gibi rahmeti, ihsanı, hikmeti ve diğer bütün isim ve sıfatları da nihayetsizdir. Bu isim ve sıfatların büyüklüğünü söz sultanı olan Efendimiz (sav) şöyle beyan buyurmuş:

Ey İlmi her şeyi kuşatan,
Ey kudreti her şeye yeten,
Ey her şeyi engelsiz gören,
Ey her sesi işiten ve cevap veren,
Ey en yüce sıfatlar ve en güzel isimler kendisine ait olan,
Ey en geniş rahmetin sahibi,
Ey daimi izzet sahibi,
Ey hakimler hakimi,
Ey adillerin en adili,
Ey ikram edenlerin en kerimi,
Ey merhametlilerin en rahimi…

Allah fiillerinde büyüktür

Bir terzi bir ağaca veya bir hayvana kaç günde elbise dikebilir? Öyle bir elbise dikmeli ki, ağaç ve hayvan büyüdükçe elbise de büyümeli, ne bol, ne dar olmalı. Evet bir terzi değil, dünyanın bütün terzileri bir araya gelse bir karıncaya elbise dikemez. Halbuki Allah her an milyonlarca bitki ve hayvana mükemmel elbiseler giydirerek elbise dikmek fiilindeki büyüklük ile mütekebbir ismini göstermektedir.
Bir boyacı bir papağanı kaç günde boyayabilir? Öyle bir boya ki, renkler birbiriyle uyumlu olup, ne solmalı, ne de dökülmeli. Evet bir boyacı değil, dünyanın bütün boyacıları bir araya gelse suyun içinde yüzen bir balığa o çıkmaz boyayı vuramaz. Nerede kaldı ki bulunduğu ortama göre 7-8 farklı renge bürünen ahtapotu boyayabilsinler. Halbuki Allah her mahluku en güzel renklerle boyamakla, boyama fiilindeki büyüklük ile Mütekebbir ismini göstermektedir.

Bir yönetici tek başına, yardımcısız kaç kişiyi idare edebilir? Öyle bir idare ki, onların halinden haberdar olup, seslerini işiterek ihtiyaçlarını görmeli. Halbuki öyle idareciler görüyoruz ki, binlerce yardımcısı olmasına rağmen küçük bir topluluğu idare edemiyor. Şimdi bakın Allahın idaresine; kainat, intizamından mükemmel bir şehir hükmüne girmiş. İçindeki her bir mahluk hikmetle idare ediliyor. Her birinin sesi işitiliyor, ihtiyacı görülüyor. İşte kainattaki mükemmel idare ile Allah idare etmek fiilinin büyüklüğü ile Mütekebbir ismini göstermektedir.

Bir marangoz ağaç ve tahtadan ancak bir masa veya sehpa yapabilir. Bakın sanatında dahi akılları hayrete düşüren zata; ağaç ve tahtadan, renkleri, tatları, şekilleri, kokuları farklı binlerce meyveyi icad ediyor. Ve sanatla yaratmak fiilinin büyüklüğü ile Mütekebbir ismini gösteriyor.

Bir heykeltıraş bir taş parçasını yontarak bir heykel yapabilmek için aylarca çalışıyor. Halbuki Allah bir su damlasından saniyede 4, günde 300 bin insan yaratıyor. Hem de öyle taştan değil, cansız değil, hayat sahibi. Ve insanın yaratıldığı o saniyede, mikroplardan, bakterilerden, karıncalardan, sinek ve böceklerden ve diğer canlılardan hadsiz fertlerinde yaratıldığı ve yine o saniyede bir milyona yakın bitki nevlerininde yaratıldığı göz önüne alınırsa Allahın yaratmak fiilindeki büyüklük ile belki Mütekebbir ismi bir nebze anlaşılır.

İşte bu fiillere, beslemek, suret vermek, hayat vermek, öldürmek ve diğer fiilleri kıyas edelim. Ve Allahın Mütekebbir ismini bir parçada olsa anlamaya çalışalım.

Netice olarak Allah’ın zatının, isim ve sıfatlarının ve fiillerinin büyüklüğü ve azametinden dolayı Allah Mütekebbirdir. Büyüklüğü ve azameti ancak kendi zatına layık görür.

Madem sadece Allah Mütekebbirdir ve büyüklenmek ona mahsustur. Kula düşen şu ayete kulak verip tevazu ile onun büyüklüğü ve azameti karşısında hayretle ve muhabbetle secdeye kapanmasıdır;

“ Yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü sen ne yeri yarabilir, nede boyca dağlara erişebilirsin.” (İsra 37)

“El – Aziz” (Esma’ül Hüsna – Allah’ın Güzel İsimleri) (Video)

Yüksek bir dağa baktığınızda, helak olan bir kavmin kalıntılarının yanından geçtiğinizde, yıldızların, ayların, güneşlerin ve diğer mahlukların itaatini gördüğünüzde Allah’ı hangi ismiyle hatırlıyorsunuz?

El-Aziz

Aziz isminin 3 manası vardır.

1. Allah’ın izzet sahibi ve yüceler yücesi olması

2. Allah’ın mağlup olmayan galip olması

3. Yarattıklarının onun emrine itaat etmesidir.

Şimdi Aziz isminin bu üç tecellisini alem aynalarında görmeye çalışalım:

1-İzzet sahibi ve yüce olan

Allah azizdir. Yani Azamet, büyüklük ve kuvvet sahibidir. Şanı pek yücedir. Şu alemde kendine büyüklük verilen mahluklar Allahın aziz ismine aynadırlar. O yüksek dağlara, engin denizlere, denizlerde ki fırtınalara, uçsuz bucaksız çöllere, aylara, güneşlere, yıldızlara kulak verseniz hep bir ağızdan yâ aziz, yâ aziz, yâ aziz diyerek tesbih ettiklerini işitirsiniz.

Aziz ismi alemde böyle gözüktüğü gibi insan da hatta devletlerde bile gözükür. Aziz isminin tecelli ettiği insanlar şu ayetin ifadesiyle

”Üstünlük, ancak Allah’a, O’nun elçisine ve müminlere mahsustur.”

Yani aziz olan yalnız Allah, O’nun resulü ve müminlerdir. Yine bu isim tarihe adını altın harflerle yazdıran Osmanlı imparatorluğunda ve Kur’an’ı kendilerine rehber yapan tüm devletlerde tecelli etmiştir.

Şimdi bize düşen: Allah’ın aziz ismini alem sayfalarında okumak, lisan-ı halleriyle ya aziz ya aziz diye zikir eden mahlukatın tesbihatını işitmek ve kuranı kendimize rehber yaparak hem dünyada hem ahirette aziz olmaktır.

2- Mağlup olmayan galip

Allah azizdir. Yarattıkları üzerine galiptir. Yer yüzü Allah’a asi olup ta böyle mağlup olmuş nice kavimlerin kalıntıları ile doludur. Bakın Allah, o asi ve inatçı kavimleri helak ettiğini kitabında nasıl anlatıyor.

“Elçilerimiz Lut’a gelince, onlar hakkında tasalandı. Ve onlar(ı düşünmesi) sebebiyle takatten düştü. O’na: “Korkma, tasalanma! Çünkü biz seni de, aileni de kurtaracağız. Yalnız (azabta) kalacaklar arasında bulunan karın müstesna” dediler.

“Biz şüphesiz bu memleket halkının üzerine, yoldan çıkmalarına karşılık (feci) bir azap indireceğiz.”(dediler). Andolsun ki biz, aklını kullanacak bir kavim için oradan apaçık bir ibret nişanesi bırakmışızdır.

Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı gönderdik ve Şuayb, “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin, ahiret gününe ümit bağlayın, yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın!” dedi.

Fakat onu yalancılıkla itham ettiler. Derken, kendilerini bir sarsıntı yakalayıverdi ve yurtlarında diz üstü çökekaldılar.

Ad ve Semud’u da (helak ediverdik). Sizin için, (onların başına nelerin geldiği) oturdukları yerlerden apaçık anlaşılmaktadır. Şeytan onlara yaptıkları işleri güzel gösterip onları doğru yoldan çıkardı. Oysa bakıp görebilecek durumdaydılar.

Karun’u, Firavun’u ve Hâmân’ı da (helak ettik). Andolsun ki, Musa onlara apaçık deliller getirmişti de onlar yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Halbuki (azabımızı aşıp geçebilecek değillerdi.

Nitekim onlardan her birini günahları sebebiyle suç üstü yakaladık: Kiminin üzerine taşlar savuran rüzgarlar gönderdik, kimini korkunç bir ses yakaladı, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Allah onlara zulmetmiyor, asıl onlar kendilerine yazık ediyorlardı.” (Ankebut 33-40)

İşte Helak olan bütün bu kavimlerde Allahın aziz ismi haşmetiyle gözüküyor.

Biz hiç bu kavimlerin yıkıntılarının arasından geçerken, onların yerle bir olmuş kabirlerini gördüğümüzde Allahı aziz ismiyle yad ettik mi?

O kalıntıların ve harabelerin üzerinde Allahın Aziz ismini okuduk mu?

Yada bizde Allah asi olursak, Allahın bizi de onları yakaladığı gibi yakalayacağını hiç düşündük mü?

3- Mahlukatının itaat etmesi

Mahlukatının Allah’ın emrine itaat etmesi ve ona karşı gelememesi de Aziz isminin bir tecellisidir.

Evet insan ve bazı canavarlardan başka, güneş, ay, yeryüzünden tutunda, tâ, en küçük mahluka kadar her şeyin dikkatle vazifesinde çalışması, zerrece haddinden tecavüz etmemesi, büyük bir heybet altından umumi bir itaatin bulunması, gösterir ki, büyük bir celal ve izzet sahibi bir zatın emriyle hareket ediyorlar. İşte, vazifesini yapmakla ona itaat eden her bir mahluk bu itaatiyle Allah’ın aziz ismine aynadır.

Bütün mahlukat ona böyle itaat ederken, biz nasıl cesaret ederiz ki, isyanımızla öyle bir sultanının emirlerine karşı geliyoruz ki, yıldızlar, aylar, güneşler itaatkar askerler gibi emirlerine itaat ederler.

Hem isyanımızla öyle bir azize karşı geliyoruz ki, öyle azametli ve itaatli askerleri var ki, farz-ı misal şeytanlar dayanabilselerdi, onları dağ gibi güllelerle taşlayabilirlerdi.

Hem öyle bir sultanın memleketinde isyan ediyoruz ki, kullarından ve askerlerinden öyleleri var ki, değil bizim gibi küçük, aciz mahlukları, belki farz-ı muhal dağ ve yer büyüklüğünde asi bir mahluk olsaydık, dünya büyüklüğünde yıldızları, ateşli demirleri, bize atıp dağıtabilirlerdi.

Seyrangah.tv

“El – Müheymin” (Esma’ül Hüsna – Allah’ın Güzel İsimleri) (Video)

Allah Müheymindir. Bu ismin Allah hakkında 2 manası vardır:

1. Manası ile: Allah, koruyup, muhafaza edendir. Bir şeye göz kulak olan kişi o şeyin koruyucusu ve müheyminidir demektir. Muhafaza edene müheymin derler.

2. Manası ile Allah, yarattıklarını her an gözetleyen ve onların her haline şahit olandır.

Şimdi bu ismin iki farklı manasını anlamaya çalışalım:

1- Allah, koruyup, muhafaza edendir.

Hücre bilimcilerinin araştırmaları neticesinde insanın bir tek hücresindeki DNA’larda 1 milyon sayfayı dolduracak bilginin var olduğu anlaşılmış.

Dünyanın en büyük ansiklopedisi olan ANA Britanicanın 40.000 sayfa olduğu düşünülürse, bir tek DNA’nın taşıdığı bilginin büyüklüğü daha iyi anlaşılmış olur.

Dünyanın en büyük ansiklopedisindeki bilgilerden 25 kat daha fazla bilgi, mikroskop ile yüzlerce defa büyütüldükten sonra ancak görülebilen bir hücrede ki DNA’lara yerleştirilmiş. Böyle harikulade bir işin tesadüf eseri olması mümkün müdür?

Acaba bütün dünya toplansa, Ana Britanica ansiklopedisinin tesadüfler sonucu meydana geldiğine bizi inandırabilirler mi? Elbette hayır’ peki, Bu dev ansiklopediden yüzlerce defa daha mükemmel olan DNA ansiklopedisinin sebeplerden yada tesadüfler neticesinde meydana geldiği nasıl iddia edilebilir?

İşte her bir DNA hücresi, kendisinde muhafaza edilen ve saklanan 1 milyon sayfalık bilgiyle, Allahı müheymin ismiyle bizlere bildirir. Allah bu ismin tecellisiyle insanların amellerini hafızalarında, amel defterlerinde ve levh-i mahfuzda muhafaza eder.

Yine bu ismin tecellisiyle çiçeklerin ve bitkilerin programlarını çekirdek ve tohumlarında muhafaza eder. Ve bir sonraki baharda aynen iade eder.

Ve hayvanların hayat programlarını ise yumurtalarda ve su damlacıklarında saklar ve muhafaza eder.

Müheymin ismi hayat sahiplerinin programlarını ve amellerini muhafaza etmek ile tecelli ettiği gibi, yarattıklarını tehlikelerden korumak ve muhafaza etmekle de tecelli eder. Dilerseniz müheymin isminin bu manadaki tecellisini insan aynasında görelim:

İnsanın en önemli organı olan beynini çok sert ve sağlam olan kafatası ile muhafaza etmek…

Gözü göz kapakları ve kaşlarla muhafaza etmek….

konuşma ve tad alma cihazımız olan dili ağız ile muhafaza etmek….

bir elbise gibi giydirilen deri ile vücudumuzu dış etkenlerden muhafaza etmek…

İç organlarımızı göğüs kafesinde muhafaza etmek

ölmemek için gereken rızkı iç yağ suretinde vücudumuzda depo ederek açlıktan ölüme karşı muhafaza etmek…

Bütün bunlar bu ismin bir tecellisidir. Ayrıca bize korku duygusu vererek muhtemel tehlikelerden sakındırmak da müheymin isminin bir tecellisidir. Eğer bu isim bizde tecelli etmeseydi, elektrik tellerini tutabilir, trafikte korkmadan sürat yapabilir ya da hızla gelen trenin önüne atlayabilirdik.

İşte Hayatımızın devamı ve muhafazası için vücudumuzda yerleştirilen bütün maddi ve manevi cihazlar, Allah’ın müheymin isminin bir tecellisidir. Acaba , yaratılış gayesi onu tanımak olan insan, bütün bu cihazlardan istifade eder de, bu cihazları kendine takan Allah’ı müheymin ismiyle bilmezse, aleme gönderiliş gayesine muhalefet etmiş olmaz mı?

2- Allah, yarattıklarını her an gözetleyen ve onların her haline şahit olması

Müheymin isminin diğer manası; Allah’ın her şeye şahid ve gözeten olmasıdır. Perdesiz güneşe karşı yeryüzündeki eşya, güneşi görmemesi mümkün olmadığı gibi, müheymin olan Allah’a karşı da eşyanın gizlenmesi bin derece imkânsızdır. Çünkü her şey onun gözetlemesi altındadır. Her şeye nüfuzu vardır. Şu cansız güneş, şu aciz insan, şu şuursuz röntgen ışığı gibi nur sahipleri, sonradan yaratılmış ve kusurlu oldukları halde, onların nurları mukabilindeki her şeyi görüp nüfuz ederse, elbette Allah’ın müşahedesinden ve gözetlemesinden hiçbir şey gizlenemez.

Madem bu kainatın sahibi olan Allah, kelamında hadid suresi 4. ayette; “Nerede olursanız olun, Allah yaptıklarınızı görendir”

ve mücadele suresi 7.ayette

“Göklerde ve yerde olanları, Allah’ın bildiğini görmüyor musunuz? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O’dur. Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O’dur. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlak O, onlarla beraberdir.”

ifadeleriyle Müheymin olduğunu beyan ediyor. Madem Allah her şeyi görür ve gözetir. Elbette bizi ve amellerimizi de görüyor ve gözetiyor.

Acaba yaptığı kötü bir işin başkası tarafından bilinmesinden rahatsız olan insan, nasıl olur da, hiçbir şey kendisine gizli kalmayan Allah’ın huzurunda günah işler ve ona isyan eder.

Seyrangah.tv

Esmaül Hüsna

Arapça’da “isim” kelimesinin çoğulu olan “esmâ” ile “güzel, en güzel” anlamındaki “hüsnâ” kelimelerinden oluşan “esmâu’l hüsnâ” terimi Kur’ân-ı Kerîm ve Hadis-i Şerîflerde Allah-ü Teala’ya nisbet edilen isimleri ifade eder. Sadece Kur’ân’da geçen ilâhî isimler 100’den fazladır; muhtelif hadislerde Allah’a nisbet edilen başka isimler de mevcuttur. Esmâu’l hüsnâ terkibinin, geniş anlamıyla bunların hepsini kapsamakla birlikte terim olarak daha çok doksan dokuz ismi içerdiği kabul edilir.

Esmâu’l hüsnâ terkibinde yer alan hüsnâ kelimesi “güzel” mânasında sıfat veya “en güzel” anlamında ism-i tafdîl (üstünlük sıfatı) sayılmıştır. Her iki halde de buradaki güzellik bir gerçeği vurgulamakta olup Allah’ın güzel olmayan bir isminden söz edilemeyeceği için mefhûm-i muhalifini hatıra getirmez. İlâhî isimlerin güzellikle nitelendirilmesinin sebeplerini Ebû Bekir İbnü’l-Arabî şöyle sıralamaktadır:

1. Esmâu’l hüsnâ Allah hakkında yücelik ve aşkınlık ifade eder ve kullarda saygı hissi uyandırır.

2. Zikir ve duada kullanılmaları halinde kabule vesile olur ve sevap kazandırır.

3. Kalplere huzur ve sükûn verir, lütuf ve rahmet ümidi telkin eder.

4. Bilginin değeri bilinenin değerine bağlı bulunduğu ve bilinenlerin en şereflisi de Allah olduğu için esmâ’ul hüsnâ bilgisine sahip olanlara bu bilgi meziyet ve şeref kazandırır.

5. Esmâu’l hüsnâ Allah için vacip (olması gereken), caiz (olması uygun) ve mümteni’ (olması imkansız) olan sıfatları içermesi sebebiyle O’nun hakkında yeterli ve doğru bilgi edinmemize imkân verir.

İnsanların büyük çoğunluğu kâinatın bir yaratıcı ve yöneticisinin bulunduğunu kabul etmekle birlikte madde özelliği taşımadığından O’nu duyularıyla idrak etmeleri mümkün değildir. Şu halde yaratıcı ancak kâinat ve insanla olan ilişkisi bakımından tanınabilir. Bundan dolayı esmâ’ul hüsnâ bilgisi, Allah-âlem ilişkisine ışık tutması ve sonuçta Allah’ı tanıtması açısından önem taşımaktadır.

Şunu da belirtmek gerekir ki evrenin bir parçasını oluşturan insan, aklî istidlalleri yanında gönül hayatı bakımından da yaratıcı ile münasebet kurmak ihtiyacındadır. Bu münasebetin sağlanmasında esmâ’ul hüsnânın vazgeçilmez bir rolü vardır. İsimlerin kelimeler ve seslerle ifade edilmesi ve bu seslerin kulaklarda yankılanması söz konusu iletişimi geliştiren ve güçlendiren sebeplerdir. Kur’ân-ı Kerîm’de dua ve zikrin ısrarla tavsiye edilmesinin bir sebebi de bu olmalıdır. Hz. Peygamber’den rivayet edilen duâ metinlerinde esmâ’ul hüsnânın çokça yer alması dikkat çekicidir.

İbnü’l-Arabî’nin de belirttiği gibi her dindar insanın manevî yöneliş ve ibadetlerinin yüce yaratıcının bizzat kendisine olduğu şüphesizdir. O’nunla iletişim kurmak ve söyleşmek dindar için vazgeçilmez bir ihtiyaç, paha biçilmez bir haz olup bu iletişime zihinle kalbin yanında bunlarla etkileşim halinde bulunan dilin ve kulağın da katılması lâzımdır. Dil O’nun isimlerini zikreder, kulak da bu zikri algılar.

En önemli konusunu Allah bilgisinin oluşturduğu ilâhî dinler içinde İslâmiyet Allah’ın isim ve sıfatlarına ayrı bir önem vermiş, tevhid inancının açık bir şekilde anlaşılabilmesi için yaratanla yaratılmışların niteliklerinin açıklığa kavuşturulmasını fevkalâde gerekli görmüştür. Allah’ın zâtının bilinmesi isimleri ve sıfatlarıyla mümkün olacağından Kur’ân-ı Kerim’de Allah’ın güzel isimlerinin bulunduğu, O’na bu isimlerle dua, niyaz ve ibadette bulunulması gerektiği, bu konuda doğru yoldan ayrılanlara itibar edilmemesi lâzım geldiği (A’râf 7/180), ayrıca esmâ’ul hüsnânın hangisiyle olursa olsun dua edilebileceği (İsrâ 17/ 110) belirtilmiş ve son inen sûrelerden birinde de on altı kadar isim bir arada zikredilmiştir (Haşr 59/22-24).

Hz. Âişe anlatıyor: Rasülullah (sav) şöyle yalvardı:

Allah’ım! Ben, senin pak, güzel, mübarek ve yüce nezdinde en sevimli olan, onunla dua edildiği takdirde hemen icabet ettiğin, onunla senden istenince hemen verdiğin, onunla Rahmetin talep edilince kurtuluş verdiğin isminle senden istiyorum.

Hz. Aişe’nin belirttiğine göre bir başka gün Rasülullah (sav)’in kendisine “Ey Âişe, kendisiyle dua edildiği takdirde icabet ettiği ismi, Allah’ın bana gösterdiğini sen biliyor musun?” diye sormuştu.

Hz. Âişe “Ben: Ey Allah’ın Rasûlü, Anam babam sana feda olsun, onu bana öğret” dedim.”

“Ey Âişe, onu sana öğretmem uygun düşmez.” buyurdu. Bu cevap üzerine ben de oradan uzaklaşıp bir müddet tek başıma oturdum. Sonra kalkıp başını öptüm ve “Ey Allah’ın Rasûlü O’nu bana öğret” diye ricada bulundum. O yine “Onu sana öğretmem uygun olmaz Ey Âişe; onunla senin dünyevi bir şey talep etmen uygunsuz olur.” buyurdu.

“Ben de kalkıp abdest aldım, sonra iki rekat namaz kıldım, sonra:

Allah’ım sana Allah isminle dua ediyorum. Sana Rahman isminle dua ediyorum. Sana bildiğim, bilmediğim güzel isimlerinin hepsiyle dua ediyorum. Bana mağfiret et, rahmet eyle” diye dua ettim. Bu duam üzerine Rasülullah (sav) güldü ve “İsmi Âzam senin yaptığın şu duanın içinde geçti.” buyurdu.” (Kütüb-i Sitte 17/506)

Her şeyde O’nun isimlerinden bir isim mevcuttur, her şeyin ismi O’nun ismindendir. (Abdulkadir Geylani k.s)

Rabbim o kadar merhametliki  Esmaül Hüsna’nın hürmetine merhamet kapılarını bizlere açıyor bize düşen temiz bir niyet ve tevbe istiğfar ile RABBİMİZ el acıp dua etmek ..

Dualar da buluşmak temenlisi ile Binler selam…

Hatice BAŞKAN

www.NurNet.org