Etiket arşivi: Hüseyin Okur

Aile Huzuru ve Namaz

Ailenin kuruluşunda fertlerce ilk akla gelen husus mutluluk, saadet gibi kavramlardır. Öyledir de. İçinde mutluluğun olmadığı, sevincin olmadığı daha doğrusu kalp huzuru ve itminanın olmadığı hiçbir şey insanoğlunun fıtratına uygun değildir. Bu sebeple insanlar fıtratlarına uygun işler seçerler, sevdikleri yemekleri yerler, sevdikleri insanlarla birlikte olmaktan hoşlanırlar.

Huzuru elde etmek için insanın bir miktar gayret göstermesi gerektiği malumdur. Zira zahmet olmadan rahmet olmaz. Aile içinde de her bir birey kendine düşen vazifeleri yerine getirecektir ki huzurun bir kısmı elde edilebilsin. Bunun için erkek; ailesinin rızkı için helal yollardan çalışır, evine ekmek getirir. Hanım evin işlerini evirip çevirir, çocuklara annelik eder vs. Sayabileceğimiz bu tür şeylerin her biri bir noktaya kadar ailevi huzuru temin etmede bize yardımcıdır. Neticede maddi olanakların genişliği, bireylerin görevlerini ifa etmedeki gayret ve işlevsellikleri bir yere kadar huzuru temin etmeye yardımcı olur. 

MUHAKKAK Kİ NAMAZ HAYASIZLIKTAN VE FENALIKTAN ALIKOR

Hatırlarsak Rasulullah (s.a.v) bir hadislerinde, “Namaz ise gözümün nuru kılındı” buyurmuştur. “Kurratü’l-ayn” yani “göz nuru”nu günlük hayatımızda da çok kullanırız. Bizim de gözümüzün nuru, sahip olduğumuz pek çok şeyimiz vardır. Ancak hangisi daha önemli ve elzem! Rasulullah (s.a.v) neden namaza “göz nuru” demiş, hiç düşündük mü? Bakın Cenab-ı Allah bize ne buyuruyor: “Ehline namaz kılmalarını emret, kendin de onda devamlı ol.” (Taha, 132) “….Namaz kıl; muhakkak ki namaz hayasızlıktan ve fenalıktan alıkor…” (Ankebut, 45)

GÖZ NURU VE GÖNÜL SÜRURUNA VESİLE OLACAK EŞLER

Gönül eşini bulamamış her insan hem huzursuzdur hem de yarımdır. Huzursuzdur çünkü Mevlana’nın ifadesiyle, “Ayakkabının biri sıkarsa diğeri de işe yaramaz hale gelir.” Yarımdır zira eşler birbirini tamamlayan iki ayrı cüzdür. Birinin eksikliği diğerini de yarım bırakır. İşte bu sebepledir ki Rahman’ın has kullarının Rablerinden hususi isteklerinden biri de Kur’an’da “Onlar ‘Rabbimiz! Bize eşlerimizden ve çocuklarımızdan gözümüzün aydınlığı olacak insanlar ihsan et’ derler.” (Furkan, 74) ayetiyle ifade buyurulduğu gibi göz nuru ve gönül süruruna vesile olacak eşler ve çocuklara sahip olmaktır.

O halde Müslüman bir ailenin, yuvasını namazdan mahrum etmesi düşünülemez. Her biri ayet ve hadislerde göz nuru olarak nitelendirilmiştir. Namaz öyle bir ibadettir ki abdestin alınmasından selam verilmesine kadar huzur ve sükuneti içerir. O kalpleri itminana kavuşturan bir zikir ve ibadettir. Evvelinde alınan abdest bizim çoğu zaman baş edemediğimiz öfkeyi söndürür. Namaz ise bir sekinettir. huzurdur. Bu sebeple Allah (c.c) Efendimiz (s.a.v) zatında bütün ümmete; aile içinde birbirlerinin namazlarını takip etmelerini emretmiş ve bu hususta sabrı tavsiye etmiştir. Hz. Ebu’d-Derda (r.a) anlatıyor: Rasulullah (s.a.v) bana şöyle bir tavsiyede bulunmuştu: “Parça parça kesilsen de yakılsan da Allah’a ortak koşma ve farz olan namazı bilerek terk etme. Kim ki farz olan namazı bilerek terk ederse Allah’ın koruması ondan uzaklaşmıştır” (Müsned, 5, 238) 

NAMAZ DAİMA SAMİMİYETE DAVET EDER İNSANI

Namaz insanın ruhunu canlı tutar. Ona hayatın zorluklarına, bela ve musibetlere karşı tahammül gücü verir. Nefsini korur. Rabbini tanıması sağlar. Aciz bir kul olduğunu fark ettirir. Çocuklar anne babalarına daha itaatkar olur. Bu yönleriyle namaz ibadeti, aile içinde pek çok başa çıkılmaz sorunun çözümü için ilaç olur. Ruhi bunalımlara deva olur.

Ayrıca namaz daima samimiyete davet eder insanı. Günde beş defa bu samimiyet yenilenir. Böylece kişi samimiyet içerisinde yoğrulur ve samimiyet onun tabiatı haline gelir. Namaza devam etmesi, kişinin bu tabiatını korumasını sağlar. Bu nitelikteki bir insan artık kötülüklerden, münkerattan, hayasızlıktan ve fuhşiyattan uzak kalır ve namazın kötülüklerden koruyucu işlevi kendini göstermiş olur.

Namaz, İslam’ın ana direğidir. Kalbimizi ve ruhumuzu besleyen bir ibadettir. Namaz kılınca bir rahatlık duyarız, içimiz açılır, ruhumuz nefes alır, dinleniriz. Namazsız bir beden, bir ev bereketsiz olur. Namaz kılmayan bir kadın ve namaz kılan bir erkek veya namaz kılmayan bir erkek ve namaz kılan bir kadının olduğu bir ev; huzursuz bir evdir. Ya kadına ya erkeğe haksızlık yapılmaktadır. Bu sebeple ailede, büyükten küçüğe namaz ibadetine ve eğitimine azami gayret göstermek gerekir. Karı koca namazın terki noktasında birbirine bunaltmadan nasihatte bulunmalıdır. Uygun zamanlarda birbirlerini namazın hükmünü ve ehemmiyetini anlatan eserler okumaya, büyüklerin sohbetlerini dinlemeye teşvik etmelidir. Bir aile bireyinin namaz kılmaması, namazın gereğine inanmamasından ileri geliyorsa onun eğitim ve öğretime ihtiyacı var demektir. Bu hususta eşler birbirine destek olmalıdır.

NAMAZIN DİNDEKİ YERİ TIPKI BAŞIN BEDENDEKİ YERİ GİBİDİR

Namaz insanın yaratıcısına ibadet maksadı ile ifa ettiği şekillerden birisidir. Namaz kul ile Rabbi arasındaki bağlantıdır. İslam’da namazın yeri tıpkı başın bedendeki yeri gibidir. Hz. İbn Ömer’den rivayet edilmiştir: Rasulullah (s.a.v) buyurdu ki: “Emaneti olmayanın (hakiki manada) imanı yoktur. Abdesti olmayanın namazı olmaz. Namazı olmayanın dini olmaz. Şüphesiz namazın dindeki yeri tıpkı başın bedendeki yeri gibidir.” (Taberani, el-Evsat, 3, 154)

Müminin hayatında namaz, onun yani bütün ömrünü, günde beş vaktini kaplayan bir ibadettir. Hayatının her anı, namaz ibadetiyle şekillenir. Hatta ölüm dahi namaz iledir. Ve namaz kula ahirette ilk sorulacak sorudur.

Hüseyin OKUR- Semerkand Aile Dergisi

Komşuluk Ateşini Yakmak

Toplum içinde hiçbir fert, diğerlerinden ayrı ve uzakta kalarak hayatını sürdüremez. Yüce Allah, insan fıtratına böyle bir özellik bahşetmiştir. Çünkü toplum fertleri arasında belirli maslahatların bir araya getirildiği köklü ilişkiler bulunmaktadır. Bu ilişkilerin en önde gelenlerinden biri de Müslümanın komşusu ile olan ilişkisidir.

Sosyal yardımlaşma ve dayanışma açısından insana aileden sonra en yakın sosyal çevreyi komşular oluşturduğu içindir ki, gerek Kur’an’da ve gerekse hadislerde komşuluk ilişkileri üzerinde hassasiyetle durulmuştur. Nisa suresinin 36. ayetinde iyilik yapılması gerekenler arasında komşular da sayılmaktadır: “Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz, Allah kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.

Büyük müfessir İmam Kurtubi (r.ah) bu ayetin tefsirinde, “Görmüyor musunuz? Allah anne babaya ve akrabaya iyilikten sonra komşuları zikretmiş ve haklarına riayet edilmesini emretmiştir” diyerek konunun önemine dikkat çekmiştir.

Efendimiz (s.a.v) bir hadislerinde de komşuların birbirleri üzerindeki haklarını şöyle sıralamaktadırlar: “Hastalandığında geçmiş olsun ziyaretine gitmek. Öldüğünde cenazesinde bulunmak. Borç istediğinde borç vermek. Darda kaldığında yardımına koşmak. Bir nimete kavuştuğunda tebrik etmek. Başına bir musibet geldiğinde teselli etmek. Evini, komşusunun rüzgarını (güneşini, manzarasını) engelleyecek şekilde yapmamak. Ne pişirdiğini ona belli etmemek, belli ederse pişirdiğinden ona da vermek.

Şüphesiz Peygamber Efendimiz’in bu tavsiyeleri, komşuluk ilişkilerine oldukça kuşatıcı bir çerçeve çizmekle birlikte, komşunun komşu üzerindeki bütün haklarını saymayı değil, belki önemli olanlarından bazılarını vurgulamayı amaçlamaktadır.

Hz. Aişe’nin (r.anha) rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: “Cebrail bana komşuya iyilik etmeyi tavsiye edip durdu. Neredeyse komşuyu komşuya mirasçı kılacak sandım.” Ebu Hureyre’den (r.a) rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.v), “Vallahi iman etmiş olmaz. Vallahi iman etmiş olmaz. Vallahi iman etmiş olmaz” buyurdu. Sahabiler, “Kim iman etmiş olmaz, ya Rasulallah?” diye sordular. Rasulullah; “Yapacağı fenalıklardan komşusu güven içinde olmayan kimse” buyurdu. Yine Ebu Hureyre’den (r.a) rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse komşusunu rahatsız etmesin. Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse misafirine ikram etsin. Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse ya faydalı söz söylesin veya sussun!

KOMŞULUK HAYATIMIZIN ÖNEMLİ BİR PARÇASIDIR

Kültürümüzdeki süzülmüş bir anlayışın ifadesi olan, “Ev alma komşu al” özdeyişi, komşuluk ilişkilerinin her iki yönü açısından da son derece isabetli bir tespiti dile getirmektedir. “Komşu komşunun külüne muhtaçtır”, “Komşuda pişer bize de düşer” gibi özdeyişler ve benzeri deyimler de komşuluk ilişkilerinin anlamını ve boyutlarını göstermek bakımından önemlidir.

Dini ve milli hasletlerimizden kaynaklanan komşuluk münasebetlerimiz devam etmekle beraber; modernleşme ve şehirleşme süreciyle birlikte büyük ölçüde zayıfladığı da bir gerçektir. Hızlı kentleşmenin ve değişen iş hayatının bir sonucu olarak, komşuluk ilişkilerinin olumsuz yönde etkilendiğini artık herkes görmekte ve yaşamaktadır. Aynı apartmanda yaşadıkları halde yardımlaşma ve dayanışma bir yana, birbirlerini tanımayan ve birbirleri ile selamlaşmayan insanların sayısı hiç de az değildir. Birbirimizle ilişkilerimizin zayıflayıp kaybolma noktasına geldiği çağımızda, kalabalıklar içinde gün geçtikçe yalnızlaşıyoruz. Ebeveynin evladından, komşuların komşulardan kaçtıkça kaçmaya çalıştığını üzüntüyle müşahede ediyoruz. Oysa “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” buyurmamış mıydı Yüce Nebi?

Evet, eskiden komşu açken tok yatılmazdı… Evlerden evlere yemekler taşınır, ikram edilirdi. Eskiden komşu, yandaki dairede oturan değil, aileden biri sayılırdı. Hep demez miyiz, “Nerde o eski komşular, komşuluklar?” diye… Büyüklerimiz eski komşularını yad ederler. Peki, neden bu hale geldik, neden bitti komşuluk? Bunun nedeni çok açık, besbelli… Çünkü komşuluk, eskiden inancımızın kazandırdığı bir kültürdü. Oysa şimdilerde bu inancı da kültürü de yitirmeye başladık. Batı kültürünü ithal ettik hayatımıza.

ESKİDEN KOMŞULARIMIZ AKRABADAN BİLE YAKIN OLURDU

Gelin, hayatımıza anlam, ömrümüze bereket katan; tatlı dil ve güler yüzü, sevgi, dostluk ve paylaşmayı bu bayramda komşularımızla doyasıya yaşayalım. Önce içten bir “komşu selamı” ile başlayalım. Birbirimizle karşılaştığımızda selam verip vermemekte tereddüt etmeyelim. Ziyaretine gidelim komşumuzun. Zekatlarımızla, fıtır sadakalarımızla, infaklarımızla güç durumda olan komşularımıza yardımcı olalım.

Bakın Efendimiz (s.a.v) ne buyuruyor güzide sahabesi Ebu Zerr’e: “Ey Ebu Zer! Çorba pişirdiğin zaman suyunu çok koy ve komşularını gözet!

Belki içimizdeki o komşuluk ateşini yakmak için olsa gerek ama ne olursa olsun “Komşu komşunun külüne muhtaçtır.

Hüseyin Okur / Semerkand Aile Dergisi

Çocuklarımızın Kuran Eğitimi

Aile içinde ister büyük ister ufak olsun her bireyin mükellef olduğu bir vazife vardır. Ancak en büyük vazife anne babaya düşmektedir. Çocukların tahsili ve onlara dinlerini güzelce öğretmek, meslek sahibi yapmak, güzel ad takmak, sünnet etmek, evlenme çağına geldiğinde salih/saliha biriyle evlendirmek ve evlilik hakkında bilgilendirmek gibi mesuliyetler anne babanın çocuklarına karşı görevleri arasındadır.

Anne babanın çocuklarına karşı sorumlu oldukları en önemli görevlerinden birisi de; onlara iyi bir eğitim verebilmektir. Nitekim sevgili Peygamberimiz (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde, “Evladın ana-babası üzerinde üç hakkı vardır: Doğduklarında güzel bir isim vermek, eğitim öğretimlerini yaptırmak, evlenme çağına gelince de evlendirmektir” buyurmaktadır.

Çocuğun gelişmesi ve yetişmesinde anne-babanın rolü çok önemlidir. Bir anne-baba çocuklarının sadece dünyevi ihtiyaçlarını değil uhrevi kazançlarını temin yolunda da gayret göstermelidir. Kuran-ı Kerim’de, “Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun” (Tahrim, 6) buyrularak kişinin ailesinden sorumlu olduğuna işaret edilmiştir.

Ancak ne yazık ki çağımızın insanı, kendi öz evladını bile sudan sebeplerle ihmal eder duruma gelmiştir. Geleceğimizin teminatı, dünya hayatının ziyneti ve Allah’ın emaneti olan çocuklarımızı ruhen ve bedenen sağlıklı bir şekilde yetiştirmek hepimizin görevidir. Peygamber Efendimiz (s.a.v), “Hiçbir baba, çocuğuna, güzel terbiyeden daha üstün bir hediye vermiş olamaz” (Tirmizi) buyurur. En güzel terbiye elbetteki İslam ahlakı, onun da anahtarı Kur’an-ı Kerim’dir. Bu açıdan, yetişen nesillerimizi Kur’an-ı Kerim ile tanıştırmak büyük önem arz eder. Çünkü Kur’an, insanlar için bir hidayet kaynağı, gönüllere şifa ve Allah’tan bir rahmettir.

KUR’AN ÖĞRENMEYE NE ZAMAN BAŞLAMALI?

Eğitimcilerin bildirdiklerine göre, çocukluğun 3 ila 6 yaş arası Kur’an harfleriyle tanışma çağıdır. Çünkü bu çağda çocuk 1,5 ila 2 yaşında başladığı konuşmayı, kelime hazinesini ve telaffuz yeteneğini geliştirmektedir. Ayrıca bu çağda çok soru sorması, öğrenmeye ne kadar elverişli ve hazır olduğunu göstermektedir. Bu yaşlar öğrenmeye adeta aç olan çocuğa Kur’an öğretmeye başlamak için güzel bir zamandır. En önemlisi bu yaşlarda çocuklarda görsellik daha ön planda olduğu için Kur’an harflerini çok daha çabuk öğrenip hafızasına yerleştirebilmektedir. Zaten şu anda dil bilimciler çocukların birden fazla dil öğrenebilmesi için 3 ila 6 yaş arasının iyi değerlendirilmesi gerektiğini bildirmektedirler.

Kuran eğitimi, üzerinde hassasiyetle durulması gereken önemli bir konudur. Kur’an’ı öğrenmek, okumak, onunla amel etmek ve gelecek nesillere aktarmak Müslümanlığımızın temeli ve en güzel göstergesidir. Bu sebepledir ki Peygamber efendimiz (s.a.v) bir hadislerinde bizleri Kur’an okumaya ve onu öğrenmeye teşvik ederek şöyle buyurmuşlardır: “Kur’an okuyunuz. Çünkü Kur’an, kıyamet gününde kendisini okuyanlara şefaatçi olarak gelecektir.” (Müslim)
Yine Peygamberimiz (s.av), “Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğreteninizdir” (Buhari) buyurarak, Kur’an öğrenmenin ve öğretmenin de faziletine dikkat çekmiştir. Şu gerçektir ki, bu gün gençliğin Kur’an okuyamayışının temel sebeplerinden biri de anne ve babaların, vaktinde çocuklarına bu eğitimi vermeyişleri veya Kur’an öğrenmeleri için çaba göstermemeleridir. Bakıldığında gençler, yaşları ilerlemiş olmasına rağmen Kur’an okuyamayışlarını üzüntüyle ifade ettikten sonra bu durumda olmalarının sebebinin, vaktinde anne ve babalarının kendilerini yönlendiremeyişi olduğunu belirtmektedirler. Çocuklarının Kur’an’ı öğrenmesine vesile olan anne babalar için şu hadis-i şerif yeterlidir aslında: “Kendisine dua eden hayırlı bir evlat sahibi anne–babanın amel defteri kapanmaz.” (Müslim)

TATİL FIRSATI İYİ DEĞERLENDİRİLMELİ

Tatilin yan gelip yatmak olmadığını, “Boş kaldığın zaman hemen (başka) işe koyul” (İnşirah, 7) ayetinde anlıyoruz. Çocuklarımız için; Kur’an-ı Kerim gibi dinlendirici ve ferahlatıcı bir kitaba yönelmek tatillerinde en hayırlı iş olacaktır. Kur’an’ı öğretmek için tertiplenmiş olan yaz kurslarını, kendimiz ve çocuklarımız için fırsat bilmeliyiz. Rasulullah (s.a.v) Efendimiz, Kur’an okumak için bir araya gelen topluluk hakkında şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın evlerinden bir evde (cami ve mescidlerde) Allah’ın kitabını okumak ve aralarında müzakere etmek için bir araya gelen topluluk üzerine huzur iner, onları rahmet kaplar, melekler onları kuşatır ve Allah Teala, onları kendi katındakilerle birlikte anar.” (Müslim)

Rabbimizin kitabı olan Kur’an-ı Kerim’i ve dini bilgileri öğrenmek için, yaz tatili güzel bir fırsattır. Yaz kursları, cami-çocuk buluşmasını sağlayarak bazı dini görevlerin manevi bir hava içerisinde uygulandığı zamanlardır. Çocuklarımız, ailelerinde ve okullarında öğrendikleri dini bilgilerini, bu kurslarda uygulayarak pekiştirirler. Yaşayarak öğrenirler. Dini uygulamalarda önemli bir yeri olan dua ve namaz sureleri de daha çok bu kurslarda ezberlenmektedir. Kur’an-ı Kerim okumayı bilenlerin çoğunluğu, Kur’an okumayı ilk defa yaz Kur’an kurslarında öğrenirler. Temel dini bilgilerini de genellikle burada alırlar.

EVLADINA KURAN ÖĞRETEN ANNE BABANIN MÜKAFATI

Gözlerimizin aydınlığı olan yavrularımız, Rabbimizin bizlere birer lütfu ve emaneti olarak, tertemiz bir yaratılışla dünyaya gelmişlerdir. Yüce Allah’ın ilk emri: “Seni yaratan Rabbinin adıyla oku…” (Alak, 1) olduğuna göre çocuklarımıza, kitapların en yücesi Kur’an’ı öğretmek bizlere yüce Rabbimiz’in hoşnutluğunu kazandıracaktır. Sevgili Peygamberimiz: “Kim Kur’an okur ve onunla amel ederse, kıyamet günü anne ve babasına, ışığı güneş aydınlığından daha parlak bir taç takılır ve yine onun anne ve babasına değeri dünyalara değişilmez iki elbise giydirilir. Onlar: ‘Bize niçin giydirildi?’ diye sorduklarında; kendilerine: ‘Çocuğunuzun Kur’an öğrenmesinden dolayı diye cevap verilir” (Ebu Davud) buyurmaktadır.

Unutmayalım! Ağaç yaş iken eğilir. Çocuklarımızın Kitap’ını, dinini öğrenmeye vesile olmak, her anne-babanın görevidir. Anne-baba Çocuklarına Kur’an öğretmekle yavrularının dünya ve ahiret saadetine nail olmalarına ve huzurlu bir ömür sürmelerine yardımcı olmuş olur.

Hüseyin Okur / Semerkand Aile Dergisi