Etiket arşivi: ibrahim yardım

Bereket Direkleri

Akılların muallimi, ruhların sultanı, nefislerin terbiye edicisi ve kalplerin sevgilisi olan Peygamber Efendimiz (sav) bir hadisinde şöyle buyurur: “beli bükülmüş ihtiyarlar,otlayan hayvanlar ve süt emen yavrular olmasaydı belalar sel gibi üzerinize dökülecekti.”

Belaların önüne geçmesine vesile olan ihtiyarlar…

Maalesef illetli olan şu asrın insanları olarak bizler bencilliği iliklerimize kadar hissetmekteyiz.
Mimsiz medeniyetin tarz-ı hayatını benimsenin bedelini anlışılan o ki ağır ödeyeceğiz.
Bizler,ihtiyarlara hürmet ve merhamet konusunda sınıfta kalmış ve eksi almış durumdayız.

Millet olarak bu konudaki vaziyetimiz hiç de iç açıcı değildir.

Maalesef “günümüzde hürmet ve merhamet gayet sarsılmış.”Bundan en çok payını alanlar da gözü yaşlı yaşlılar…

Halbuki Bediüzzaman Said Nursi’nin ifadesiyle ihtiyarlar; “bereket direği, rahmet vesilesi ve musibet dafiasıdırlar.”

Yani yaşlılar; rahmet-i İlahiyeye vesiledirler, berekete sebeptirler ve musibetlerden muhafaza olunmaya vesiledirler. Masumiyet kesbeden imanlı ihtiyarların rızıkları da bereket suretinde
gönderiliyor.

Çelişkiler çağındayız. Mesela: evlerimiz büyüyor, ancak ailelerimiz küçülüyor. Geniş ailenin bereketinden ve tecrübesinden mahrum bir haldeyiz.
Eskiden babaenneye anneanneye ve onların şefkatli, tecrübeli ve merhametli ellerine emanet edilen çocuklar ve torunlarımız…
Şimdilerde ise torunlar kısacası yeni nesil; internete,televizyona, tablet ve akıllı telefonlara ve onların tuzaklarına, ahlaksızlığına ve zaman israfına emanet …… Sonra klasik bir soru gelir bunun ardından…

Yeni nesil neden bozuldu? Cevabı çok basittir ve şöyledir:
Neslimizi; dinimizden, değerlerimizden ve dedelerimizden ayırıp sanal dünyanın tehlike ve tuzaklarına emanet ederek bir neslin bozulmasına sebep olduk. Çare ise dinimize,değerlerimize ve büyüklerimize sığınmaktır.

Ey insan düşün! Sen genç ölmezsen ihtiyar olacaksın. Önümüzde iki yol. Ya genç ölmek veya ihtiyar olmak. Sen ihtiyarlara özellikle de anne ve babana hizmet ve hürmet etmezsen senin evladın dahi sana hizmet etmeyecektir.

Acilen yaşlılarımızı evlerimize hemen almalıyız. Eğer sorun ev hanımından kaynaklanıyorsa hemen onu da bu konuda şuurlandırmalı ve kurtarmalıyız. Aksi halde Resulullah’ın şu şiddetli uyarısına muhatap olmuş olacağız: “bir kimse hanımını annesine tercih ederse o zaman kıyameti bekleyin, yakındır” diye buyurmuştur şefkat Peygamberi (sav)…

Allah Teala, bir hadis-i kudsi’de“ben müslüman bir yaşlının duasını geri çevirmeye hicab ederim” diye buyurur.
İhtiyarlar; sadakadır, duadır,rahmet hazinesidir ve bereket direğidir.
İhtiyarlara hürmet ve merhamet insana saadet-i dareyni yani iki dünya saadetini inşaallah kazandırır.

Bediüzzaman Hazretleri, şu illetli asrın biçare ihtiyarlarına teselli verir ve der ki:
Madem iman gibi hadsiz derecede kıymetdar bir nimet bizde vardır; ihtiyarlık da hoştur, hastalık da hoştur, vefat da hoştur. Nâhoş bir şey varsa; o da günahtır, sefahettir, bid’atlardır ve dalalettir.” Yani kısacası Allah’tan uzak yaşamaktır. Lemalar adlı kitabında ise “madem iman-ı ahiret var ve ebedi bir hayat ve saadet bizi bekliyor. O halde ihtiyarlığınıza ağlamayınız. Ehl-i dalalet ve gaflet ağlasın” ifadeleriyle imanlı ihtiyarlara Kuran’dan hakiki bir teselliler verir.

Cenab-ı Hak, ihtiyarların hakkını ve hukukunu bilen ve ona göre hareket eden ve böylece rahmet ve bereket-i İlahiyeye mazhar olan ve dua musluğu olan ihtiyarların makbul dualarına mazhar olan müttaki ve salih kullarından eylesin. Amin…

İbrahim Yardım
İlahiyatçı- Yazar

www.NurNet.org

Dilini Tutan Kurtuldu

“Dilini tutan kurtuldu” diye buyurmuştur Kâinatın Efendisi (s.a.v)…

Başka bir hadiste Efendimiz (s.a.v) “Ahiret gününe ve Allah’a inanan bir kimse Ya Hayır Söylesin veya sussun” diye buyurmuştur.

Kamil bir müminin, susması tefekkür konuşması ile hikmettir.

Ehl-i Sünnet âlimlerinin ortak icmaı/kararı ile gıybet büyük günahlardan sayılmıştır.

Gıybet sıradan bir günah değildir.

Abdullah Bin Abbas; “Arkadaşının kusurları ile meşgul olacağına kendi kusurlarını gör ve kendini düzeltmeye çalış” der.

Allah’a en sevimli kul, kendi nefsinin ayıplarıyla meşgul olandır.

Gıybetin ölçüsü yüzüne söylendiğinde kişinin bundan rahatsız olmasıdır.

Gıybet dilin şehvetidir, başta tatlı gelse de sonu aldanmaktır.

Gıybeti yapmak da dinlemek de haramdır.

Gerçek bir mümin, boş sözlere ve işlere iltifat etmeyip vaktini Allah’ın razı olduğu çizgide değerlendirmelidir.

Gıybeti tetikleyen en önemli faktör ‘Kin ve Öfkedir’.

Gıybet, dünya ve ahiret hayatımızın saadetini tehdit eden çok ciddi bir tehlikedir.

Gıybete götüren en önemli hastalık suizandır. Yani başkaları hakkında hep kötü düşünmektir.

Genellikle susmayı ve dinlemeyi tercih etmeliyiz. Ancak dilimiz illa ki konuşacaksa Allah’ın zikriyle meşgul olsun, Kur’an okusun, iki dünya saadetini kazandıran eserleri mütalaa etsin, iman ve Kur’an sohbetinde bulunsun.

Suizan, hased ve gıybet çok sinsi düşmanlardır.

Gıybet fitneye sebep olan büyük günahlardandır.

Kur’an’a göre ( fitne ise )katlden/adam öldürmekten daha tehlikelidir.

Cennete yakın Cehenneme uzak olmak isteyenler dil fabrikasının çıkardığı ürünlere dikkat etsin. Ya Susmak ya da hayırlı konuşmak gerekir.

Gıybet, Müslümanlar arasındaki itimat hislerini/güven duygusunu öldürür.

Gıybet uhuvvete yani İslam kardeşliğine de zarar verir.

Gıybet, İslam’ın temel esaslarından birisi olan pozitif bakış açısına zıttır.

Kabir azabının en önemli sebeplerinden birisidir gıybet.

Gıybet, sahibini hem dünyada hem de ahirette çok zor durumda bırakır.

Bazı kötülüklerin ahiretteki yansımaları çok korkunç ve iğrenç olacaktır. Bu kötülüklerden birisi hatta birincisi ‘Gıybettir’.

Hasan Basri (r.a) “nasıl ateş odunu yer bitirir, gıybet dahi salih amelleri yer bitirir” diye buyurmuştur.

Gıybet, sevap kalesini yerle bir eden manevi bir dinamittir.

Gıybet, insanı bir anda tepetaklak edebilir. Onun helaketine ve felaketine sebep olur.

Bediüzzaman’ın ifadesiyle “gıybet ehl-i adavet ve hased ve inadın en çok istimal ettikleri alçak bir silahtır.

Cenab-ı Hak bizleri dilini tutabilen,konuşması hikmet,susması tefekkür ve bakışı ibret olan salih kullarından eylesin. Amin…

 

İbrahim Yardım

www.NurNet.org

Bediüzzaman Ve Medrese-i Yusufiye

Medrese-i Yusufiye, Bediüzzaman’ın müspet bakış açısının bir neticesi olarak hapishaneye verdiği isimdir. Ayrıca O; hapishane için terbiyehâne, ıslahhâne, ıstırahathâne ve mübarek bir dershane gibi tabirleri kullanır. Kader-i İlahiyyenin bir tecellisi olarak O’nun da hayatının 28 yıllık uzun bir bölümü medrese-i Yusufiye’de geçer. Ancak O, hapishaneye giderken bir profesörün fakülteye ders vermeye gitmesi gibi giderdi. Zira Bediüzzaman, oradaki mahpusları, halim-selim mü’minler ve hayırlı vatandaşlar haline gelmek isteyen feyz ve irşada muhtaç talebeler olarak telakki etmiştir.

Medrese-i Yusufiye tabirinin bir diğer hikmeti ise iki iftira sonucu toplam 12 yıl hapis ve zindan hayatı yaşayan Hz. Yusuf’tur. Evet, Hz.Yusuf (as)…Zindanı zinaya tercih eden iffet abidesi bir Peygamber… Bediüzzaman’a göre Hz. Yusuf (as), mahpusların piridir ve O’nun (as) vesilesiyle hapishane bir nevi medrese-i Yusufiye olur. Bediüzzaman Hazretleri de Hz. Yusuf’un bu çizgisinde giderek “Meyve Risalesi” gibi eserleri ile hapis musibetine düşenlere manevi, hakiki ve kuvvetli bir teselli vermeye çalışır.

Bediüzzaman, hayatın ve gençliğin darbesini yiyerek en tatlı hayatını en acı ve acınacak bir hale getiren mahpusların, ancak ve ancak din hakikatleri ile ve Nurun imani dersleri ile kurtulabileceklerini ve böylece millete, vatana, dünyevi ve uhrevi istikballerine menfaatli birer insan olabileceklerini kabul etmektedir. Risale-i Nur Külliyatında Bediüzzaman’ın, bu amaç doğrultusunda kaleme almış olduğu birçok hapishane mektupları vardır.

Bediüzzaman, hapishane mektuplarında hapishane yetkililerinin ve görevlilerinin, yapmış oldukları vazifelerinin ibadet ve hizmet boyutunu nazara verir. Mesela; Bediüzzaman; gardiyanlar için yazmış olduğu bir mektubunda, onların yapmış oldukları vazifelerinin, Allah’ın rızasını kazandırabilmesi için mahpuslara şefkatle, sadakatle, sevinç ile muamele etmelerini ve minnet etmemek tarzında mahpusların yardımına koşmalarını şart koşar. Böylece mahpuslara şefkatle muamele etmenin neticesinin çok müspet olacağını, hapishanenin mübarek bir dershaneye döneceğini, mahpusların da netice itibariyle vatana ve millete terbiyeli,  emniyetli ve menfaatli birer insan olacaklarını ve ancak bu tarz ve üslup ile onların topluma tekrar kazandırılabileceğini savunur.

Bediüzzaman’ın hizmet tarzının ve üslubunun en önemli prensiplerinden birisi de müspet hareket etmektir. O, bu tarzını mahpuslara da tavsiye etmektedir. Mesela; mahpuslara, musibetzede arkadaşları olan diğer mahpuslarla iyi geçinmelerini, birbirlerine teselli vermelerini, eskiden yüz düşmanlıkları da olsa onları unutup birbirlerine haklarını helal etmelerini ve kalplerini kırmamalarını tavsiye eder. Böylece hapishanenin, bir medrese-i Yusufiye’ye döneceğini ifade eder.

Hapishane hizmetleri, Bediüzzaman’ın en çok önemsediği hizmet sahalarından birisidir denilebilir. Elhamdülillah, son yıllarda mahpuslara yönelik Risale-i Nur hapishane hizmetleri başlamıştır.
Hapishane hizmetlerini bizzat Bediüzzaman,’ın kendisi başlatmıştır. Nitekim O’nun hakkında Osman Yüksel Serdengeçti’nin kaleme almış olduğu bir mektubunda bu mevzu ile ilgili hissiyatını şu şekilde ifade eder:

“O, hapishanelerden hapishanelere atıldı. Hapishaneler, zindanlar O’nun sayesinde medrese-i Yusufiye oldu. Said Nur, zindanları nur, gönülleri nur eyledi. Nice azılı katiller, nice nizam ve ırz düşmanları, bu iman abidesinin karşısında eridiler; sanki yeniden yaratıldılar.  Hepsi halim- selim müminler haline, hayırlı vatandaşlar haline geldiler.”

Bediüzzaman, hapishane hizmetlerinin devam etmesi için hapishane müdür ve alakadarlarından ilgili yetkililerden şunu rica etmektedir: “madem hapse girmek terbiye içindir; milleti seviyorsanız mahpusları Risale-i Nur şakirtleri ile görüştürün.  Tâ bir ayda belki bir günde bir seneden ziyade terbiye alsınlar.”

Bediüzzaman Hazretleri, bu ifadelerinin boş bir iddia olmadığını tecelli etmiş bir hakikat olduğunu ifade etmek için Denizli Hapishanesinden şöyle bir örnek verir: “hatta Denizli Hapsindeki alakadar zatların/ ilgili yetkililerin az bir zamanda Nurlardan fevkalade güzel ahlak dersini alanlarını gören bazı alakadar zatlar demişler ki: “ terbiye için on beş sene hapse atmaktansa on beş hafta Risale-i Nur dersini alsalar, daha ziyade onları ıslah eder.

Ayrıca Bediüzzaman, mahpusların, özellikle de gençlik darbesini yiyip en tatlı hayatını en acı ve acınacak bir hayata çeviren gençlerin, taze ve şirin ömrünü hapiste geçirenlerin, Nurun iman ve Kuran derslerine ekmek kadar ihtiyaçları var olduğunu ifade eder.

Hamdolsun artık nur şakirtleri, mahpuslarla görüştürülmektedir. Risale-i Nur hapishane hizmetlerinde; mahpuslarla cemaatle namazlar kılınmakta,  tesbihatlar yapılmakta, Kuran-ı Kerimler okunmakta ve Nur Dersleri yapılmaktadır. Haftada bir defa da olsa hapishanelerde iki saate yakın mübarek bir dershane ve Medrese-i Yusufiye havası esmektedir.

Mahpuslarla tanışılırken ve sohbet ederken “asıl cezaevi olan Cehennemden kurtulmanız için biz buradayız ve sizinleyiz” sözü karşısında ve sonrasındaki Nur derslerinin manevi ve nurani havanın tesiriyle duygulanıp gözyaşlarını silenleri görünce aslında onlar kadar en az bizim de – bu Nurları ve hakikatleri onlara ulaştırmadığımız için-   suçlu/manen mesul olduğumuzu anlamaktayız.

Nurların imani dersleri okununca koğuştaki havanın hemen değiştiğini fark etmemek mümkün değildir. Nur derslerinin sonunda o hüzünlü çehreler, asık suratlar ve sert duruşlar yerini tebessüm eden simalara, hürmetkâr tavırlara ve ümitli bakışlara bırakmaktadır.

Neticede hapse cahil girip âlim çıkanlar oluyor.  Risale-i Nurlar, mahpuslarda da imanın kuvvetini lakaytlığa ve ibadet iştiyâkını sefahate hâkim kılıyor.  İman ve Kuran dersleri ile hakiki zevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevinç ve hayattaki saadetin yalnız imanda olduğunu idrak etmeye başlayan bazı mahpuslarda gam ve yetimâne hüzünler, yerini ibadet iştiyâkına bırakmaya başlamaktadır.
Sonuç olarak Bediüzzaman’ın “Risale-i Nurdaki teselliye mahpuslar çok muhtaçtırlar. Mahpusların Nurlara ekmek kadar ihtiyaçları var” sözünün ne kadar önemli bir hakikat olduğuna hapishanede gözlerimizle şahit olmaktayız.

Bir zamanlar, Nur Şakirtleri Risale-i Nurları okuyorlar diye hapse düşerlerken elhamdülillah şimdi ise mahpuslara Nur Dersleri okusunlar diye hapishanelere gitmektedirler. Hapishane hizmetleri vesilesiyle Nur Şakirtleri; madem dünyamız ağlıyor, çalışalım bari ahiretimizi ağlamaktan kurtaralım ve Cennete adam yetiştirelim. Boş vaktimizi ise sıkıntılı hülyalar yerine Kuran’dan bildiğimiz sureleri okuyalım, anlamını bildiren arkadaşlardan soralım, kazaya kalmış farz namazları eda edelim, birbirimizin güzel huylarından istifade edelim gibi Risale-i Nurdaki müspet bir tarz ve üslûp ile mahpuslara müstakim ve şefkatli birer rehber olmalarına çalışmaktadırlar.
Bediüzzaman’a göre nur şakirtleri, manevi asayiş muhafızlarıdır.  Risale-i Nur hapishane hizmetleri de Bediüzzaman’ın bu teorik olan ifadesinin, pratik hayata geçirilmiş uygulamalarından birisi olarak telakki edilebilir.
Cenab-ı Hak, mahpusların ağlayan dünyalarına mukabil ahiretlerini ağlamaktan kurtarıp Nurların dersiyle onlara tam bir teselli vermemizi ve bu önemli hizmete vesile olmamızı bizlere nasip eylesin. Âmin…

İbrahim YARDIM
DKAB Öğretmeni

En Büyük Tehlike!

Yıllar önce fikir yoluyla neslimizi ve gençliğimi bozmak ve dinsiz yapmak amacında olanlar, bu yolla muvaffak olamayınca bu sefer silah değiştirdiler.

Sefahet/ahlaksızlık silahını kullanmaya başladılar. Bu silahı yani sefaheti küçümsememeli. Çok tehlikelidir. Çünkü sefahet yani ahlaksızlık hevesi akıl ve fikri dinlemez. His ve hevesi dinler. His ve heves ise kördür. Akıbeti görmez ve görmek istemez.

İslam düşmanları, yeni neslimizi ve özellikle de gençlerimizi sefahet yoluyla yoldan çıkararak nefislerine esir etmeye çalışıyorlar. Haram ve günahları en cazip hale getirerek ve işlettirerek gençlerimizin kalp ve ruhlarını yaralıyorlar. Hatta bazı kalplerin ölmesine dolayısıyla da İslam’dan tamamen uzaklaştırılması çalışıyorlar. Haram ve günahların zaten en tehlikeli olan yönleri budur. Yani kişiyi en nihayet dinden imandan etmektir ve ebedi saadetini/ahiretini mahvetmektir.

Maalesef ahlaksızlık yoluyla gençlerimizi/iffet ve hayâ perdelerini yırtmaya bir derece muvaffak oldular. Başta nefis, kötü arkadaş, müstehcen film, program, dizi ve yayınlar hep onlara yardım ettiler.

Zaten internet ahlaksızlık konusunda almış başını gidiyor. İnternet maalesef alet ve sistem olarak Allah’ın nimetlerinden birisi olmasına rağmen -amacına uygun kullanılmamasından dolayı- ahlaksızlıkta birinciliği elde etti. Aileleri dağıttı, insanları yalnızlaştırdı, kalp ve ruhları yaraladı ve zaman israfına sebep oldu.

Eskiden zararlarından dolayı en çok korkulan televizyon bile artık internetin yanında masum durmaktadır. İnternet, kontrolsüz ve amacına uygun kullanılmadığı takdirde hem zaman israfına sebep oluyor ki en büyük israf da zaman israfıdır. Çünkü telafisi mümkün değildir.

İnternet hem de ahlaksızlık tuzağına çok rahat düşürebiliyor.İşte bu yüzden büyükler, çocukları kesinlikle internet ile baş başa bırakmamalıdırlar. Nefis de zaten bu durumlara meyyal ve hazır. Nefse meydan ve rahat hareket alanı vermemeli. Onunla ve kötü istekleriyle kahramanca mücadele edip onu terbiye etmeli. Allah’a kul olduğunu kabul ettirmeli. Helal dairesinde tutmaya çalışmalı.

Günümüzün insanları özellikle de gençleri, ahlaksızlık imtihanının en çetin süreçlerinden birisini yaşamaktadır. Sokakta ve çarşılarda en acımasız manevi tahribatlar yapılmakta v e binlerce haram ve günahlara gençlerimiz maruz bırakılmaktadır. Günah ve haram yoluyla insanın kalp ve ruhlarına saldırılar yapılıyor ve neticede insanlar manen yaralanmış oluyor.

Bazıları da televizyona programına ve sahnesine bir sanatçı ( ! ) çıkıp bu beden benimdir. İstediğim gibi kullanırım. Ben hür ve özgürüm gibi naralar atmaktadır.

Hâlbuki o bedenin sahibinin de bir Sahibi (cc) vardır. O’nun (cc) helal dairesi vardır.  Bu dairenin dışına çıkmanın adı hürriyet olamaz. Harama girmek demektir.

Haya/utanma ve iffet/namuslu olmak, Rabbimizin emridir. O (cc) bizi bizden daha iyi düşünür ve bize bizden daha çok düşkündür.  O (cc) huzur ve saadetimizin plan ve programını Kelamı olan Kur’anın’da beyan etmiştir.

Hayâ, hayattır ve insanı insan eder. Hayâ ve iffet, insanın izzet ve şerefini muhafaza eder. Hayâsızlık insanın asıl kıymetini yerle bir eder. Hayâsızın hem Allah katında hem de insanların yanında kıymeti azalır.

Hayâsız bir insan izzetini, namusunu ve en nihayet mukaddesatını bile kaybedebilir. Eğer hemen dönüp pişman olmazsa ve tövbe etmezse çok tehlikeli bir yola girmiş olur. Çünkü günaha aşinalık elde eder. Daha terkine imkân bulamaz. Şeytana ve onun yardımcısı olan nefse esir olur.

Bütün bunlara rağmen hamdolsun günümüzde içi nur dışı nur gençlerimiz vardır.

Yusuf (as) misali zindanı zinaya tercih edebilecek nurani gençlerimiz vardır. Meleklerin bile gıpta ettiği/imrendiği ve alkışladığı gençlerimiz vardır.

Namaz kaçırdığında hıçkırarak ağlayan, seccadeleri gözyaşlarıyla ıslatan, camilere koşarak giden ve oralarda nefes alan nümune-i misal gençlerimiz vardır.

Kendilerine bakılkdığında Allah’ı hatırlatan takvalı ve hayâlı gençlerimiz vardır.

Mahşer gününde hesapsız cennete gidecek olan gerçek dindar gençlerimiz vardır.

Cenab-ı Hak manevi kahramanlar olan bu Yusuf (as) misali bu gençlerin hatırına ve hürmetine ahlaksızloık tuzağında ve kuyusunda olan diğer gençlerimizi o manevi bataklıklardan kurtarsın ve muhafaza etsin. Âmin.

Son söz ise konuyla ilgili Peygamberimizden bir dua olsun: “Ya Rab! Senden takva, hayâ ve iffet diliyorum.”

İbrahim YARDIM
ibrahimyardim56@mynet.com

www.NurNet.Org

İbadetin Ruhu..

Biz bu haftaki yazımızda dua bahsi üzerinde duracağız. Çünkü dua, ibadetin ruhudur ve halis bir imanın neticesidir.

Dua… Dergâh-ı İlahiyeye açılan kapıdır. Hadsiz olan acizlik, fakirlik, kusur ve ihtiyaçlarımızı O’na karşı bilmektir ve O’na yalvarmaktır; O’ndan istemektir; O’ndan meded beklemektir; O’na muhatap olmaktır; O’nunla şereflenmektir.

Çünkü dua ile insanoğlu, makam-ı İlahide büyük bir kıymet kazanır. Nitekim bir ayet-i kerimede “ duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var” diye buyurur Yüce Mevla’mız…

Duanın en güzel manasını Bediüzzaman Hazretleri, “Mektubat” adlı eserinde şu şekilde ifade eder: “ Duanın en güzel, en lâtif, en leziz, en hazır meyvesi, neticesi şudur ki:

“Dua eden adam bilir ki, birisi var ki onun sesini dinler, derdine derman yetiştirir, ona merhamet eder. Onun kudret eli her şeye yetişir. Bu büyük dünya hanında o yalnız değil; bir Kerîm Zat var, ona bakar, ünsiyet verir. Hem onun hadsiz ihtiyâcâtını yerine getirebilir ve onun hadsiz düşmanlarını def edebilir bir Zatın huzurunda kendini tasavvur ederek bir ferah, bir inşirah duyup, dünya kadar ağır bir yükü üzerinden atıp Elhamdü lillâhi Rabbi’l-Âlemîn der”.

Duamız kabul edilir mi? sorusunun cevabı ise şöyledir: Duanın neticesinde ya duamızın aynısı kabul olur veya duamız daha güzel bir şekilde kabul edilir. Veya duadaki isteğimiz hakkımızda hayırlı olmadığı için hiç kabul edilmez. Her üç netice de bizim faydamızadır. Demek her duaya cevap verilir. Ancak duanın kabul edilip edilmemesi Allah’ın hikmetine aittir.

Kalp, ruh ve aklımızın rahatladığı ve sığındığı bir kaynaktır dua…

Cenab-ı Hakkın sonsuz rahmet, kerem, şefkat ve merhametinden istifade etmektir dua…

Güç ve kuvveti her şeye yeten bir Kadir-i Mutlak’a dayanmaktır dua. Duanın kendisi de bir ibadettir. Yalnızlıktan kurtulmanın en güzel adresidir dua. Kısacası dua, en güzel çaredir…

O halde yazımızı bir dua bitirelim:

Cenab-ı Hak, iman ve inancımızı, ibadet ve kulluğumuzu, ahlak ve takvamızı, gayret ve hayretimizi, şevk ve zevkimizi, himmet ve hamiyetimizi, ihlâs ve uhuvvetimizi, ilim ve amelimizi, arttırsın. Vatan, millet ve dinimizi muhafaza etsin. Ümmet-i Muhammed’ (sav) i saadet-i dareyne mazhar etsin. Bizleri sırat-ı müstakime iletsin. Hayatın sırrını anlamayı ve hayatı sui- istimal etmemeyi hepimize nasip eylesin. Âmin…

İbrahim YARDIM

www.NurNet.Org