Etiket arşivi: kutup

Ahirzamanın Gizli Kutupları!

yildizBu âhirzaman asrında hizmet-i imaniye ve Kur’âniyede bulunan Risale-i Nur talebelerinin çok ehemmiyetli özellikleri, husûsiyetleri ve mümeyyiz sıfatları vardır.

Onlar ahvâl, etvâr ve ef’alleriyle bulundukları mahallerde fark edilirler ve o beldelere kuvve-i maneviye olurlar. Yaptıkları Kur’ân hizmetlerinde karşılık beklemezler. Sırf Allah rızası için hâlisâne çalışırlar, hizmetlerinin neticesini de Allah’a bırakırlar. Onlar toplumun mânevî dinamikleri ve sigortalarıdır. İhlâs, sadakat ve tesanüdle birlikte, sebat ve metanetleri ehl-i imana büyük bir kuvve-i mâneviye olur. Onlar sarsılmaz, dağılmaz ve dağıtılmazlar. Çünkü hizmetleri şahsa dayalı değil, sağlam ve metin bir şahs-ı mânevîye dayalıdır.

Bu mânâda Sekizinci Şuâ’daki izâhlar çok mânidârdır. Risale-i Nur’un “O iman-ı tahkikîyi taşıyan hâlis ve sadık şakirtleri dahi, bulundukları kasaba ve karye ve şehirlerde, hizmet-i imaniye itibariyle âdeta birer gizli kutup gibi, mü’minlerin mânevî birer nokta-i istinadı olarak, bilinmedikleri ve görünmedikleri ve görüşülmedikleri hâlde, kuvve-i mâneviye-i î’tikadları cesur birer zâbit gibi, kuvvet-i mânevîyeyi ehl-i imanın kalplerine verip, mü’minlere mânen mukâvemet ve cesaret veriyorlar.”1 İşte Üstad Bediüzzaman Hazretleri talebelerinin mühim husûsiyetlerine böyle işaret ediyor.

Risale-i Nur’a talebe olanlar iman-ı tahkikîyi taşıyorlar ve kuvvetli bir imana kavuşuyorlar. Bu iman-ı tahkikîyi taşıyan ve sadakatle dâvâlarına sarılan talebeler İhlâs Risalesi’nde geçen sırr-ı ihlâs gereği duruşlarını yapıyorlar. Hizmetlerini dünyevî ve uhrevî bir neticeye bağlamıyorlar. Sırf rıza-i İlâhî için hizmet-i imaniye ve Kur’âniyede çalışıyorlar. Kınanmaktan, eleştirilmekten ve takibattan korkmuyorlar. Hizmetlerini karşılık beklemeden yaptıkları için kimseye minnet de duymuyorlar. Birbirlerine karşı sabrı tavsiye ederken, münakaşalı konulara girmiyorlar. İçtimaî ve siyasî mevzuları cemaatin şahs-ı mânevîsinin aldığı kararlar ve Risale-i Nur’un sarsılmaz prensipleri doğrultusunda kabul edip sarsılmadan o kararlara tereddütsüz sahip çıkıyorlar.

Bu meselenin sırrı sanırım burada yatıyor: “Amelinizde rıza-yı İlâhî olmalı. Eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer O kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok. O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti iktiza ederse, sizler istemek talebinde olmadığınız hâlde, halklara da kabul ettirir, onları da razı eder. Onun için, bu hizmette, doğrudan doğruya, yalnız Cenâb-ı Hakkın rızasını esas maksat yapmak gerektir.”2

Bu sır ile hizmet eden talebeler bulundukları kasaba, köy ve şehirlerde özellikle saff-ı evveller, imanî hizmetlerinde âdeta birer gizli kutup gibi—çünkü en küçük bir talebe büyük velîlerin de üstünde bir dereceye çıktığını yine Üstadımız bildiriyor—(Kutupluk ve velâyet, gizliliği gerektirir. Hattâ onlardan bazıları kendi mertebelerini bilmezler. Üstadımız Tahiri Ağabey için “Bu [kutup derecesinde] velîdir, ancak kendisi [mertebesini] bilmiyor” dermiş.) müminlere mânevî birer dayanak noktası olurlar.

İhlâs sırrını taşıyan hizmetler Allah katında o kadar makbüldür ki; Allah o beldelerdeki mü’minlerin kuvve-i mânevîyesine bu hizmeti bir dayanak noktası yapar. O hizmetkârlar bilinmek ve görünmek de istemezler. Çünkü bilinmek ve görünmek sırr-ı ihlâsa münâfidir. Ancak onlar diğer ehl-i iman tarafından görüşülmedikleri halde yaptıkları hizmetin mânevî tesiri ve bereketini ehl-i imana Allah hissettirir. Bu hizmetin imana ve itikada yaptığı kuvvetin tezahürü diğer mü’minlerin de kalplerinde mânen bir kuvvet ve cesaret vermesi yukarıya aldığımız İhlâs Risalesi’nin tezâhürü olmalıdır.

Bu hakikate binaen, bu adam gibi düşünen veya hüsn-ü zannın verdiği parlak makamları nazara alan zatlar, sizlere bakıp içinizde mahviyet ve tevazu ve hizmetkârlık kisvesiyle görünen şakirtleri âdi, âmi adamlar görür ve der: “Bunlar mı hakikat kahramanları ve dünyaya karşı meydan okuyan? Heyhât! Bunlar nerede, evliyaları bu zamanda âciz bırakan bu kudsî hizmet mücahidleri nerede?” diyerek, dost ise inkisar-ı hayâle uğrar, muarız ise kendi muhalefetini haklı bulur.3

Ancak hakikat şudur: Nur Talebeleri gurur ve enâniyeti bırakmaya kendilerini mecbur bilirler. Çünkü onlar nefsi okşayan ve uhrevî meyvesini dünyada tattıran ve hodbinlik hissini veren zevkleri, keşifleri geri bırakıp, daha yüksek makama, mahviyet ve terk-i enaniyet ve fânî zevkleri aramamakla taliptirler. Evet, bir ehemmiyetli ihsan-ı İlâhî, ihsanını, enaniyetini bırakmayana ihsas etmemektir—tâ ucb ve gurura girmesin.4

Öyleyse mesele budur: “Risale-i Nur şakirtleri, hizmet-i Nuriyeyi velâyet makamına tercih eder; keşif ve kerâmâtı aramaz ve âhiret meyvelerini dünyada koparmaya çalışmaz ve vazîfe-i İlâhiye olan muvaffakiyet ve halka kabul ettirmek ve revaç vermek ve galebe ettirmek ve müstahak oldukları şan ve şeref ve ezvak ve inayetlere mazhar etmek gibi, kendi vazifelerinin haricinde bulunan şeylere karışmaz ve harekâtını onlara bina etmezler. Hâlisen, muhlisen çalışırlar, ‘Vazifemiz hizmettir, o yeter’ derler.”5

İşte Nurun hakikî şakirtleri, bu gibi neticelere kanaat ediyorlar. Risale-i Nur’un sarsılmaz hüccetleri onlara yetiyor.

Baki Çimiç / Nur Postası

Dipnotlar:

1- Mektubat, s. 466
2- Lem’alar, s. 160
3- Şuâlar, s. 317
4- Şuâlar, s. 317
5- Kastamonu Lahikası, s. 263

Ne Sıcak, Ne Soğuk

KUZEY KUTBU’nda yaşayan Eskimolar, üst üste giydikleri kalın kürklü elbiseleriyle buzdolaplarımızın derin dondurucularından bile çok daha soğuk olan ülkelerinde, yağlı bir fok avlamanın derdine düşmüşlerdi.

Buzdan evlerinde yaşayan küçük Eskimo çocukları, gezginlerin kendilerine hediye ettikleri vanilyalı dondurmaları yalayabilmek için, onları bir süre ateşin üzerinde tutmaları gerektiğini çoktan öğrenmişlerdi.

Kutuplar soğuktu, hem de çok soğuk…

Aynı vakitlerde, Dünya’nın bambaşka bir yerinde, Büyük Sahra’da, bir kervancı, akreplerin bile deliklerinden çıkmaya cesaret edemediği öğle vakti, ufukta minicik bir vaha gördüğünü sandı.

Hayır! Bu sefer serap değildi, gerçekten çölün ortasında yaratılmış bir mucizeydi gördüğü.

Kervancı ve develeri, kafataslarının içini haşlanmış yumurta gibi kavuran sıcağın altında ilerlerken, zeminde kayan kum denizine çıplak ayakla basmak için, hatırı sayılır miktarda akıl tahtasını yitirmiş olmak gerekti.

Vaha gittikçe yakınlaşıyor ve serin bir pınarın şırıltısı, kervancı ile birlikte develerin de aklını başından alıyordu…

Çöl sıcaktı, hem de çok sıcak..

Bir yanda kutuplar, bir yanda çöller..

Bir yanda, dondurucu soğuk, öte yanda ise taşları yakan bir sıcak bulunur yeryüzünde…

Ama yine de, bizim küçük mavi gezegenimizin ortalama bir ısısı vardır.

Ve bu ısı, üzerinde kelebeklerden, fillere, kutup ayılarından, karıncalara.. kadar çeşit çeşit hayatın cilvelendiği bir gezegen için en uygun ortalama ısı derecesindedir.

Güneş gibi yıldızlarda milyarlarca dereceyi bulan ısı, karanlık uzay denizinde -273.15°C gibi akıl almaz bir seviyeye de iner. Bu olağanüstü farklılık içinde, canlıların yaşayabileceği aralık sadece %1 kadardır. İşte Dünyamızın ortalama ısısı bu %1’lik pay içindedir.

Dünyanın bu ısı aralığında tutulması için pek çok tedbir alınmıştır. Mesela Güneş’e olan mesafesi bunlardan biridir.

Eğer gezegenimize en yakın yıldız olan Güneş’e Venüs kadar yakın, ya da Jüpiter kadar uzak olsaydık, yeryüzü üzerinde böyle bir hayat şenliği olmayacaktı.

Güneş’ten Dünya’ya ulaşabilen ısı oranı %10 kadar azalacak olsa, yeryüzü kalın bir kar ve buz tabakası altında kalacaktı. Eğer biraz artacak olsa, bu sefer de, yanıp kavrulacaktık.

Ama ne donarız ne de yanarız. Her şey son derece hassas dengelerle yaratılmıştır çünkü.

Bizim sevgili gezegenimiz yaratılırken ekseni 23°27´lik eğimle yaratılmıştır. Bu eğim sebebiyle, kutuplar ile ekvator arasındaki ısı farkı, şimdikiyle kıyaslanmayacak seviyelere çıkmaz. Böylece, kutuplarda kutup ayıları yaşarken, ekvatorda, tropikal orman kuşları rengarenk uçuşur..

Dünya 24 saatte kendi etrafında bir tur atar. Böylece gece ile gündüzler nisbeten kısa sürer. Eğer bu dönüş hızı daha yavaş olsaydı, geceler çok daha uzun olurdu. Bu da, gece-gündüz arasındaki ısı farkını artırırdı. Uzun gecelerde ısı çok fazla düşer; uzun gündüzlerde de ortalık kavrulurdu. Kendi etrafındaki dönüş hızı Dünyaya göre çok yavaş olan Merkür gibi gezegenlerde, bu ısı farkı 1000°C kadar çıkmaktadır mesela…

Bütün bunlardan başka, Dünya’mızın üzerine koruyucu bir kalkan gibi sarılan atmosfer tabakası, yeryüzünün ısı dengesini koruyacak pek çok özelikle birlikte yaratılmıştır… Mesela bulutlar, Güneş’ten gelen fazla ısı ve ışığı uzaya yansıtarak bu dengeye hizmet eder.

Kutuplarda Eskimolar yağlı fok balıklarını avlar, büyük sahrada kervancılar vahalarda serinler…

Kalın buz tabakalarının üzerinde kaya kaya yol alır penguenler, tropikal denizlerde rengarenk balıklar, mercan kayalıklarının içinde, “bul beni” oynar…

Sevimli mavi gezegenimiz, ne Merkür’ün gündüzleri gibi çok sıcak yaratılmıştır ne de geceleri gibi çok soğuk…

Ve türlü türlü canlının yaşamasına imkân veren bu ısı aralığı, pek çok tedbir ile korunur…

Tarık Uslu / Zafer Dergisi