Etiket arşivi: mehmet emin karabacak

Kendimi Seviyorum

Sevmeye kendimizden başlamak gerektiğini düşünüyorum. Kendimi sevmeliyim; çünkü kendisiyle barışık olmayan ve kendini sevmeyen başkalarını da sevemez.

Sevmek, insanda olumlu çağrışımlar bırakan ancak tam olarak anlatılmayan ya da tarif edilemeyen bir kelimedir. Hep bir şeylerle tarif edilmeye çalışılan ya da bir şeylere benzetilerek anlatılmaya çalışılan bir kelime. Çok ya da az olup olmaması önemli olan bir kelime.

“Ne kadar seviyorsun?” “Dünyalar kadar.” “Nasıl seviyorsun?” “Canım gibi”. Sevginin derecesini bu dünyada büyük bildiğimiz şeylerin miktarıyla ya da varlığımızın temeli olan can ile anlatmaya çalışmaktayız. Demek ki sevginin tarifi ya da anlatımı da o kadar zor.

Herkesi seveceksin, der büyüklerimiz. Anneni, babanı, kardeşlerini, arkadaşlarını, eşini dostunu, dünyayı, ağaçları, kuşları, canlıları velhasıl her şeyi seveceksin derler.

Seveyim; ama niye önce onları sevmekle başlıyorum ki? Kendimi sevmeden onları nasıl seveceğim. Kendimi sevmemi niye öğretmediler ki? Önce kendini seveceksin, sonra başkalarını seveceksin demiyorlar.

Siz hiç duydunuz mu önce kendini sev sonra da beni sev diyeni.

“Seversen yavrunu o da sever yavrusunu der.” atalarımız. Doğru fakat ben kendimi sevmedikçe, kendimle barışık olmadıkça nasıl sevebilirim insanları? Bahçesinde gül olmayan bir kimse bahçesinden size gül verebilir mi? Haydi sevelim diyelim, sizce bu yapmacık bir hareket olmaz mı?

Siz hiç suratı asık ve kızgın bir kimsenin, “Seni seviyorum.” kelimesinden hoşnut olur musunuz? Cevabınızın hayır olacağını tahmin ediyorum.

Gelin isterseniz sevmeye kendimizden başlayalım. İnanın çok şeyin içinizde değiştiğini hissedeceksiniz. Nasıl ki başkasının bahçesine gül dikmekle kendi bahçemize gül dikmek arasındaki farkı bildiğimiz gibi.

Ben bugünden itibaren kendimi sevmeye ve bunu kendi kendime söylemeye karar verdim yolda. İşte söylüyorum: “Kendimi seviyorum.” Sadece başkalarından değil, kendimden de duymak istiyorum “Kendimi seviyorum.” cümlesini.

Kendimi seviyorum dedim kendi kendime. İçime sanki oksijen doluyormuş gibi hissettim. Bir daha söyledim sihirli cümlem olan “Kendimi seviyorum’u.” İçimdeki oksijenlerin mutluluğa dönüştüğünü hissettim. Mutlu olduğumu ve mutluluğumun içime sığmadığını hissettim.

Mutluluğumun içime sığmadığını ve bunu paylaşmam gerektiğini hissettim. Okul bahçesinde oyun oynayan 2.sınıf öğrencilerine de “Kendimi seviyorum.” dedim; onlar da garip garip baktılar. Niye öyle baktınız, kendimi sevemem mi dedim. Onlar da: “Yok öğretmenim, sevebilirsin.” dediler.

Çocukların garip garip bakmalarına da bir şey diyemiyorum. Onlara da hep başkalarını sevmeleri öğretildi; ama kendilerini sevmeleri öğretilmedi. Başkasına verilecek sevgi ve değerin kendimize verilmesi öğretilmedi.

Okul bahçesinde oyun oynayan diğer çocuklara: “Kendimi de sizi de seviyorum, dedim. Hatta sizin öğretmeniniz olmaktan, sizin bana öğretmenim demenizden, sizinle konuşmaktan da mutluluk ve gurur duyuyorum” dedim.

Çocuklar o kadar güzel olumlu geri bildirimler verdiler ki, buna ben de şaşırdım kendileri de çok şaşırdılar. Bu olumlu duyguların etkilerine çocuklarla birlikte şahit oldum. Zamanla okul bahçesinde “Ben de kendimi seviyorum.” diyerek mutluluğunu paylaşan çocuklara şahit olmaya başladım.

“Öğretmenim kendinizi sevmeye devam ediyor musunuz?” diyen bir çocuğa: “Evet” cevabım onda da geri bildirim olarak “Ben de” öğretmenim oluyor. Çocuk kendisini sevmesi gerektiği modelini de bulmuştu nasıl olsa. Kolay kolay bırakmaz sevme konusunda; kendini ve başkalarını.

Evet, sevelim ama sevmeye önce kendimizden başlayalım. Ben kendimle barışık olup kendimi seversem başkalarına mutluluk dağıtabilirim. Sevelim, kendimize haksızlık etmeden ve kibirlenmeden sevelim. Sevmek ve sevilmeye fazlasıyla layığız biz.

Kendimizi sevdiğimiz gibi kendimizi tebrik etmesini de bilmeliyiz. Başkalarının yaptığı olumlu davranışları tebrik ettiğimiz gibi kendimizin yaptığı olumlu davranışları da tebrik etmeliyiz. Kendimizi herkesten önce biz kendi kendimize kutlamalıyız. “Kendimi tebrik ediyorum ve kendimle gurur duyuyorum.” demeliyiz. Tebrik edilecek ilk insanın inanın önce kendimiz olduğunu ve bunu hak ettiğimizi düşünüyorum.

Evet; sevelim, tebrik edelim, kendimizle gurur duyalım; fakat bunu kibir boyutuna getirmeyelim; çünkü Allah kibirlenenleri sevmez.

“… doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez.” (Bakara,190 – Mâide,87)

“… Bilin ki Allah kendini beğenen ve övünüp duran kimseleri sevmez.” (Nisâ,36)

“İnsanları küçümseyip yüz çevirme, yeryüzünde böbürlenerek yürüme; Allah, kendini beğenip övünen hiç kimseyi şüphesiz ki sevmez.” (Lokman,18-Hadid, 23)

Allah Resulü (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“Kalbinde hardal tanesi kadar kibir, büyüklenme olan kişi Cennete giremeyecektir. Yine kalbinde bir hububat ağırlığında iman olan kimse de Cehenneme girmeyecektir” (Müslim, İman,31)

Sonuç olarak sevgimizde de saygımızda da gurur duymamızda da insan olduğumuzu unutmamak ve haddi aşmamak gerekir. Bunları başkalarını küçük görmek yerine kendimizi daha iyi hissetme ve hizmet yapabilme adına bir vesile yapmak gerekir. Biz kendimizi sevebilirsek ve kendimizle barışık olabilirsek başkalarına olumlu elektrik verebiliriz. Bizim kendimize gösterdiğimiz sevgi, saygı ve verdiğimiz değer ölçüsünde insanlar da bize ancak o kadar geri bildirim verebilecekleridir.

Mehmet Emin Karabacak – cocukaile.net

Annem Tutarsız Babam Kararsız Olursa!

Tutarlılık; kişinin söyledikleriyle yaptıklarının birbirleriyle uyumlu olması halidir. Çocuk eğitiminde tutarlılık; çocukların sergilemiş oldukları aynı davranışlara anne babaları tarafından aynı tepkilerin verilmesidir. Mevlana Hazretlerinin; “Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğü gibi ol” sözünde olduğu gibi kişinin söz ve davranışları arasında çelişkilerin olmamasıdır. Başka bir ifadeyle söylem ve davranışların yer ve zamana göre değişmemesi ve süreklilik arz etmesidir.

Kararlılık ise; tutarlı olma adına kararları uygulamada ve devam ettirmede süreklilik arz etmesidir. Çocuk eğitiminde kararlı olmak demek; “evet ve hayırların” zorunlu olmadıkça değişmemesidir. Başka bir ifadeyle çocuğa geribildirimler bugün farklı yarın farklı verilmemesidir.

Çocuk eğitiminde anne babaların takındığı tavır ve tutumlar, çocuk eğitiminde çok önemlidir. Çocuklar kararlı ve tutarlı davranmayı da anne babalarından öğrenmektedir. Eşiyle ya da çevresiyle kararlı ve tutarlılık konusunda problem yaşayan anne babalar, bu konuda çocuklarına da olumsuz örnek oldukları bir gerçektir.
Anne babalar; kendi aralarındaki makul istekleri yapmamaları, kendi aralarındaki iletişim sıkıntıları çocuklar için bir model teşkil etmektedir. Bu durum çocukların anne babalarını hem model almalarına hem de onları ciddiye almamalarına neden olmaktadır.

Anne Babanın Tutarsızlıkları
Çocukların gelişim çağlarında anne babalar, söz ve davranışlarıyla çocukların kişiliklerine yön verdikleri herkesin malumu. Anne babaların söz ve davranışlarındaki tutarsızlıklar, çocukların kişiliklerini de olumsuz etkilemektedir.
Annenin izin verdiğine baba izin vermiyorsa ya da babanın koyduğu kuralı anne kaldırıyorsa çocuk eğitiminde bir tutarsızlık vardır. Yine anne babanın yasakladığı bir şeyi büyükanne ya da dede tarafından “O daha çocuktur, bırak yapsın!” deniliyorsa yine bir tutarsızlık vardır.

Bu gibi tutarsızlıklar çocuklarda kafa karışıklığına neden olmakta neyin doğru neyin yanlış olduğunu öğrenememelerine neden olmaktadır.
Yine anne babaların normal zamanlar ile duygu yoğunluğu yaşadığı zamanlarda verdikleri farklı tepkilerde çocukları olumsuz etkilemektedir. Anne babalar; normal zamanlarda çocukların yaramazlıklarına gülüp geçerlerken; canları sıkkınken bayramlık ağzını açarlarsa bir tutarsızlık vardır. Bunun yanında çocukların olumlu davranışlarına karşı abartılı sevgi ifadesi kullanılıp ardından da çocukların en küçük olumsuz hareketlerinde nefret ifadeleri kullanılıyorsa anne babanın duygularında da bir tutarsızlık vardır demektir.

Kişilerin ruh halleri olaylara farklı tepki vermelerine neden olsa da çocuklar, anne babalarının yaşadıkları duygu yoğunluklarını düşünemedikleri için her zaman doğal olmaya çalışırlar. Anne babalarının değişen tepkileri çocukların da tutarsız hareket etmelerine neden olmaktadır.

Kararsızlık ve Tutarsızlığı Nasıl Öğretiyoruz?
Çocukların istediklerini aldırma ve dediklerini yaptırma konusunda ağlamalarına, sızlanmalarına hepimiz şahit olmuşuzdur. Çocukların olmadık isteklerine karşı; “Yok yok”un, “Hayır”ın, “Sus sus”un, nasihatin ve hatta cezanın dahi fayda etmediğine şahit olmuşuzdur. Çocukların olmadık istediğine karşı bizim tepkimiz ise; sadece “Al şunu da kapat çeneni!” olur.

Çocuklar isteklerini yaptırma ve aldırma konusunda anne babalarını zorladıkları özellikle iki yer vardır. Biri alışverişte diğeri de misafirlikte. Çocuklar anne babalarının bu gibi yerlerde isteklerine hayır diyemediklerini çok iyi bilmektedirler.
Çocuklar alışverişte iken hoşuna giden bir şey gördükleri zaman anne babalarından önce sessiz ve kibarca isterler. Anne babalarının hayır cevabına karşı bu sefer normal bir sesle isterler. Kendilerine verilen olumsuz cevaba rağmen isteklerini bu seferde yüksek sesle isterler.

İstekleri yine anne babaları tarafından geri çevrilirse bu sefer ağlama kozunu kullanırlar. Eğer bunda da başarılı olmazlarsa kendilerini yerlere atıp ağlayarak isteklerini aldırtmaya çalışırlar.

İşte bu durumda anne babalar rezil olmamak adına çocukların isteklerini yerine getirirlerse çocuğa bundan sonra ben almazsam, isteklerini bu şekilde isteyerek aldırtabilirsin mesajı verilmektedir. Başka bir ifadeyle önce kibarca iste. Almazsan yüksek sesle iste. Yine alamazsam ağlayarak iste. Yine olmadı yerlere yatarak ağlayarak iste. İşte o zaman ben rezil olmamak adına alıp veririm mesajı verilir. Bu mesaj sonrası çocuklar, olmayacak isteklerini anne babalarından nerede ve nasıl isteyeceklerini öğrenmektedirler.

Oysa anne babalar, çocukların yersiz ve zamansız isteklerine karşı verdikleri hayırların arkasında kararlı bir şekilde durmuş olsalardı, çocukların isteme şekillerini de disipline etmiş olurlardı. Evet anne babalar, bu gibi yerlerde bir iki kez rezil olurlardı ama çocuklara hayırlarını evete, evetlerin de hayırlara dönüştüremeyeceklerini öğretirlerdi. Başka bir ifade ile çocuklar, anne babalarının bir konuda kafayı kaldırıp hayır dediğine ne yaparsan yap evet dedirtemeyeceklerini öğrenirlerdi.

Bu ve buna benzer örnekleri çocukların yemek yeme konusunda da yaşanmaktadır. Çocuklar genelde öğün saatlerinde sofraya oturmak istemezler. Annelerde sofraya oturmayan çocuklara tepki olarak diğer öğüne kadar hiçbir şey vermeyeceklerini söylerler. Aradan biraz zaman geçtikten sonra karnı acıkan çocuk, annenin etrafında dolanmaya başlar. Ardından da acıktığını ve bir şeyler istediğini sözel olarak ifade edemese de davranış olarak ifade ederler.

Anneler burada çocuklara karşı kararlı davranmazlarsa evde sürekli yemek yeme problemi yaşanacaktır. Çocukların burada öğreneceği sizin öğün saatiniz değil ben istediğim zaman yemeğimi yerim olacaktır. Oysa anneler, verdikleri kararların arkasında durup kararlı bir şekilde dursalardı çocuklar, öğün saatlerinde yemek için sofraya oturmasını öğreneceklerdi. Bu da evin kuralları öğretme adına hem kendileri rahat edecekti hem de çocuğun kişiliğine olumlu katkı sağlayacaktı. Bunun sonucunda çocuklar ilerde verdikleri kararlarda kararlı ve tutarlı davranma konusunda bir kişilik geliştireceklerdir.

Anne Babalar Ne Yapmalı?
Sağlığını olumsuz etkileyecek düzeyde çok süt içen bir çocuğu, anne babası daha az süt içmesi için zamanın âlimine götürürler. Durumu dinleyen âlim zat; anne babaya bir gün sonra gelmelerini söyler.

Ertesi gün gelen ve ailenin aşırı süt içen çocuğuna âlim zat:
-“Her şeyin aşırısının sağlık için zararlı olduğunu ve bunun için de diğer besinlerden de yemesi gerektiği gibi sütü de daha az içmesini” söyler. Nasihati dinleyen çocuk, daha az süt içeceği konusunda Âlim zata söz verir.
Çocuğun zamanla daha az süt içtiğini görün anne baba, durumu merak edip âlim zata neden ertesi gün çağırdığını sorarlar.
Âlim zat da aileye:

-“Ben de sütü çok severdim ve o sabah ben de süt içmiştim. Daha sütün kokusu ağzımda dururken nasıl bu çocuğa süt içme diyebilirdim ki. İşte bu yüzden ertesi günü gelmenizi söyledim” der.(Kaynak: M. Emin Karabacak, Tabakları Ayırdık Çocuklar Söz Dinlemez oldu, Ensar Neşriyat)

Anne babalar çocuklarını eğitip yetiştirirken, söylem ve davranışlarıyla kararlı ve tutarlı davranmaları gerekir. Söylediği sözü hayatında yaşayıp uygulamayan ve konuda çocuklarına uygun model olamayan anne babalar, söyleyecekleri sözlerinde hiçbir faydası olmayacaktır. Özü sözüne uymayan ve söylemleri sadece sözde kalan anne babaların sözleri de çocukların yanında hiçbir değeri olmayacaktır. Cenab-ı Hak; “Ey iman edenler niçin yapmayacağınız şeyleri söylersiniz.” (Saff,2) buyurmaktadır.

Bir gün Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz Abdullah bin Amr’ın çocukluğunda, evlerinde misafir iken, annesi ona bir şey vereceğini söyleyerek yanına çağırdı. Rasûlullah Efendimiz çocuğa ne vermek istediğini sordu. Annesi hurma vereceğini söyledi. Bunun üzerine

Rasûlullah (s.a.v.); “Eğer aldatıp bir şey vermeseydin sana bir yalan yazılmış olurdu,” buyurdu. (Ahmed b. Hanbel, 3/447)
Anne babalar çocuklarla ilişkilerinde tutarsızlıktan uzak durma adına yalandan da kaçınmaları gerekir. Çünkü bugün birçok tutarsızlığın temelinde yalan yatmaktadır. Birçok anne baba ev içi kuralları koyma ve uygulamada yaşadıkları tutarsızlıkları açıklamak için yalana sığınmaktadırlar. Yalana sığınmamak ve çocukları ikilem içinde bırakmamak için kuralların nedenleri ve amaçları açık açık izah edilmelidir. Bu da çocukların aile hayatında kadar okul ve toplumsal hayatta da neleri yapmaları ya da neleri yapmamaları gerektiğini öğretecektir.

Anne babalar, koydukları kurallarda tutarlı olmaları kadar bu kuralları uygulamada da kararlı olmaları gerekmektedir. Televizyon seyretmek, cepten internete girmek yemek yerken ve ders çalışırken yasaksa bu kural her zaman uygulanması gerekir. Bunun yanında annenin koyduğu kuralı baba, babanın koyduğu kuralı anne kaldırmamalıdır.

Sonuç olarak çocukların günlük hayatta olduğu gibi ileriki hayatlarında da dengeli ve tutarlı bir kişilik geliştirmeleri için öncelikle anne babaların dengeli ve tutarlı davranmaları gerekir. Çocukların gözünde anne babalar, özel hayatlarında farklı toplumsal hayatta farkı davranıyorsa çocukların tutarlı davranışı öğrenmeleri de çok zor olacaktır. Çocukların gözünde anne babaların saygınlıklarının azalmaması için her zaman her yerde kararlı ve tutarlı olmaları gerekir.

Mehmet Emin Karabacak
cocukaile.net

Adalette Kız Çocukları “Üvey Evlat” mı?

“Biz dört kardeşiz ve evin tek kızıyım. Her şey güzel güzel giderken ne zaman evlendik çocuk sahibi olmaya başladık, o zaman anne babamın abilerimi kayırdıklarına şahit olmaya başladım.

Babamın durumu iyi, oturduğu evle birlikte üç tane daha evi var. Bu evlere de abilerimi oturttu. Hatta babam bu evlerden birini alırken, araba için biriktirdiğimiz parayı bizden borç istedi ve biz de hiç tereddüt etmeden verdik.

Bir iki yıl sonra biriktirmiş olduğumuz parayla araba almaya karar verdik. Fakat az bir paraya ihtiyacımız oldu. Yani anlayacağınız devede kulak misali bir para. Borç para alabileceğimiz kişinin ailem olduğu düşündük ve parayı istedik. Annemin verdiği cevap ise ipe un sermeye benzedi.

Yine yedi yıldır ödediğimiz kooperatiften evimiz çıktı. Kat farkı, kira bedeli ve evin içi derken yine paraya ihtiyacımız vardı. Yine borç alabileceğimiz kişinin ailem olduğu düşündük. Devede kulak misali yine borç para istedik; fakat bu seferde babam para yok dedi. Oysa babam, ondan sonra evin tüm eşyalarını değiştirdi. İşin garip tarafı, bana yok olan şeyler, abilerime gelince nedense oluyor. Ev araba alırken onlara gereken destek veriliyor; fakat bize gelince ipe un seriliyor.

Bayram ve tatillerde annemlere gidiyoruz. Biz vardığımız zaman bizim çocukları hoş geldin adına sadece ellerini öptürürlerken, abilerimin çocuklarına ellerini öptürmekten öte içten içe sarılıp öpmelerini izah edecek bir cümle bulamıyorum.

“Her insan ölümü tadacaktır.” (Ali İmran, 3/185) ayeti doğrultusunda annem vefat etti, babam ise yaşıyor. Bir zamanların karakaşlı kara gözlü oğlanları, şimdi babama bakmaktan imtina ediyorlar. Elleri ayakları tutarken en küçük bir adaleti bana çok gören babama, şimdi ben bakıyorum. Adil ve dürüst davranmadığı için babama içimden gele gele bakamıyorum. Allah biliyor, Allah korkusu olmasa onu da bakmayacağım; ama her şeyi Allah’a havale ediyorum.”

“Biliniz ki mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan sebebidir ve büyük mükâfat Allah’ın katındadır.”(Enfal, 8/28)

Anne babaların çocuklarına karşı vazifelerinin en başında adaletli davranmaları gelir. Çünkü anne babaların çocuklar arasındaki adaletsizliği, çocuklar arasına kin tohumlarının atılmasına neden olmaktadır. Küçük yaşlardan itibaren çocuklardaki kardeş kıskançlığının temelinde de olumsuz anne babaların tutumlarından kaynaklanmaktadır.

“Hep onu kayırıyorlar, onların biricik oğlu, varsa yoksa o, sanki ben üvey evladım…” gibi ifadeler çocukların en sık kullandıkları cümlelerin başında gelmektedir. Çocuklar arasındaki sevgi tohumları yerine atılacak kıskançlık tohumları, kardeşler arasında olduğu kadar çocukların anne babalarıyla da sıkıntılar yaşamasına neden olacaktır. Bunun sonucunda da çocuklar, anne babalarına karşı; “Hırçın, söz dinlemeyen, asi…” gibi olumsuz davranışlar sergilemesine neden olacaktır.

Ashabı kiramdan Numan bin Beşir anlatıyor:

“Babam bana bir miktar mal hibe etmişti. Annem, “Bu hibeyi Resulüllah’a sormalısın.” dedi. Bunun üzerine babam Resulüllah’a gitti ve durumu anlattı. Allah Resulü, “Başka çocukların var mı?” diye sordu. “Evet!..” demesi üzerine “Aynı şekilde hepsine de hibe ettin mi?” diye sorunca, babam “Hayır!..” dedi. Bu duruma karşılık Hazreti Peygamber (s.a.v); “Allah’tan korkun, çocuklarının sana karşı hürmet ve lütufta eşit davranmaları, seni memnun etmez mi? Öyleyse, çocuklarınız arasında adil olun.” dedi. Bunun üzerine babam yaptığı hibeden vazgeçti.” (Müslim, Hibat,13/3)

Anne Babalar Çocuklar Arasında Adaletli Olabilmek için Neler Yapılmalı?

1.Çocuklar, anne babalar için bir imtihan aracıdırlar:

“Biliniz ki mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan sebebidir ve büyük mükâfat Allah’ın katındadır.”(Enfal, 8/28)

“Allah’tan korkun. Evladınız arasında adaletle muâmele edin.” (Râmuz, c. 1/1310)

“Bu, kendi ellerinizin yapıp öne sürdüğünün karşılığıdır”. Allah kullar(ın)a asla zulmetmez. (Ali İmran,3/182)

Hz. Aişe (r.anhâ) anlatıyor: “Yanıma bir kadın girdi. Beraberinde iki kız çocuğu da vardı. Bir şeyler istedi. Aksi gibi yanımda bir hurmadan başka bir şey yoktu. Onu verdim. Kadın aldı ve ikiye bölerek kızlarına taksim etti. Kendine pay ayırmadı. Çıkıp gittiler. Arkadan Resûlullah (s.a.v) girdi. Durumu ona anlattım. Dedi ki: “Kim bu şekilde kızlarla imtihan edilir o da onlara iyi davranırsa, kızlar, onun için, ateşe karşı perde olurlar.” (Buhârî, Zekât 10. Tirmizî, Birr 13).

2.Adalet konusunda en güzel şekilde model olmalıdırlar:

Anne babalar adalet konusunda çocuklarına en güzel şekilde model olmalıdırlar. Her konuda olduğu gibi dürüstlük ve adalet konusunda anne babalar çocuklar arasında eşit davranmalıdırlar. Adalet konusunda en güzel şekilde model olan anne babalar, aile bireyler arasındaki sevginin güçlenmesini sağlayacaktır.

“Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor! Şüphesiz Allah her şeyi işitici, her şeyi görücüdür.”(Nisa, 4/58)

Peygamberimiz Efendimiz (s.a.v): “İyi olması için evladına yardımcı olan ve iyi örnek olan anne-babaya Allah rahmet etsin” (Makasıdu’l-Hasene,225) buyurarak evlatlar arasında adaletli olmaya çalışan anne babalara dua etmişlerdir.

Bir başka rivayette yine Peygamberimiz Efendimiz (s.a.v): “Onların sana eşit bir şekilde iyilik etmeleri nasıl senin hakkınsa, senin de onlara eşit muâmelede bulunman öylece onların hakkıdır.” buyurmuşlardır.

3.Kız-erkek ayırımı yapmamalıdırlar:

Bazı ailelerin kız çocuklarına üvey evlat muamelesi yaptıklarına şahit olmaktayız. Kız çocuklarını ikinci plan atıp erkek çocuklarını ön plana çıkaran aileler, kendilerine olduğu kadar kardeşler arasında da sevgi ve kardeşlik bağının ortadan kalkmasına neden olmaktadırlar.

Çocuklara gösterilecek sevgide; kız-erkek ayırımı yapılmadan adaletli bir şekilde gösterilmelidir. Hz. Enes’in (r.a) naklettiği hadis-i şerifte: “Bir adam, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) yanında oturuyordu. Bir ara adamın yanına bir erkek çocuğu geldi. Adam çocuğu öpüp dizleri üzerine oturttu. Biraz sonra adamın yanına bir de kız çocuğu geldi. Adam onu da yanına oturttu. Peygamber Efendimiz adama, ‘Niçin ikisini bir tutmadın?’ diye adamı kınadı.” (Hayâtü’s Sahabe, c. 3/47)

Yine Peygamber Efendimiz (s.a.v): “Allah, öpücüğe varıncaya kadar her hususta, çocuklar arasında adaletli davranmanızı sever.” (el-Câmiu’s-Sağîr,2,297) buyurmuşlardır.

4.Küçük büyük diye ayırım yapılmamalıdırlar:

Genelde aileler küçük çocukları kayırma eğilimindedirler. “Sen ablasın, abisin, büyüdün…” gibi ifadeler en sık duyduğumuz cümlelerin başında gelir. Çocuklar arsında küçük-büyük diye bir ayırım yapılmamalıdır. Hak kiminse ona verilmelidir.

Hazret-i Ali anlatıyor:

“Peygamber Efendimiz bize ziyarete gelmişti. O gece bizde kaldı. Hasan ve Hüseyin de uyuyorlardı. Bir ara Hasan su istedi. Peygamberimiz hemen kalktı ve su kırbasından bir bardak su aldı, çocuğa vermek için getirmişti ki, o sırada Hüseyin de uyandı. Hüseyin bardağa uzandı ve su içmek istedi. Peygamberimiz suyu Hüseyin’e vermedi, önce Hasan’a verdi.

“Bunun üzerine Fatıma dayanamadı ve ‘Hasan’ı Hüseyin’den çok seviyorsunuz gibi…’ dedi.

“Peygamberimiz, ‘Hayır, suyu önce Hasan istedi’ buyurdular. (Ahmed bin Hanbel, I, 101)

5.Amel defterlerinin kapanmamasını sağlarlar:

Anne babalar öldükten sonra dua edecek hayırlı evlatlar bırakmak için adaletli olmak zorundadırlar. Çünkü sağlığında dürüst ve adaletli olamayan anne babanın çocukları da dua konusunda onları hayırla yâd etmeyeceklerdir.

Biz iki kız bir erkek üç kardeşiz. Anne-babam abime ev aldı fakat biz almıyor. Gerekçede ben oğlana almak zorundayım size de eşinizin ailesi alsın diyor. Nerde adalet nerde çocuklar arsında eşitlik. Bunu yapanda namazında niyazında ve her zaman hacılığıyla gurur duyan öz babamdır. Benim de içimden ne anne-babama dua etmek ne de arkalarından hayır yapmak gelmiyor.

Peygamber Efendimiz (s.a.v): “Bir insan ölünce şu üç şey hariç amel defteri kapanır: Sadaka-i cariye (faydası kesintisiz sadaka), faydalı ilim ve kişinin ardından kendisine dua edecek hayırlı evlat.” (Ebu Davud, Vasaya,14) buyurmuşlardır.

Sonuç olarak:

Anne babaların elinde yetiştirme adına birer emanet olan bu çocuklar, ahret için de birer imtihandır. “Biliniz ki mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan sebebidir ve büyük mükâfat Allah’ın katındadır.”(Enfal, 8/28).

Anne babalar, çocukların eğitiminden tutundan mal paylaşımına kadar her konuda azami dikkati göstermeleri ve çocukları arasında âdil davranmalıdırlar. “Allah’tan korkun ve çocuklarınız hususunda adil olun.” (Müslim, Hibe,13) .

Şunu unutmamak gerekir ki¸çocuklar her ne kadar anne baba hakkında sorguya çekilecekse de, anne babalarda çocuklarına karşı adaletli olup olmadıkları konusunda hesaba çekileceklerdir. “… Yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden sakınınız.” (Bakara, 2/24).

Mehmet Emin Karabacak

cocukaile.net

Cezayı Dedeme Verin

Padişahın biri, bir gün ormanda vezirleriyle birlikte gezintiye çıkar. Yolu bir değirmene rastlar. Değirmenle ilgili bütün soruları cevaplayan değirmencinin bilgisi padişahın çok hoşuna gider. Konu dini konulara gelince değirmencinin dini bilgisinin olmadığını öğrenen padişah adama çok kızar ve cezalandırılması için saraya götürülmesini emreder.

Padişah orman gezintisini bitirip saraya dönerken çobanlık yapan bir çocuğa rastlar. Çocukla sohbet eden padişah çocuğun çobanlık ve dini bilgisinin yanı sıra pratik zekâsına hayran kalır ve kendisini saraya götürmek istediğini söyler. Çocuk padişaha: “Giderim fakat bir şartla; o da eli bağlı şu adamı salıvermeniz” karşılığında der.

Padişah: “Sen bizim bu adamın neden elini bağladığımızı biliyor musun? Bu adam değirmenle ilgili ne kadar soru sordumsa hepsini bildi; fakat dini konularda ise ne sordumsa hiç birini bilemedi. Değirmenciliği öğrendiği kadar dinini öğrenmediği için ceza vereceğim.” der. Çocuk bunun üzerine:

“Padişahım, bence siz babama değil de onun mezarda yatan babasına ceza vermelisiniz. Çünkü demin siz benim ne kadar zeki ve dini konularda bilgili olduğumu söylediniz. Bence babam görevini beni okutarak yapmıştır. Eğer ceza verilecekse babamı okutmayarak dini konularda onu cahil bırakan dedeme ceza vermelisiniz.” der.

Çocuğun hazır cevabı ve pratik zekâsı padişahın çok hoşuna gider. Çocuğun babasına; dini konularını öğrenmesi için bir yıl mühlet vererek çocukla birlikte sarayın yolunu tutar. (Bu hikâyeyi imam olan rahmetli babamdan dinlemiştim)

***

Rivayete göre bir gün Musa (a.s) bir mezarlığın kenarından geçerken kabirde yatan bir ölünün azap çektiğini görür. Hz. Musa (a.s) işini bitirip geri döndüğünde ise kabirde yatan adamın kabir azabının kalktığını görür. Bunun hikmetini soran Hz. Musa (a.s)’a Cenab-ı Hak:

“Ya Musa, bu adam ölmeden önce hanımı hamile idi. Hanımına karnındaki çocuğu büyüdüğü zaman okutması konusunda vasiyet etti. İşte bu çocuk bu gün hocanın önüne geldi ve euzü besmeleyi öğrendi.

Ya Musa, rızam için ilim öğrenmeye çalışan bir çocuğun babasına azap etmekten hayâ ederim. Bu adamın kabir azabını da bu çocuğun hürmetine kaldırdım.” buyurur.

Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammet (s.a.v.)’in: “İnsanoğlunun öldükten sonra amelinin kesilmeyeceği üç şeyden biri de kendisi için arkadan dua edecek hayırlı evlat.” (Müslim, Vasiyet,14) hadisini bilmeyenimiz yoktur. Bu sebepledir ki çocuklara verilecek dini eğitim hem çocuk hem de anne babalar için çok önemlidir.

Çocuklar Neden Yaz Kur’an Kurslarına Gitmeli?

Okullar kapanıyor, çocuklar üç aylık bir tatile giriyorlar. Yaz tatilinde çocuklar hem tatillerini yapsınlar hem de dinini öğrenmek için yaz kurslarını bir fırsat olarak değerlendirsinler.

Olaya psikolojik ve sosyolojik boyutuyla da baktığımız zaman konu daha iyi anlaşılacaktır. Çocuklar üç aylık tatil boyunca okul ve arkadaş ortamından uzak kalacağı için bu dönem stresli bir dönem olabilir.

Dört duvar arasında ve sosyal ortamlardan uzak kalan çocuklar, gelişimlerine katkı sağlamayacağı için evde sürekli televizyon, internet, bilgisayar oyunları yüzünden sıkılacaklardır.

Tatil boyunca çocuklar, can sıkıntısından oflayıp puflayarak, okul açılsa da gitsek diyerek gelişimsel olarak sosyal ortamları arayacaklardır. Bu durumdan kurtulmak için değişik arkadaş gruplarına ya da internet cafelere takılmaya başlayacaktır.

Çocukların kişiliğini olumsuz etkileyecek ortam ve arkadaşlardan korumak amacıyla onları yaz dönemlerinde açılan kurslara göndermek gerekir. Bu kurslar çocuğun hem yeni bir sosyal çevre edinmesini hem de dini bilgilerini öğrenmesini sağlayacaktır. Bunun yanında kurslar; sorumluluk, özgüven ve benlik saygısını geliştirmenin yanı sıra kötü ortam ve arkadaşlardan koruyacaktır.

Çocuklar kurslarda; Kur’an-ı Kerim’i öğrenmenin yanında ailelerin kendilerine öğretmekte yetersiz kaldığı dini bilgilerle toplum ve aile tarafından yanlış öğretilen dini değerlerin doğrusunu öğrenebileceklerdir.

Çocuklar, yaşları daha küçüktür diyerek yaz döneminde açılan bu kurslardan mahrum bırakılmamalıdırlar. Çünkü öğrenme yedi yaşında başlar. Yedi yaş ve yukarısı çocuğun söylenenleri anlayabileceği zihinsel olgunluğa eriştiği bir yaştır. “Çocuklar yedi yaşına geldiği zaman namaz kılmasını öğretiniz.” (Tirmizi, Salât,299) hadisinin temelinde de bu yatmaktadır.

Öğrenmenin en ideal olduğu yaş ve zamanlarda Ku’ran Kurslarına gönderilmeyen çocuklar, zihin ve zamanlarını boşa harcayacaklardır. Bu dönemlerde dinini öğrenmek için kurslara gönderilmeyen çocuklara ileride eğitim vermek gerçekten güçleşecektir.

Gününü kurslarda geçiren çocuklar hem dinini öğrenecek hem tatili değerlendirecek hem de uygun arkadaş ortamına girerek kötü arkadaş ve etkilerinden uzak kalacaktır.

Nasıl okuma yazma okulda öğreniliyorsa Kur’an-ı Kerim de bu amaçla açılmış kurslarda öğrenilir. Çünkü nasıl okuma yazma öğrenmenin bir kuralı varsa Kur’an-ı Kerimi öğrenmenin de bir kuralı vardır. Kuralına göre öğrenilmeyen bir bilgi, hem yanlış öğrenilir hem de düzeltilmesi eğitim ve öğretim açısından zor olur. Bunun için de çocukların Kur’an-ı evde değil kurslara gelerek ehlinden öğrenmeleri sağlanmalıdır.

Kurslara giden çocukların, itikat ve ibadet gibi dini bilgileri, akran grubu içinde öğrenmeleri onların bu bilgileri daha iyi idrak etmelerini sağlayacaktır. Aynı duygu ve düşünceleri paylaşmanın ötesinde aynı şeylere inanma ve aynı şeyleri yapma, çocukların benlik saygısını yükselterek dini değerlere olumlu yönde bakmasını sağlayacaktır.

Çocukları Yaz Kurslarına Gönderirken Nelere Dikkat Edilmeli?

1. Çocuklar kurslara, sevdirerek ve özendirerek gönderilmelidir. Çünkü zorla gönderilmeye çalışılan çocuk, sizden olduğu kadar dinden ve kurslardan da soğuyabilir.

2. Kursun ciddiyet ve önemi çocuğa güzel bir şekilde kavratılmalıdır.

3. Çocuklar kursa tertipli, düzenli ve kurs adabına uygun kıyafetlerle gönderilmeye çalışılmalıdır.

4. Çocuklar kursa abdestli gitme konusunda teşvik edilmelidir.

5. Çocukların okuldaki gibi kursun giriş çıkış saatlerine dikkat etmeleri konusunda gereken uyarılar yapılmalıdır.

6. Nasılsa devam zorunluluğu yok diyerek mazeretsiz olarak kursa gitmemesinin önüne geçilmelidir.

7. Çocukların kursta okuyacakları kitaplar kurs hocasına danışılarak alınmalıdır.

8. Kursta verilen derslere de okuldaki gibi rehberlik yapılmalıdır.

9. Çocuklar kursa gitmek istemedikleri zaman kurstan ve dinden soğutucu söz ve davranışlar içine girilmemelidir.

10. Kursta öğrendiklerini unutmamaları ve sorumluluklarının farkına varmaları açısından öğrendiklerini günlük hayatta kullanmaları teşvik edilmelidir.

Sonuç olarak ailelerin; çocuklarının dini bilgileri almaları konusunda gereken hassasiyeti göstermeleri gerekir. Her konuda olduğu gibi dini konuları öğretme ve kurslara göndermede ilk yapılacak şey çocuklara sevgiyle yaklaşmaktır.

Her insan gibi çocuklar da sevmediği kişilerin önerilerini dikkate almayacakları için işe çocukları kendimizi sevdirmekle başlamak gerekir. Kaş yapalım derken göz çıkarmamak için yolumuz sevgi yolu olmalıdır.

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v)’in: “Müjdeleyiniz nefret ettirmeyiniz.” (Buhari, İlim,11) hadisini çocuk eğitiminde de dikkate almak gerekir.

Mehmet Emin Karabacak

cocukaile.net

Hayatımızın Ne Kadarında “Şükür” Var?

Büyüklerden bir zata, talebelerinden birisi: “Efendim, Allah’ü Teâlâ’ya şükredici bir kul olabilmek için ne yapmak lazımdır.” diye sorar. O zât da:

“Allah’ü Teâlâ’ya şükredici bir kul olabilmen için, yeryüzünde senden fazla nimet verilmiş bir kulun olmadığını düşünmelisin.” buyurur. Talebe:

“Efendim, benden fazla nimet verilmiş bir kimsenin olmadığını nasıl düşünebilirim ki? Zira Allah’ü Teâlâ, Peygamberlere, âlimlere ve hükümdarlara herkesten fazla nimet vermiştir.” deyince, o zât:

“Evladım; eğer peygamberlere o nimet verilmeseydi, sen doğru yolu bulamazdın. Âlimler olmasaydı, dinden çıkıp küfre girerdin. Hükümdarlar olmasaydı, evinde emin bir hâlde rahat oturamazdın. Bütün bunların hepsi, sana ihsan edilen nimetlerden değil midir?” diye cevap verir.

Şükür; insanların, Cenabı Hak tarafından kendilerine bahşedilen nimetlerini farkına varmaları ve karşılığında kulluk vazifelerini yerine getirebilmeleridir.

Şükür, bütün nimetlerin Allah’tan geldiğini bilip O’na hamt ve O’nun emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından kaçınmaktır.

Ebû Osman Mağribî Hazretleri: “Şükür, nimete hakkıyla şükretmekten aciz olduğunu bilmektir.” Buyurur.

İnsanoğlu kişilik ve davranışlarıyla sanki bilinmeyen denkleme benzer. Nerde, ne zaman, ne şekilde ve nasıl davranacağı önceden kestirmek mümkün değildir. Bir bakmışsın olduğundan fazla olgun, bir daha bakmışsın çocuktan daha çocuksudur. Yine bir bakmışsın dünyanın en zengini gibi konuşurken bir daha bakmışsın dünyanın en fakiri gibi kendini acındırmaktadır. Yani söz ve davranışlarıyla arasında bir tutarlılık yoktur. Bunun en bariz örneğini de şükür konusunda görebilmekteyiz. Bir taraftan; “Allah sıhhat-sağlık versin, diğerleri yalan” derken diğer taraftan da en küçük dünyalık içinde yapmayacağı şey yoktur. Kısmetten öte yol olmadığını bilen insanoğlu, talep konusunda daha fazla kazanma kaygısı yaşarken şükür konusunda aynı kaygıyı yaşamamaktadır.

Rızkına Cenab-ı Hak tarafından kefil olunan insanoğlu “Hakikat insan için, kendi çalıştığından başkası yoktur.” (Necm,39) ayetine rağmen; sanki kendisine taksim edilenden daha fazlasını alabilecekmiş gibi istek ve heves içinde bulunmaktadır. Bu istek ve heves, insanın kendine verilen nimetlerin şükrünün unutmasına sebep olmaktadır.

İnsanoğlu elindekiyle yetinip şükretmesi gerekirken hep daha fazlasını kazanma arzusu içinde kendinden yukarıdakilere bakmaktadır. Kendinden aşağıdakiler bakıp haline şükretmesi gerekirken sürekli kendinden yukarıdakilere bakarak şükür nimetini unutmaktadır. Şükür nimetini unutup daha fazla kazanma hırsına kapılınca da nereden geldiğini bilmediği psikolojik sıkıntılarda maruz kalmaktadır.

Ebû Osman Hîrî Hazretlerine; “İnsanların içine nereden geldiği bilinmeyen keder nasıl çöker?” diye sorulunca; “Ruh, insanın işlediği günahları ve kötülükleri unutmaz. Nefs ise bunları unutur. Ruh, nefsin mahvolduğunun farkına varır ve bu sebeple insanın içine bir keder çöker. İnsan bunun sebebini anlayamaz.” der.

“Her nimetin şükründen muhakkak sorulacaksınız.” (Tekasür,8) buyuran Cenab-ı Hak, şükür konusunda da farkındalığa dikkat çekmektedir. Üzerindeki bütün nimetlerin Rabbi tarafından kendisine bir ihsan olduğunu düşünen insan, psikolojik olarak kendisini rahat hissedecektir. Cenab-ı Hakk’ın kendisine verdiği nimetleri hatırlaması kişinin hem kendisini değerli hissetmesini hem de kulluk bilincini bilinçli yapmasını sağlayacaktır. Aksi durumda ise kişi pozitif enerji yerine negatif enerji dolacak bu da kişinin hem psikolojisini hem de kulluk bilincini olumsuz etkileyecektir. Bunun sonucunda da kişi Allah’ın kendisi üzerindeki nimetleri görme yerine diğer insanlar kendini kıyaslayarak negatif enerji dolacaktır. Negatif enerjide kişinin psikolojisini allak bullak edeceğinden hem madden hem de manen kişiye zarar verecektir. Bu insanlar armudun sapı, üzümün çöpü var diyerek her şeyde kusur arayacaklardır. Her güzelliğin eksikliğini görür. En güzel ortamlarda bile mutsuz olmak için ellerinde geleni yaparlar. Kısacası bu insanlar hayatlarındaki gülleri değil dikenleri görürler. Oysa üzerlerindeki nimetleri, şükür gözüyle bir bakabilseler problem çözülecektir.

Şükrün Farkındalığı ve Edası

İnsanın dış dünyaya açılan ve dünyayı tanıma organı olan gözün bakış açısının olumlu olabilmesi için öncelikle duygu ve düşüncelerinin olumlu olması gerekir. Duygu ve düşünceleri olumlu olanda hayata olumlu bakacak ve olumlu değerlendirecektir.

Ebü’l-Hayr Fârûkî’yi sevenlerden Hâfız Abdülhakîm Dehlevî ticaretle uğraşıyordu. Ticaretinde zarar etmişti. Bu durum ona manen de zarar vermişti. Bir gün Ebü’l-Hayr dükkânın önünden geçerken, içeri girdi. Hâfız Abdülhakîm’in omuzuna elini koydu. İltifat göstererek:

“Ey aziz! Niçin kendini perişan ediyorsun? Niçin keder, üzüntü ve sabırsızlıkla vakitlerini geçiriyorsun. Allah’ü Teâlâ sana mal, hanım, çoluk-çocuk, sıhhat, şeref ve itibar gibi pek çok nimet ihsan etmiş. Bunlar içerisinde maldan bir kısmı zayi olsa ne olur sanki? Şayet Allah’ü Teâlâ kalanını da alırsa ne yapacaksın?” buyurdu. Bu sözler Hâfız Abdülhakîm’in kalbindeki derde şifâ oldu. Kalbi şaşılacak derecede sükûnet ve huzur buldu, bütün manevi kirlerden ve bulaşıklardan temizlendi.

İbni Semmak Hazretleri, elinde içtiği bir testi su olduğu halde halifelerden birinin huzuruna girdi. Halife “Bana nasihat et” dedi. İbni Semmak, halifeye “Susuz kaldığında şu su bütün servetin karşılığında sana verilse acaba bütün servetini verip bu suyu alır mısın?”

Halife “Evet! Alırım!” dedi. İbni Semmak “Bütün servetini vermek suretiyle ancak bu bir bardak suyu alabilirsin denirse, acaba mülkünden vazgeçebilecek misin?” Halife “Evet, vazgeçerim” dedi. İbni Semmak “O halde bir bardak suya değmeyen mülke aldanma!” dedi.

Musa (a.s.) Turi Sina dağına çıktığı zaman Cenabı Hakk’a: “Ya Rabbi, Namaz kılıyorum senin yardımınla, oruç tutuyorum senin yardımınla, peygamberlik görevimi yapıyorum senin yardımınla ve bütün işlerimi hep senin yardımınla yapıyorum. Ey Rabbim, peki ben sana nasıl şükredebilirim” der.

Cenabı Hakk’ta “Ey Musa şuanda şükretmiş oldun.” buyurur.( İbni Receb el-Hambeli, Letaif’ül Maarif )

Kur’an-ı Kerim de Cenab-ı Hak: “Şükrederseniz elbette nimetimi artırırım” (İbrahim,7),“Biz şükreden kimseleri mükâfatlandırırız.” (Al-i İmran,145) buyurmaktadır.

Bir Kudsi Hadiste, Rabbimiz şöyle buyurur: “Bir kimse, kendine verdiğim nimeti benden bilip kendinden bilmezse, nimetlerin şükrünü eda etmiş olur. Bir kimse de, rızkını kendi çalışması ile bilip, benden bilmez ise, nimetin şükrünü eda etmemiş olur.” (İ.Gazali)

“Din işlerinde kendinden üstün olanı görüp ona uyan, dünya işlerinde ise kendinden aşağısına bakıp Allah-ü Teâlâ’ya hamd eden şükretmiş olur.” (T.Gafilin)

Şükrün edasının ancak helal lokma ile mümkün olabileceğini ifade eden Ebû Bekr-i Dükkî bu konuda: “Mide, yenilen şeylerin toplandığı yerdir. Oraya helâl lokma koyarsan, azalardan salih ameller meydana gelir. Şüpheli lokma koyarsan, azalar Allah yolunda amel etmekte şüpheye düşerler. Eğer, haram lokma koyarsan, o lokma seninle Allah’ü Teâlâ arasında bir perde olur da, bu yolda yürümen mümkün olmaz.” buyurur.

Mehmet Emin Karabacak / cocukaile.net

Kaynak: Türkiye Gazetesi Evliyalar Ansiklopedisi, C.3