Etiket arşivi: miraç

Bir Seyahatin Ardından (Miraç’ın Getirdikleri)

Zübde-i kâinat, kâinat sahibinin onun adına sözcüsü, gözü, kulağı, yorumcusu, şarihi, tercümanı, seyredeni, muallimi, muarrifi daha çok şey.

BÜTÜN ZAMANLARA HİTAB

Bediüzzaman Miraç isimli eserinde kendine gelinceye kadar kimsenin anlatmadığı bir boyutta yorumlamıştır Miraç olayını. İslam’da kelimeler, kelamlar, ayetler, hadisler kıyamete kadar yeni yorumlara açık bir şekilde bekleyeceklerdir. Onların anlamlarını hiç kimse bitiremez, onlar o kadar geniş bir şekilde söylenmiş ve ifade edilmişlerdir. Bütün zamanların ihtiyaçlarına cevap verecek bir boyutta ve azamette söylenmişlerdir.

EN ÇOK KULLANILAN FİİLLER

Bediüzzaman’ın Miraç risalesinde kullanılan fiiller önemlidir. En çok kullanılan fiiller gezmek, gezdirmek, irae etmek, müşahede ve temaşa fiilleridir. Bunlar Miraç olayının odağında manaların santralinde bulunurlar. Peygamberimizin bu seyahati kısaca şöyle anlatılır:

Bu seyahat-ı cüz’iyede bir seyr-i umumi ve uruc-ı külli var ki, ta Sidretü’l-Müntehaya ta Kab-ı Kavseyn’e kadar meratib-i külliye-i esmaiyede gözüne kulağına tesadüf eden ayat-ı Rabbaniyeyi ve acaib–i sanat–ı İlâhiyeyi işitmiş görmüştür.” (Sözler 760) Peygamber umumi bir seyir için, kendine has bir seyir olmakla birlikte ümmeti için yapılan bir seyir, kısmi ve mevzi bir olayı değil, herkesi ilgilendiren bir seyir. Varlığın ve imkân ülkesinin bittiği noktadan, Allah ile karşılıklı iki yay gibi yakın bir düzeye gelmek şeklinde bir büyük seyahat ve seyir. Oraya gidinceye kadar Allah’ın isimlerinin bütün külli tecellilerini görerek, gözüne, kulağına rastlayan Rabbani delilleri ve Allah’ın sanatının görülmemiş olanlarını işitmiş ve görmüştür.

İnsan dünyada beş duyusu ile varlık ve nesneler arasında bir uyum içinde yaşar. Gördükleri ile gören arasında bir şaşırma olmaz, bulut, yağmur, koyun, sinek, bu nesneler ile insanın onları gören ve değerlendiren zekâsı arasında bir sapma olmaz, nesneler ile beş duyu arasında uyum vardır. Ama bu bizim için tanzim edilen sahnenin dışındaki sahnenin dışı ise bizim beş duyumuza göre düzenlenmemiş, oradaki varlıklar bizim beş duyumuzun voltajını çatlatır, dayanamaz. Bu yüzden Resulullah da Cebrail’i ilk gördüğünde heyecanlanmıştır. Eşine “beni ört” diye olayın ilk intibalarını garipsemiştir. Ama vücudunda ve kalbinde yapılan voltaj yükseltme ameliyelerinden sonra semavattaki acaipleri görmeden yıkıcı anlamda etkilenmemiştir. Hz Musa’nın görüntü akabinde yere düşmesi ile Hz Hamza’nın Cebrail’i görürken düşmesi bu nesne ile duyular arasındaki uyumsuzluktan ileri gelmektedir. Resûlullah, “Ben miraçta gördüğümden daha güzel şeyler görmedim” der.

Şimdi bir vezir, hükümdarının saltanatını bilmeden görmeden onun vezirliğini yapamaz, bu yüzden bu büyük vezir-i azam Allah resulü Allah’ın mülkünü tanımak için onun tarafından bir seyahate çağrılmış ve onun adına ümmeti için Allah’ın mülkünde seyahat etmiş ve daha sonra gördüklerini yeri geldiğinde ümmetine anlatmıştır.

ÂLEMİN TEZGÂH VE MEMBALARI

Miraçta görülen şeyleri anlatırken Bediüzzaman acip ve acaib kelimelerini çok kullanır, gördüğüm kadarı ile anahtar noktalarda beş yerde kullanır. İkinci kullanışında şöyle konuşur Üstad: “Madem Sani-i Zülcelâl mülk ve melekûtundaki ayat-ı acibesini göstermek ve şu âlemin tezgâh ve membalarını temaşa ettirmek ve amal-i beşeriyenin netaic-i uhreviyesini irae etmek istemiş” (777) Bu cümle Miracın özeti gibi.

Allah görünen ve görünmeyen âlemdeki alışılmadık varlık delillerini göstermek ve şu âlemin hazırlandığı tezgâhların bulunduğu âlemleri ve bu âlemin kaynaklarını temaşa ettirmek için ve kullarının amellerinin oraya nasıl yansıdığını göstermek için kuluna bunları göstermek istemiş. Temaşa görmekten farklıdır, derinlikli olarak bakmaktır. Peygamberimiz onları temaşa etmeli ta ki Resulü olduğu Allah’ın mülkünü başkalarına anlatsın. Bir peygamber peygamberi olduğu yüce bir mercinin saltanatını eserleri görmese nasıl peygamber olabilir. Büyüklüğü zihninde oluşacak ki başkalarına da anlatsın. Temaşa, acibe, irae kelimeleri Resûlullahın temaşa, garip şeyleri görmek ve göstermek için çağrıldığını ifade eder.

MAHSULÂTIN MAHZENLERİ

Göstermekle acib kelimesi bir başka cümlede kullanılır. “O acib sanatının makinelerini ve tezgâhlarını ve aşağıdan gelen mahsulâtın mahzenlerini göstere göstere ta daire-i hususiyesine kadar getirir. Bütün o kemalatın madeni olan mübarek Zatını ona göstermekle ve huzuruyla O’nu müşerref eder. Kasrın hakaikini ve kemalatını ona bildirir.” (783) Göstere göstere getirmek, hususi dairesine getirmek, Zat’ını ona göstermek, huzuru ile müşerref etmek, kasrın hakaikini yani şu âlemin hakikatlarını ve kemalâtlarını ona bildirmek.- Miracın özeti bir cümle. – Resulünü bütün mülkünde dolaştırır, özel dairesine getirir, âlemin hakikatlerini ona gösterir, sonra gönderir.

Şu kâinatı enva-i acaib ile süslemiştir Allah. Bu görülmedik şeylerin Resulü tarafından görülmesi gerekir. Kâinatı hazine-i gaybiyelerle donatmıştır, O hazineleri Resulün görmesi gerekir. İşte Miraç bu yüzden ona mahsustur.

Mirac’ın meyvelerini anlatırken şöyle der: “İşte Zat-ı Ahmediye öyle bir Zat-ı Zülcelal’in şuunatını ve acaib-i sanatını ve âlem-i bekada hazain-i rahmetini görmüş, gelmiş, beşere söylemiş.” (796)

MİRAÇ RİSALESİ KEŞFEDİLMEYİ BEKLİYOR

Mirac’ın odağında Allah’ın sanatının en görülmediklerini, şu âlemin tezgâhlarını, makinelerini görmek ve gelerek ümmetine anlatmaktır. Bu yüzden Allah Resulu, “Eğer benim bildiğimi bilseydiniz, çok ağlar az gülerdiniz.” der.

Miraç hadisesinin anlatımında Bediüzzaman temaşa, gezmek, gezdirmek, görmek, irae etmek, müşahede kelimeleri ile seyahatin odak noktalarına vurgu yapar. Beş yüz yıldır Shakespeare’in Hamlet’i yorumlanır, birisi onun için, “Hamlet keşfedilmeyi bekliyor” diyor. Miraç risalesi daha büyük nitelikli bir eser, çok keşfedilmeyi bekliyor, Allah kâşifleri artırsın.

Prof. Dr. Himmet Uç

Miraç Geceniz Mübarek Olsun!

Resulüllah (S.A.V.)’ın Miraç Mucizesi

İsrâ ve Miraç hadisesi; nübüvvetin 12. Yılında, 621 yılı başlarında, Hicretten bir veya bir buçuk yıl önce (bu konuda çeşitli ihtilaflar vardır), Recep ayının 27. gecesinde Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz’in Mescid-i Haram’dan başlayıp Mescid-i Aksâ’ya, oradan da Sidretü’l-Münteha’ya ve huzur-u Rabbil Âlemin’e kadar devam eden bin bir hikmet ve sırlarla dolu olan yolculuğudur.

Kuran-ı Kerim’de Allah-u Teâlâ (c.c.) şöyle buyurmaktadır:

“Kulu Muhammed’i geceleyin, Mescid-i Haram’dan kendisine bazı ayetlerimizi göstermek için, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Şüphesiz ki her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla gören O’dur.” (İsra suresi:1)

Miraç, Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz’in en büyük koruyucusu olan amcası Ebû Tâlib ile maddeten ve mânen her zaman yanında bulunan zevce-i tâhiresi Hz. Hatîcet-ül Kübra validemizin vefat etmeleriyle sıkılan ve üzüntü içinde bulunan Peygamberimiz (s.a.v.)’in “HÜZÜN YILI” olarak bilinen bu zamanda huzur-u İlâhîye çıkmasıdır.

Mekkeli müşriklerin ablukasının da devam ettiği bu dönemde Resulüllah (s.a.v.) Efendimiz’in Miraç hadisesiyle rahatlaması, bunlara gösterilen sabrın mükâfatlandırılmasıdır.

Cenabı Allah, lütuf ve keremiyle şereflendireceği kullarını (Peygamber de olsa) çeşitli imtihanlardan geçirir. En büyük mükâfatlara nail olan peygamberler de herkesten daha çok meşakkatlerle karşılaşmışlardır. Tabi ki en büyüğüyle de, Efendimiz maruz kalmıştır. Allah (c.c.), tebliğ esnasında karşılaştığı her sıkıntıya göğüs geren ve İslâm’ın yayılması uğrunda her fedakârlığa katlanan Sevgili Kulunu ve Habibini bu Miraç hadisesiyle mükâfatlandırmıştır.

Miraç hadisesi, gerek Rasulüllah(s.a.v.) ve gerekse sahabeler için, o hüzün döneminde büyük bir sevinç ve teselli kaynağı olmuştur.

Miraç kelimesi, Arapçada merdiven, yukarı çıkmak, yükselmek anlamlarını dile getirir. İslam’da ise Hz. Muhammed (s.a.s)’ in göğe yükselerek Allah’ın huzuruna kabul edilmesi olayıdır. Bu da, bu yolculuğun ardından, Resulüllah’ın yüksek gök tabakalarına çıkması, sonra insan, cin, melek ve diğer mahlûkatın bilgilerinin tükendiği sınıra ulaştırılması anlamında kullanılmaktadır.

Bu büyük mucizeyi anlatan olayın iki aşaması vardır:

1- Hz. Muhammed (s.a.v.) Mescidül Haram’dan Beyt-ül Makdis’e (Küdüs) götürülür. Kuran’ın andığı bu aşama, gece yürüyüşü anlamında İSRA adını alır.

2- Miracın ikinci merhalesi de Mescid-i Aksa’dan başlayarak semanın bütün tabakalarından geçip tâ İlâhi huzura varmasıdır. Buna da MİRAÇ denilir. Bu safha da Necm Suresinde şöyle’ anlatılır: “O ufkun en yukarısında idi. Sonra indi ve yaklaştı. Nihayet kendisine iki yay kadar, hatta daha da yakın oldu. Sonra da vahyolunacak şeyi Allah kuluna vahyetti. O’nun gördüğünü kalbi yalanlamadı. Şimdi O’nun gördüğü hakkında onunla mücadele mi edeceksiniz? And olsun ki onu bir kere daha hakiki suretinde gördü. Sidre-i Müntehâda gördü. Ki, onun yanında Me’vâ Cenneti vardır. O zaman Sidre’yi Allah’ın nuru kaplamıştı. Gözü ne şaştı, ne de başka bir şeye baktı. And olsun ki Rabbinin ayetlerinden en büyüklerini gördü.” (Necm Suresi, 7-18.)

İslam Bilginlerinin büyük çoğunluğuna göre Miraç olayı, uyanıkken hem ruh, hem de bedenle gerçekleşmiştir.

Hadislerden alınan bilgilere göre, Hz. Muhammed (s.a.s), Kâbe’de Hatim’de ya da amcasının kızı Ümmühani Binti Ebi Talib’in evinde yatarken Cebrail (a.s.) gelip göğsünü yarıyor, kalbini Zemzem suyu ile yıkadıktan sonra içine iman ve hikmet dolduruyor. “Burak” adlı bineğe bindirilerek Beyt’ül-Makdis (Küdüs)’e getiriliyor. Burada Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve diğer bazı peygamberler tarafından karşılanıyor. Hz. Muhammed (s.a.v) imam olarak diğer peygamberlere namaz kıldırıyor.

Hz. Muhammed (s.a.v.), Küdüs’te Cebrail (a.s.) ile beraber göğe yükseliyor. Göğün ;

1. katında Hz. Adem,

2. katında Hz. İsa ve Hz. Yahya,

3. katında Hz. Yusuf,

4. katında Hz. İdris,

5. katında Hz. Harun,

6. katında Hz. Musa ve

7. katında Hz. İbrahim ile görüşüyor.

Cebrail (a.s.) ile beraber yükselişi Sidretü’l-Münteha’ya kadar sürüyor. Cebrail (a.s.): “Buradan bir parmak ucu ileri geçecek olursam yanarım” diyerek Sidretü’l Münteha’da kalıyor. Hz. Muhammed (s.a.v) buradan itibaren “Refref” adlı başka bir binekle yükselişine devam ediyor. Bu yükseliş sırasında Cennet ve nimetlerini, Cehennem ve azabını müşahede ediyor. Sonunda Allah (c.c.)’nün huzuruna kabul ediliyor.

Burada Cenab-ı Allah (c.c.) tarafından Kendisine, ümmetinden Allah’a şirk koşmayanların Cennet’e gireceği müjdelendi, Bakara suresinin son ayetleri verildi ve beş vakit namaz farz kılındı. Yeniden Refref ile Sidretü’l-Münteha’ya, oradan Burak’la Kudüs’e, oradan da Mekke’ye döndürüldü.

Hz. Peygamber (s.a.v) ertesi günü Miraç olayını anlattı. Olayı duyan müşrikler yoğun bir kampanya başlatarak Hz. Peygamber (s.a.v)’i suçlamaya, alaya almaya başladılar. Bu kampanya bazı Müslümanları da etkileyerek şüpheye düşürdü. Olayın gerçek olup olmadığını araştırmak isteyenler Beytü’l-Makdis’e ve Mekke’ye gelmekte olan bir kervana ilişkin sorular sorarak Hz. Peygamber (s.a.v)’i sınadılar. Hz. Peygamber (s.a.v)’in verdiği bilgilerin doğruluğu Müslümanları şüpheden kurtardıysa da müşriklerin inatlarını kırmaya yetmedi. Miraç olayı inatlarını ve düşmanlıklarını artırarak onlar için bir fitne nedeni oldu. Bu olay karşısındaki tutumu nedeniyle Hz. Ebu Bekir, Hz. Peygamber (s.a.v)’e “Sıddik” lakabıyla onurlandırıldı. Hz. Ebu Bekir olayı kendisine anlatarak hala inanmaya devam edip etmeyeceğini soran müşriklere “O söylüyorsa şüphesiz doğrudur” cevabını vermişti.

Miraç olayının gerçekleştiği gece, Müslümanlarca kadir gecesinden sonra en kutsal gece sayılmış ve bu gecenin ibadetle ihyası gelenekleşmiştir.

Üstad Bediüzzaman Hazretleri de, Peygamberimizin Miracı konusunda 31. Sözde şöyle açıklamada bulunmaktadır:

“Mi’rac-ı Nebeviyyeye dairdir (A.S.M.)

İHTAR: Mi’rac mes’elesi, erkân-ı îmâniyenin usûlünden sonra terettüb eden bir neticedir. Ve Erkân-ı îmâniyenin nurlarından medet alan bir nurdur. Erkân-ı îmâniyeyi kabul etmeyen dinsiz mülhidlere karşı elbette bizzat isbat edilmez. Çünkü: Allahı bilmeyen, Peygamberi tanımayan ve melâikeyi kabûl etmeyen veya semâvatın vücudunu inkâr eden adamlara Mi’racdan bahsedilmez. Evvelâ o erkânı isbat etmek lâzım geliyor. Öyle ise biz, Mi’racda istib’ad ile vesveseye düşen bir mü’mini muhatap ittihaz ederek, ona karşı beyan edeceğiz. Ara-sıra makam-ı istimâda olan mülhidi nazara alıp serd-i kelâm edeceğiz. Bazı sözlerde hakikat-ı Mi’racın bir kısım lem’aları zikredilmişti. İhvanlarımın ısrarı ile ayrı ayrı o lem’aları hakikatın aslıyla birleştirmek ve Kemalât-ı Ahmediyenin (A.S.M.) cemâline birden bir âyine yapmak için, inâyeti Allah’dan istedik.

…Bir abdini bir seyahatta huzuruna dâvet edip, bir vazife ile tavzif etmek için, Mescid-i Haram’dan mecma-ı Enbiya olan Mescid-i Aksâya gönderip, enbiyalarla görüştürüp, bütün Enbiyaların usûl-ü dinlerine vâris-i mutlak olduğunu gösterdikten sonra, tâ Sidret-ül Müntehâ’ya, tâ Kab-ı Kavseyn’e kadar mülk ve melekûtunda gezdirdi.

İşte çendan, o bir abddir ve o seyahat, bir mi’rac-ı cüz’îdir. Fakat bu abdin, bütün kâinata taallûk eden bir emanet beraberindedir. Hem şu kâinatın rengini değiştirecek bir nur beraberdir. Hem saadet-i ebediyenin kapısını açacak bir anahtar beraber olduğu için, Cenâb-ı Hak kendini, «bütün eşyayı işitir ve görür» sıfatıyla tavsif eder. Tâ o emânet, o nur, o anahtarın cihan-şümul ve muhît ve umum kâinata âmm ve bütün mahlûkata şâmil hikmetlerini göstersin.”

 

Mi’racın netice ve faydaları:

Hadsiz fayda ve neticelerinden en mühim beş tanesi şunlardır:

1- Gaybî olarak inandığımız Allah, melekler, cennet ve cehennem gibi bütün iman esaslarının hak ve gerçek olduğunu insan nev’ini temsilen insanların en yücesi görüp gelmiştir.

2- Başta beş vakit namaz olarak İslâmiyet’in esaslarını, cinlere ve insanlara hediye getirmiştir.

3- Vaat olunan ebedî ahiret saadetini bizzat görmüş ve ebedî saadetin varlığının hak olduğu müjdesini cin ve inse hediye etmiştir.

4- Allah’ın cemalini görmek meyvesini kendi aldığı gibi, o meyvenin her mümine dahi mümkün olduğunu, cin ve inse hediye getirmiştir.

5- İnsan, kâinat ağacının en kıymetli meyvesi olduğu ve Allah’ın en sevgili kulları oldukları, Mi’rac ile anlaşılmıştır.

Mescid-i Aksa’nın bulunduğu Kudüs ve etrafı; Mübarek, mukaddes topraklardır.

Kudüs, Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere’den sonra üçüncü kutsal şehirdir. Kâbe, yüce Allah (c.c.) tarafından kıble olarak tayin edilmeden önce Müslümanlar namazlarını Mescid-i Aksa’ya yönelerek kılarlardı. Mescid-i Aksa, hem Müslümanlar, hem de Yahudi ve Hıristiyanlarca da mukaddes beldelerden sayılır. Kudüs ve çevresi, mübarek kılınmıştır. Yüce Allah (c.c.) bu mıntıkayı dini ve manevi bakımdan şereflendirmiş, maddî yönden de bağlar, bahçeler ve nehirlerle bereketlendirmiştir.

Cenab-ı Allah (c.c.), bütün Müslümanlara birlik ve beraberlik nasip eylesin. Onlara şuur versin. Yüce Rabbimiz, O Miraç sahibinin hürmetine, kendisine ulaştıracak manevi miraçları bizlere ihsan eylesin. Amin…

***** MİRAÇ KANDİLİNİZ MÜBAREK OLSUN *****

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Hazret-i Muhammed’in (S.A.V.) Beş Duyusunun Zaferi: Mi’rac

Peygamberimizin miracı onun yerinde kullanılmış bir zekâsının ve buna bağlı olarak beş duyusunun zaferidir. Ayette göze vurgu yapılır, Allah göstermek için böyle bir seyahati peygamberi için ihtiyar etmiştir.

Âyetlerimizden bir kısmını O ‘na g ö s t e r m e k için bir gece Mescid-i Haram’dan alıp çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya ziyaret ettiren Allah, her türlü noksandan münezzehtir. Şüphesiz ki O her şeyi hakkıyle i ş i t e n ve hakkıyla g ö r e n d i r (İsra).

İLAHİ DA’VET

Ayetlerimizden bir kısmını derken tamamını Habibine göstermemiştir. “Min ayatihi “ derken ayetlerimizden, buradaki min bir kısmını, baziyeti gösterir. Demek Allah Habibini çağırırken bir programa göre çağırmış ve o programın dışına da çıkmamıştır. Her şeyi göstermek istese teklifin boyutu karışabilir. Bu yüzden sınırlamıştır, âyetlerimizden diyor.

Bediüzzaman da bu büyük seyahati anlatırken sanatı ilahiyenin acaiplerine dikkat çekmiş, göze ve kulağa ve seyre vurgu yapmıştır.

MAHŞER-İ ACAİP BİR SEYAHAT

“ Bu seyahat-ı cüz’iyede bir seyr-i umumi bir uruc-ı külli var ki ta Sidret-ül Müntehaya ta Kab-ı Kavseyn’e kadar meratib-i külliye-i esmaiyede g ö z ü n e, k u l a ğ ı n a tesadüf eden ayat-ı Rabbaniyeyi ve acaib-i sanat-ı İlahiyeyi i ş i t m i ş, g ör m ü ş t ü r, der. O küçük cüzi seyahati hem külli, hem mahşer-i acaip bir seyahatin anahtarı hükmünde gösteriyor” (Sözler 31)

Miraç Allah tarafından hazırlanmış, peygamberine has ,özel bir seyahattır. Seyir kelimesi , seyahat kelimesi, bakmak ve görmek ve işitmek bu seyahatın özetini ortaya koyar.

Mahşer kelimesini Bediüzzaman dünyadaki görülenler için kullanır ama buradaki mahşer-i acaiptir, çok farklı ve şaşırtıcı bir mahşerdir. Dünyada Allah’ın esması tecelli eder, ama burada meratib-i külliye-i esmaiye tecelli eder. Esmanın külli mertebeleri!

BÜTÜN PEYGAMBERLERİN MUTLAK VARİSİ

Çok farklı bir seyir olduğu için önceden peygamberimiz Cebraille beraber hazırlanır. Çünkü göreceği acaiplere ve külli esma tecellilerine dayanan bir beden , ruh ve beş duyu lazımdır. Başka bir yönden izahında yine davet, gönderme, görüştürme , gezdirme, görme , işitme fiilleri anlatıma hakimdir.”Bir abdini bir seyahatte huzuruna d a v e t edip, bir vazife ile tavzif etmek için , Mescid-i Haramdan mecma-ı enbiya olan Mescid-i Aksaya g ö n d e r i p , enbiyalarla g ö r ü ş t ü r ü p bütün enbiyaların usül-i dinlerine varis-i mutlak olduğunu g ö s t e r d i k t e n sonra ta Sidret ül Müntehaya , ta Kab-ı kavseyne kadar mülk ve melekutunda g e z d i r d i . (Sözler 31)

Davet bir seyir davetidir, mülkünün görünmeyen görünen yerlerini, dış yönünü iç yönünü, hepsine hâkim noktada olduğu peygamberlerini göstermek, onun kutsal mekânlarını göstermek ve azamet ve haşmeti onun gözünde oluştuktan sonra, bu kadar büyük ve azametli bir ülkesi olan Allah’ın elbette kullarından istekleri ve onlara da hediyeleri olacaktır. Seyahatın sonunda bu istekler ve hediyeler belirlenecek ve geldiği yere gönderilecektir. Mülkünü bilmediği, azamet ve haşmetinin zihninde oluşmadığı bir ilahın vezirliğini, peygamberliğini elbette yapamazdı.

Miraç bir seyir ve görevlendirmedir.

Seyreden göz, ve tebligat ve sorumluluğu duyan kulaktır. Peygamber böyle bir şeye layık olacak şekilde yaşamıştır, o göz ve kulak onları görecek ve duyacak ve yorumlayacak bir fevkaladeliğe sahiptir.

Bir hakikata vakaya farklı noktalardan, farklı zihinsel ve görsel vecihlerden bakmak Bediüzzaman’ın en önemli özelliğidir. Miraç tarih boyunca tek perspektiften izah edilmiş, doğmayan, üretmeyen bir yapıda verilmiştir. Miraç Bediüzzaman’ın yorumunda, değişik bir perspektiften k o n u ş m a k tır, mükalemedir.

“Saltanat-ı uzma unvanıyla ve hilafet-i Kübra namıyla ve hakimiyet-i amme haysiyetiyle ve evamirini etrafa neşir ve teşhir maksadıyla , o işlerle alakadar bir elçisiyle veya o evamirle münasebettar bir büyük memuruyla k o n u ş m a k t ı r , s o h b e t etmektir ve haşmetini izhar eden ulvi bir fermanla bir m ü k a l e m e d ir (Sözler 31).

Büyük bir saltanatı olan, büyük bir hilafeti olan, umuma hâkim olan bir ilah elbette hükmettiği, hilafet sürdüğü ülkede mekânlarda emirlerinin bilinmesini isteyecektir. Elçisini huzuruna çağırıp onunla konuşup emirlerini yaymak ve göstermesi için ona bu emirlere vermek göndermek ilahlığının şe’nidir. Görme, hazzetme, azameti göz ve kulağında yaşama olayın estetik boyutu ise, emir ve tebliğleri getirme de risalet ve elçilik gereğidir.

Miraç olayını daha çarpıcı bir noktadan tezahür ve t e c e l l i kelimeleri ile izah eder Bediüzzaman.

Mİ’RAC-I AHMEDİ’NİN SIRRI VE HAKİKATI

Tecelli İslam tasavvufunun en büyülü kelimesidir, insan ve Allah’ın birbirine mukabil duruşu gereği lüzumu zaruri bir eylem ve durumdur. Yunus Emre,

Tecelliden nasib erdi kimine
Kiminin maksudu andan içeri

Derken herkese tecelliden bir yansıma bir nasip olduğunu, ama kimilerinin bundan öte isteklerinin varlığını söyler.

Bediüzzaman yine farklı bir noktadan bakarak Miraç hadisesini t e c e l l i kelimesinin etrafında dokur.

“İnsanın camiiyyeti ve şecere-i kâinatın en münevver meyvesi olduğundan bütün kâinatta t ez a h ü r eden esma-yı hüsnayı birden ayine-i ruhunda gösterebilmesi cihetiyle Cenab-ı hak, t e c e l l i –i Zatiyle ve esma-yı hüsnanın azami mertebede, nev-i insanın manen en azam bir ferdine t e c e l l i – i azam tezahür eder ki, bu t e z a h ü r ve t e c e l l i Mirac-ı Ahmedi sırrıdır. “(Sözler 31)

Cümlede tezahür ve tecelli kelimeleri ve manalarla bahsi kurarlar.

KÂİNATIN EN MÜMTAZ SEÇKİN MEYVESİ PEYGAMBERİMİZ

İnsan kâinatın en münevver meyvesi, meyve ağacın ve kâinatının özeti olduğundan bütün kâinatta görünen tezahür eden güzel isimler onda tecelli eder, onda görünür, ona yansır. Burada farklı bir tecelli tarzı var, Allah Zatı’nın tecellisi ile ve isimlerinin en ileri boyutta tecellisi, azami mertebede, insan türünün en büyük ferdine büyük bir tecelli ile tezahür eder. Peygamberimiz en mümtaz, seçkin meyve olduğu için ağacın sahibi bütün güzel esmasını ona tecelli ettirir, bir de zatının tecellisini ona yansıtır. Peygamber onun esma ve zatının tecellisi yansımasıdır. Bu olay ancak Miraç gibi bir davetten sonra onu yanına çağırması ile mümkündür.

Tasavvufta tecelli Allah’ın isim ve sıfatlarıyla sufinin kalbine tezahür etmesi demektir. Bu hal sofinin nefsini arındırmasından sonra gerçekleşir.( Dini Kavramlar Sözlüğü 640)Peygamberimizin “velayeti risaletine mebde olur” sözünden anlaşıldığı gibi velayeti ile ruhen arınınca Allah da ona esma ve zatiyle tecelli eder. Bu arınma bütün hayatı boyunca miraçta geldiği noktada sağlanmıştır. Peygamberimiz “ kurbiyet meratibinde sulükten “ sonra tezahür ve tecelliye mazhar olur.

Ayine-i ruh, ruh aynası, tecelli ve tezahür kelimelerinden anlıyoruz ki

Allah kendisine ayna olacak seçkin bir ferdi bütün hayatı boyunca bütün kirli ve kötü ahvalden korumuştur. Aynasını temiz tutmuş ve onda esma ve zatıyla tecelli ve tezahür etmiştir. Miracın bir ifade ediliş tarzı da budur.

Görme,
görünme,
seyir,
tecelli,
tezahür
kelimeleri bahsi götürmektedir.

Seyahat sanatkârane bir seyahattir. Bediüzzaman bu manaya yoğunluk verir.”Bir sema tabakasında gösterdiği asar-ı rububiyeti birer birer o abd-i mahsusa göstermekle “En mükemmel göz onun olduğuna göre, en mükemmel sanat özelliği olan eserlerini ona gösterecektir. Bu gözün zaferidir.

Yine sanatla ilgili seyir kelimesini kullanır.

“Berk gibi semavatı seyrettirip”, sonra sıra temaşaya gelir, o da yine sanat kelimesidir. “Daireden daireye rububiyet-i ilahiyeyi temaşa ettirip” bütün harikaları, sanatları seyrettikten sonra bu sefer bunların kaynağını görmüştür.

Bediüzzaman burada daha seçilmiş bir kelime ile ifade eder. “ rüyetine mazhar kılmıştır” Gezdirmek ve göstermek kelimeleri de esirgenmez. “ istediği bir zatı bütün o dairelerde gezdirip, her daireye mahsus saltanat-ı şahanesini ve evamir-i hakimanesini gösterip” Peygamberler de bu görmek ve görüşmeğe dâhildir.

“Elbette o dairelerde makam sahibi olan enbiyalarla görüşmek ve umum tabakattan geçmek hakikat-ı miracı iktiza ediyor. “ O gezerken hem görür hem de görülür. “ Ta daire-i azamına kadar birer birer gezdirecek ta görsün, görülsün”

Bediüzzaman gerekçeleriyle , inanmakta zorlanan bir adamın mantığı ile olayları yorumlar, bahsin kelam felsefesini yapar.

Mevdudi , vakanın safahatını anlatır.

” Cebrail Resulullaha binmesi için beyaz, boyu merkepten büyük ve katırdan biraz küçük bir hayvan getirdi. Bu hayvan yıldırım gibi koşuyordu ve her adımı bir görüş mesafesi kadardı. Bu sebeple bunun adı Burak idi. Geçmişteki peygamberler de yolculuklarını bununla yaparlardı. Resulullah ona binerken hayvan irkildi. Cebrail Burak’a şöyle dedi” Hey ne yapıyorsun, Muhammed gibi bir büyük şahsiyet şimdiye kadar senin üstüne binmemiştir.” Dedi ve okşadı. Burak da utançtan terledi.

Önce Resulullah daha sonra Cebrail ona bindiler, yola koyuldular.

İlk durak Medine idi. Burada Resulullah hayvandan inip namaz kıldı. Cebrail dedi ki “ Siz hicret edip buraya geleceksiniz?

İkinci durak Tur Dağı’ydı ki burada Hz. Musa Allah ile konuşmuştu.

Üçüncü durak Hazreti İsa’nın doğduğu Bey tül Lahm idi.

Dördüncü durak Kudüs ‘tü ki Burak ‘ın uçuşu burada son buldu.

Kudüs’e vardıktan sonra Resulullah Burak’tan indi, ipini diğer peygamberlerin bağladıkları yere bağladı. Hz. Süleyman’ın ibadethanesine girdi. Burası o sıralarda harabe halindeydi ,ama izleri mevcuttu ve Bizans imparatoru Jüstinianus buraya bir kilise inşa ettirmişti. Resulullah orada dünyanın kuruluşundan kendi zamanına kadar görevlendirilmiş peygamberleri gördü. Resulullah varır varmaz bu peygamberler namaz için saf düzenleyip ve kendilerine imamet edecek birini beklediler. Cebrail Hz. Peygamberin elinden tutarak öne götürdü. Bütün peygamberlere imamlık yaptı. Sonra O’na bir merdiven takdim edildi. Ve Cebrail bununla O’nu semaya götürdü.

BİRİNCİ KAT SEMA’DA MUHTEŞEM KARŞILAMA

Resulullah ilk semaya varınca kapısının kapalı olduğunu gördü. Nöbetçi melekler “ kim geliyor “ diye sordular. Cebrail kendi ismini söyledi. Melekler “Seninle beraber olan kimdir ?” diye sordular. Cebrail “Muhammed “ Dedi. Kendisinin çağrılıp çağrılmadığını sordular. Cebrail “ evet” Dedi. Bunun üzerine kapı açıldı ve Hz. Muhammed muhteşem şekilde karşılandı. Burada Resulullah, melekler, insanların ruhları ve o sırada orada hazır bulunan büyük şahsiyetlerle tanıştırıldı. Bu zat boyu, posu ve vücut yapısı ile eksiksiz bir insandı. Cebrail kendisinin Hz. Âdem olduğunu söyledi.

ALLAH YOLUNDA CİHAD EDENLER

Bundan sonra, Resulullaha her şeyi ayrıntılı bir biçimde inceleme imkânı verildi. Resulullah bir yerde çiftçilerin tarlalarla çalıştığını gördü, bu çiftçiler ne kadar mahsul devşiriyorlar idiyse mahsul o kadar büyüyordu. Resulullah bunların kim olduğunu Cebrail’e sordu. Dediler ki “ Bunlar Allah yolunda cihat edenlerdir. “

Resulullah bazı kimselerin başlarının ezilmekte olduğunu gördü. Bunların kim olduğunu sordu , Cebrail’e “ dediler ki “ Bunlar namaz için ağır hareket ediyorlardı, ve namaz için başlarını kaldırmıyorlardı.

“ Resulullah , yamalı elbiseler giymiş olan bazı kimseleri gördü. Bunlar hayvanlar gibi ot yiyorlardı. Resulullah , bunların da kim olduğunu sordu, Cebrail’e “ Bunlar mallarından sadaka veya zekat vermiyorlardı”

EMANET VE MESULİYET YÜKÜ

Hz. Peygamber bir kişinin ağaç ve tahtalar toplamakta olduğunu ve bunları kaldırmakta güçlük çektiği zaman bunlara daha çok tahta eklenmekte olduğunu gördü. Resulullah bu kişinin kim olduğunu sordu. “ Bu adam zaten emanet ve mesuliyetin yükünü taşıyamıyordu, fakat bunları azaltmak yerine daha da artırıyordu.

Hz. Peygamber bazı kimselerin dil ve dudaklarının makaslarla kesilmekte olduklarına tanık oldu, bunların kim olduğunu sordu. Dediler ki bunlar “Dedikoduculardır ki serbestçe konuşuyor ve fitne üretiyorlardı.

Bir başka yerde adamlar hep kendi vücutlarının etlerini kesip yiyorlardı. Bunları da sordu. “ Bunlar başkalarına dil uzatıyor ve onlarla alay ediyorlardı.

Bu adamların yanında bazı diğer kimseler vardı, bunların tırnakları bakırdandı. Ve ağız ve göğüslerini dövüyorlardı. Bunları sordu” Bunlar insanların arkasından konuşuyor ve namuslarına leke sürmek istiyorlardı.

Bazı kimseler vardı ki dudakları develer gibiydi.

Bunlar ateş yiyordu. Resulullah sordu” Dediler ki bunlar yetimlerin mallarını yiyorlardı” Bir süre sonra Resulullah karınları şişmiş ve yılanlarla dolu kişileri gördü. Gelip geçenler onları eziyorlardı. Fakat yerlerinden kıpırdayamıyorlardı. Resulullah bunların kimler olduğunu sordu. “Bunlar faiz ve haram yiyenlerdir”

Bundan sonra gördükleri, bu adamların bir tarafında gayet güzel ve temiz et vardı, ama diğer tarafta çürümüş ve kokuşmuş et vardı, bu adamlar iyi eti bırakıp kötü eti yiyorlardı. “Efendimiz bunlar kimlerdir” dedi . Bunlar kendilerine helal olan koca ve karılarını bırakıp zina yapan ve haram olanlarla nefislerini tatmin eden erkek ve kadınlardır.

O göğüsleriyle asılı kadınları gördü. Resulullah bunların kim olduğunu sordu. Dediler ki “Bunlar kocalarına onlardan olmayan çocukları musallat eden kadınlardır”

Bu gözlemler sırasında Resulullah bir melekle buluştu, bu melek Resulullaha çok soğuk davrandı. Resulullah Cebrail’e sordu” Şimdiye kadar görüştüğüm bütün melekler güler yüzlü ve nazikti, ama bu melek çok sert ve kaba davranıyor. Bunun sebebi nedir? Cebrail” Bu gülmez ki , cehennemin bekçisidir. “Bundan sonra Resulullah cehennemi görmek istedi. Cebrail Aleyhisselam derhal Efendimiz’in gözünün perdesini çekti , Cehennem bütün dehşeti ile gözünün önüne geldi.

HAZRET-İ YAHYA VE İSA ALEYHİSSELAMLAR

Buradan ikinci semaya vardı, burada tanıştırılan ileri gelen ve mümtaz şahsiyetler arasında iki genç vardı. Hz Yahya ve İsa Aleyhimesselam, üçüncü semada , öyle bir şahsiyetle tanıştırıldı ki , kendisi yakışıklılığı bakımından yıldız gibi olan diğer insanların yanında bir dolunay gibi idi. Kendisinin Hz .Yusuf Aleyhisselam olduğunu öğrendi.

Dördüncü semada,

Hz. İdris , beşinci semada Hz. Harun , altıncı semada Hz . Musa ile tanıştı.
Yedinci semada muhteşem ve göz kamaştırıcı bir saray gördü , bu saraya melekler girip çıkıyorlardı. Burada Resulullah kendisine çok benzeyen muhterem bir zat ile müşerref oldu, onun Hz. İbrahim olduğunu öğrendi.

Resulullah daha çok yükseldi Sidret ül Münteha’ya vardı.

Burası yüce Allah’ın divanı ile mahlûklar âlemi arasındaki sınırdır. Bu sınıra gelince bütün yaratıkların bilgisi tükeniyor, bunun ötesinde ne varsa gariptir ki buna Cenab-ı Allah’tan başkası bilmez. Ne bir peygamber ne bir melek. Bu mevkide Resulullah’a cennet gösterildi , kendisi hiçbir gözün göremediği , hiçbir kulağın duyamadığı ve hiçbir zihnin tasavvur edemediği nimet ve imkanların Allah’ın Salih kullarına temin edildiğini gördü.

Cebrail Sidret ül Münteha’da kaldı. Resulullah sınırın ötesine geçti. Cenab-ı Allah’ı bütün celal ve cemaliyle gördü,aralarında geçen konuşmada Cenab-ı Allah tarafından şu emirler verildi.

Bir günde elli vakit namaz kılınması farz olundu
Bakara suresinin son iki ayeti vahiy olundu
Şirk hariç bütün günahların affedileceği bildirildi

Bir kişinin iyi amele niyetlendiği zaman hesabına iyi amel yazıldığı , bu ameli fiilen işlediği zaman da hesabına on iyi amel yazıldığı fakat kötü amele niyetlendiği zaman hesabına hiçbir şey yazılmadığı ve bunu fiilen işlediği zaman da hesabına sadece bir kötü amel yazıldığı ifade olundu.

CENNETİ, ÂHİRETİ HATTA ZAT-I ZULCELALİ GÖZ İLE GÖRMEK

Bediüzzaman miraç ile ilgili risalesinin dördüncü kısmında yine soru cümlesi ile “ Mirac’ın semeratı ve faydası nedir?” diyerek bahsi tahkik eder. Bediüzzaman burada da yine göz ile ilgili bir cümle kullanır. “ Erkan-ı imaniyetin hakaikını göz ile görüp , melaikeyi , cenneti , ahireti hatta Zat-ı Zülcelal’i göz ile müşahade etmek kainata ve beşere öyle bir hazine ve nur-ı ezeli ve ebedi bir hediyedir ki “ (Sözler 31)

İki kere yöne göz ile ilgili cümle var. G ö z i l e g ö r m e k , g ö z i l e m ü ş a h a d e e t m e k . Yine hiç kimsenin görmediği hakikatleri, mekânları hakikatlerin sağlaylarını onun gözü görmüştür. Bu onun gözünün zaferidir. İmanın erkânlarının hakikatlerini göz ile görmek ne demek?

Allah’a, mülküne ve melekûtuna, fiziki âlemle, onun arka planı, fiziki âleme canlılığını veren maverayı, melekleri, cennet ve cehennemi, amellerin yansımalarını, günah ve sevabın orada kazandığı mahiyeti, kâinatın önemli mekânlarını, Sidre ‘yi, kab-ı kavseyni daha birçok onun görmesi ve ümmeti adına müşahede etmesi gereken şeylerin hakikat olduğunu bu seyahatta gördükleri doğrulamıştır.

EBEDİ SAADETİN DEFİNESİ VE ANAHTARI

Daha önemlisi ebedi bir saadet ve nasıl elde edileceği, Allah’ın rızası ve nasıl elde edileceği bütün bu seyahatte görülen şeylerden hareketle ortaya çıkmıştır. Ebedi saadeti şöyle anlatır” Saadet-i ebediyenin definesini görüp anahtarını alıp getirmiş, cin ve inse hediye etmiştir. “ Ebedi saadet bir definedir, define dünyevi anlamın ötesinde bir şeydir burada. Define insana mutluluk ve kazanç yüklü bir kelimedir, ama orada definenin anlamı çok farklıdır.

Bir meyve de namazdır.

Bediüzzaman bunlara m a r z i y a t der. Yani insanın Allah’ın rızasını teminini sağlayan sorumluluklar.

Hz. İsanın dini tahrif edildikten, Peygamberimiz gelinceye kadar insanlar bir ilahın var olduğunu bilseler de onu nasıl memnun edeceklerini, nasıl bir ritüel takib edeceklerini bilememişler, işte namaz bu ibadetin icmali ifadesidir.

Bu zorunluluğu Bediüzzaman anlatır. “ O marziyatı anlamak o kadar merak aver ve saadet averdir ki tarif edilmez. Çünkü herkes büyükçe bir veli-i nimet, yahut muhsin bir padişahının uzaktan arzularını anlamağa ne kadar arzukeş ve anlasa, ne kadar memnun olur. Temenni eder ki “Keşki bir vasıta-i muhabere olsaydı , doğrudan doğruya o zat ile konuşsa idim, benden ne istiyor anlasa idim, benden onun hoşuna gideni bilse idim”(Sözler 31)

Peygamberimizin gelmesinin arifesinde birçok aziz ve keşiş ve ruhbanlar, Varaka ibn-i Nevfel ve benzeri şahıslar böyle ıstıraplar duymuşlar, Allah’ın kendilerinden nasıl bir ibadet şekli taleb etmesini düşünmüşler ama bir anlam çıkaramamışlardır. Bu yüzden Bediüzzaman bu zihinsel fırtınaları bildiği için merak aver ve saadet aver kelimesini söyler. Bediüzzaman’ın tahlilleri arkasında birçok vakaya ve psikolojik çıkmaza çare vardır. O onları farklı bir şekilde öne sürer.

Mevdudi , namaz konusunda

Hz. Peygamber ile Hz. Musa arasındaki diyalogu da anlatır. “Hz. Peygamber aşağıya inince Hz Musa ile karşılaştı. Hz. Musa O’nun macerasını dinledikten sonra dedi ki “ Ben İsrail oğullarından acı bir tecrübe edindim. Bana öyle geliyor ki ümmetiniz elli vakit namaza tahammül edemeyecektir. Gidin namaz sayısının azaltılmasına ricada bulunun. Sürekli huzura gidip azaltmak taleb eden peygamberimiz, bunu beş vakte kadar indirdi, hz . Musa buna da itiraz ederse de, o artık bir daha huzura çıkmaya iltifat etmez. Bu beş vakit namaz elli vakit namaza eşit bulunmuştur.(Mevdudi)

Bu kadar ısrar ve rica ile zayıflığımıza ve gafletimize bakarak namazın azaltılması karşısında ona da nazlanmak ve dünyevi mazeretler bulmak, aklın kârı değildir.

“Acaba yirmi üç saatini şu kısacık hayat-ı dünyeviyeye sarfedip ,o uzun ebedi hayata bir saati sarfetmeyen ne kadar zarar eder, ne kadar nefsine zulmeder” der Bediüzzaman.

ÇOK CİDDİ GAYRETLER VE Mİ’RAC

Miraç risalesi çok doğurgan anlamları olan bir eserdir, hiçbir eserinde olmayan bir karmaşık geometrisi vardır, Mirac’ın. Mesela Haşrin otuz üç bahsi , farklıdır, ama Miraç da o kadar çok birbiri içinde ama muntazam bahis vardır ki insanın onları okuyup bir çekirdek miraç metni edinmesi çok ciddi gayretler ile teemmül ve tefennün ile mümkündür.

Miraç kendisine devamlı dönülecek bir manevi madendir. Unutmayalım ki Bediüzzaman talebe için bir şart koşar: ”Sözleri kendi eseri ve telifi bilmek” yani kendi yazmış gibi. Her bahsin mana ve bahis boyutları zihinde bir yer edinmezse sadece kitabı okumakla bu iş olmaz. Kitabı bıraktığında zihinde bir hareket noktası yoksa olmaz.

Prof. Dr. Himmet Uç

Miraç (Sene 1954)

Sene 1954…

Miraç Kandili…

İmam efendi, miraçla ilgili olayları anlattı, minberden aşağı indi. O sırada bazı sorular, hem kafama hem de kalbime saplandı: “Peygamberimiz neden göğe çıktı? Nasıl çıktı? Ne yaptı?

Düpedüz, (haşa!) miraç ayetinden, imamın anlattıklarından şüphelenmeye başlamıştım. Aynı imam, daha evvel demişti ki, “Kur’an’ın bir tek harfine inanmayan kafir olur.

Beynim patlıyordu

Ben kafir mi oluyordum? Günlerce şehri dolaştım. Kime sorayım? Kim bana yardım eder? Arapça bilen bir hocaya aynı soruyu sordum. Ağladı… Ben de bekliyorum ki bu kadar duygulandığına göre bana da iyi bir cevap verecek. Mendille gözyaşlarını sildi. Ben hâlâ cevap bekliyorum. Yüzüme baktı, “Allah’ın hikmeti, evladım…” dedi. Büyük bir hırsla dönüp oradan uzaklaştım.

Bir arkadaşıma rastladım. Onunla sohbete başladım. Yahu, dedim, geçenlerde bir hoca miracı anlattı. Anlattığı şeyler kafama yatmadı!

Arkadaş beni evine götürdü. Kapıda bekliyorum; “Sözler” isimli kitabı getirdi; 31. Söz’ü açtı. “İşte, senin sorunun cevabı burada. İstersen içeri gir, okuyayım.” “Kendim okurum” dedim. Kitabı ödünç aldım, gittim eve…

Okudum… Bir şeyler söylüyor amma hiçbir şey anlamadım. Hutbeyi okuyan hocayı buldum, “Hocam, bende bir kitap var. Orada miracı anlatıyor. Okudum bir şey anlamadım. Siz okuyup anlatır mısınız?” Kitabı verdim. “Bir hafta sonra gel, konuşalım” dedi. Ondan sonra o hoca, hutbeleri Risale-i Nur’lardan yapmaya başladı.

Ben Miraç hadisesi üzerinde çok durmuşumdur. Onu anlamaya çalışmak için çok inat etmişimdir. Bunu anlayacağım, derdim. Defter, kalem, lügatler… Günlerce hatta gecelerce çalıştım 31. Söz üzerine…

Bir cümlesi beni irşat etti. O cümle şudur: “Miraç, eşyanın mahiyetinde seyr-i sülûktur.

Bu cümleyi de, bir çizgi film aydınlattı. Filmde bir adam, bir başka adamın damarından içeriye girdi. Başladı dolaşmaya. “Bu, alyuvarlardır, gıdaları taşır. Bu da akyuvarlardır, mikroplarla savaşır. Bunlar sinirler, duyguları nakleder. Bu da kemiktir, iskeleti oluşturur. Bunlar kaslardır, iskeleti hareket ettirir, bu gözdür, bu dildir…” diye çizgi filmdeki adam, vücudun mahiyetinde seyr-i sülûk ediyordu.

Buradan gelelim miraca… Allah, çok sıkıntılar çeken Peygamber’ini, kainatta dolaştırıyor. Gezegenler, denizler, bulutlar, ağaçlar, her şeyin mahiyetini gösteriyor. “Ey Resûlüm, işte ben bu kainata böylesine hakimim. Seni koruyan da benim. İtimat et, güven, tebliğe devam…

Evet, benim anladığım miraç, buydu ve böylece miraç ayetini inkardan kurtulmuştum.

Tabiat Risalesi’ni okudum; tabiatçılıktan kurtuldum. Ayet’ül Kübra’yı okudum, kainatı anladım. Risalet-i Ahmediye’yi okudum, Peygamber’imizi anladım. Risale-i Nur’da, benim her soruma cevap vardı… Hiç şüphe yok ki, bu kitaplar bizim imanımızı kurtardı.

Hekimoğlu İsmail / Zaman Gazetesi

Miraç Mucizesinin Hikmeti

MU’CİZE-İ MİRAÇ’IN HİKMETİ

Miraç, İslam dininde Hz. Muhammed (a.s.m.)’in göğe çıkması sonucu mukaddes bir yolculuğun ve manevi bir yükseliş anlamındadır. Hicret’ten bir yıl önce, Recep ayının 27.nci gecesi olmuştur. Kadir gecesinden sonra en kutsal gecedir. Kuran-ı Kerim’de İsra suresinin ilk ayetinde bu manevi yolculuğun ilk aşaması şöyle anlatılmaktadır. ”Kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz o, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.”

Mi’rac gecesi sabahında olan hadiseyi Mu’cizat-ı Ahmediye Risalesinde Bediüzzaman Hazretleri şöyle anlatır:

“Mu’cize-i Mi’racın mukaddimesi olan Beyt-ül Makdis (Kudüs) seyahatı ve sabahleyin Kureyş kavmi, ondan Beyt-ül Makdis’in tarifatını istemesi üzerine hasıl olan bir mu’cizeyi bahsedeceğiz Şöyle ki:

Mi’rac gecesinin sabahında, Miracını Kureyş’e haber verdi. Kureyş tekzib etti. Dediler: “Eğer Beyt-ül Makdis’e gitmiş isen, Beyt-ül Makdis’in kapılarını ve duvarlarını ve ahvalini bize tarif et.” Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm ferman ediyor ki:

Onların tekziblerinden ve suallerinden pek çok sıkıldım. Hatta öyle bir sıkıntı hiç çekmemiştim. Birden Cenab-ı Hak, Beyt-ül Makdis’i bana gösterdi; ben de Beyt-ü Makdis’e bakıyorum, birer birer her şeyi tarif ediyordum”

İşte o vakit Kureyş baktılar ki: Beyt-ül Makdis’den doğru ve tam haber veriyor.

Hem Resul-i Ekrem (asm) Kureyş’e demiş ki: “Yolda giderken sizin bir kafilenizi gördüm; kafileniz yarın filan vakitte gelecek. Sonra o vakit kafileye muntazır kaldılar. Kafile bir saat teehhür etmiş. Resul-i Ekrem (asm)’ın ihbarı doğru çıkmak için, ehl-i tahkikin tasdikiyle, Güneş bir saat tevakkuf etmiş. Yani arz, onun sözünü doğru çıkarmak için; vazifesini, seyahatini bir saat tatil etmiştir ve o tatili, Güneş’in sükûnetiyle göstermiştir.

İşte Muhammed-i Arabî (asm)’ın bir tek sözünün tasdiki için, koca arz vazifesini terk eder; koca güneş şahit olur. Böyle bir zatı tasdik etmeyen ve emrini tutmayanın ne derece bedbaht olduğunu ve onu tasdik edip emrine diyenlerin ne kadar bahtiyar olduklarını anla.” (Mektubat sh: 180)

Bunun üzerine müşrikler: “Vallahi dos doğru tarif ettin” dediler, ama yine de iman etmediler. O esnada Hz. Ebû Bekir çıkageldi, müşrikler durumu ona haber verdiler. Hz. Ebû Bekir, “Eğer bu sözleri ondan duymuşsanız seksiz şüphesiz doğrudur” diyerek hemen tasdik etti ve bundan sonra Hz. Ebû Bekir “Sıddîk, tereddütsüz inanan” unvanını aldı.

 

Miraç Gecesinin hediyeleri:

1-İki cihan serveri yetmiş bin perde arkasından ezel ve ebed Sultanının razı olacağı amelleri Miraç meyvesi olarak getirdi beşere hediye etti. Bu hediye başta namaz olmak üzere İslâmın diğer esasları ve ibadetleridir.

2-Peygamberimiz (a.s.m.) bütün iman hakikatlerini gözleriyle gördü. Melekleri, Cenneti, âhireti, hattâ Cenab-ı Hakkın cemâlini gözleriyle müşahede etti.

3-“İnsan kâinatın en kıymetli bir meyvesi ve Kâinat sahibinin en nazlı bir sevgilisi olduğu Miraçla anlaşıldı. Kâinata nisbetle küçük bir varlık, zayıf bir canlı olan insan bu meyve ile öyle bir dereceye çıktı ki, bütün varlıklar üzerinde bir makam ve mevki kazandı. Çünkü rütbesiz bir askere, “Sen paşa oldun” dense ne kadar sevinir. Öyle de âciz, fani, devamlı ayrılık ve zeval tokadını yiyen biçare insana birden, “Sonsuz ve baki bir Cennette Rahman ve Rahîm olan Allah’ın rahmetine gireceksin” dendiğinde o insan ne kadar büyük bir mevki ve makama çıkar. Cennette hayal hızında, ruh genişliğinde, akıl akıcılığında, kalbin bütün arzularında Cenab-ı Hakkın ebedi mülkünde seyir ve seyahate erecektir. Cenab-ı Hakkın nur cemalini seyretme nimetini tadacaktır. Böyle bir insanın kalb ve ruhu ne kadar büyük bir sevince kavuşur değil mi? Miraçın bu meyvesi insanın en büyük arzu ve hedefidir.” ( 31.nci Söz.)

 

Miraç Gecesinde cereyan eden hususlar:

Peygamber (a.s.m.) Kudüs’e gelmeden yol üzerinde Hz. Musa’nın makamına uğradı, orada iki rekât namaz kıldı, daha sonra Mescid-i Aksâ’ya geldi. Orada bütün peygamberler kendisini karşıladı. Miraçını kutladılar. Fahr-i Kainat Peygamber-i Zişan (a.s.m.) burada peygamberlere iki rekat namaz kıldırdı, bir hutbe okudu.

Bir rivayette Hz. İsa’nın doğduğu yer olan Betlaham’a uğradı, orada da iki rekât namaz kıldı. Ve bugün Kubbetü’s-Sahra’nın bulunduğu yerden Muallak Taşının üzerinden Miraça yükseldi.

Semanın bütün tabakalarına uğradı. Sırasıyla yedi sema tabakalarında bulunan Hz. Adem, Hz. Yahya ve Hz. Îsa, Hz. Yusuf, Hz. İdris, Hz. Harun, Hz. Musa ve Hz. İbrahim gibi peygamberlerle görüştü, onlar kendisine “Hoş geldin” dediler, tebrik ettiler.

Bundan Sonra Hz. Cebrail ile birlikte imkân ile vücub ortası (kâinatın bittiği yer) Sidretü’l-müntehâ’ya geldiler. Peygamberimiz (a.s.m.) orada ikisi gizli, ikisi açıktan akan (Nil, Fırat) dört nehir gördü. Sonra her gün yetmiş meleğin ziyaret ettiği Beytü’l-Ma’mur’u ziyaret etti.

Hz. Cebrail’in buradan öteye gitmesi mümkün değildi. Peygamberimiz (a.s.m.) bundan sonra Refref adında bir vasıta ile zaman ve mekândan münezzeh (uzak) olan Cenab-ı Hakkın cemaliyle müşerref oldu. Elhamdulillah…

Süleyman Çelebi’nin dediği gibi: “Aşikâre gördü Rabbü’l-izzeti/Âhirette öyle görür ümmeti” İnşaallah…

Daha sonra Peygamberimiz (a.s.m.) Hz. Cebrail’in rehberliğinde Cenneti, Cehennemi, âhiret menzillerini ve bütün âlemleri gezdi, gördü, Mekke’ye döndü.

 

Peygamberimiz neden miraç’a çıktı?

Bir padişahın iki türlü konuşması vardır. Biri, bir vatandaşla telefon ederek küçük bir meseleyi görüşmesi. Diğeri de devlet başkanı, halifelik yönü ve milletin idarecisi olarak, emirlerini her tarafa duyurmak için özel bir elçisi ile konuşması, sohbet etmesi, onun aracılığı ile ferman yayınlamasıdır.Bu örnekte olduğu gibi Cenab-ı Hakkın da kulları ile iki tarzda muhatap olması vardır. Biri, özel ve cüz’i, diğeri de geniş ve genel mahiyette bir konuşması. Cenab-ı Hakkın bazı velilerle özel ve cüz’i anlamda ilham etmesi birinciye örnektir.

Ama Peygamberimiz (a.s.m) bütün velayet mertebelerinin üstünde bir büyüklük ve yücelikte, kâinatın Rabbi, bütün varlıkların Yaratıcısı olarak Cenab-ı Hakkın sohbetine müşerref olması ise ikinci ve mükemmel olanına misaldir.

Peygamber (a.s.m.) elçiliği iki taraflıdır. Birisi halktan Hakka, diğeri de Haktan halka. Birisi mi’râç’in bâtıni tarafı olan velayet yönüdür, diğeri de zahiri tarafı olan risalet yönüdür.

Yani Peygamber (a.s.m.) bizi temsilen Cenab-ı Hakkın huzuruna çıktı, başta insanlar olmak üzere bütün varlıkların ibadet, kulluk, tesbih ve zikirlerini toplu olarak (askerin komutana tekmil vermesi gibi) arz etti. Bu yönüyle Miraç halktan, insanlardan, varlıklardan Hakka bir gidiştir. Diğeri de Cenab-ı Hakkın biz kullarından istediklerini, emir ve yasaklarını Resul olarak getirmiştir. İbadetlerin özü ve esası olan beş vakit namazı Miraç hediyesi olarak getirmesi gibi…

 

Peygamberimiz, Allah ile nasıl görüşebilir?

Bize her şeyden daha yakın olan Cenab-ı Hakka binlerce senelik mesafeyi aşarak yetmiş bin perdeyi geçtikten sonra Rabbiyle görüşmesi ne demektir?

Cevap: Cenab-ı Hak her şeye her şeyden daha yakındır, fakat her şey ona sonsuz şekilde uzaktır. Meselâ, güneşin insan gibi aklı olsa da bizimle konuşacak olsa, elimizdeki ayna aracılığıyla bizimle konuşabilir. Diğer taraftan biz bir çeşit ayna olan gözümüzle güneşe yaklaşabiliyoruz. Oysa güneş bize 150 milyon km. uzaklıkta bulunuyor, hiçbir şekilde ona yanaşamayız. Güneşe bir derece yaklaşmak için ancak ay kadar büyümek lazım. Bu da mümkün değildir. Bu misalde olduğu gibi, gerçek anlamda Cenab-ı Hak her şeye yakındır, ama her şey ona sonsuz derece uzaktır. Ancak Peygamber (a.s.m.), Cenab-ı Hakkın lütfüyle bir anda binlerce perdeyi geçerek Miraça yükselmiş; bütün manevi mertebeleri aşarak huzura varmıştır.

Bir insan nasıl göklere çıkabilir? Yerküremiz, yani Dünya yaklaşık 188 saatlik bir mesafeyi bir dakikada döner, yirmi beş bin senelik mesafeyi bir senede alır. Bu muazzam hareketi ona yaptıran ve bir sapan taşı gibi döndüren bir Kudret, bir insanı Arş-ı âlâya getiremez mi? Güneşin çevresinde o ağır cisim olan dünyayı gezdiren bir hikmet bir insan bedenini şimşek gibi Rahman’ın Arşına çıkaramaz mı? Elbette çıkarabilir.

 

Peygamberimiz(a.s.m.) sadece ruhuyla gitse olmaz mıydı?

Neden Miraca çıktı? Ne lüzumu var? Evliya gibi ruhu ve kalbi ile gitse yetmez miydi?

Cenab-ı Hak görünen ve görünmeyen âlemlerdeki güzellikleri göstermek için, kâinat fabrikasını ve merkezini gezdirmek, insanlığın amel ve ibadetlerinin âhiretteki neticesini göstermek için Efendimiz (a.s.v.)’mı oralara davet etmesi gayet makuldür. Sadece ruhu ve kalbi ile değil, bu seyahate bedeninin de iştirak etmesi gerekir.

Görünen âlemin anahtarı olan gözünü, işitilen âlemin anahtarı olan kulağını arşa kadar birlikte alması gerektiği gibi, ruhunun sayısız görevlerini üstlenen âlet ve makinesi hükmünde olan mübarek bedenini arşa kadar çıkarması akıl ve hikmet gereğidir.

Zaten Cenab-ı Hak cennette bedeni ruha arkadaş ediyor. Çünkü pek çok kulluk görevine ve sınırsız lezzetlere ve acılara beden kaynaklık etmektedir. Öyle ise bu mübarek beden ruha arkadaşlık edecektir. Cennette ruh bedenle birlikte olacaksa Cennetü’l-Me’vâ’nın gövdesi olan Sidretü’l-Müntehaya Efendimiz (a.s.m.) zatının arkadaşlık etmesi hikmetin tâ kendisidir. Peygamberimiz Miraca sadece ruhen çıkmış olsaydı, zaten mucize olmazdı. Çünkü her veli ruhen ve kalben o âlemlere çıkabiliyor.

 

Peygamberimiz kısa zamanda nasıl gidip geldi?

Birkaç dakikada binlerce yıllık mesafeye gidip gelmek aklen mümkün müdür? Cenab-ı Hakkın sanatında hareket ve hızın derecesi farklı farklıdır. Sesin hızı ile ışığın hızı, elektriğin hızı, hatta ruhun ve hayalin hızı birbirinden bütünüyle farklıdır. Gezegenlerin hızları da birbirinden farklıdır. Meselâ ışığın hızı 300.000 km/sn iken sesin hızı 360 km/sn’dır. Acaba Peygamberimizin lâtif bedeninin yüce ruhuna tabi olması, ruh hızında hareketi nasıl akla ters gelebilir?

Bir insan on dakika uyusa bazı olur ki, bir yıllık iş görebilir. Hatta bir dakikada insanın gördüğü rüyayı, rüyada işittiği sözleri, konuştuğu kelimeleri toplansa uyanıkken bir gün, belki daha fazla bir zaman gerekir. Demek ki bir zaman dilimi iki kişiye göre değişebiliyor, birisine bir gün, diğerine de bir yıl hükmüne geçebilir. İşte Peygamber Efendimiz (a.sm.), Burak’a binerek şimşek gibi bütün kâinatı gezip İlâhi huzura çıkıp Rabbiyle sohbet şerefine ermiş, Onun cemalini görmüş, emirlerini alıp dönüp gelmiştir.

 

Miraçın benzeri bir olay var mıdır?

Peygamberimizin Miraca çıkması mümkündür. Fakat her mümkün gerçekleşmiyor. Bunun bir benzeri var mı ki kabul edelim?

Miraç’ın çok örnekleri vardır: Bir insan, gözüyle bir saniyede Neptün gezegenine çıkabilir. Bir bilim adamı, astronomi kanunlarına binerek tâ yıldızların arkasına bir dakikada gidebilir. İman sahibi her insan, namazın hareketlerine düşüncesini bindirerek bir çeşit Miraçla kâinata arkasına alarak İlâhî huzura girebilir. Kalb gözü açık bir veli, İlâhî sırlara kırk günde ulaşabilir. Hatta Abdülkadir Geylânî ve İmam-ı Rabbanî gibi bazı evliyanın bir dakikada Arş-ı Âlâya kadar ruhen çıktıkları bildiriliyor. Yine nurlu bir cisme sahip olan melekler bir anda yerden Arşa, Arştan yeryüzüne gidip geliyorlar. Cennette, Cennet ehli mü’minler, Cennet bahçelerine kısa bir zamanda çıkabiliyorlar.

Bu kadar örnekler gösteriyor ki, bütün evliyanın sultanı, bütün mü’minlerin imamı, bütün Cennet ehlinin reisi ve bütün meleklerin makbulü olan Resul-i Ekrem (a.s.m.) Efendimizin bir anda Miraca çıkması, dönmesi, bütün yüce âlemleri gezip görmesi gayet makuldür ve şüphesizdir.

Rüstem Garzanlı/Diyarbakır

Kamu Yöneticisi

www.NurNet.org