İnsan kendini sevmeli midir? Kendini seven insan bencillikten kendini nasıl koruyacaktır? İnsanın kendisini sevmemesi kendinden bir vazgeçiş, başkasına bir yöneliş midir?
İnsan değerli addettiği şeyi sever. İnsanın kendini sevip sevmemesi ve sevgisinin onu sürükleyeceği yol kendine biçtiği değerle ilintilidir. İnsanın kendine biçeceği değer, iki farklı ve birbirine zıt referansa dayalı olabilir. Birinci referans, kendi aklının belirlediği, “kendince”, “arzularına göre şekillenen” ölçütlerdir. Hakikate dayalı bir sabitesi yoktur bu ölçütlerin. Kişinin, “hedeflerime ulaşabiliyorsam, başarılı, zengin, güzel vb. olursam-değerliyim” diye kabulleri mevcuttur.
Kutsalla bağını koparan kişi artık varoluşunu hep kendiyle ilintilendirir. Kendi kendinin sahibi olduğuna inanan, kendi adına yaşayan ve var olan; varlığının amacını, kişiliğini ve hayatını mükemmele ulaştırmak olarak güdümlemiş büyüklenmeci bir insan, zahiren kendini sever görünürken; kendini sevmeyle kendinden nefret etme salınımında savrulur. Çünkü kendine biçtiği değer gelgitlerden kurtulamaz, anlık iniş ve çıkışlara gebedir. Bir gün başarılıdır, kendini sever, takdir eder hayran kalır. Bir gün ise değildir, kendine kızar, hatta nefret eder. Bir gün güçlüdür, kendinden geçer; bir başka gün zayıftır, kendini yerin dibine batırır. Bugün kazanır, yarın kaybeder. Bugün genç ve güzeldir, yarın bir trafik kazasında yüzü yaralanır, aynayı eline bile almaya cesaret edemez. Ya da yolunun üzerinde yaşlılığın alametleri belirir günbegün. Her gün biri siyah biri beyaz iki fare hayatını kemirmektedir.
İkinci değer arayışı Mutlak Varlık kaynaklıdır. İnsan Mutlak Varlığı referans aldığında artık kendisi aradan çıkar. Kendini “her şeyi sanatla yaratan bir Yaratıcının” yarattığı ve onun rahmet ve keremine mazhar olan sonsuz değerli bir varlık olarak addeder. Bu bakış açısıyla kendindeki Mutlak Varlığın sanatlı nakışlarını da idrak eder. Kendiyle Mutlak Varlık arasında bir intisap, bir bağ kurmuş olur. Kendinin kıymeti O’nun sanatı ve O’nun isimlerinin tecellisini gösteren bir ayna olması cihetiyledir.
Artık, sevdiği kendisi olmaktan da çıkar. İnsan kendinde tecelli eden isim ve sıfatları seviyordur. Çünkü Mutlak Varlık’tan bağımsız değil, O’na aittir. Kendiyle kurduğu ilişki Yaratıcı’yla kurduğu intisap ve bağlılık itibarıyladır. İnsanın hakikati de bu değil midir? O olmaksızın insan denilen varlığın ne önemi kalır ki? Yiyen içen sonra da ölüp hiçliğin içinde yok olup gidecek bir varlığın ehemmiyeti nedir ki?
Kutsal bir referansa dayalı kendimizle kurduğumuz ilişki bizi hem zillete düşmekten hem de kibirden kurtarır. Sadece biz değil, her varlık Mutlak Varlık tarafından yaratılmıştır. Yaratılmışlık açısından onlarla bizim aramızda tam bir eşitlik söz konusudur. Her varlık kendi kabiliyeti nispetinde O’nun sonsuz isimlerini gösteren bir ayna, O’na hizmet edenlerdir. İnsan bu açıdan daha kabiliyetlidir ve diğer varlıklarla yaratılmışlık noktasında eşit, ancak O’na hizmet açısından üstün bir konumdadır.
Artık kendi değerini belirlemek için başkalarıyla kıyaslamasına da gerek yoktur. Çünkü referans noktası başkaları değil, Mutlak Varlık’tır. Yine bu bakış açısında insanın kendini sevmesi büyük iniş çıkışlara gebe değildir. Mutlak Varlık’la kurduğu ilişki dışındaki hiçbir şey onun değerini elinden alamaz. Yaşlanmak bile O’nun sanatının üzerinde tezahür edişidir. Ölüm bile O’nun yarattığı sonsuzluğa açılan bir kapıdır.
MUSTAFA ULUSOY/PSİKİYATRİST