Etiket arşivi: osman çakmak

Mana-yı Harfi Eksenli Öğretmen Kılavuzu

Mana-yı Harfi Eksenli Öğretmen Kılavuzu ya da Rehber Kitaplar Hazırlanması

Program değişikliği ile beraber öğretmenlerimiz, öğrencilerimiz, velilerimiz ve diğer ilgili kişiler, ders kitaplarının yanında öğrenci çalışma kitabı ve öğretmen kılavuz kitaplarının ismini duydu. Gerçekten de büyük yenilikler getiren ders öğretim programlarının nasıl işlenmesi gerektiğini anlatan program kitaplarının yanında hazırlanan ders kitaplarının ve öğrenci çalışma kitaplarının nasıl kullanılacağını anlatan öğretmen kılavuz kitapları büyük işe yaradı. Ancak gerçekte varılmak istenen nokta nedir? Daha açık ifadeyle ders öğretim programları, bunlara dayalı hazırlanan ders kitapları, öğrenci çalışma kitapları ve öğretmen kılavuz kitapları ne oranda bizim duygu ve düşünce dünyamıza hitap etmektedir. Bugün bunlardan sadece öğretmen kılavuz kitapları ile ilgili bazı duygu ve düşüncelerimizi paylaşmak istiyoruz.

Öncelikle bütün bilimler ve bu bilimlere dayalı hazırlanan ve okullarda okutulan derslerin hikmet ve hakikat eksenli olması gerektiğini, mana-yı harfi ile konuları ele alması gerektiğini düşünmekteyim. Bundan neyi kastediyorum: Halen televizyonlarda izlediğimiz belgesellerden tutun, bilimsel çalışmalara, üniversitelerde okutulan derslerden; lise, ortaokul, ilkokul hatta okulöncesi düzeydeki derslere kadar materyalist bir anlayışla yani her şeyin tesadüfen veya sebepler yoluyla ortaya çıktığı veya tabiat tarafından ortaya çıkarıldığı gibi hiçbir bilimsel yanı olmayan düşünceler çerçevesinde bilgiler, fikirler ve teoriler verilmektedir. Bunun yerine, her şeyin arka planında varlığını hissettiren, gizli bir güç tarafında kontrol edilen bu kainatın ve bizlerin aslında ne olduğumuz ve niçin burada yer aldığımızı araştırıp ortaya koyan hikmet ve hakikati arayan yani bütün bu olayların ve varlıkların arka planındaki o her şeyi kontrol eden ve dizayn eden sonsuz ilim, sonsuz güç, sonsuz irade, vb. isim ve sıfatlarla da anabileceğimiz yaratıcının varlığını ve birliğini ve özelliklerini arayıp bulmaya çalışan bir bilim dili geliştirilmelidir. Ve derslerimizin öğretim programları ve bunlara bağlı ders kitapları, öğrenci çalışma kitapları ve öğretmen kılavuz kitapları; bu bilim diline uygun yani mana-yı harfiye uygun yani bilimlerin ve konularının kendisini değil, bilimsel kanun ve kuralları ortaya koyan ve yaratan yaratıcıyı anlatan bir dil kullanarak hazırlanmalıdır.

İlkokul ve ortaokul düzeyinde birçok dersin öğretmen kılavuz kitapları mevcut olmakla birlikte özellikle lise seviyesinde öğretmen kılavuz ya da rehber kitaplara pek rastlanmamaktadır. Bu çerçevede bu alanda büyük bir ihtiyaç göze çarpmaktadır. Buna göre özellikle lise seviyesinde olmak üzere ortaokul ve ilkokul dahil yukarıda da değinildiği gibi mana-yı harfi ekseninde öğretmen kılavuz veya rehber kitaplarının ivedilikle ilgili branşlarda hazırlanmasına girişilmelidir.

Öğretmen kılavuz ya da rehber kitaplarından beklentiler;

Mevcut öğretim programları ve ders kitaplarına göre mana-yı harfi bakışıyla ders işleme yöntemleri üzerine örnek olabilecek somut çalışmalar ortaya konulmasını sağlamalıdır. Bu çerçevede örnek ders işlenişi, kazanımlara dönük etkinlikler, proje, ödev vb. çalışmalar ile ölçme ve değerlendirme alanlarında mana-yı harfi ile nasıl çalışmalar ortaya konulabileceği örnekleriyle gösterilmeye çalışılmalıdır.

Eğitim-öğretim hizmetlerinin daha nitelikli hale getirilmesi, gerçek insan olma yolunda nasıl bir eğitim-öğretim yapılması gerektiği ve bu çerçevede mana-yı harfi nazarıyla nasıl farklı çalışmalar ortaya konulabileceğine değinilerek farklı çalışmaların paylaşılması sağlanmalıdır.

Buna göre ülkemizin değişik bölgelerinde, belki de kuş uçmaz kervan geçmez köşelerinde kendi gayretleriyle bir şeyler yapmaya çabalayan kabiliyetlerin çalışmaları ile akademik olarak veya bir heyet halinde ciddi çalışmalar yapan ancak bunu geniş kitlelere duyuramayanlara bir kapı açarak bu deneyimlerini paylaşmaları ve bunların internet vasıtasıyla da geniş kitlelere ulaştırmaları sağlanmalıdır.

İnsanlığa barış, huzur, kardeşlik getirecek yeni bir medeniyetin tesisinde ve insanların gerçek manada insan olabilmesi için eğitim-öğretim faaliyetlerine düşen vazifede özellikle mana-yı harfi nazarıyla eğitim-öğretim programlarının nasıl olması gerektiği üzerinde bilimsel, akademik çalışmalarla katkıda bulunmaları beklenmektedir.

Buna göre eğitim-öğretim programlarının gözden geçirilmesi ile eksik kalan yerlerin tamamlanması ya da yanlış anlaşılan hususların tadil edilmesi – düzeltilmesi, tüm alanlar ve branşlar bazında olması gerekenler üzerine kafa yorularak somut öneriler geliştirilmesi beklenmektedir.

Meyve Risalesinin Altıncı Mes’elesinde de geçtiği gibi Allah’tan bahsetmeyen yani mana-yı harfi ile ders işlemeyen öğretmenlere karşı ders materyallerinin ve bilimlerin-derslerin kendi dilleriyle mana-yı harfi ile ders işlenmesinin yolunu açmak konusunda katkıda bulunmaları sağlanmalıdır.

Buna göre ders kitabı olsun, kaynak kitap olsun, etkinlik örnekleri veya kitabı olsun, konularla ilgili videolar olsun, deney örnekleri, proje ödevleri, ölçme ve değerlendirme çalışmaları, akıllı tahta uygulamaları vb. olsun mana-yı harfi ile nasıl geliştirilebileceği üzerine somut örnekler verilmesi beklenmektedir.

Yapılacak çalışmalarda Otuz İkinci Sözün Birinci Mevkıfında geçen ve solunumu, kanın temizlenmesini vd. hususları anlatan haşiye mana-yı harfi ile etkinlik, ders işlenişi, ders kitabı vb. hazırlanmasına örnek olabilir.

Burada hem doğrudan Allah’ın isimleri verilirken aralarda da normal dersleri işlerken kullandığımız dil de yer almaktadır:

“{(Haşiye): Sâni’-i Hakîm, beden-i insanı gayet muntazam bir şehir hükmünde halketmiştir. Damarların bir kısmı, telgraf ve telefon vazifesini görür. Bir kısmı da çeşmelerin boruları hükmünde, âb-ı hayat olan kanın cevelanına medardırlar. Kan ise içinde iki kısım küreyvat halkedilmiş. Bir kısmı küreyvat-ı hamra tabir edilir ki, bedenin hüceyrelerine erzak dağıtıyor ve bir kanun-u İlahî ile hüceyrelere erzak yetiştiriyor (tüccar ve erzak memurları gibi). Diğer kısmı küreyvat-ı beyzadırlar ki; ötekilere nisbeten ekalliyettedirler. Vazifeleri, hastalık gibi düşmanlara karşı asker gibi müdafaadır ki, ne vakit müdafaaya girseler Mevlevî gibi iki hareket-i devriye ile sür’atli bir vaziyet-i acibe alırlar. Kanın heyet-i mecmuası ise; iki vazife-i umumiyesi var: Biri: Bedendeki hüceyratın tahribatını tamir etmek. Diğeri: Hüceyratın enkazlarını toplayıp, bedeni temizlemektir. Evride ve şerayin namında iki kısım damarlar var ki; biri safi kanı getirir, dağıtır, safi kanın mecralarıdır. Diğer kısmı; enkazı toplayan bulanık kanın mecrasıdır ki, şu ikinci ise kanı “Ree” denilen nefesin geldiği yere getirirler. Sâni’-i Hakîm, havada iki unsur halketmiştir. Biri azot, biri müvellid-ül humuza. Müvellid-ül humuza ise nefes içinde kana temas ettiği vakit, kanı telvis eden karbon unsur-u kesifini kehribar gibi kendine çeker. İkisi imtizac eder. Buharî hâmız-ı karbon denilen (semli havaî) bir maddeye inkılab ettirir. Hem hararet-i gariziyeyi temin eder, hem kanı tasfiye eder. Çünki Sâni’-i Hakîm, fenn-i Kimya’da aşk-ı kimyevî tabir edilen bir münasebet-i şedideyi müvellid-ül humuza ile karbona vermiş ki; o iki unsur birbirine yakın olduğu vakit, o kanun-u İlahî ile o iki unsur imtizac ederler. Fennen sabittir ki; imtizacdan hararet hasıl olur. Çünki imtizac, bir nevi ihtiraktır. Şu sırrın hikmeti şudur ki: O iki unsurun herbirisinin zerrelerinin ayrı ayrı hareketleri var. İmtizac vaktinde her iki zerre, yani onun zerresi bunun zerresiyle imtizac eder, bir tek hareketle hareket eder. Bir hareket muallak kalır. Çünki imtizacdan evvel iki hareket idi; şimdi iki zerre bir oldu, her iki zerre bir zerre hükmünde bir hareket aldı. Diğer hareket, Sâni’-i Hakîm’in bir kanunu ile hararete inkılab eder. Zâten “Hareket, harareti tevlid eder” bir kanun-u mukarreredir. İşte bu sırra binaen beden-i insanîdeki hararet-i gariziye, bu imtizac-ı kimyeviye ile temin edildiği gibi, kandaki karbon alındığı için kan dahi safi olur. İşte nefes dâhile girdiği vakit, vücudun hem âb-ı hayatını temizliyor, hem nâr-ı hayatı iş’al ediyor. Çıktığı vakit ağızda mu’cizat-ı kudret-i İlahiye olan kelime meyvelerini veriyor. } (Risale-i Nur Külliyatı, Android Cep Versiyonu, Sözler – 593)

Yapılacak çalışmalarda doğrudan Allah’ın isim ve sıfatları kullanılabileceği gibi (yukarıdaki haşiye örneğinde olduğu gibi) aynı çalışmada bire bir Allah’ın isim ve sıfatlarını doğrudan vermeden mana-yı harfi ile yani edilgen bir dil kullanılarak aynı çalışma farklı şekillendirilebilir.

Örneğin; hali hazırda bir ders kitabı ya da öğretim programında geçmesi mümkün olan “Yerçekimi adı verilen tabiat kanunu …” cümlesi,“tabiata konulan kanunlardan birisi olan ve insanların kolay anlaması için adına yerçekimi kanunu dediğimiz kanun …” şeklinde değiştirildiğinde kendi kendine değil birisi tarafından konulduğu manasını gösterdiğinden akla kapı açılmış ama irade elden alınmamış olacaktır.

Bu iki yolla hazırlanan materyaller paylaşıldığında herkes kendine en uygun olanı alıp kullanabilir.

Ortaokul, Lise ve Üniversitelerde okutulan her bir alan için aşağıda yer alan birer rehber hazırlanabilir.

Ortaokullar için;

  • Fen Bilimleri Rehberi (Fizik, Kimya, Biyoloji, Coğrafya, Matematik vb.)
  • Sosyal Bilimler Rehberi (Tarih, Coğrafya, Din, Felsefe, Sosyoloji, Psikoloji vb.
  • Dil Bilimleri Rehberi (Türkçe, Arapça, İngilizce, vb.)
  • Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Rehberi (Tevhid, Nübüvvet, Haşir, Adalet, Siyer, Hadis, Fıkıh, Ahlak vb.)
  • Teknoloji ve Tasarım Rehberi
  • Görsel Sanatlar Rehberi
  • Müzik Rehberi
  • Beden Eğitimi Rehberi

Lise ve Üniversiteler için;

  • Tıp Rehberi
  • Hukuk Rehberi
  • Mühendislik Rehberi
  • Edebiyat Rehberi
  • İlahiyat Rehberi
  • Sanat Rehberi
  • Fizik Rehberi
  • Kimya Rehberi
  • Biyoloji Rehberi
  • Matematik Rehberi
  • Coğrafya Rehberi
  • Tarih Rehberi
  • Felsefe Rehberi
  • Sosyoloji Rehberi
  • Psikoloji Rehberi gibi …

Halen okullarda kullanılan öğretmen kılavuz kitaplarından da yararlanılarak Mana-yı Harfi Nazarı/Bakışıyla her bir ders için öğretim programının nasıl okunması gerektiği, kazanımların nasıl kazandırılacağı, etkinliklerin nasıl yapılması gerektiği, ölçme ve değerlendirmenin nasıl yapılacağı gibi hususların açıklandığı kaynak kılavuz rehber kitapları şeklinde de hazırlanabilir.

Burada yapılması gereken yukarıdaki örnekten yola çıkarak ilgili her branşta uygun her bir konuyu günümüz ders dili ile ancak mana-yı harfi ekseninde ele alarak vermeye çalışmaktır.

Esat Akbal

www.ulegder.net

Karadelik Kıyameti ve Öteki Alemlere Açılan Kapılar

Garip bir sır, acip bir muamma ölüm. İnsan ölümün arkasında yatan bilmeceyi çözmeye çalışıyor. Var oluşun ve hayatın sırrını çözmedikçe de rahat edeceğe benzemiyor insanoğlu.. İnanma duygusu ve din, sonsuz yaşama arzusu, bilinmeyene ve geleceği bilme merakı insanın fıtratına ve genlerine işlenmiş fıtrat gerçekleri. İnsan adeta bir inanma makinası olarak yaratılmış. Ateizm ve materyalism insana bir nevi deli gömleği giydirmekte, hayatı ona zehir hale getirmektedir. Her tarafta ve herşeyde görülen güzelliklerin ve mükemmelliklerin/nizamın inkarı, varlığın hukukuna en büyük bir tecavüzü ve dolayısıyla cinayetlerin en büyüğünü teşkil etmektedir.

Dünyanın ve evrenin sonunun nasıl olacağını merak eden insanoğlu, her şey gibi kendisinin de başboş bırakılmadığını idrak ettiği ve inandığı takdirde “dünya bomba olup patlasa” bile ihtimaldir ki onu korkutmayacaktır.

Alemde tesadüfsüz nizamı, üstün tasarımı ve şefkatle idareyi gören insanoğlu O’na tevekkül edip dayanacak, evrendeki hadiselerin Maya takvimine göre değil Allah’ın takdirine göre cereyan ettiğini farkedecektir.

Her gün, şu dünya yüzünde yüzbinlerce insan ölüm haktır! hükmünü imzalayarak hayattan çekiliyor. Dünya bir tezgâha benziyor, bu tezgâhta dokunan mahsuller bir başka âlem hesabına. Ama görünüşte, mahsuller yine tezgâhın içinde yok oluyor, öğütülüp gidiyorlar. İnsan ruhunu düşünün. Onu ne zaman yıpratabiliyor ne de hadiseler! Tam aksine o, zaman geçtikçe olgunlaşıyor, bilmediklerini öğreniyor, daha da terakki ediyor. Yıpranan beden. Toprağın öğüttüğü de bedendir. Ruh bu tezgâhta dokunmamıştı ki onda öğütülebilsin. O başka alemlerin mahsulu ve başka alemlere yolcu.

Sadece bedenine ve fizik aleme odaklananlar, öteki alemlerden habersiz yaşamakta, tek boyutlu ve tek düzlemli bir hayata; sınırlı bir bakışa mahkum olmaktadır. Bu görünen alemin öbür alemler üzerinde bir tenteli perde olduğunu görememektedir. Elbetteki kabukta kalanlar hiç şekilde gerçeğin özüne ulaşamayacaklardır.

galaksi ve merkezinde karadelikSon günlerdeki medya yoluyla kıyamet ve kainatın sonu ile yanılgılı ve yanlış inanç ve kanaatler piyasada kol gezmektedir. Daha çok Dünya üstünde cerayan edecek sınırlı bir kıyametten söz ediyoruz. Halbuki Kuran ve ilgili haberler kainat çapında kıyameti gündeme getirmektedir. Acaba evren çapında kıyamete sebep olacak hangi hadiseler vardır? İki bölüm halinde sunacağımız bu yazımızda karadelik kıyametini gündeme getireceğiz.

YILDIZLARIN ÖLÜMÜ

Her canlı ölümü tadacaktır ilahi fermanın hükmü sadece canlılarda değil cansızlar da hükmünü icra ediyor. Alemin tek bir elden yaratıldığının açık göstergesi olarak yeryüzündeki kanunlarının benzerlerinin, devri daim kanunlarının hükümünün göklerde de geçerli olduğunu görüyoruz. Nebula gibi yıldız artıklarından tekrar yeni yıldızlar yaratılıyor.

Evet yıldızlar da ölümün pençesinden kendini kurtaramıyor. Yıldızlar da, insanlar gibi yaratılıyor, büyüyüp gelişme devresinden sonra ölüme gidiyor. Ancak yıldızların büyüklüklerine göre ölümleri farklı şekillerde. Ölümlerden ölüm beğen….

Güneş gibi küçük yıldızların içinde cereyan eden nükleer dönüşüm, parçalanma (fisyon) değil birleşmedir (füzyon). Evrenin en yüksek enerjili (hidrojenin helyuma dönüşümü) nükleer santrali yıldızların merkezinde bulunur. Bu santralin yakıtı olan hidrojen bitince sonun başlangıcı gelmiş demektir.

Bir gaz plazma kütlesi olan yıldızlar, basınç-çekim denge sistemi ile ayakta durur. Merkezde hidrojen enerjisi bitince artık denge çekim lehine bozulur. Merkezde yıldızın yakıtı hidrojen bitince iki hadise birlikte yıldızın kaderine hükmetmeye başlar: Yıldızın dış kısmı genişlerken, merkez kısmında içe çökme-büzülme hızlanır. Merkez “Beyaz cüce” haline gelinceye kadar sıkışma devam eder. O esnada yıldız merkezinde sıcaklık da olağanüstü artar. Artan sıcaklıkla birlikte bir simya fabrikası olan yıldız merkezinde sıra ile yeni yeni elementler yaratılmaya başlar.

İçte artan sıcaklığa parelel olarak sıra sıra elementlerin yaratılma öyküsünü bir kenara bırakalım ve çevrede olanlara göz atalım. Güneşimiz öylesine genleşir ki artık yıldızın ucu nere bucağı nere belli değil. Artık güneşimiz mevcut kimliğini kaybetmiş ve yeni bir kimliğe bürünmüştür. Yıldızın yeni adı “kırmızı dev”dir. Hesaplamalara göre Güneşimiz Kırmızı dev döneminde Güneşten dünyaya kadar olan 150 milyon kilometre yarıçaplı alanı dolduracaktır. Bu esnada Ay bile yutulup (Kuran’ın ifadesi ile Güneşe katılıp) Dünyaya kadar ramak kala kırmızı devin genleşmesi duracak. Fezada keşfedilen nice kırmızı dev örnekleri (yapılan bilimsel simulasyonlar da) durumun böyle olacağını söylüyor. Tabi ki Güneşin Dünyaya bu kadar yaklaştığı o cehennemi sıcaklıkta yeryüzünde hiç bir canlı şey kalmayacak. Mahşer günü Güneş dünyaya yaklaşacak haberini aklı almayanların kulakları çınlasın!..

Güneş gibi küçük yıldızların çevresi ile merkezinin iki ayrı kader çizgisi takip edeceğini belirtmiştik. Yıldız çevresi “kırmızı dev” haline gelirken merkez ise “beyaz cüce” haline küçülmüştü. Bu arada merkezde sıkışmanın sonucu olarak sıcaklık da artmıştı (100 milyon derece üzeri). Hidrojenin helyuma dönüşmesi için 10 milyon derece gibi sıcaklık yeterli oluyordu. Halbuki büyük elementlerin yaratılması için daha büyük bir eşik enerjilerine ihtiyaç duyulur. Helyum atomları karbona ve daha büyük elementlere dönüşmesi için yüz milyon derece sıcaklığa ihtiyaç vardır. Yıldızların merkezinin elementlerinin yaratılma merkezleri olduğunu tekrar hatırlatalım. Vücudumuzda yer alan oksijenden demire kadar tüm elementler bir zamanlar yıldızların milyonlar derece sıcaklığında yaratıldı. Şu halde bizler bir tür yıldızların çocuklarıyız. Çünkü içimizdeki elementler hep yıldızların o yüksek sıcaklıktaki potasında vücut buldu. Demek ki dünyamız Güneşten kopma bir parça değil. Çünkü Dünyamız yıldızların kırmızı dev dönemini geçirmiş element bakiyelerini bulundurmaktadır. Bu da kafi gelmemekte demirden yüksek civa gibi kurşun gibi elementlerin varlığına baktığımızda demirden yüksek elementleri doğuran “süper nova” patlaması vuku bulmuş olmalı diyoruz. Dünya yakınında vuku bulan (aynı zamanda bir karadeliği doğuran) patlama ile yüksek elementler dünya yüzüne taşındı. Görüldüğü gibi kainatta her şey hayata hizmet etmekte ve bir düzen içinde kemale gitmektedir.

Elementlerin yaratılma serüveni demire kadar devam eder. “Beyaz cüce” yıldız gittikçe soğuyacak. “Siyah cüce” yıldız haline gelecek ve nihayetinde “demirden tabuta” dönüşecek. Kuran’da yer alan “yıldızlar kararınca ve yıldızlar dürülünce” (tekvir süresi) hükümlerinin bir manası yıldızların “siyah cüce” halini alması ile ilgili olabilir. Demir haline dönüşüm, elementlerin yaratılmasının son durağıdır. Onun için çoğu gök taşları yıldız artıkları olduklarından, maddeleri çoğunlukla demirden ibarettir. Hadid Sûresi’nde şöyle buyurulur: ‘Ve kendisinde çetin bir sertlik ve insanlar için (çeşitli) faydalar bulunan demiri de indirdik…” (âyet, 25). Astronomi ile ilgili gelişmeler, dünyamızdaki demir elementi de dahil diğer ağır elementlerin dış uzaydaki dev yıldızlardan geldiğini söylemektedir. Buna göre bizler maddî vücudumuz itibariyle bir zamanlar bir yıldızın parçasıydık.. Bu, Güneşimizden çok daha büyük bir yıldız olmalıydı. Çünkü, astronomik gerçekler, demirin ancak birkaç yüz milyon dereceye varan sıcaklıklarda kâinatın en yüksek fırınları olan Güneşten çok daha büyük yıldızların fabrikalarında imal edildiğini söylüyor. Halbuki Güneşimiz 15 milyon derece reaktör sıcaklığı ile büyük elementleri üretemeyecek kapasitede bulunuyor.

Yıldızda hidrojenden demire kadar süren yolculukta yıldızdan dışarıya enerji verilır. O enerji ile yıldız “hayatta” kalır. Halbuki demirden daha büyük elementlerin yaratılması dışarıdan enerji isteyen süreçlerdir. Büyük elementlerin yaratılması için çok daha yüksek enerjiye ihtiyaç duyulur. Bu da ancak “Süpernova” patlamaları adı verilen evrenin en büyük kozmik olaylarında mümkün olur.

Şimdi bizi ilgilendiren Güneşten çok daha büyük yıldızların sonunun nasıl olacağıdır. Örneğin Güneşten en az 10 kat daha büyük yıldızların sonuna bakalım. Olmazlar olacak, Güneş’ten tam yirmi kez büyük kütleli bir yıldızın merkezi bir şehir kadar küçülecektir. Merkezde hidrojenin bitip de yıldız çekirdeğinin ağırlığının altında ezildiği; ezici çekim gücü, 10 üzeri 10 gibi bir değere ulaştığı dönemde yıldızda çekim gücü tek başına hakim hale gelecektir. Mekân-zaman sürekliliği içinde yıldız merkezi, evrende gözden kaybolur. O noktada uzay “delinmiştir.” Yıldız artık bir “karadelik“haline gelmiştir.

Yıldızın karadeliğe dönüştüğü süreçte adeta bu geçişi-dönüşümü (başka bir aleme geçişi) kutlayan bir hadise yaşanır. Evrenin bu en muhteşem ve muazzam olayının adı “Süpernova patlaması”dır. Gökyüzünün bu en muhteşem şehrayininde yıldız, dış kısmının parçalarını ta 1000 ışık yılı kadar uzaklara fırlatabilir. Bir kaç gün tüm devam eden parlama, galaksi içinde her taraftan gündüz bile görülebilecek keyfiyettedir.

GALAKSİ MERKEZİNDE SÜPER KARADELİK

Galaksi çapında Kıyamete yol açabilecek karadelik aslında galaksinin merkezinde bulunuyor. Galaksimizin güneşi diyebileceğimiz ve galaksinin çekim merkezi ve odağı süper karadelik hakkında neler biliyoruz? Hayat yeryüzünde sorunsuz bir şekilde devam ederken aslında galaksimizin merkezi kainatın en şiddetli olaylarının cereyan ettiği yerlerdir.

Astronomik olarak bakışlarımızı Samanyolu’nun merkezine çevirdiğimizde orada olağanüstü hareketlilik dikkatimizi çeker. Burada neler oluyor acaba? Oradaki gaz ve toz bulutları ve hatta yıldızlar neden öyle olağanüstü süratte dönüyorlar? Samanyolu merkezindeki gök cisimlerinin beklenenin çok çok üzerindeki süratlerinin kaynağı ne olabilir ki? Bu hıza göre onlar uzaya fırlamalıydılar.

Orada çok büyük bir çekim odağı olduğu belli. Hiç bir büyük kütleli yıldız bu sürati sağlayamayacağına göre orada bir karadelik bulunuyor. Ama ışınlar yolu ile karadelikleri inceleme yolu kapalı. Yapmamız gereken karadeliğin etrafındaki gök cisimlerinin davranışlarından dolaylı olarak karadeliği araştırma yoluna gitmek.. Pekala ama ne var ki yoğun gaz ve toz kümeleri karadeliğin cisimlere uyguladığı etkileri de gözlemlemeyi zorlaştırıyor.

Bunun üzerine araştırmacılar Kızıl ötesi ve Röntgen ışınları spektroskopisi ile işe koyuldular. “Astronomi ile ilk uğraşmaya başladığımda galaksimizin merkezinde süper kütleli bir kara delik olacağını hiç düşünmemiştim’’ diyordu ünlü Astronomi bilim adamı Prof. Andrea Ghez. Andrea çalışmalarını derinleştirmek için Hubble’dan daha güçlü bir teleskop kullanma ihtiyacı duydu. Kullandığı “The Cap Teleskop’’ 4570 metre kadar yükseklikte Marokea dağında çalışmaya başladı. Kep teleskobu dünyadaki en büyük bir optik teleskop. 32 ft çapında bir aynası var. 36 parça aluminyumla kaplanmış ve çok iyi cilalanmış camdan meydana geliyor.

Yeni teleskop, fotonlar çok daha iyi ve yoğun bir şekilde toplayabiliyor ve çok detaylı şeyleri görmeye imkan veriyor. Astronom Andrea Ghez, teleskobunu Samanyolu’nun kalbindeki yıldızlar üzerine odakladı. Oradaki bir kısım gök cisimlerinin hızları saniyede 1000 km. Bu merkezden uzakta kalan yıldızlarınkine göre çok yüksek bir hız değeri. Gözlenen yıldızlar, galaksinin merkezine 200 ışık yılı mesafede. Saniyede 1000 km hızla hareketi ancak merkezdeki kütlenin güneşten 2 milyon defa daha büyük olması ile mümkün olabilir.

Araştırmalar derinleştikçe sadece Samanyolu galaksinin değil, diğer galaksilerin merkezinde, tam kalbinde kara delik bulunduğu gerçeği ortaya çıktı.

Galaksi merkezindeki karadelikler, “süper kütleli karadelik” adını alıyor. Bir kaç milyon güneş kütlesindeler. Güneş nasıl gezegenlerle birlikte bir sistem meydana getiriyorsa, merkezi karadelikler de galaksiler için bir merkez, çekim odağı durumundalar. Samanyolu merkezindeki Karadelik aktif durumda. Etrafındakileri durmadan yutmaya devam ediyor. Gitgide büyümekte çekim alanı ve tesir sahası gittikçe artmaktadır. Tüm galaksinin sonunda bir karadelik halini alması ihtimalinden söz edilmektedir. Bize yaklaşan (ileride iki galaksi birleşecek) Andromeda galaksisinin merkezi aktif değil. Yani etrafında şimdilik yutacağı gök cisimleri yok. Bunlara aktif olmayan süper kütleli karadelik deniyor.

 KIYAMET MAKİNASI KARADELİKLER

Karadeliklerin en bariz dikkat çeken özelliği “başka uzaylara” kapı açılmasıdır. Aynı zamanda karadelikler bir kıyamet makinası gibi çalışırlar.

Kâinat, mükemmel bir düzen ve âhenk içinde birbirine bağlı hareket eden milyarlarca gök sistemine ev sahipliği yapar. Bu muhteşem düzeni bozacak ve çekim gücü dâhil diğer kuvvetleri tesirsiz hâle getirecek, gezegen ve yıldızları yörüngesinden çıkararak, her şeyi alt üst edebilecek zâhirî bir sebep veya kuvvet ne olabilir?

Tekvîr Sûresi’nin “Güneş dürülüp söndürüldüğü zaman… Yıldızlar kararıp düştüğü zaman… Gök yerinden soyulup koparıldığı zaman…” mealindeki âyetlerini mevcut kozmoloji bilgilerimize göre düşünürsek, Güneş’i dürecek, yıldızların ışığını dahi yutup onları fonksiyonsuz hâle getirip düşürecek sebep, karadelikler olabilir mi?

Karadelikler çekim gücü, dünya üzerinde dengelerin bozulmasına sürekli devam eden depremlere yol açabilir. Karadeliklerdeki çekim tesiri dağları uçabilir. Depremlerle arzın altındaki ateş ve lâvlar yeryüzüne çıkarken ortaya kıyameti andıran bir manzara ortaya çıkacaktır. Önceki yazılarımızda şiddetli ve devam eden depremler sonucu oluşacak kıyamet senaryolarından söz etmiştik. Şimdi ise, kozmozun en büyük bir gerçeği karadeliklerin yol açabileceği evren çapındaki kıyametten söz ediyoruz.

Genel İzafiyet Teorisi’ne göre, düz uzay-zaman bir kâğıt gibi dürülebilir, buruşturulabilir. Karadeliklerin çekim kuvveti, cazibe ipleri ile hassas bir şekilde birbirine bağlı olan yıldızların yerlerinden düşmesine sebep olabilir. Nasıl ki bir file ağı, üzerine konan ağır cisimlerce eğip bükülebiliyorsa, adına sema dediğimiz uzay-zaman ağı da içine “oturmuş” sonsuz ağırlık mânâsına gelen karadelikler tarafından o bölgede eğilip bükülebilir, hattâ yırtılarak delinebilir. Bu, karadeliklerin belirgin bir özelliğidir. Bunun bir muhtemel açıklaması, fizik kanunlarının geçerliliğini kaybetmesiyle o bölgede fizik ötesi âlemlere kapı açılması olabilir. Uzay-zaman denen fizikî kâinat (sema), hem sağlam bir yapıda hem de “çatlaksız” olduğu Yüce Beyan’da açıkça anlatılır: “Gözünü bir çevir göğe bak, bir çatlak görebilir misin?” (Mülk, 67/3). Ancak kıyametle ilgili âyetlerde, semada çatlamanın vuku bulacağı sürekli tekrarlanır. “Gün gelir, yeryüzü başka bir yere, gökler de başka göklere çevrilir.” (İbrahim, 14/48), “Gök yarılır, o gün zaafa düşer.” (Hakka, 69/16) ve “(Kıyamet) günün(ün) şiddetiyle gök bile çatlar.” (Müzemmil, 20/18) mealindeki âyetlerden, bu gökteki “çatlaklar“la yeni âlemlerin kapı açılacağı neticesini çıkarabiliriz.

Geometrik çekim dengesinin bozulmasıyla –Genel Relativite’nin de ispatladığı üzere– göklerin uzay-zaman düzlüğü Kur’an’a ait ifadeyle, dürülebilir ve bir kağıt gibi buruşturulabilir, yıldızlar yerinden düşer. Çünkü gök cisimleri cazibe ipleri ile hassas bir şekilde birbirine bağlanmıştır. Karadeliklerin müthiş çekimi bu dengeleri alt üst edebilecek kuvvettedir. Karadelikler konusunda Dünya’da ileri derecede uzmanlaşmış birkaç kişiden birisi olan Stephen Hawking, “Zamanın Kısa Tarihi” adlı eserinde, kainatımızda “görülen” yıldızlardan daha fazla karadeliğin mevcut olduğunu belirtir. Hatırlayalım ki, sadece bizim galaksimizde 400 milyar görünen yıldız var! Bu durum tabii ki, ilim adamlarını “Acaba kıyamete bir adımlık mesafe mi kaldı? Siyah deliklerde kaybolan madde, ısı, ışık nereye gidiyor? Bunlar gerçekte yokluğa mı gidiyor?” diye de sormak mecburiyetinde bırakıyor.

FİZİK ÖTESİ DÜNYALARA AÇILAN KAPILAR

Uzay demek “mekan” demektir ki, yıldızın kendi mekanını yutması fezanın en hayret verici olayı olarak bilinir. Üstelik orada zamanın “donarak” durması, Karadeliklerdeki tekilliğin en belirgin ve şaşırtıcı özelliklerinden birisi olarak kabul edilir. Düşünün ki, bir yıldız, kendini, kendi ışığını, kendi hacim, yer ve zamanını yutmakta, bambaşka bir keyfiyete bürünmektedir. Yıldız kendini ve yuttuklarını belki de bir başka alana; karşımıza fizik ötesi farklı boyut ve evrenler bilimin gündemine girmiş demektir.

Bu fizik ötesi boyut ve uzayların Kur’an’da sözü edilen ahiret âlemleri olabilir mi? Karadeliklerde zamanın durması ya da farklı bir keyfiyete bürünmesi ebediyet kavramını hatıra getirmekte, sonsuz uzayları ya da ahiret ve gayp âlemlerini gündemimize sokmaktadır. Vakıa suresinin 75. ayetinde “yıldızların mevkileri ve yerleri” üzerine yemin edilir. Yıldızın kendisine değil “yıldız yerlerine” vurgu yapılması Karadeliklere işaret olabilir. Nitekim izleyen ayette “bunun ne büyük bir yemin olduğuna” dikkat çekilmesi de Karadeliklerin öteki dünyalara geçit veren “gök kapıları” ile ilgili olmasını hatıra getirmektedir. Karadelikler mukaddes kitaplarda sözü edilen ahiret âlemlerine açılan kapılar olması bir yana, bu keşifler, mevcut fizik yasalarının ördüğü “hapishane” ile sınırlı olmadığımızı ve kainatın sadece maddi dünyalardan ibaret kalmadığını gösteren örnekler olmaktadır.

SEMA KAPILARI

O gün semayı, kitap sayfalarını dürer gibi düreriz. Sonra onu, ilk yaratılışa nasıl başladıysak öyle iade ederiz. Bu bizim vaadimizdir; şüphesiz yerine getireceğiz.” (Enbiya, 21/104). Bu ayetten kıyametin kainatı, gökleri de içine alan bir olay olduğunu anlayabiliriz. Kur’an-ı Kerim’de “semanın görünmez kapıları”na dikkatimiz çekilir. Kapılar geçit yerleri olduğuna göre, “sema kapıları” ifadesini; başka uzay-zamana, farklı boyut ve kainatlara geçit noktaları olarak anlamak mümkün müdür? Bir türlü çıkamadığımız kainatın dışına nihayet çıkabilecek bir kapı bulduklarını düşünen astrofizikçilere göre de, Karadelikler bir uzay-zaman kapısıdır. Kur’an’ın rehberliğinde kainattaki sırlara yorum ve açıklama getiren Bediüzzaman’a göre gökteki yıldızların bir kısmı ahiret âlemlerine bakmaktadır.

UZAY AĞI

Uzay gerilmiş bir ağa benzetilebilir. “Çevir de gözünü semaya bak, bir çatlak, kusur görecek misin?” (Mülk, 67/3) âyeti uzay-zaman ağının son derece sağlam örüldüğünün de işareti olsa gerek. Ağ, üzerine konan ağır cisimlerce eğip bükülüyorsa, adına sema dediğimiz uzay-zaman ağı da içine “oturmuş” bulunan büyük kütleli gök cisimlerince öylesine eğilip bükülür. Karadelik sonsuz bir ağırlık anlamına gelmektedir. O bölgede uzay-zaman ağı “eğilip bükülmekle” kalmaz, adeta yırtılıp çatlamakta, daha uygun bir tabirle “delinmektedir”. Delinmenin anlamı fizik kanunlarının geçerliliğinin kaybedilmesi, o yörede fizik ötesi âleme kapı açılmasıdır. Karadeliklerin tesir sahasını bir “huni” şeklinde tasvir edebiliriz. Bu bölgenin en geniş sınırı “olay ufku”dur. Bir de çekim tesirinin olağanüstü arttığı, adeta sonsuz hale geldiği bir bölge vardır ki, burası “huni”nin inceldiği uç kısmı teşkil eder ve “tekillik” (singularite) adını alır. Tekilliğin ötesi farklı kanunların geçerli olduğu bir bölgedir.

Bir kısım bilim adamının kanaatine göre Karadelikler, kendi varlığı ve öz hacmi ile kendi “dışına” taşmakta; “uzay-zamanı” da beraberinde götürerek bizim âlemimize benzemeyen “farklı” bir âleme geçiş kapısı görevi görmektedir. Kozmoloji ile ilgili eserlerinden tanıdığımız ünlü fizikçi Paul Davies bu konuda: “Uzay, çok karmaşık bir şekilde ‘zamana’ bağımlıdır. Uzayın ‘gerildiği ve büküldüğü’ gibi, zaman da gerilir ve bükülür.” demektedir. Zamanın “donarak” ebediyen durması, Karadeliklerdeki tekilliğin (singularite) en belirgin özelliğidir. Zamanın durması, zamanın “sabit” kalması; fizik kanunlarının geçerliliğini kaybederek; uzayın bütün öz ve özelliğini yitirmesi ve yepyeni bir başka kainat’ın içine girilmesi demektir. “Orası” bizim evrenimize hiç benzemeyecek, zaman, madde ve boyutlar farklı keyfiyete bürünecektir. Alıştığımız değer birimlerine sığmayacak özelliklere, fiziğin dar kalıpları ile açıklama getirmek zor görünüyor.

Gelişen bilim, madde ve uzay konusunda yepyeni kavramlar getirdi. Önceleri maddenin bu kadar kısa ömürlü olacağı kimsenin hatırına gelmemişti. Madde gibi zaman dediğimiz sürecin Karadelik çekimiyle başka bir akışa girmesinin sonsuz ve farklı boyutta dünyaları gündeme getireceği tahmin edilemezdi elbette.. Dokunulmazlığı olan ve âdeta ilahlaştırılan fizikî prensiplerin Karadeliklerde alt üst olacağı tahmin edilemezdi. Bu kainat niçin yaratıldı ve niye yok ediliyor? Beklenen Karadelik kıyametinden sonra yeni bir yaratılış var mı? Bu konular artık astronomi merkezlerinde de yer alan tartışmalar arasında bulunuyor.

Prof. Dr. Osman Çakmak

Güneşin Batıdan Doğması, Depremler ve Kıyamet

Basında sık sık gündeme gelen konulardan birisi de kıyametin kopması ve tarihi ile ilgili konular. Son günlerde basında Maya takvimi ne göre 21 Aralık’ta kıyamet in kopacağı söylentileri var. Peki kıyamet tarihinin bilinmesi mümkün mü? Biz o konuyu sonraki yazımıza bırakarak, öncelikle kıyamet nasıl kopacak sorusuna cevap arayalım. Yüce Kuran’da kıyametin yakın olduğu haberi verilir ve kıyamet esnasında vuku bulacak olaylara dikkat çekilir. Şimdi gelişen bilimler, Kuran’ın haberlerini daha ayrıntılı yorumlama imkanı veriyor. Özellikle Karadeliklerin yol açacağı kıyamet ihtimalleri dikkat çekiyor.

DEPREMLER VE KIYAMET

Depremler, Güneş ve Ayın çekim etkisiyle birleştirilmeye çalışılır. Bu konuda bilimsel araştırmalar da vardır; ama henüz bir kaideye bağlandığı söylenemez. Ay ve Güneş tutulmasıyla denizde 7-8 metreye kadar yükselme olabiliyor. Karalarda vuku bulan yükselme ise 35-40 cm kadardır. Bunun depremi tetikleyici bir unsur olduğu düşünülüyor. Karadelik çekim etkisi çok daha şiddetli bir depreme yol açabilir. Örneğin 12 veya 15 şiddetinde meydana gelebilecek depremleri düşünün.

Bugüne kadar dünyada tespit edilmiş en büyük deprem 9.2 şiddetindedir. Ve bu şiddette bir depremin gerçekleştiği bölgede, çok kısa bir süre içerisinde büyük bir felaket ortaya çıkar. 12 ya da 15 şiddetindeki depremlerle ise neler yaşanacağını anlatmak kolay olmayacaktır.

Kur’an, kıyamet günü yaşanacak olaylara dikkat çeker. Dünyada o güne kadar eşi benzeri asla gerçekleşmemiş şiddetteki sarsıntılar, dehşetli olaylar silsilesi halinde anlatılır. Birer kazık gibi yerleşerek yeryüzünü şiddetli depremlere karşı koruyan dağların elbette bu sarsıntıya karşı dayanamayacağı; yerlerinden oynayarak altındaki toprakla birlikte kaymaya başlayacağı açıktır. Kur’an’da o gün dağların hareketlenişini ayetler şöyle anlatır:

Ve dağlar (yerlerinden oynatan) bir yürüyüşle yürür.” [1]

Dağlar yürütülmüş, artık bir serap oluvermiştir.”[2]

Dağları yürüteceğimiz gün, yeri çırılçıplak (dümdüz olmuş) görürsün; onları bir arada toplamışız da, içlerinden hiçbirini dışarıda bırakmamışızdır.”[3]

Kur’an’da dağların kıyamet gününde alacağı şekil şöyle anlatılır:

“(Öyle) Bir gün ki, yeryüzü ve dağlar titremeye tutulur ve dağlar, göçüveren bir kum yığını olur.”[4]

Dağlar parçalanıp da toz duman haline geldiği zaman.” [5]

Yine Kur’an’ın haberine göre, dağların parçalanarak çökmesinden sonra yeryüzü hiçbir tümseği olmayan bir düzlüğe dönüşecektir:

Sana dağlar hakkında soruyorlar. De ki: ‘Benim Rabbim, onları darmadağın edip savuracak. Yerlerini bomboş, çırılçıplak bırakacaktır. Orada ne bir eğrilik göreceksin, ne de bir tümsek.” [6]

Yeryüzünün büyük bir bölümü dağlarla kaplıdır ve bunların yerlerinden sökülüp devam eden şiddetli ve sert çarpışmaları, kaya ve sert kütleleri un ufak toz haline getirebilir. Yerin altının üstüne gelmesi ile organik kısmı tamamen yanan ve kül olan yeryüzünde, sarsıla sarsıla ince elenmiş hale gelen toprak yeryüzüne yayılır.

DENİZLER BİRLEŞECEK

Bir ateş küre üzerine oturduğumuzu hatırlayalım. Atmosferi meydana getiren gazlar yer çekimiyle arza tutunmaktadır. Suları kaynatacak, dünyaya tutunmuş olan atmosfer gazlarını çekip götürecek etkilerden birisi de karadelik çekim kuvveti olabilir. Kıyamet sürecinde denizlerin birleşeceği ve buharlaşacağı da haber verilmektedir. Ayetlerde “O, sizi çalkalamasın diye yeryüzüne büyük dağlar koydu” [7] “Yer, bütünüyle sallanıp paramparça edildiği zaman,” [8] “Denizler birleştiği (birbiri içine girdiği, kaynaştığı) zaman”[9] buyrulur.

Yeryüzü tabakasını bir arada tutmak için direk ve çivi görevi gören dağların giderek artan sayı ve şiddetli depremlerle, zelzelelerle yerinden oynaması, hareket etmesi, çökmesi, parçalanması sonucunda dağlar bu koruyuculuk görevini yapamayınca dörtte üçü sularla kaplı dünya yüzeyindeki sular yer değiştirecek, denizler birbirine karışacaktır.

Hz. Peygamber (a.s.m.), “Denizin altında ateş, ateşin altında ise deniz vardır”[10] buyurmuştur. Hadiste, “ateş” ifadesiyle yerin altındaki sıcak tabakaya, “(ikinci) deniz” ifadesiyle de kıpkırmızı ateş sıvısı halinde akmakta olan magma tabakasında işaret edilmiş olabilir. Öteden beri sıvı (mayi) maddeler su ile temsil edilmiştir.

Böylece “Yer, şiddetli sarsıntı ile sallandığı, içindekileri dışarı attığı zaman”[11] ayetinin de işaret ettiği üzere, kıyamet sürecinde değişen kuvvet dengelerinin sonucunda olabilecekleri şu şekilde açıklayabiliriz:

Yerin her tarafının çatlama, çökme ve kırılmasının sonucunda denizleri aşmaktan koruyan dağlar yer değiştirecek ve dağılması sonucu tüm denizler birleşecektir. Yer altındaki sıcak magma tabakasının denizlerle birleşmesi sonucu denizler kaynamaya, fışkırmaya başlayacaktır. Denizlerin Yanması Karadeliğin çekim etkisi dağları uçurabilir ve dağların uçmasıyla yerin altındaki ateş ve lavlar ortaya çıkabilir. Büyük depremler meydana gelebilir. Kıyamet esnasında Kur’an’ın bildirdiği gibi yer, ağırlıklarını dışa atacak. Belgesel programlarında yerin altındaki yaklaşık 4.500 derece sıcaklığındaki lavların denizin içindeki çıkışını seyretmiş olanlar, bu kızgın maddenin deniz suyunda oluşturduğu dehşetli manzaralara şahit olmuşlardır. Oysa kıyamet günü gerçekleşecek olan görüntünün, bu manzaradan çok daha farklı, tüm yeryüzünü içine alan dehşet verici bir manzara olacağını Kur’an’ın mesajından anlayabiliriz.

Yer altıyla deniz altında bulunan petrol ve doğalgazların da açığa çıkması ve magma ateşiyle birleşmesi sonucu her tarafta kendini gösteren alev alev yangınlar içinde ısınan su, fokur fokur kaynamaya vesile olabilir. Hawaii kıyalarında sığ deniz tabanında açığa çıkan lavların suyu nasıl ısıtıp kaynattığını belgesellerden izlemekteyiz. Ayetlerde haber verildiği gibi, “yerin altının üstüne çıkması,” kıyamet sürecinin belli bir zaman diliminde, deniz tabanlarındaki çok büyük alanlardan açığa çıkacak olan o müthiş sıcaklıktaki lavların, göllerin, denizlerin, okyanusların kaynamasını ve buharlaşmasını sağlayabilir:

Denizler kaynayıp buharlaştığı zaman.” [12] Kıyametin gerçekte nasıl vuku bulacağı, elbette o fiillerin sahibi ve bu alemi dizgini elinde olan Rabbimizin ilmindedir. Biz sadece mevcut bilgilerimiz ışığında bazı yaklaşım ve tahminlerde bulunmaktayız.

GÜNEŞİN BATIDAN DOĞMASI VE KIYAMET

Başka bir gezegen veya bir kuyrukluyıldız, dünyaya çarparak kendi ekseni etrafındaki dönme yönünü değiştirebilir mi? Batıdan doğuya doğru olan Dünya’nın dönme yönü, bu defa doğudan batıya yön değiştirebilir mi?

Böyle bir çarpışma olayı, Dünya’da büyük bir yıkıma yol açabileceği gibi ayrıca dünyanın dönme yönünü de değiştirebilir. Nitekim geçtiğimiz yıllarda Jüpiter gezegenine böyle bir kuyrukluyıldızın çarpmasıyla gezegenin dönme hızında azalma meydana geldiği tespit edildi.

Venüs gezegeni ise diğerlerinin aksine, ters yönde dönmektedir. Venüs’te Güneş, batıdan doğmaktadır. Venüs’ün atmosferindeki yoğun kaya ve tozdan oluşan tabakanın muhtemel bir çarpışma sonucu oluştuğu tahmin edilmekte ve aynı sebepten tersine dönmeye başladığı ileri sürülmektedir. Venüs gezegeninin 1 günü, 1 yılından daha fazladır. Yani Venüs, Güneş çevresinde, kendi çevresinde dönüşüne göre daha hızlı döner. Venüs her açıdan sırrını koruyan bir gezegen olmaya devam ediyor.

Risale-i Nur eserlerinin müellifi Bediüzzaman Said Nursî, kıyamet esnasında Dünya’nın ters dönmeye başlamasını ve dolayısıyla Güneş’in batıdan doğuşunu böyle bir ihtimale bağlar: “Küre-i Arz kafasının aklı hükmünde olan Kur’an, onun başından çıkmasıyla zemin divane olup izn-i İlahî ile başını başka seyyareye çarpmasıyla hareketinden geri dönüp garbdan şarka olan seyahatini, irade-i Rabbanî ile şarktan garba tebdil etmekle Güneş garbdan tulûa başlar. Evet, arzı şems ile, ferşi arş ile kuvvetli bağlayan hablullah-il metin olan Kur’an’ın kuvve-i cazibesi kopsa; küre-i arzın ipi çözülür, başıboş serseri olup aksiyle ve intizamsız hareketinden Güneş garbdan çıkar. Hem müsademe neticesinde emr-i İlahî ile kıyamet kopar diye bir te’vili vardır.”

“Kıyametin gerçekleşme şekli ne şekilde ve nasıl olursa olsun; Kur’an’ın sürekli vurgu yaptığı gibi; ‘Eğer Dünya’nın ecel-i fıtrîsinden evvel, ezelî iradenin izni ile haricî bir maraz veya muharrib bir hadise başına gelmezse ve onun Sâni’-i Hakîm’i dahi fıtrî ecelden evvel onu bozmazsa, herhalde hatta fennî bir hesap ile bir gün gelecek ki: ‘Güneş dürülüp toplandığında, yıldızlar döküldüğünde, dağlar yürütüldüğünde’ (13) manaları ve sırları, Kadîr-i Ezelî’nin izni ile tezahür edip o Dünya olan büyük insan sekerata (ölüm dakikaları) başlayıp acib bir hırıltı ile ve müthiş bir ses ile fezâyı çınlatıp dolduracak, bağırıp ölecek; sonra emr-i İlahî ile dirilecektir.”[14].

Prof. Dr. Osman ÇAKMAK

cakmak.osman@gmail.com

Kaynaklar:

1. Tur Suresi, 10.

2. Nebe Suresi, 20.

3. Kehf Suresi, 47.

4. Müzzemmil Suresi, 14.

5. Vâkıa Suresi, 3-4.

6. Ta Ha Suresi, 105-107.

7. Nahl Suresi, 15.

8. Fecr Suresi, 21.

9. İnfitar Suresi, 3.

10. Ebu Davud, c. 11, s. 3883.

11. Zilzal Suresi, 1-2.

12. Tekvir Suresi, 6.

13. Tekvir Suresi, 1-3.

14. Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Söz Basım Yayın, İstanbul 2008, s. 717.