Etiket arşivi: ramazan özel

Ramazan Arifesi

Günlerden mübarek Mevlit kandiliyle, hızla geçtik
İşte kutsi nurlu nurani Şaban ayı Recep ayı dedik
Ragayibi ettik eda, çıktık Miraca, Beratı gözledik
İlk teravihe şükür kavuştuk, biz ramazanı özledik

(Ramazan -2015)

Geçti yine on bir ay, işte Ramazan’ın arifesi
Şaban ayının batıyor güneşi, büyüdü gölgesi
Yayılıyor dalgalar, geliyor Ramazan’ın sesi
Bağlanacak şeytanlar, susturalım zalim nefsi

(Ramazan -2015)

Bekir Özcan-Borborunbekir

www.NurNet.org

Ramazan-ı Şerifiniz Mübârek Olsun!

Ramazan ayı maddî ve manevî birçok güzelliklerin bir arada yaşandığı, güzel duygu ve hissiyatın öne çıktığı mübârek bir aydır.

Rahmet, bereket ve mağfiret ayı olan Ramazan ayı dini açıdan taşıdığı önemle birlikte mü’minler arasında sosyal açıdan da yardımlaşma ve dayanışmanın en yüksek olduğu aydır.

Bediüzzaman Hazretleri, Orucun sosyal ve içtimaî hayata verdiği önemi hakkında şöyle buyurur:

“Oruç, hayat-ı içtimaîye-i insaniyeye baktığı cihetle çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki: İnsanlar maişet cihetinde muhtelif bir surette hâlk edilmişler. Cenâb-ı Hak, o ihtilâfa binaen, zenginleri fukaraların muavenetine dâvet ediyor. Hâlbuki zenginler fukaranın acınacak acı hâllerini ve açlıklarını, oruçtaki açlıkla tam hissedebilirler. Eğer oruç olmazsa, nefisperest çok zenginler bulunabilir ki, açlık ve fakirlik ne kadar elîm ve onlar şefkate ne kadar muhtaç olduğunu idrak edemez. Bu cihette insaniyetteki hemcinsine şefkat ise, şükr-ü hakikînin bir esasıdır. Hangi fert olursa olsun, kendinden bir cihette daha fakiri bulabilir; ona karşı şefkate mükelleftir. Eğer nefsine açlık çektirmek mecburiyeti olmazsa, şefkat vasıtasıyla muavenete mükellef olduğu ihsanı ve yardımı yapamaz, yapsa da tam olamaz. Çünkü, hakikî o hâleti kendi hissetmiyor. 1

Cenâb-ı Allah (cc) bu dar-ı dünyada geçim cihetiyle kimi insanları zenginlikle, kimini de fakirlikle imtihana tabi tutar. Zengin mü’minler ibadetle birlikte muhtaç ve fakir insanlara şefkat elini uzatmakla mükelleftirler. İnsanlara hatta bütün varlıklara acımayanın, Allah’ın rızasını kazanması da mümkün değildir.

“Ben fakir insan bulamıyorum ki bir sadaka vereyim” diyerek,  herkesi zengin zanneden, kimseye yardım elini uzatmayan zenginler vardır.  Oysa, herkes kendinden bir cihette daha fakiri bulabilir.

Zekât ve sadaka vermekten imtina edip; Sa’lebe’nin durumuna düşmeden, daha hayatta iken malın zekâtını verelim. Yoksa, bu mallar bir şekilde bizden fazlası ile alınır, biz de fakir ve acınacak hale düşebiliriz. Veya, emanetçisi olduğumuz mallar, hayırsız evlâtlar tarafından çar çur edilip, ne bize, ne de evlâtlarımıza fayda sağlamadan elimizden çıkabilir.

“Ben fakir göremiyorum” diyenler, çöplerden ekmek toplayanlara; bir kap yemek için sosyal yardımlaşma vakfı önünde bekleyenlere; iş umudu ile gurbete gidip, iş bulamayıp sokaklarda, otobüs terminallerinde sabahlayanlara bir baksalar, memlekette fakir var mı, yok mu göreceklerdir.

“Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir.” İnsanlar arası yardımlaşma ve dayanışmayı en güzel ifade eden Peygamberimizin (asm) bu Hadis-i Şerifleri bizlere en güzel rehber olsa gerek. Keza, ikinci Halife Hz. Ömer (ra) yiyeceği olmayan aç bir aile için sırtına aldığı un torbası, yardımlaşma ve dayanışmanın önemini bize anlatmaktadır.

Sosyal yardımlaşma ve dayanışma, öncelikle bireyin toplum karşısında sorumluluğunu bilmesiyle başlar. Hele Müslüman toplumu içerisinde yardımlaşmanın vasıtası olan zekât İslâm’ın köprüsüdür, yardımlaşma onunla sağlanır. Hatta asayişi sağlayan unsurlardan biri de zekâttır. Zengin zekâtını verdiği zaman, fakire karşı bir merhamet besler, fakir de  de zengine karşı bir hürmet duygusu uyanır. Böylece toplumda karşılıklı sevgi ve saygı sağlanır. Fertler mutlu, toplum da huzurlu olur. Yoksa  zengin, “ben tok olayım da, başkası açlığından ölürse ölsün, bana ne!” derse o zaman fakir de; zengine karşı kin ve adavet besler, zengini düşman görür, hatta asayişi bozmaya kalkar, memleket dahi huzursuz olur. Dolayısıyla sosyal adâletin garantisi ve huzurun temini için, zekât en güzel vasıtadır.

Sevabın binlere çıktığı Ramazan ayı, zekât ayı olarak bilinmektedir. Bu vesileyle zekât dağıtımında öncelikle dikkat etmesi gereken hususlardan biri, zekâtı muhtaç olan yakın akrabaya, komşuya, borçluya, darda ve müstahak olanlara vermek gerekmektedir.

Zekât, İslâm’ın şartıdır. Sadaka ise onun ziynetidir. Biri malın bereketine diğeri belânın def’ine vesiledir.

Ramazan-ı Şerifiniz Mübârek Olsun!

Rüstem Garzanlı

www.NurNet.org

17.06.2015

Dipnot: 1- Mektubat, 29. Mektup, 3. Nükte.

Geliyor! Müminleri Kurtaran Ramazan

Geliyor Ramazan! Allahın rahmet eli,

Onla çoğunda def olacak günah seli,

Ramazan da deli olabiliyor veli,

Çünkü istiğfar günahı siler o belli.

 

Akıllıya büyük hazinedir Ramazan,

Ramazan âbide, sevap verir  her zaman,

Mü’min  sevap yapmaya koşar durmadan,

Çünkü  insan hesap gününe koşar her an.

 

Şuurlu olan niye  geldiğini bilir,

O günahlarına ağlar ve temizlenir,

Zamanın   günahları nefsine el verir,

Yakıcı  günahlar her taraftan gelir.

 

Allah günahlardan kaçan insanı çok sever,

Ondan halife-i arzı akılla süsler,

Kula aklı hakimse dünyada da güler,

Hele ahirette sonsuz mutluluğa  erer.

 

Âbide Rahman olan Rabbimiz elverir,

Onun yardımıyla hayırlar durmadan gelir,

Çok çeşit nimetler karşısına serilir,

Mahi Ramazan bunların bi tanesidir.

 

Ramazandır Mümine büyük hazine,

Ne mutlu ona bu aya kıymet verene,

Ondan zevk alamaz  boşa çalanlar çene,

Çünkü o İslamdan kalmıştır bigane.

 

Mü’min der ah! Ne zaman Ramazan gelecek,

Mübarek ayı, durmadan iple çekecek,

İmansız, Müslüman olsam aç kalmam gerek,

Bilmez ki onu imtihan ediyor felek.

 

Zavallı şükretmez ki ârza halife olmuş,

Hiç hak etmeden önünde çok ni’met bulmuş,

Hayvan olmamak için ortaya ne sunmuş,

İmansız kalmakla hayvandan beter olmuş.

 

Müslümana büyük şeref verir Ramazan,

Ey Mü’min! Rabbine âbd ol bol sevap kazan,

İbadetini devamlı yap değil bâzan,

Günahkar  ve âteisti bekliyor hazan.

 

Rabbim verdiğin ni’metler için çok şükür,

Şükrümüzü sayarken sesimiz çıksın gür,

Bizi şâkirinden kıl, uzaklaşsın küfür,

Oruç tutma diyenlerin yüzlerine tükür.

 

Rabbim günahtan koru bizi çünkü  Gaffarsın,

Nahoş halımızı setret çünkü settarsın,

Rahmetine dahil et Sen Halikımızsın,

Senden başka kimin nesi var ki lütfetsin.

 

Ramazan dır Mü’minlerin yüksek mi’racı,

Ramazan dır biz Müslümanların baş tacı,

Ramazan’dır dertlilerin eşsiz  ilacı,

Ramazandır Mü’mini zirveye çıkarıcı.

Biz günahkârları ateşte yakma Rabbim…

 

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

İnsan, Ramazan’da Kazancını Bire Bin Arttırır

YEDİNCİ NÜKTE

Ramazan’ın sıyâmı, dünyada âhiret için ziraat ve ticaret etmeye gelen nev-i insanın kazancına baktığı cihetteki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki:

Ramazan-ı Şerifte sevab-ı a’mâl, bire bindir. Kur’ân-ı Hakîmin, nass-ı hadisle, herbir harfinin on sevabı var; on hasene sayılır, on meyve-i Cennet getirir.

Ramazan-ı Şerifte herbir harfin on değil, bin; ve Âyetü’l-Kürsî gibi âyetlerin herbir harfi binler; ve Ramazan-ı Şerifin Cumalarında daha ziyadedir. Ve Leyle-i Kadirde otuz bin hasene sayılır.

Evet, herbir harfi otuz bin bâki meyveler veren Kur’ân-ı Hakîm, öyle bir nuranî şecere-i tûbâ hükmüne geçiyor ki, milyonlarla o bâki meyveleri Ramazan-ı Şerifte mü’minlere kazandırır.

İşte, gel, bu kudsî, ebedî, kârlı ticarete bak, seyret ve düşün ki, bu hurufâtın kıymetini takdir etmeyenler ne derece hadsiz bir hasârette olduğunu anla.

İşte, Ramazan-ı Şerif adeta bir âhiret ticareti için gayet kârlı bir meşher, bir pazardır. Ve uhrevî hasılat için gayet mümbit bir zemindir. Ve neşvünemâ-i a’mâl için, bahardaki mâ-i Nisandır. Saltanat-ı rububiyet-i İlâhiyeye karşı ubudiyet-i beşeriyenin resmigeçit yapmasına en parlak, kudsî bir bayram hükmündedir. Ve öyle olduğundan, yemek içmek gibi nefsin gafletle hayvanî hâcâtına ve mâlâyâni ve hevâperestâne müştehiyâta girmemek için, oruçla mükellef olmuş. Güya muvakkaten hayvaniyetten çıkıp melekiyet vaziyetine veyahut âhiret ticaretine girdiği için, dünyevî hâcâtını muvakkaten bırakmakla, uhrevî bir adam ve tecessüden tezahür etmiş bir ruh vaziyetine girerek, savmı ile Samediyete bir nevi aynadarlık etmektir.

Evet, Ramazan-ı Şerif, bu fâni dünyada, fâni ömür içinde ve kısa bir hayatta, bâki bir ömür ve uzun bir hayat-ı bâkiyeyi tazammun eder, kazandırır. Evet, birtek Ramazan, seksen sene bir ömür semerâtını kazandırabilir. Leyle-i Kadir ise, nass-ı Kur’ân ile, bin aydan daha hayırlı olduğu, bu sırra bir hüccet-i kâtıadır.

Evet, nasıl ki bir padişah, müddet-i saltanatında, belki her senede, ya cülûs-u hümayun namıyla veyahut başka bir şâşaalı cilve-i saltanatına mazhar bazı günleri bayram yapar. Raiyetini, o günde umumî kanunlar dairesinde değil, belki hususî ihsânâtına ve perdesiz huzuruna ve has iltifatına ve fevkalâde icraatına ve doğrudan doğruya lâyık ve sadık milletini has teveccühüne mazhar eder. Öyle de, Ezel ve Ebed Sultanı olan on sekiz bin âlemin Padişah-ı Zülcelâli, o on sekiz bin âleme bakan, teveccüh eden ferman-ı âlişânı olan Kur’ân-ı Hakîmi, Ramazan-ı Şerifte inzal eylemiş. Elbette o Ramazan, mahsus bir bayram-ı İlâhî ve bir meşher-i Rabbânî ve bir meclis-i ruhanî hükmüne geçmek, mukteza-yı hikmettir.

Madem Ramazan o bayramdır. Elbette bir derece süflî ve hayvanî meşagilden insanları çekmek için, oruca emredilecek. Ve o orucun ekmeli ise, mide gibi bütün duyguları, gözü, kulağı, kalbi, hayali, fikri gibi cihazat-ı insaniyeye dahi bir nevi oruç tutturmaktır. Yani, muharremattan, mâlâyâniyattan çekmek ve herbirisine mahsus ubudiyete sevk etmektir. Meselâ, dilini yalandan, gıybetten ve galiz tabirlerden ayırmakla ona oruç tutturmak; ve o lisanı, tilâvet-i Kur’ân ve zikir ve tesbih ve salâvat ve istiğfar gibi şeylerle meşgul etmek; meselâ gözünü nâmahreme bakmaktan ve kulağını fena şeyleri işitmekten men edip, gözünü ibrete ve kulağını hak söz ve Kur’ân dinlemeye sarf etmek gibi, sair cihazata da bir nevi oruç tutturmaktır. Zaten mide en büyük bir fabrika olduğu için, oruçla ona tatil-i eşgal ettirilse, başka küçük tezgâhlar kolayca ona ittibâ ettirilebilir.

www.NurNet.org

Ramazan’da Kuran’ı Yeni Nazil Oluyor Gibi Dinleriz

ALTINCI NÜKTE

Ramazan-ı Şerifin sıyâmı, Kur’ân-ı Hakîmin nüzulüne baktığı cihetle ve Ramazan-ı Şerif, Kur’ân-ı Hakîmin en mühim zaman-ı nüzulü olduğu cihetindeki çok hikmetlerinden birisi şudur ki:

Kur’ân-ı Hakîm, madem şehr-i Ramazan’da nüzul etmiş. O Kur’ân’ın zaman-ı nüzulunu istihzar ile, o semâvî hitabı hüsn-ü istikbal etmek için Ramazan-ı Şerifte nefsin hâcât-ı süfliyesinden ve mâlâyâniyat hâlâttan tecerrüt ve ekl ve şürbün terkiyle melekiyet vaziyetine benzemek ve bir surette o Kur’ân’ı yeni nâzil oluyor gibi okumak ve dinlemek ve ondaki hitâbât-ı İlâhiyeyi güya geldiği ân-ı nüzulünde dinlemek ve o hitabı Resul-i Ekremden (a.s.m.) işitiyor gibi dinlemek, belki Hazret-i Cebrâil’den, belki Mütekellim-i Ezelîden dinliyor gibi bir kudsî hâlete mazhar olur. Ve kendisi tercümanlık edip başkasına dinlettirmek ve Kur’ân’ın hikmet-i nüzulünü bir derece göstermektir.

Evet, Ramazan-ı Şerifte güya Âlem-i İslâm bir mescid hükmüne geçiyor. Öyle bir mescid ki, milyonlarla hâfızlar, o mescid-i ekberin köşelerinde o Kur’ân’ı, o hitab-ı semâvîyi arzlılara işittiriyorlar. Her Ramazan, “O Ramazan ayı ki Kur’an o ayda indirilmiştir” âyetini, nuranî, parlak bir tarzda gösteriyor; Ramazan Kur’ân ayı olduğunu ispat ediyor. O cemaat-i uzmânın sair efradları, bazıları huşû ile o hâfızları dinlerler. Diğerleri kendi kendine okurlar.

Şöyle bir vaziyetteki bir mescid-i mukaddeste, nefs-i süflînin hevesâtına tâbi olup, yemek içmekle o vaziyet-i nuranîden çıkmak ne kadar çirkinse ve o mesciddeki cemaatin mânevî nefretine ne kadar hedef ise, öyle de, Ramazan-ı Şerifte ehl-i sıyâma muhâlefet edenler de o derece umum Âlem-i İslâmın mânevî nefretine ve tahkirine hedeftir.

www.NurNet.org