Etiket arşivi: ramazan özel

Çocuklarla Ramazan Daha da Güzel

image

Kimi hayalî, kimi gerçek anılarla dolu bir yazı…

Ne diyeyim Rabbim? Bilemiyorum. Ruhumdan coşup gelen duygularla doluyum.
… Bir bulut geçse, bir kuş kanat çırpsa, bir yaprak düşse nereye düşer, nereye gider, nereye konar diye merak ediyorum…

Her şey âşikar Allah’ım. İnanan için her şey gözler önünde. Ama yine de gözlerden gizli. Ne de olsa imtihan sırrı. Her şey göz göz olmuş, bana doğru bakarken, benim gözlerim nerede? Nereye çevrili? Işıltılı vitrinlere mi, boş şeylere mi? Gözlerimiz nereye çevrili?
Kur’ân öyle hayretengiz şeylere dikkat çekiyor ki; göklerin direksiz durduğundan haber veriyor. Kuşların gökyüzü boşluğunda ancak Allah’ın izniyle durduğunu söylüyor. Say ki say… Asıl haber bunlar.

Merakı olana yetmez mi? Gözümüzü çevirip bakmak gerekmez mi? Ülfet denilen hastalık yetti, yeter. Her şey Allah’ı anlatırken, bizim dillerimiz neler anlatıyor neler! Sorulacak bir gün dillerimize neler anlattığı, neler söylediği.

Dilimize de oruç tutturmak var bu ayda. En zor oruç da bu olsa gerek Ramazanda…
***

Gelelim gecelerine.
Geceler ki huzur dolu. Ramazanda ışıl ışıl minareler. Ruhumu ateşliyor, tutuşturuyor. Yeni gözler gerek görmek için, gönüllerimizin arındığı ve yıkandığı bu vakitlerde. Gencecik insanlar, babalar, çocuklar, anneler ve küçük kızlar el ele… Hem de neşeyle… Teravih için yollardalar. Camilerin kapılarındalar. Rabbim nasıl da sermişsin rahmetini, nasıl da kucaklamışsın rahmetinle hepsini… Görmek yetmez bunları. Durmak, düşünmek de gerek üstünde.

Hayat ki, geçip gidiyor işte. Kayan bir yıldız gibi gözler önünde. Bir buket çiçek yap, topla bunlardan. Hatıralarının en müstesna köşesinde sakla. Ya da arı gibi bal yap, peteğini doldur. Dem bu dem. Deme “daha erken”. Çek içine bu havayı vakit varken.

Ne masraflar eder, nice zahmetlere katlanıp nerelere gideriz de elimiz bomboş döneriz çok defa. Neden mi? Ruhumuz yoktur yanımızda, kalbimiz yoktur da onun için. Asıl ticaret bu: Allah’ın verdiği bu bereketli vakitleri yine Allah’ın yolunda kullanmak. Ticaretini Allah ile yapan zarar eder mi hiç?

Görmeyenlerin bile kalp gözü ile gördüğü bir dünyada, görenlerin kafa gözünü ibretle bakmak için kullanamamaları ne garip. Gözü olan değil, kalbi olan görüyor.

Meselâ bir çocuk önünüzden geçer gider. Sahi sizin çocukluğunuz değil mi o? Meselâ onun tuttuğu oruç, onun nefsiyle verdiği o eşsiz mücadele… Akşama doğru ezan sesiyle o yüzde beliren neşe… Bir şeyi başarmanın o küçük ruhta meydana getirdiği o büyük sevinç. Sizin çocukluğunuzdan da izler taşımaz mı?

Kendi başına yaşamak yok. Başkalarının da hayatı bizim. Aynalar konuluyor önümüze. Görmek zor değil. Dikkatli olmak yeterli. Şimdi mutluluğu çoğaltmak vakti. Sevinenlerin sevincini paylaşmak vakti. Seyrediyorum ibretle ve hikmetle yaşananları birer birer. Sanki kamera elde, bir film çeker gibi hem de, hassasiyetle…

İşte kaymak satan bir çocuk.
Elinde kaymak tepsisi. Geride kız kardeşi ve abisi.

Nasıl gidiyor satışlar?” diye soruyorum.
Titrek bir ses ve utangaç bir eda ile:
“İyi abi.”
Kazandığınızla ne yapacaksınız?” diyorum.
“Kardeşim bayramlık almak istiyor, onun için çalışıyoruz.”

Bu cevap yetiyor beni düşündürmeye… Hayat bir faaliyet. İster karıncaya bak, ister kaymakçı çocuğa. Bak da ibret al… Bu küçük ruhlar kendi içinde organize olmuş, bir güzel dayanışma dersi veriyorlar.

Bir kare daha geçiyor gözlerimin önünden. Caminin avlusunda dedesi ile küçük bir çocuk yürüyor. Yardım isteyen birine merhametli nazarla bakıyor ufaklık.
“Dede, cebimde param olsaydı hepsini verirdim bu kadına.”
Dedesi bu fırsatı kaçırmıyor. Cüzdanını çıkarıp on lira uzatıyor:
Ver o zaman” diyor.
Sevinçten uçarak gidiyor ufaklık. Dedesinin yanına döndüğünde de bu sevinci paylaşıyor.
“Dede, herkes bir lira verirken, ben on lira verdiğimde ne kadar sevindi kadıncağız. Gözlerinden belliydi.”
Maşallah, aferin sana. Evlâdım, yardımın güzeli, kimse görmeden yapılanı.
İhtiyar bir ders veriyor. Hem torununa, hem de bana…
***

İftar vakti dakikaları sayan çocuklar… Allah’ı seviyorlar, İslâm’ı seviyorlar, orucu seviyorlar. Belli ki seve seve tutuyorlar. Peygamberimizi (asm) ve Kur’ân’ı seviyorlar ve oruçlarını duâlı dillerle açıyorlar.

Rabbim, bunları yaratan Sensin… Bu manzaraları gözler önüne seren Sensin. Görelim, duyalım, ibret alalım diye…
İman denilen o büyük nimet parıldadı mı bir kere insanın içinde, ışıklara da ihtiyaç yok. İmanın nuruyla her yer pür nûr oluyor.
***

Ah camiler, ah minareler, ah ezanlar… Hele de akşam ezanları… Günün bittiğini ilân ederler. Yeni bir sayfa açılır. Dünyamız, tam bu anda sofralarının başında insanları görmek isteyen melekler ve ruhanîlerle dolar.
Ne ilâhî bir manzaradır bu… Aynı anda bir buçuk milyar el suya, hurmaya uzanır Bismillah ile. Emir gelir Rabbimizden orucunuzu açabilirsiniz diye.

Dünyanın en zor işi, mecbur olmadığı halde, sadece ve sadece Allah için aç kalmak ve aç durmaktır. İnanan gönüller ne sıcak, ne de soğuk dinler… Ne kısa, ne de uzun günler dinler… Hepsi vız gelir iman erlerine, Allah’ın mü’min kullarına. Bir emirle yemeyi içmeyi keserler. Bir emirle de oruçlarını açarlar. Emir demiri keser. O emir Allah’tan olunca, kul yemeyi içmeyi birden keser.

“İşte, ilân ediyorum bütün kâinata… Ne varsa yaratılmış bütün mevcudata… Kâinattaki bütün nimetlerin hakiki sahibi Sensin. Ben de senin âciz bir kulunum Rabbim!” der.

Biz tutuyoruz gibi görünsek de orucu, Allah izin verdiği için tutuyoruz aslında. O tutturuyor bize orucu. Hangi ibadet olursa olsun, ancak Allah bize o ibadeti kolaylaştırırsa yapabiliriz. Hastaların, çocukların oruçlarındaki sır da budur işte.

Rabbim, Rabbim, Rabbim… Bu kelimeyi söyleyince her şeyi söylemiş olduğumu hissediyorum. Bin bir güzel ismini “Rabbim” demekle zikrediyorum. Bu duyguyu, bu Ramazanda da bize de yaşattığın için Sana binler şükürler ve hamdler olsun Rabbim…

El-hamdü lillahi rabbi’l âlemin. Rabbim, Rabbim, Rabbim…
Orucun bir dâvetmiş, bir şölen, bir ziyafetmiş. Bu nimetten bizi mahrum etmediğin için Rabbim, şükran hisleriyle dolu içim. Eksilmeyen duâlar dilimde ve devam ettikçe çoğalan şükürler, hamdler var.
***

“Ramazan bitti bitiyor. Oruç mevsimi gitti gidiyor.” diye söyleniyorum. “Nereye gidiyor?” diye soruyor bir çocuk. “Kendine sor.” diyorum. Duraklıyor birden. Cevabını veriyor hemen. İki eliyle kalbini bastırıp: “O gitmiyor, burada.” diyor. Susturuyor bizi bir küçük çocuğun kalbinden gelen büyük bir söz. “Hiçbir yere gitmiyor, o burada.” diyor, iki eliyle kalbini gösteren çocuk.

Ah çocuk, ah çocukluğum… Şimdi hayret sırası bende. Kalbime giriyorum, orada bir şeyler arıyorum. Kaç Ramazan, kaç oruç var orada, kaç hatıra var orada diye… Beyaz gemilere binip çocukluğumun ülkesine yelken açıyorum bu sözle…

Özellikle teravih namazlarında her dört rekâttan sonra getirilen tekbirlere ve salât-ü selâmlara çocukların büyük bir aşkla ve şevkle iştirak ettiğini görmek, hep hayrete düşürmüştür beni. Sevdirilmese Allah, sevebilir mi insan? Söyletmese Allah, söyleyebilir mi diller? Derdine yansız söyleyemeyenler.
“Allahümme salli âlâ, seyyidinâ, Muhammedinin nebiyyi ümmiyyi ve âlâ, âlihi ve sahbihi ve sellim…”

Rabbim, merhametin ne kadar geniş… Rabbim nimetlerin ne kadar çok… Ne diyebilirim, ne isteyebilirim Senden daha Rabbim bu güzel nimetlerin ebediyen devamından başka? Gölgeleri böyleyse, asılları nasıldır, kim bilir…

Ey bizi nimetleriyle perverde eden sultanımız! Bize gösterdiğin nümûnelerin ve gölgelerin asıllarını, membalarını göster ve bizi makarr-ı saltanatına celbet. Bizi bu çöllerde mahvettirme; nizi huzuruna al, bize merhamet et. Burada bite tattırdığın leziz nimetlerini orada yedir. Bizi zeval ve teb’îd ile tazib etme. Sana müştak ve müteşekkir şu mûtî raiyyetini başıboş bırakıp îdam etme.” (Sözler, 47)
***

Ağaçlar kuşları, yıldızlar çiçekleri beslerken, hayaller, hatıralar hayatımızı süslerken, Rabbim ne güzel şey Seni düşünmek. Tertemiz duygular içinde sadece Seni düşünmek ve her nimeti Senden bilip şükretmek ne güzel şey…
***

Son bir öykü daha:
Bir ihtiyar bir de çocuk konuşuyorlar:
Bak yavrum, oruç tutamıyorum bu sene. Sen tuttuğun orucunun kıymetini bil.
“Dede, hasta olmasan tutar mıydın?”
Hem de nasıl… Tam seksen yıl hiç kaçırmadım evlâdım, hep tuttum.
“Şimdi de tutmak ister misin?”
Hastayım görüyorsun. Ama bir iyi olsam… Bir gün olsun bir oruç tutabilsem… Rabbime diyeceğim ki; ömrümün bütün oruçlarının yerine, bu orucu benden kabul buyur.
“Gerçekten mi?”
“Elbette yavrum.”
Dedeciğim…
“Buyur yavrum.”
Ben Allah’a duâ edeceğim. Bugünkü orucumun sevabı senin olsun. Ben yarın yine tutarım.

İhtiyar adamın boğazı düğümleniyor. Gözyaşı tufanına tutuluyor adeta. Sadece “Rabbim, Rabbim” diyor. “Bu sözü bu çocuk söyleyemez; söyleten Sensin. Bu çocuğun duâsını benden de kabul et Rabbim. Vermek istemeseydin, istemek duygusunu vermezdin. Ondan da, benden de kabul et yâ Rabbi. Senin rahmetin merhametin çok geniştir. Kabul et Rabbim. Kabul et ne olur.”

Rabbimize sonsuz hamd-ü senâ ile, Efendimize (asm) sonsuz salât-u selâm ile…
Selim Gündüzalp

Oruç Tutmanın Sıhhata Zararı Var Mıdır?

İnsanların farklı zamanlarda, farklı mevsimlerin yiyeceklerine karşı perhizi, bu hastalıklara karşı onları koruyucu olur. İnsanın doğumundan ölümüne kadar devamlı surette çalışan sindirim sisteminin, senenin belli ayında yarım günden (12 saatten) fazla dinlendirilmesinin tıbbi faydaları tartışılmaz bir hakikat olarak karşımıza çıkmaktadır.

Her oniki ayın birinde, vücudun dinlendirilmesi demek olan orucun da, vücuda kazandırdığı faydaların yanında koruyucu hekimlik yönünden faydaları inkâr edilemeyecek kadar açıktır. Ayrıca, bir ay vücudun değişik bir beslenme rejimine adaptesi (uyumu), vücudun hastalıklara karşı mukavemetini artırır, gıda maddelerinden vücuda tam istifade fırsatını temin eder.

Bütün gün hafif vücutla çalışmayı, geceleyin de tam bir istirahat ve beslenmeyi sağlar. Bu esnada gösterilen sabır ve tahammülün, şahsiyet teşekkülündeki rolü; kanın bağırsakta değil de beyinde kullanılması neticesi kişiye salim bir düşünüş; eşyayı kendi kıymetine göre tanıma ve hadiselere bakışta berraklık kazandırması ele alınırsa, bu çeşit bir perhizin yani orucun insan için zaruri olduğu kesinlik kazanmış olur…

Orucun ruh ve beden sağlığına faydası hakkında şu ana kadar çok söz söylenmiş, bu hususta bir hayli makale ve kitap yazılmıştır. Bu sebeple konuya farklı bir bakış açısıyla yaklaşacağız. Oruç hakkında yer yer alternatif fikirlerle karşılaşmaktayız.

Önce orucun metabolizma üzerine menfi bir etkisi olup olmadığı üzerinde duralım. Kısa süreli açlıklarda protein metabolizmasının menfi etkilenmesi söz konusu değildir. Vücut önce karbonhidratını enerji kaynağı olarak kullanır. Vücudun karbonhidrat depo miktarı (kas ve karaciğerdeki glikojen açısından) birkaç yüz gramdır ve yarım gün vücudun enerji ihtiyacını karşılar. Daha sonra primer enerji kaynağı olarak yağlar gelir. Ancak birkaç hafta hiçbir şey yenmediği takdirde vücut proteinleri üzerinde menfi bir tesir meydana gelir.(1)

Ege Tıp Fakültesinde yapılan bir araştırmada kağıt elektroforez metoduyla, oruç tutanların serum proteinleri inceleniyor ve orucun serum proteinleri üzerinde menfi bir etkisi olmadığı Aydar ve Gündüz tarafından bildiriliyor.(2)

Orucun ülser üzerinde menfi bir etkisi olup olmadığı hakkında tartışmalar yapılmaktadır. Mide ve oniki parmak ülserleri üzerinde açlığın negatif bir etkisi olabilmektedir. Bilindiği üzere ülser belli mevsimlerde artış göstermektedir. Burada üzerinde özellikle durmamız gereken son derece önemli bir husus vardır: Oruç, bir diğer ifadeyle Ramazan ayı ülserin aktif aylarına denk geldiği aylarda ancak menfi bir tesir olabilir. Zaten ibadet ve diğer konularda kolaylık gösteren dinimiz de ülserin aktif dönemlerinde oruç tutulmayabileceğini, daha ileri aylarda ülserin aktif olmadığı dönemlerde bunun kaza edilebileceğini ifade buyurmaktadır. Yukarıdaki tezimizi teyid eden bazı çalışmalar da vardır. Haydarpaşa Numune Hastanesi I.Dahiliye kliniğinde “Gastrit ve Ulcus Kanamalarının Ramazan Ayları ile İlişkisi” isimli bir doktora tezinin sonuçlarına göre ülser ve gastrit kanamalarında, oruç tutma sebebi ile midenin uzun süre boş kalmasının denklanşan bir faktör olarak etki göstermediği, ülserin aktif olduğu aylar ile Ramazan aylarının çakıştığı dönemlerde ancak menfi bir netice olacağı hususu ortaya çıkmıştır.(3)

Pakistan Dekar Tıp Fakültesinde yapılan bir araştırmaya göre klinik ve biyokimyasal olarak orucun böbrek dolaşım ve kan üzerine menfi bir etkisi görülmemiştir.(4)

Vakıf Gureba Hastanesiyle, Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde 20 yıllık sürede orucun ülserlerde mide delinmesine etkisi olup olmadığı araştırılmıştır. Ataseven ve Aydınlıoğlu grubunun çalışmasına göre ülser perforasyonu (mide delinmesi) Ramazan ayında aşikâr bir artma göstermemektedir.(5)

Bu şartlar altında orucun insan sağlığı üzerinde menfi bir etkisi yoktur. Bazı özellik arzeden hastalarda da zaten dinimiz kolaylık göstermekte, onların oruç tutmamalarına izin vermektedir:

Hiçbir hâlukârda orucu tutmaya gücü yetmeyecek tarzda hastalık olursa orucu bozmak vacip olur. Zarar görerek ve meşakkat çekerek ancak oruç tutabilen hastaya orucunu bozması müstahabtır. İbni-Sirin “İnsan hastadır denilecek bir duruma düştüğünde orucu bozabilir” dedi. Sefer illetinden ötürü orucunu bozabilecek misafire kıyas etti.

Hasan Basri “Ne zaman hastalıktan ötürü namazda ayakta duramıyorsa o zaman orucunu bozar” dedi. Buhari “Nişabur’da hafifçe hastalandım. Bu da Ramazan ayına tesadüf etti. O esnada İshak b. Raheveyh beni ziyarete geldi. Beraberinde bir kaç arkadaşı da vardı. Bana “ey Eba Abdullah orucunu bozdun mu?” dedi. Ben “Evet bozdum” dedim. İshak, “Ruhsatın kabul edilmesinden zaif kalınabileceğinden korktum. Onun için sordum” dedi. Abdullah İbni Mubarek’ten o da İbni Cureyiç’ten rivayet “Atadan sordum: Hangi hastalıktan ötürü orucumu bozabilirim”. Ata “Hangi hastalık olursa” diye cevap verdi. Ebu Hanife “Eğer kişi orucunu bozmadığı takdirde bedeninin daha fazla acı çekeceğinden ve sıtmanın daha şiddetleşeceğinden korkarsa orucunu bozar” dedi.(6)

Bu şartlar altında şu sonuçlara varabiliriz. Orucun insan sağlığı üzerinde menfi etkisi yoktur. İnsan sağlığına zararı olabilecek durumlarda da tutulmamasına dinimizce izin verilmiştir.

Orucun zararı olmadığını gösteren bir çok yayın olmasının yanısıra sıhhi açıdan birçok faydası da vardır. Yüce Rehberimiz “Oruç tutun, sıhhat bulursunuz“(7) ifadesiyle bu noktaya işaret etmektedir. Alman profesör Cehardet iradenin takviyesi konusunda yazdığı kitapta, orucu tavsiye ederek, insanın maddi meyillerinin esiri olmaması, nefsinin dizginlerine malik bir hayat yaşaması için ruhun cesede hakimiyetini temin edecek en tesirli yolun oruç olduğunu belirtir(8).

Profesör Hamidullah da bu noktada şunları söyler, “Oruç ayı olan Ramazan devir devir kış veya yaz senenin bütün mevsimlerine tesadüf eder ve bir kimse böylelikle yazın kavurucu sıcaklıklarında olduğu kadar kışın dondurucu soğuklarında da bu mahrumiyetlere alışmış olur. Şüphe yok ki bir kimse bundan sıhhi, askeri vb. bir takım faydalar kazanır(9)

Dr. Rawy ise bu hususta, “Oruç vücudun hastalıklara karşı mukavemetini artırır. Bu önemli tıbbî hakikati İslam, orucu farz kılarak ortaya koymuş, bugünkü modern tıp ise orucu hastalıklara karşı koruyucu ve ilaç olarak kullanmaktadır” demektedir.(10)

Bu hususu teyiden Dr.Nurbaki şöyle der, “Oruçta özellikle gündüz besin alınmaması nedeni ile karaciğer besin depolama işinde fevkalade rahatlar. Ve de bu rahatlık sırasında vücut için hayatî önemi haiz globulinler hazırlar. Bu sayede korunma sistemimiz güçlenir.(11)

Yukarıda Dr.Ravvy’nin sözlerini teyid edercesine Dr.Henri Lahman’ın Saksonya’nın Dresden şehrindeki hastanesinde, Dr. Berşerbenr, Dr.Moliere ait sağlık evlerinde oruçla tedavi yapılmaktadır.(12)

Bugün beslenmeyi kontrol altına alma ve perhizle vakaların birçoğunda ilaçsız olarak yüksek tansiyon kontrol altına alınabiliniyor ve serum kolesterol trigliserid, açlık kanşekeri ve serum ürik asit seviyeleri müspet şekilde etkilenebiliyor. Stamler Grim ve Gosch’ın yayınları bunu destekler mahiyettedir.(13) Oruç da bu durumu çok uygun bir şekilde yerine getirebiliyor.

Sigara, sağlıklı kimselerin damar duvarının daha sertleşmesine ve atar damar kan akımında menfi etkiye yol açarak damar sertliği gelişmesine vesile olmaktadır.(14)

Bu noktada Ord. Prof. Kazım Gürkân ise şöyle fikrini açıklar, “Oruç bir rejimden ibarettir. Gayesi de yine, beşerin sıhhat yoluyla saadetini sağlamaktır… Düşünmeli ki hamiye’nin (rejim) en büyük tedavi yolu olduğu bir dogma halinde konduğu zaman tansiyondan, kolesterolden, lipitten bu insanların haberleri yoktu. Bundan dolayı ben bu dini rejime çok saygı gösteririm.(15)

Orucun müspet bir tesiri de kan yapımı üzerinedir. Oruçlu iken kanda besinler en az seviyeye düşünce kemik iliği uyarılır. Bu yüzden kanlıların tersine böyle kansızlar oruç tuttuklarında daha kolay kan yaparlar. Oruçlu iken karaciğer dinlenmiş olduğundan kemik iliğinin kan yapmak için ihtiyaç duyduğu maddeleri daha da iyi ve sağlıklı hazırlar.(11)

Orucun en önemli tesiri de kanser oluşumunu azaltıcı oluşudur. Oruçta günlük enerji alımı kısıtlanmaktadır. Diyetle günlük enerji alımının kısıtlanması DBA ve C3H farelerde meme kanserlerinin oluşumunda Swiss micelarda (farelerde) akciğer kanserlerine ABC micelarda benzopirin ile oluşturulan deri tümörlerinin oluşumunu azaltmıştır. Bu hususta Tannenbaum ve arkadaşlarına ait bir araştırma vardır.(16)

Ross ve Brass da kısıtlı enerji ile bu hayvanlarda kanser oluşumunun azaldığı ve hayat süresinin arttığını tespit etmişlerdir.(17)

Hankin ve Ravviing ise Asya ve bazı Afrika ülkelerinde kanser oranının düşüklüğünü, günlük enerji alımının düşük oluşuna bağlamaktadır.(18)

Burada etkili faktörün İslam ülkelerinde oruç mefhumunun mevcudiyeti; gerek hadislerin ve gerekse mutasavvifinin ısrarla az yenmesini tavsiye etmesidir. Orucun insanlarda da kanseri azalttığını Prof. Trüb fizyopatolojik temelli izahatla söylemektedir(15)

Bu şartlar altında ilmi gerçekler şu Yüce Beyan ifadesini tefsir edici mahiyettedir “Eğer biliyor iseniz (Yani vücut fizyoloji ve fizyopatolojisini biliyorsanız) sizin oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır” (Bakara-184). (19)

Dr. Kenan Dildar

LİTERATÜR

1-) Guyton, A.C: Textbook of Medical Physıology. Sixth ed. VV.B.Saunders Co.Philadelphia.1981. p:867,905.

2-) Aydar, S.Gündüz, M.: Oruç tutan normal şahıslarda serum proteinlerinin kâğıt elektroforezi ile incelenmesi. Ege.Ün.Tıp.Fak.Mecm.9:431,1970

3-) Yazıcıoğlu, M.: Gastrit ve Ulcus Kanamalarının Ramazan Ayları ile İlişkisi. Haydarpaşa Numune Hastanesi. İhtisas tezi. 1975.

4-) Ataseven, A.,Aydınlıoğlu, K ve ark: Ülser perforasyonunun açlıkla ilişkisi. Cerrahpaşa Tıp.Fak.Derg.6:203,1975.

5-) Arslan A: Büyük Kur’an Tefsiri. Arslan yay.İst.1987.1/598

6-) Said Havva: İslam. İkbâl yay. Ankara.1/150.

7-) Berki, H:250 Hadis. Diyanet yay. Ank. 1977 s:130

😎 Abdulfettah Tabbara: İlmin Işığında İslamiyet.İst.1977 s:274

9-) Muhammed Hamidullah: İslama Giriş. İrfan yay.İst.1973 s:104 10-) Kırca Celal, Kur’an-ı Kerimde Fen Bilimleri. Marifet yay.İst.1984 s:141 11-) Nurbaki Haluk, Kur”an-ı Kerimden Ayetler ve İlmi Gerçekler. Diyanet yay.Ank.1983.2/36,39 12-) Abdurrezzak Nevfel: İslam ve Modern İlim. Sönmez yay. İst. 1970 s:209

13-) Standler, R.et. al: JAMA. 257:1484-1491,1987 14-)Caro G.et. al: Lancet.2:11-13, 1987

15-) Özönder, H:Peygamberimizin Sağlık Öğütleri. İrfan matb.İst.1974 s:408

16-) Aksoy M: Beslenme ve Kanser. Çağ matb.Ank.1984 s:40 17-) Ross H.H.Bras G:J, Nutr. 103:944-949, 1973 18-) Haskın J.Rawling. V:Am.J.CIin Nutr.31:2005-2016,1978 19-) Arslan, A.Büyük Kur’an Tefsiri. Arslan yay. İst. 1987 1/591

yeniumit.com.tr

İğne (enjeksiyon), burun damlası, göz damlası, kulak damlası orucu bozar mı?

Ramazan ayı başlıyor. Günlük namaz vakitlerimiz güneş takvimi, oruç ve dinî bayram günlerimiz ise kamerî takvime göre belirlendiğinden, bu iki takvim arasındaki gün farkı sebebiyle, her yıl Ramazan orucunun başlangıcı ve dinî bayramlar, kullandığımız Güneş takviminde bir önceki yıla göre 11 gün önce olmaktadır.

Geçen yıla nisbeten günlerin ve oruçlu geçirilmesi gereken zamanın bu yıl daha uzun olması sebebiyle, orucu bozan hallere karşı daha dikkatli olunması gerekmektedir.

Orucu bozan hallerle ilgili aşağıdaki bilgiler http://www.diyanet.gov.tr ve daha mufassal olarak http://www.diyanet.gov.tr/turkish/basiliyayin/ilmihal.pdf web sitelerinde yer almakla beraber, iğne (enjeksiyon) , burun damlası, göz damlası, kulak damlası gibi ilaçların kullanılması mevzuunda da, çok katî bir zaruret hali yoksa, Ebu Hanife’nin içtihadına göre orucu bozduğunun dikkate alınarak oruç tutulması daha doğru olacaktır.(Ek bir bilgi dip notta verilmiştir)

—————————————————————————————————

Orucu Bozan Haller

Giriş Temel Bilgi Orucu Bozar mı? Diyanet’e Göre Mehmet Ali Demirbaş’a Göre

Kısa Özet : Yemek, içmek ve cinsel ilişkide bulunmak orucu bozar. Ağızdan alınan hap, şurup, pastil vs maddeler orucu bozar. Ancak iğne yaptırmak konusunda farklı görüşler mevcuttur. Daha detaylı bilgi aşağıda bulunmaktadır.

Orucun yasakları, doğrudan söylenirse yemek, içmek ve cinsel ilişkide bulunmaktır; tersinden söylenirse orucun yasakları, orucun bozulmasına sebep olan şeylerdir. Bölüm başında da belirttiğimiz gibi oruç, yeme, içme ve cinsel ilişkiden kaçınmaktır. Dolayısıyla bu üç hususa dikkat edildiği takdirde oruç tutulmuş olur. Bununla birlikte bazı davranışların, sayılan bu üç şeyin kapsamına girip girmediği konusunda gerekli veya gereksiz tereddütler oluşabilmektedir. Yine orucun bozulmasına yol açmamakla birlikte, orucun genel havasına, anlam ve gayesine yakışmayan şeyler konusunda da dikkatli olmak gerektiği için burada günlük hayatta karşılaşılabilecek bazı durumlara kısaca işaret etmek istiyoruz.

ORUCUN MEKRUHLARI

Öteden beri fıkıh ve ilmihal kitaplarında mekruh olarak nitelendirilen şeylerin bir kısmı, orucun anlam ve gayesine yakışmayan şeyler, bir kısmı da biraz ileri gidildiği takdirde orucun bozulmasına sebep olabilecek şeylerdir. Meselâ bir şeyi tatmak ve çiğnemek mekruhtur; çünkü ağza alınan bir şeyin yutulma tehlikesi bulunmaktadır. Fakihler yine aynı gerekçeyle, bir insanın eşiyle öpüşmesini, ona sarılmasını mekruh saymışlardır. Çünkü bu davranış, orucu bozacak bir fiili işlemeye götürebilir. Esasen bir insanın eşiyle öpüşmesi oruca zarar vermez. Nitekim Âişe vâlidemiz, Peygamberimiz’in oruçlu iken hanımlarıyla elleşip şakalaştığını ve öpüştüğünü anlatmıştır (İbn Mâce, “Sıyâm”, 19; Muvatta, “Sıyâm”, 13).

Aşırı titizlikleri gereği misvak kullanmayı dahi mekruh sayanlar bulunmakla birlikte, âlimlerin çoğunluğu bunu mekruh görmemişlerdir. Günümüzde yaygın olduğu şekliyle ağız ve diş temizliğinin diş fırçası ve diş macunu kullanılarak yapılması da oruca zarar vermez; üstelik aksatılmaması gereken yerinde bir davranış da olur. Ağız ve diş temizliğini gündüz yapmamayı tercih edenler, bunu mutlaka sahurdan sonra yapmış olmalıdır. Oruçlunun normal temizlik için veya cünüplükten temizlenmek için yıkanması mekruh olmamakla birlikte, serinlemek maksadıyla yıkanması oruç esprisine aykırılık gerekçesiyle mekruh sayılmıştır. Oruçlunun güzel koku sürünmesi veya güzel kokan bir şeyi özel olarak koklaması da mekruh sayılmaz.

Ayrıca, esasen orucu bozmamakla birlikte, oruçlunun direncinin kırılmasına ve güçsüz düşmesine yol açan, kan aldırmak vb. şeyler mekruhtur. Konunun başında sahurun geciktirilmesi ve iftarın vakit girer girmez yapılmasının anlamına ilişkin olarak söylediğimiz hususlar burada da geçerlidir.

ORUCU BOZAN ŞEYLER

Yemek, içmek ve cinsel ilişkide bulunmak orucu bozan şeylerdir. Bunların hangi durumda sadece kazâ, hangi durumda kazâ ile birlikte kefâreti gerektirdiğini görelim.

a) Kazâ ve Kefâreti Gerektiren Durumlar

Orucu bozup hem kazâ hem de kefâreti gerektiren durumların başında ramazan günü oruçlu iken yapılan cinsel ilişki gelmektedir. Zaten Peygamberimiz oruç kefâreti hükmünü, o zaman vuku bulan böyle bir cinsel ilişki olayı üzerine vermiştir. Oruç kefâreti konusunda eldeki tek örnek ve delil de budur. Bu bakımdan bütün fıkıh mezhepleri, ramazan günü oruçlu iken bilerek ve isteyerek normal cinsel ilişkide bulunmanın, hem kazâ ve hem de kefâreti gerektireceği konusunda görüş birliği etmişlerdir. Bir şey yiyip içmenin kefâreti gerektirip gerektirmediği konusu ise mezhepler arasında tartışmalıdır. Hanefîler, bilerek ve isteyerek bir gıda veya gıda özelliği taşıyan her türlü maddeyi almayı da bu hükme kıyas ederek, bu durumda da hem kazâ hem de kefâret gerekeceğini söylemişlerdir.

Bilerek ve isteyerek kaçınılması gereken üç şey (yeme, içme, cinsel birleşme) dışında bir sebeple orucun bozulması durumunda kefâret gerekmeyip sadece kazâ gerekir.

b) Sadece Kazâyı Gerektiren Durumlar

Oruç yasaklarının başında yeme ve içme geldiğini, oruçlunun kasten yiyip içmesinin kazâ ve kefâreti gerektirdiğini biliyoruz. Buna ilâve olarak Hanefî fakihleri, beslenme amacı ve anlamı taşımayan ve esasen yenilip içilmesi mûtat (normal, alışılmış) olmadığı gibi insan tabiatının meyletmediği şeylerin yenilip içilmesi durumunda da orucun bozulacağını, fakat bunun kefâreti gerektirmeyeceğini söylemişlerdir. Çiğ pirinç, çiğ hamur, un, ham meyve yemek veya fındık, badem ve cevizi kabuğuyla yutmak böyledir. Bunlar yiyecek maddesi olmakla birlikte, bunların bu şekilde yenilmesi normal değildir ve hem de bunlar bu halleriyle insanın iştah duyacağı ve yemek isteyeceği şeyler değildir. Fakihler, şehvetin normal cinsel birleşme dışında tatmin edilmesinin de aynı kapsamda değerlendirileceğini belirtmişlerdir.

Fakihler ağza giren yağmur, kar veya doluyu isteyerek yutmayı, su içme kapsamında değerlendirerek orucu bozacağını; fakat, kişinin kastı olmaksızın boğaza inen yağmur, kar ve dolunun orucu bozmayacağını söylemişlerdir.

Kusma, kasten yapılmadığı durumlarda orucu bozmaz. Kasten yapıldığında ise, sadece ağız dolusu olması halinde bozar.

Baştan beri ortaya koymaya çalışılan oruç tutma esprisi ve orucun anlam ve amacıyla pek bağdaşmayan muhtemel bütün davranışları ve olayları tek tek sıralamak mümkün olmadığı için bu konuda şöyle bir açıklama getirmek doğru olur: Orucun anlamı, Allah rızâsı için, gerek beslenme gerekse tat ve keyif alma kasıt ve arzusu içeren yiyip içme ve cinsel ilişkiden uzak durmak, özetle nefsi iştah ve şehvet duyduğu şeylerden mahrum etmektir. Bu yasağın ihlâli sayılan her davranış orucun mâna ve gayesine aykırıdır. Yeme, içme ve cinsel ilişki sayılan her davranış orucu bozar, kazâ edilmesini gerektirir. Kasıtlı olarak yapılırsa hem kazâ hem kefâret gerekir.

Bayılma ve delirmenin orucu bozan şeylerden sayılması, esasen oruç yasaklarının ihlâli ile ilgili olmayıp, bütün mükellefiyetlerde ön şart olan bilinçlilik halinin geçici veya sürekli olarak yitirilmesi ile ilgilidir. Bu halin kapladığı günlerin kazâ edilmesinin istenmeyişi de aynı sebebe bağlıdır.

Unutarak bir şey yemek ve içmekle oruç bozulmaz. Peygamberimiz oruçlu olduğunu unutarak yiyip içenlerin oruca devam etmelerini, onları Allah’ın yedirip içirdiğini söylemiştir (Buhârî, “Savm”, 26; Müslim, “Sıyâm”, 17). Fakat yanlışlıkla (hata) yiyip içmek bundan farklı olup Hanefîler’e göre orucu bozar. Meselâ; bir kimse oruçlu olduğunun farkında olduğu halde kasıtsız olarak yanlışlıkla bir şey yese veya içse, diyelim ki abdest alırken ağzına aldığı sudan yutsa veya denizde yüzerken su yutsa orucu bozulur ve kazâ lâzım gelir.

Şâfiîler orucu bozma kastı bulunmadığı için yanlışlıkla bir şey yiyip içmenin orucu bozmayacağını söylerken, Mâlikîler orucun anlamının (imsak) ortadan kalkmış olduğu gerekçesiyle, ister unutma isterse yanlışlık sonucu olsun, bir şey yiyip içmekle orucun bozulacağını söylemişlerdir.

Sabah vaktinin girip girmediği konusunda şüphesi bulunan kimse yiyip içmeye devam ederken o esnada ikinci fecrin doğmuş olduğu ortaya çıksa oruç bozulur ve kazâ etmesi gerekir, kefâret gerekmez. Aynı şekilde güneşin battığını zannederek iftar ederken güneşin henüz batmadığı anlaşılsa yine kazâ gerekir. Hanefî mezhebinde ağırlıklı görüş böyledir. Ancak, bu durumda kefaretin gerekeceğini söyleyenler de vardır. Zira kişi, her iki durumda da zannı ile hareket etmiş ve yanıldığı ortaya çıkmış ise de zanların kuvvet derecesi aynı değildir. Birinci durumdaki zan güçlüdür; çünkü aslolan gecenin devam ediyor olmasıdır. İkinci durumdaki zan ise, bunun tersine zayıftır; çünkü aslolan gündüzün devam ediyor olmasıdır. Bu bakımdan güneşin batıp batmadığından şüphe eden kimse hemen iftar etmemeli, durumun netleşmesini beklemelidir. İmsak ve iftar vakitlerini gösteren bir takvim ve saatin bulunmadığı durumlarda kişi, kendi bilgi ve tecrübesiyle ictihad ederek ona göre davranır.

Unutarak yiyip içtikten sonra orucunun bozulmuş olduğu zannıyla veya gece niyetlenemeyip gündüz niyetlendikten sonra, gündüz yapılan bu niyetin niyet sayılmayacağı zannıyla günün geri kalan kısmında bilerek bir şey yiyip içmek veya cinsel ilişkide bulunmak orucu bozar.

Orucu bozacak fakat kefâreti de gerektirmeyecek bir davranıştan sonra, kişinin yiyip içmeye başlaması halinde, kural olarak kefâretin gerekmeyeceği belirtilmişse de, burada aslolan kişinin oruç tutma veya bozma konusundaki gerçek niyetidir. Amellerin niyetlere göre olduğu şeklindeki genel dinî ilkenin anlamı da budur.

Bir şey yiyor veya içiyorken imsak vaktinin girdiğini anlayan kimse derhal yemeyi ve içmeyi bırakmalıdır. Bile bile yemeye veya içmeye devam etmesi halinde Hanefî imamlara göre bu kişiye kefâret gerekir.

c) İlâç Kullanmanın ve İğne Yaptırmanın Hükmü

Ağızdan alınacak hap, şurup ve pastil gibi şeylerin orucu bozacağında görüş birliği bulunmaktadır. Çünkü bunlar doğrudan mideye inmekte, esasen tedavi amaçlı olsa bile dolaylı olarak beslenme niteliği de taşımaktadır.

Göze, burun veya kulağa damlatılan ilâcın orucu bozup bozmayacağı konusu ise tartışmalıdır. Kimi âlimler, göze damlatılan ilâcın orucu bozmayacağı, kulak ve burna damlatılanın bozacağı görüşünde ise de, bunlardan burun içinin yemek borusuyla ve mideyle doğrudan bağlantısının bulunduğu, gözün dolaylı olarak boğaza açıldığı, kulağın ise mideyle böyle bir bağlantısının bulunmadığı düşünülürse, bunlardan sadece buruna konan ilâçlar hakkında ihtiyatlı olmak gerektiği sonucu çıkar(1). Böyle olunca, burna enfiye çekmek, boğaza inecek şekilde bol miktarda su çekmek gibi davranışlar orucu bozar. Bu organlara konan ve tamamen tedavi amaçlı ilâç ve damlalar ise orucu bozmaz. Çünkü bu son sayılan davranışın yeme ve içme, yani beslenme ve oruca karşı direnç kazanma faaliyeti sayılması isabetli olmaz.

İğne yaptırma meselesine gelince: Deri altına veya adaleye zerkedilen veya damardan yapılan iğnenin orucu bozup bozmayacağı konusu, ilk fakihlerin, yaralayıp vücuda giren bıçak vb. katı cisimler ile derin yara üzerine sürülen merhemin orucu bozup bozmayacağına ilişkin tartışmalarına göre belirlenmeye çalışılmıştır. Şöyle ki;

a) Ebû Hanîfe’nin “derin yara üzerine sürülen ve karın veya beyne ulaşan ilâcın/merhemin orucu bozacağı” yönündeki görüşünü alanlar, iğneyle vücuda bir şey zerkedilmesi durumunda orucun bozulacağını ileri sürmüşlerdir. Bu görüşte hareket noktası, tabii yollar dışından da olsa vücuda bir şeyin girmiş olmasının orucu bozacağı fikridir. İğne veya damar yoluyla alınan ilâç, serum veya aşı vücudun içine akıtılmış olmakta ve bütün vücuda yayılmaktadır. Beslenme sayılıp sayılmayacağı tartışılsa bile, bunların vücudu güçlendirdiği ortadadır. Bu şekilde alınan ilâç, gerek ağızdan alınsın gerekse iğneyle zerkedilmiş olsun, hiçbir şekilde kefâret gerektirmese de orucu bozar ve kazâyı gerektirir. İlâç almak veya iğne yaptırmak durumunda olan kimselerin ya o gün oruç tutmamaları ya da ilâç almayı ve iğne yaptırmayı sahur ve iftar vakitlerine almaları gerekir.

b) Buna mukabil Ebû Yûsuf ve Muhammed’in “derin yara üzerine sürülen merhemin orucu bozmayacağı” yönündeki görüşünü esas alanlar ise iğneyle vücuda bir ilâcın zerkedilmesi durumunda orucun bozulmayacağını söylemişlerdir. Ebû Yûsuf ve Muhammed, oruca “normal yollardan vücuda bir şey almaktan kaçınmak” şeklinde bir anlam yükledikleri için yaraya sürülen merhemin, karna veya beyne ulaşmış olmasının bir önemi olmayacağını, dolayısıyla bu durumda orucun bozulmayacağını söylemişlerdir. Eskiden fetvahâne ve daha sonra 1948 yılında Ezher Üniversitesi Fetva Komisyonu tabii delikler dışından vücuda giren bir şeyin orucu bozmayacağı yönünde fetva vermiştir. Çünkü bu tedavi yönteminin, ağız yoluyla ilâcın yutulmasına benzemediği açıktır. Bu noktadan hareketle, astım ve nefes darlığı sebebiyle ağıza sıkılan spreyin zerrecikler halinde içeri gittiği doğru olsa bile bunların akciğerden öteye geçmediği ve mideye ulaşmadığı, gıda ve susuzluk giderme özelliği de taşımadıkları; bu sebeple bunların da orucu bozmayacağı ileri sürülmüştür. Ayrıca belli hastalıklara karşı korunmak maksadıyla yapılan aşıların hükmünde de tartışma bulunmakla birlikte, bu tür aşılarla vücuda mikrop verilerek bağışıklık kazandırmaya çalışıldığı, dolayısıyla bunların beslenme amaçlı olmadığı söylenerek oruca zarar vermeyeceği görüşü ağırlık kazanmıştır.

Hangi görüş alınırsa alınsın, burada inisiyatif, tercih, karar ve tabii ki sorumluluk mükellefe ait olacaktır. Söz konusu olan şey bir ibadettir ve Allah rızâsı için yapılmaktadır. Bu bakımdan, oruç tutan bu şuurdaki insanların gerekmediği halde, hiç açlık, susuzluk ve sıkıntı hissetmeden oruç tutmak için bu yola tevessül edeceklerini düşünmek son derece anlamsızdır. Çünkü aklı olan herkes gayet iyi bilir ki içeriği boşaltılmış ve anlamı yozlaştırılmış ve göstermelik hale getirilmiş bir ibadetin hiçbir faydası olmadığı gibi, böyle yapan kişi sonuçta sadece kendi kendisini kandırmış olacaktır. Esasen dinimiz hasta olan veya tedavi sürecinde olan kişilerin oruç tutmamasına ruhsat vermektedir. Bu bakımdan ilâç kullanmak veya iğne yaptırmak durumunda olan kimseler, hem iyi bir tedavi görüp sağlığına kavuşmak, hem de ibadetlerini ileride huzûr-ı kalp ile ve içe sinerek yapabilmek gayesiyle tedavileri tamamlanıncaya kadar oruç tutmayabilirler. Bu tamamıyla kendilerinin karar vereceği bir konudur. Bununla birlikte bu kimseler, ramazan ayında herkesle birilikte oruca devam etmeyi arzu ediyor ve bu ibadet ayının mânevî havasından kopmak istemiyorlarsa, oruç için başka bir engelleri de yoksa, ikinci grup fakihlere ait olan ve ağırlıklı bulunan fetvayı esas alabilir, oruçlu oldukları halde tedavi ve aşı amaçlı iğneleri yaptırabilirler.

Kaynak: http://www.diyanet.gov.tr

Daha Kapsamlı Bilgi: http://www.diyanet.gov.tr/turkish/basiliyayin/ilmihal.pdf

(1) www.diyanet.gov.tr sitesinde yer alan bu bilgiler bilhassa göz damlası mevzuunda , maalesef gerektiği kadar açık ve net değildir. Birkaç gün önce, göze damlatılan ilacın orucu bozması mevzuunu meşhur bir göz mütehassısı profesörümüze sorduğumda, göze damlatılan ilaçların gözle burun arasındaki bir kanaldan içeri akabildiğinden bu duruma göre: (a) Göz damlası damlatıldıktan sonra, gözle burun arasına parmağı bir müddet basılı tutup daha sonra başı öne eğerek bir müddet o vaziyette durmakla, gözün yanındaki kanaldan içeri geçmiş olabilecek ilaç varsa onun burundan dışarı akmasının sağlanmasının yapılabileceğini, (b) Veya bu işlemlere göre daha emin bir tercihle, katî bir zaruret yoksa, göz damlası ilacının iftar ve sahur vakitleri arasında kullanılmasının daha doğru olabileceğini, Diyanet İşleri Başkanlığına kendisine sormasına cevaben bildirdiğini bana söylemiştir.

Prof. Dr. Mustafa Nutku

Verme ve Reel Ekonomi Ayı: Ramazan

Tüketim uygarlığı, insanı, sürekli olarak almaya, yutmaya, tüketmeye teşvik eder ve bunları bir hayat amacı olarak önümüze koyar. Problem, insanın kendi içinde kaybetmesi, yaratılışındaki görünüşte olumsuz, fakat hayırlara vesile olabilecek duyguların, sıfatların, potansiyellerin, nefsaniyetin etkisinde tamamen olumsuzlaştırarak insana hakim olması, bunun sonucunda insanın çevresi ve dış âlemle ilişkilerinin ben-merkezcilik ve menfaat temeline oturması, bunun eşya ve olaylara bakışı, hayatı algılayışı ve genel dünya görüşünü de tayin eder bir konuma getirilmesidir. Çözüm, tüketim uygarlığına karşı, önce insanın kendi içinde, sonra da mevcut sosyal yapının ıslahı ve yeniden inşasıyla mümkündür. İnsanın dünya ile ilişkisinin yeniden tanzimi, gerçek konumuna yerleştirilmesi ve düzenlenmesi adına en önemli unsurlardan biri İslâm’daki infak düsturudur. Allah rızası için vermek, dağıtmak, fakiri gözetmek…

Ramazan ayı, bir yandan oruç tutma, diğer yandan da vermenin zirvede yaşandığı bir aydır. İnananlar bir yıl boyunca toplumdan aldıklarını, bir ay boyunca topluma vermek için, kendi kendileriyle uzun soluklu bir yarışa girerler. İnanan insanın dünyasında bu yarış her yıl tekrarlanarak, bir ömür boyu devam eder. Toplumdan almanın yeri ve zamanı olmadığı gibi, topluma vermenin de yeri ve zamanı yoktur. Vermenin ilahi adı olan zekat ibadeti genelde Ramazan ayında yerine getirilir.

Bediüzzaman’ın “şeair-i İslamın en büyüklerinden” diye nitelendirdiği Ramazan ve oruç, gözden kaçırılamayacak bir şekilde sosyal hayata damgasını vurmaktadır. Ramazan ayı, oruç ve Ramazan ayı boyunca yerine getirilen ibadetlerin şeair-i İslamiyeye dâhil edilmesi, bu ayın ve orucun sembolik ve simgesel anlatım gücüne de sahiptirler. Ramazan ayının toplumsal hayat içinde ne gibi etkileri bulunduğunu anlayabilmek için modern hayatın ve popüler hayat tarzının Ramazan ayındaki manevi atmosfer ile kıyaslamasına bakmak gerekmektedir.

Öncelikle Bediüzzaman, “şükür” ibadetini, varlığın en temel gereklerinden birisi olarak görmektedir. Bu yüzden, Ramazan ayının ve orucun şükre vasıta oluşu, nefsi terbiye edişi, sosyal ve ekonomik hayatta diğergâmlık gibi duyguları pekiştirici yönüne dikkat çekilmektedir.

İnsanın yeme, içme gibi bedene ait en temel ihtiyaçlarına Ramazan ayıyla birlikte iradî bir sınırlama getirmesi, öncelikle insanın yüzleşmiş olduğu kâinatın “nimet-i İlâhîye” ile dolu olduğunu hatırlatmaktadır. Gaflet perdesi altında unutulan bu mananın oruç ibadetiyle ihtar edilmektedir. Bu yönüyle bakıldığı zaman, karmaşık ilişkiler bütünü olan sosyal ve ekonomik hayat içinde orucun insanları şükre sevk eden bir ibadet, İlâhî bir terbiye olduğu muhakkaktır.

En zarurî ihtiyaçların imsak ve iftar vakitleriyle sınırlandırılması, bu vakitler arasında İlâhî bir yasaklama getirilmesi, insanı, madden ve manen şükre sevk etmekte ve günlük hayatını bu İlâhî emre göre ayarlamasını netice vermektedir.

Ramazan ayı boyunca Müslümanların aynı duyarlılıkla ve kurallarla kendilerini sınırlamalarının, orucu bireysel bir ibadet alanına hapsetmeyip, doğrudan tüm Müslümanların yerine getirdiği küllî bir ibadete dönüştürdüğünü gösterir.

Ramazan ayının ve orucun bu özelliğine bakıldığı zaman Ramazan ayının ve orucun niçin şeair-i İslamiye içinde ifade ettiğini anlamak mümkündür. Her şeyden önce Ramazan ayında Müslümanların bir bütün olarak yerine getirdikleri oruç, teravih namazı, zekat gibi ibadetler, Müslümanların cemaatler halinde Yaratıcıya yönelmesine vesile olmakta ve bu zaman dilimine Allah’ın emir ve yasakları doğrultusunda bir mana kazandırmaktadır.

Cemaatler halinde yerine getirilen ibadetlerle hem toplumsal hayatta temsil fonksiyonu icra edilmekte, hem de Müslümanların birlik ve beraberliği sergilenmektedir. Ramazanın ve orucun bu simgesel anlatım gücü göz önüne alındığı takdirde, meşru dairede yapılan Ramazan etkinliklerinin ve diğer kültürel faaliyetlerin İslamı ve Allah’ın emir ve yasaklarını hatırlattığı muhakkaktır.

Helâl haram dengesini gözeten kültürel etkinliklerin toplumsal hayatta Ramazan ayının ihtar edici, şükre sevk edici, sosyal ve ekonomik eşitsizlikleri vasata çekici işlevini sergileyecek niteliğe kavuşturulması, bu ayın ve oruç ibadetinin ruhuna uygun şekilde yerine getirilmesini sağlayacaktır.

Orucun vermiş olduğu açlık hissinin vicdanda arınmaya ve kemalâta sebep olabileceği muhakkaktır. Bu durum tespiti oruçlu bir insanın sık sık nefis muhasebesi yapmasını istemesinden de kaynaklanmaktadır. Açlık hissinin nefis muhasebesi ve zihnî egzersizle bir araya geldiği zaman insanların yeryüzü sofrasında başıboş olmadığını, tam aksine muhatap olunan bütün nimetlerin arkasında bir Yaratıcının olduğunu hatırlattığını belirten Bediüzzaman, ekonomik statüsü ne olursa olsun herkesin açlık vasıtasıyla “şükür” neticesine ulaşabileceğini belirtmektedir.

Ancak zengin insanların açlık hissi çekmediğinden ötürü bu neticeye ulaşmasını engelleyebilecek sosyal ve ekonomik sebeplerin olduğunu belirtir. Orucun ise zengin ve fakiri eşit seviyeye getirerek hem nefsi kemalâta, hem de zengini fakirin halini düşünmeye yönelttiğini ifade eder. Oruç bu yönüyle değerlendirildiğinde ve bu anlamlarla ifa edildiğinde tüketim ahlâkının “şükür” ve “sadaka” ölçülerine uygun şekillenmesini de netice verebilecektir.

Bediüzzaman’ın oruç ibadetinde dikkat çektiği bir diğer nokta, orucun ahlak anlayışında yaptığı köklü değişikliklerdir. İnsanın yaratılışından kaynaklanan sınırsız özgürlük, her istediğini yapma, her türlü sınırlama altına girmekten kaçınma gibi olguların ahlaki dejenerasyona da sebep olabileceğini belirtir.

Peygamber Efendimizin (sav) sünnetinden anlaşıldığı gibi, İslam beşerî özelliklerin mana ve amacına uygun kullanılmasını, yani yok edilmeyip istikametinin düzeltilmesini öngörmektedir. Orucun beraberinde getirdiği çile, açlık, susuzluk gibi hisler, insana bir Yaratıcının mülkünde olduğunu hatırlatmaktadır. En temel ihtiyaçlar bile, izin olmadan yerine getirilmemekte ve bu da insanı şükre, sabra ve nefis muhasebesine itmektedir.

Ancak orucun şuur ve akılla bir arada yerine getirildiği zaman, bu sayılan neticeleri vereceği belirtilmelidir. Oruç her ne kadar zihnî faaliyetleri yavaşlatsa, bedeni güçsüz düşürmüş olsa da, yapılacak bir nefis muhasebesi bu sayılanların bireysel vicdanda ve sosyal hayatın içinde nasıl yer aldığı kolaylıkla anlaşılabilecektir. Bediüzzaman’ın orucu, özellikle nefis muhakemesine atıf yaparak işlemesi ve orucun kişinin vicdanında yaptığı etkileri ön plana çıkarması, orucun hem kişisel ahlâkla, hem de sosyal ahlâkla ilişkili olduğunu göstermektedir.

Modern hayatın sosyo-kültürel ve ekonomik şartları, beraberinde yeni bir hayat tarzı da getirmiştir. Bu yüzden tüketim ahlâkı, eğlence kültürü, beden terbiyesi gibi alanlarda popülerliğin etkisi artmakta ve insanlar ister istemez popüler kültürün etkisi altına girmektedirler.

Modernliğin eskiyi reddedip kendi kurallarını koyduğu bir toplumun tüketim ahlâkı incelendiği zaman, dinî hükümler dışında bu ahlâkı sınırlayan bir anlayışın olmadığı kolaylıkla görülebilecektir. Sürekli değişen sosyal ve ekonomik şartlar insanları daha fazla, bedenin kölesi haline getirmektedir.

Üstelik bu ilişki, insanı hem bedeninin kölesi, hem de efendisi haline getirerek ne olduğu belli olmayan bir tüketim ve beden anlayışı ortaya çıkarmıştır. Modern hayatın inkâr edilemeyecek özelliklerinden birisidir bedenin her istediğini yerine getirmek, sürekli tüketmek ve bu faaliyetleri kişisel menfaat üzerine kurmaktır.

Ramazan ayıyla birlikte tutulan oruç ise bu yerleşik ve zorlayıcı kalıpları fazlasıyla reddetmektedir. Öncelikle yeme-içme belli bir adaba kavuşturulmakta, insanlar ancak belli vakitlerde yiyebilmektedir. Bu, orucun ilk etkisidir. Bunun dışında oruç, nefis terbiyesi ve muhakemesiyle birlikte yerine getirildiği takdirde, insanı şükre ve güzel ahlâka sevk etmektedir.

Yeme ve içme alışkanlıklarının, tüketim kültürünün insanın varlık ve ahlak anlayışından bağımsız olmadığı kesindir. Oruç ibadeti de tüketim ve yeme-içme ahlâkına getirmiş olduğu sınırlamalarla nefsi terbiye eden İlâhî terbiye metodudur. En bayağı ve rutin görünen bedenî ihtiyaçlara koyulan bir sınırlama ile insan ahlâkında arınmaya sebep olan oruç, bedeninin kölesi olan, helâl ve haram dengesini yitiren, tüketim ahlâkını menfaat üzerine kuran bireyin ve toplumun kurtuluş reçetesidir.

Hz. Peygamberin hadis-i şerifinde belirttiği gibi: “Oruç, birinizin savaştan koruyucu kalkanı gibi Cehennem ateşinden koruyucu bir kalkandır.”

Kişisel ahlâkla ilişkilidir, çünkü oruç İslamiyete göre en temel şartlardan birisi olan “şükür”e sevk eder. Sosyal ahlâkla ilişkilidir, çünkü oruç zengini fakirin yardımına itecek bedenî ve manevi unsurları bünyesinde taşıdığı ve ayrıca zekât müessesiyle Ramazan’ın manasını tamamladığı için diğergâmlık duygusunu güçlendirmekte ve sosyal yardım anlayışını diriltmektedir.

İnsan ile toplum arasındaki çok boyutlu alışveriş, ekonomik ve kültürel hayatta reel ekonominin odak noktasıdır. Reel ekonominin canlılığı, insan ve toplum arasındaki alışverişin yoğunluğundan kaynaklanır. Bireysel zenginlik ile toplumsal zenginlik birbirini besleyip, büyüten çift yönlü bir süreçtir. Toplumdan aldıklarından daha fazlasını topluma verenler, toplumlarını zenginleştirirler. Toplumdan aldıklarının daha azını topluma verenler de, toplumlarını yoksullaştırırlar. Reel ekonomi, tek tek insanlarla birlikte toplumu da “veren el” kılan ekonomidir.

Dünya ve ahirette, verene verildiğini inanlar bildiği için, veren el olmada yarışılan Ramazan ayı, gerçek ihtiyaçların karşılanmasına dönük reel ekonominin büyük bir canlılık kazandığı aydır. Ramazanda ticari hayat canlanır. Ramazan ayının alışveriş profili yönünden diğer aylara göre farklılık gösterir. Bilhassa yiyecek, içecek, gıda piyasasında canlılık yaşanır.. Ramazan ayında yardım ve hayır yapmak amacıyla hazırlatılan ramazan paketleri sosyal yapıdaki uçuruma sünger çekerken gıda piyasasını da canlandırır. Yetkililer Ramazan ayında gıda sektöründe yüzde 30 daha fazla hareketlilik ve dinamizm yaşandığını piyasaya 3-4 milyar lira daha fazla paranın girdiğini belirtiyorlar. Reel ekonomide ürün ve hizmet, sanal ekonomide ise para ve kağıt alışverişi yapılır. Reel ekonomi karınları, sanal ekonomi gözleri doyurur. Reel ekonomi insanların ihtiyaçlarını, sanal ekonomi isteklerini karşılar.

Ramazan ayında, oruçla insanlar, isteklerin değil, ihtiyaçların karşılanmasının önemli olduğunun bilincine varırlar. İftar ve sahurlar, toplumu güçlü ve zengin kılan ekonominin sanal ekonomi değil, reel ekonomi olduğunun en önemli göstergeleridir. İnanan insanının dünyasında, ürünleri toplamaktan daha çok, onları ihtiyaçları olanlara dağıtmak önemlidir. Zor olan toplamasını değil, dağıtmasını bilmektir. Diğerkâmlık, fedakârlık, paylaşma, yardımlaşma, verme, birlik ve beraberlik duygularının yoğun bir şekilde yaşandığı Ramazan ayı, bu açıdan hepimiz için iyi bir fırsattır, bir imkandır. Bu ayda, gönül dünyamızı bütün kardeşlerimize, muhacirlere açarak, huzur ve mutluluğa vesile olmak büyük bir kazanım ve bahtiyarlık olacaktır. Ramazanda ve her zaman “Ben” merkezli düşüncelerden arınarak “Biz” merkezli düşüncelerle kimsesizlerin kimsesi olmalıyız.

İnanan insan, başkasının eline geçene değil, kendi eline geçene bakar. O başkasının kazancından önce kendi kazancında bir haksızlık olup olmadığını araştırır. Bunun için, o eline geçenin bir kısmını vererek, farkında olmadan yol açtığı haksızlıklardan arıtmaya çalışır. Oruç ayı, bir karşılık beklemeden vermenin doruk noktasına çıktığı aydır.

Verme ayı, herkesin kendi kendisiyle iyilikte, güzellikte ve doğrulukta yarıştığı aydır. Kendi kendisiyle iyilikte yarışanlar iyi işlere, güzellikte yarışanlar güzel işlere ve doğrulukta yarışanlar da doğru işlere yeni boyutlar kazandırırlar.

Vermede ölçü:

“Ey iman edenler! Allah’a, ahiret gününe inanmadığı halde, insanlara gösteriş olsun diye malını bağışlayan kimse gibi siz de sadakalarınızı başa kakmak ve muhtaçları incitmek suretiyle geçersiz hale getirmeyin…” (Bakara Suresi: 264.)

Medeniyetler, verme kültürünün şuuruna ermiş milletlerin eseridir. Verme kültürünün şuuruna varmış toplumlar ve fertleri huzuru ve mutluluğu yakalamışlardır. Cimri fertler ve bu fertlerden meydana gelen toplumların medeniyet inşası mümkün olmadığı gibi, israfa ve lükse dalmış, tüketen toplumlar da, medeniyetlerin çöküşünün habercileridir. Ağaçları gösteren, meyveleridir. Her iki uygarlığın da verdiği meyveleri karşılaştırdığımızda, bunlardan birinin fakiri, diğerinin zengininden daha zengin gibi görünüyor. Yirmi beş saatlik bir elektrik kesintisinin, New York’ta yağmalanmadık dükkân bırakmadığını hatırlayalım. Bir gecelik karanlığı bile toplumsal bir yağmalama eylemi için fırsata dönüştüren bir uygarlığın, fakirini bir yana bırakın, zengini bile bir gece vakti bir sadaka taşıyla baş başa kaldığında, orada başkaları için de bir şeyler bırakmayı aklından geçirir miydi dersiniz?

İşte o medeniyetin fakiri, işte bu medeniyetin zengini. Siz hangisinin yerinde olmak isterdiniz?

Kâinatın Efendisi, Efendimiz (sav) yolu gösteriyor.

“İnfak et, cömert davran ve daima etrafına dağıt. Sakın ola ki, malı elinde tutup saklama ve elinde bulunan fazlalığı cimrilikle saklama, yoksa Allah da sana karşı kısar ve verme hususunda böyle davranır.”

Allah Cevad’dır, Vehhab’dır, Kerim’dir; cömerttir, verendir, kerem sahibidir. Hayır yolunda cömertliği, vermeyi ve kerem sahibi olmayı sever. Veren kimse Allah’ın keremine, vehhabiyetine ve cömertliğine mazhar olmuştur. Sahip olduğumuz her şey bize verilendir. Sahibi biz değiliz. Emanetçiyiz. Emaneti Veren için muhtaçlara veren kurtulur.

Mehmet Abidin Kartal

www.NurNet.org

Mübarek Ramazan Ayına Girerken

Muhterem kardeşlerim!

Allah’ımıza ne kadar şükretsek azdır ki Ermeni, Rus veya yahudi değiliz de şehid dedelerin torunları olup canları ile ödeyıp kanları ile yoğurdukları dünyada eşi bulunmayan toprakta yaşıyoruz. Gene Allah bizleri çok sevdiği için 1.300.000 çeşit mahlukatın tepesine çıkarıp, ölü atomlardan inşa ettiği biz acizlerin önüne türlü türlü nimet sererek, imtihan için bizi buraya gönderip, o imtihanı başarmak için de sebep olarak mübarek aylar günler geceleri bizleri çok sevdiği için, cehennem ateşinde yakmayıp, mutluluğun sonu olmayan cennet gibi bir zenginliği biz müslümanlara kazandırmak için önümüze türlü sebeplerden bir tanesi de  mübarek Ramazanı şerifi Ahiret ticareti yapmak için Müslümanlara sevap depolamak için ve o savaplarla Allah’ın rızasını kazanmak için, Ramazanı mübareği bütün dünyanın iştirak edeceği bir fuar ve bir sergi bir pazar yapmış ki başka vakitlerde her hayırlı işi için en az on sevap öderken Ramazan’da otuzbine çıkar.

Tek kadir gecesinin kıymeti bin aydan hayırlı olduğunu Kur’anı Kerim bize bildiriyor. Bu kârlardan mahrum kalmamak hulusi kalp ile Allahın rızasını kazanmak için O’nun emrine uymak tarafına meyletmek lazım. Meyil dedim yalnız meyil olmaz. Bilakis büyük bir fedakârlıkla bütün ruhu canımızla fedakarlık yapıp, vaktimizi asla boş geçirmeden, bu büyük fırsatı elimizden kaçırmamak için, başta namazımızı ta’dili erkânla kılıp orucumuzu basit saymadan, nefsimize, gözümüze, kulaklarımıza, ağzımıza ellerimize ve bütün duygularımıza oruç tutturup, Ramazanı mübarekten ayrılırken sevap sandığımız dopdolu olarak ayrılalım Allahın yardımı ile.

“Evet, Cenab-ı Hak, herşey için bir nokta-i kemal tayin etmiştir ve o noktayı elde etmek icin o şeye bir meyil vermiştir. Herşey, o nokta-i kemale doğru hareket etmek üzere, sanki mânevî bir emir almış gibi muntazaman o noktaya müteveccihen hareket etmektedir. Esna-yı harekette onlara yardım eden ve mânilerini def eden, şüphesiz, Cenab-ı Hakkın terbiyesidir (Rububiyetidir).”

Sizleri candan tebrik eder, dop dolu sevaplarla bayrama nail olmamızı temenni eder memleketimize ve tüm alemi islama hayırlara vesile olmasını dilerim.

Kardeşiniz Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org