Etiket arşivi: Uyanık

Müslüman İslam Yolunda Yürürken Dikkatli Olmalı

Müslüman çok dikkatli olmalı. Bu zamandaki insanlar öyle menfi ahlakın tesiri altında kalmışlar ki, yalan, dolan, aldatmak ve erişemedikleri makamlarda kendilerini göstermek için çok türlü yollara başvuruyorlar. Onların sözleri başka, işleri çok başka olduğundan ötürü, Müslümanlar bu gibilere karşı dikkatli olmalı. Müslüman aldatmaz. Fakat başkasını da kendisi gibi zannettiği için aldanır. Çok kardeşler onlara aldanıyorlar. Sonra bu aldananların  manevi huzurları da bozuluyor. Fakat biz tedbirimizi alıp onlara karşı dikkatli olduktan sonra, ne yapalım imtihan dünyasındayız deyip, işi kadere teslim edeceğiz. Başkasının hakkına girmemek için, Allah tarafından bize emir var. Bu emre uymak bizim için büyük kârdır. Fakat bugün bu hale gelen insanlar içerisinde yaşadığımız için, onlar tarafından aldanmamız  imkân dairesinde olduğunu bileceğiz. Onunla beraber, aldanmakla kaybettiğimizin karşılığını, ahirette fazlasıyla Allah’ın bize ödeyeceğine  de habersiz yaşamayacağız.

Ne yazık ki bugün öyle bir günde yaşıyoruz ki, dinini yaşamaya gayret edenler, maddi zarara uğramamaları için, çok tedbirli olmaları icap ediyor. Ötekilerin yaptıklarına nefret edip onların oyunlarına gelmemek için dikkatli olmalı. Çünkü bugün helalla haramın aynı dükkanda satıldığı bir devirde yaşıyoruz. İslam kültüründen mahrum olanlar maddi zarara uğramamaları için, evini, arabasını, vücudunu sigortaya bağlarlar. Onlardan birinin biraz parası varsa en sağlam yer neresidir diye düşünür hırsızlara karşı tedbirini alır. Onlar öyle yaparken, bizde tedbirli olmamız icap etmez mi? Eder. Fakat biz sigorta yapmak değil, biz tedbirimizi aldıktan sonra başımıza bir şey gelse Kaderimiz böyle imiş diyerek rahat edeceğiz.

Bugün herkes ileride mutlu yaşamak için, birleşelim de bir hayat sistemi kuralım diyorlar ama ne yazık ki birleşemiyorlar. Çünkü birleşememelerinin nedeni; herkes benim dediğim noktada birleşeceğiz dediği için, onu da ötekiler kabul etmiyor, ondan birleşemiyorlar. Benim dediğim olsun prensibinin ana sebebi; dinden uzak hayattan alınan terbiyeyle yetişmektir. Böyle birisi arzusunu ve menfaatini katiyen feda etmeye yanaşmaz. Çok çeşitli demagoji ile ukalalık yapıp, bilgisi olmayan işlerde fikir yürütmek ister. Hatta üç- beş kişilik hanesini idare etmeye aklı yetmeyip, her gün kavga yaparken, başbakanın hatalarını düzeltmeye kalkar.  Çok acıdır bu gibiler hiç çekinmeden ben başbakan olsam şöyle yaparım böyle ederim derler.

Evet, insan, nefis, şeytan ve şeytanın vazifesini gören iki ayaklı şeytanlardan  gelen zararlardan kurtulup dinini yaşaması için çok şey bilmesi lazım ki, onun imanı kuvvet bulup nefis ve şeytana uymadan yaşasın. Her taraftan saldıran bu gibi düşmanlara ve günahlı hallere karşı koyabilmemiz, ancak öğrendiğimiz sağlam dini bilgiler sayesinde olabilir. Böylece Allah’ın emirlerine itaate muvaffak olup, Ona boyun bükebiliriz. Bunun gerçekleşmesi için de, öldükten sonra dirilip hayatımızın hesabını teker teker vereceğimizi görür gibi kesin inandıktan sonra, yolumuza sapmadan devam edebiliriz.  Ondan sonra  bana göre böyledir safsatalarını bir tarafa bırakarak, kendimize, Allah (c.c.) Kur’an-ı Kerimde nasıl olmamızı istiyorsa, öyle olmaya gayret etmemiz lazımdır diyerek, Allah’ın kanunlarına boyun eğebiliriz.

Evet. düşmanlarımızdan korunabilmek ve dini bilgilerimizin  pratiğini ortaya dökebilmek için, sağlam bir gurup Müslüman’larla arkadaşlık çok mühim rol oynar. Hele gençler arkadaşın tesirinde daha fazla kaldıkları için, onlar arkadaş seçerken çok uyanık olmaları icap ediyor. Çünkü suçlu arkadaşla arkadaşlık yapmak için onun gibi olmak lazım. Yoksa arkadaşlık kopar, yarıda kalır.

Bunu anlatan bir olay: Geçmişte bir kamburlu adam varmış. Ona sormuşlar, ne diyorsun, ister misin kamburunu tedavi edip düzeltelim de rahat edesin? Oda şöyle cevap vermiş: Beni memnun etmek istiyorsanız,  herkese birer kambur takın, o benim için daha iyi olur. Nedenini sorarsanız: Benimkini tedavi etseniz de, beni bilenler bana eski kamburlu deyip benimle dalga geçerek, beni rahatsız edecekler. Böyle olacağını bildiğim için, en iyisi herkese birer kambur takınız da beni kötülemeye mecalleri kalmasın. Kahvede sigara dumanı içinde lak lak la hayat geçirmeye alışan kimse, beş vakit namaz kılan kimse ile de arkadaş olamaz, namaz vaktinde musalli namaza gider öteki de kahveye gider bunun alternatifi yoktur.

Gördünüz mü, suçlu adam kendisi gibi başkasını da o suçla bulaşık olduğunu görmeden  rahat edemez. Verdiğim bu örnekten de anlıyoruz ki, kötü arkadaşımız kendi kötü ahlâkından bize de vermeden rahat edemez, veremezse bizden ayrılmaya mecbur olur.

Evet, kat’iyyen unutmamalıyız ki, Allah’ın iyi kulları 1400 kusur seneden bu güne kadar bu kötü zamanın şerrinden Allah’a sığınmışlar. Bu itibarla pazarda bir malın kıtlığı derecesine göre, daha pahalı satılacağı muhakkaktır. Fatih devrindeki Müslüman’ların yaptıkları sevabın derecesi, bugünküyle aynı olamayacağı şüphesizdir.

Bu sebepten Peygamberimiz a.s.m “Fesadi ümmetr zamanında Sünnetimi terk etmemeye gayret edenler yüz şehidin kazandığı sevabı   kazanabilir” buyurmuşlardır.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Şehrin Kalbi

Sordular: Uyanık olmak için ne yapmalı? Cevap verdi: Ömrünü bitmiş say ve son nefesinin gelip iki dudağının arasından çıkmak üzere durduğunu düşün.

Ömür dediğin zaten iki nefeslik bir şey değil mi? Aldığın nefes Hayy olanın ikramıdır. Nefes göğsüne sokuldukça hayattan nasibini alırsın. Hayy’ın hayat vaadine kanarsın. Verdiğin nefes ise Kayyûm’a çağrındır. Hayatın için devam istersin verdiğin nefesle. Yeni bir nefese muhtaç olduğunu söylersin. Hayy’dan gelir nefesin ve Hû’ya gider. Sanki aldığın nefesle “yalnız Sana yalnız Sana kulluk ederim” demen istenir. Verdiğinin ise “yalnız Sen’den yalnız Sen’den yardım dilerim” yakarışının ruhu olması beklenir. Ömrünün bittiği anı uzakta sanma şimdi şu an geride bıraktığın ve senin adını verdikleri ölülerin başında duruyor gövden. Geride bıraktığın günlerde bitirdiğin mevsimlerde veda ettiğin yıllarda terk ettiğin anlarda yaşayıp artık hatırası kalmış “sen”ler var; hepsi öldüler. Yalnız sen varsın diye hatırlanıyor onlar. Sen onları hatırlatan bir mezar taşı gibi dikiliyorsun gövdenle. Aslında dudaklarının arasına kazınıyor doğum ve ölüm tarihlerin. Hüve’l Bâkî/Senai Demirci/Doğumu: aldığı ilk nefes-Ölümü: verdiği son nefes. İki dudağının arasında saklı ömrün. Şimdi aldın ve şimdi verdin. Şimdi verdiğin son nefestir. Uyan. Yan. An.

Sordular: Doğru sözlü kimdir? Dedi ki: Sözü kalpten söyleyen dili kalbiyle aynı olandır.

Kalbin dudaklarına yetişemiyor. Dudağının söylediğine elin katılmıyor. Yoksa sen söylediklerini yap(a)mayanlardan mısın? Yahut yap(a)mayacaklarını söyleyenlerden misin? Dudağını kalbine bandırarak söyleseydin bunca uzun söylemene gerek kalmazdı. Belki söylemene bile gerek kalmazdı. Söylediğini dinleyenler söyleyemediklerini de eşsiz bir çağıltı gibi kalplerine misafir ederlerdi. Dilini kalbine değdir ki söylediğin doğru olsun doğrultsun. Dilini kalbine değdirme kaygısı olmayanlar seni kalpsiz sanıyorlar yahut kalbini yok sayıyorlar. Aklını gözüne indirdikleri gibi kalbini de kulaklarına indirgiyorlar. Sen kalbin değdiği dudaklara kulak ol.

Sordular: Nasihat nasıl olur? Cevap verdi: Halktan daha üstün olduğunu ima etmek maksadıyla başını dik tutmadığın ve dünyaya karşı tamahkâr olmadığın halde yaptığın nasihattir.

Kendini başkalarından daha iyi bilerek öğüt veriyorsan öğütlerin aslını yitirmişsin demektir. Hatırla ki Mûsa [as] kavminden kavmin en iyisini yanına getirmelerini istemişti. Derken mahcup bir adamı getirmişlerdi de Mûsa [as] ondan da bu kavmin en kötüsünü bulup yanına getirmesini istemişti. Sonunda adam eli boş dönmüştü. Yine mahcuptu; “benden kötüsünü boş yere aradım!” demişti. Günahlarını en çok bildiği hatalarına en çok aşina olduğu adamı alıp gelmişti yanında. Kendisini getirmişti. “Bu kavmin en kötüsü benim!” demişti de işte o zaman Mûsa [as] “Sen sahiden bu kavmin en iyisiymişsin” demişti. Sen de kavmine “kavmin en iyisiyim” diye konuşuyorsan git kendine iyi bir öğütçü bul. Öğütlerin başını unutup kendini öğütçü bellemen ne kadar acı… Önce nefsini ıslah et. Islah etmen için de önce nefsini kötü bil. “Herkesin nefsinden kötüsü benimkidir” de… Öğütlerini içine yönelt.

Her şehrin bir kalbi olmalı. Yoksa o coğrafyada insanları bir arada ne tutabilir ki? Göçüp gitmek varken dağılıp çözülmek dururken neden bir arada durur insanlar? Neden özlem duyarlar memleketlerine? Nasıl olur da meselâ otobüsün buğulu camından “Kars: 20 km” levhasını okuyunca insanın içine tatlı bir ılıklık akar? Bir ay kadar önce Kars’a gittiğimde kalbimin bir kalbe değdiğini fark ettim. Kar tanelerinin ak bir sayfa gibi önüme açtığı Kars’ın karbeyaz kalbini tanıdım. Ebu’l Hasan Harakânî bin yıldan uzun bir süredir nabzımı dolduruyormuş da farkında değilmişim. Onu tanıyınca hayatlarıyla hakikati ihya edenlerin ölümlerinden sonra da nice diriden çok daha fazla diriltici olduğunu bir kez daha anladım. Yukarıda italik yazdıklarım Harakânî’nin diriltici sözleridir. Kars’a ve Ebu’l Hasan Harakânî’ye borcumun ilk taksididir bu yazdıklarım.

Kars’a gittiğinizde karların kalbinizi karmasına izin verin. Sarıkamış’ın hüznünü de göğsünüze soğuk bir hırka gibi giyin. Evliya Camii’ne doğru yürüyün Yavuz Selim hocanın elinden tutup Ebu’l Hasan Harakânî’nin kabrine ve kalbine varın. Emin olun kalbinizin yeniden yazıldığını fark edeceksiniz.

Senai Demirci