Etiket arşivi: zübeyr gündüzalp

Fikir alışverişinde şunlara dikkat!

Müşterek bir işte çalışan şahıslar, dinî veya dünyevî bir müessese mensupları müdavele-i efkâr yaparlarken, kendi fikrini mutlak bir isabet bilmesi, diğer arkadaşlarının fikirlerini daima isabetsiz görmesi, müessese arkadaşlarının reylerini hakir bulmasıdır. Kendi fikirleri ile yapılan işlerin zararlı ve iflasa doğru gittiğini hatırlatan en yakın arkadaşlarına yüz çevirmesi, müessesenin maddî imkânlarının elinde bulunması, şubelerdeki işin içyüzünden haberi olmayanların teveccühüne aldanmasıdır. Müesseseye, sekiz-on işte, şahsî kanaatinden ve başka arkadaşların fikirlerinden zararlar gelince de bir takım teviller yoluna sapmak, telaşsız görünerek kendi cebindekini değil, umumun hukukunu zayi etmesidir.

Müdavele-i efkârda bir işi isabetsiz veya zararlı bulduğunu arkadaşına söylerken, edep, terbiye, hürmet gibi yüksek ahlâkı çiğneyerek tehevvürle, şiddetle söylemesi, karşısındakinin izzetini kırması, İslâmî terbiye ve ahlâka sırt çevirmek olduğu halde, bunu hiç nazara almayarak, “Bana böyle dedi, şöyle dedi” gibi hiddetle mukabele etmesidir. Dehşetli zararlarda kendisinin dahli olmadığına, ya cehl-i mürekkeple veya gururla iddiada bulunmasıdır. Halbuki mesai arkadaşlarına hürmetle mukabele edip, kendi fikirlerinin isabetsiz olabileceğine ihtimal vererek, yirmi meselede hiç olmazsa on adedini arkadaşlarının kanaatlerine münasip bulup iş yapmasıyla fikirlere menfî hislerin karışmadığı anlaşılmış olur.

Fikirlerindeki isabetsizlik zararlara sebep olunca, diğerleri bu zarara sebep olana hürmetkârâne, asilâne, alçak gönüllülükle kendi fikirlerindeki veya vazifelerdeki kusurlarını da sayarak, ondan özür dileyerek söylemesi- velev kırkıncı defa da kabul etmeyecek olsa- yine o yanlış yapana söylemek yerine şuna buna söylemesi; böylece müessese mensuplarına olan hüsn-ü zan ve itimadın kırılması; bir kimsenin aile çatısı altında kalması icab eden hatalarını yayması; o kimseyi kötüleyip şuna veya buna söylemekle bin zarar getireceğini hissiyatının tesiriyle görememesidir.

Müteaddit defalar bir iş hususunda münakaşa edilir; meşveret ve müdavele-i efkâr adı ile söze oturulur. Münakaşa ve kavga ile kalkılır. Bu kavgamsı konuşmada herkes heyecanlanır. Hisler heyecana gelir. Biri diğerine, diğeri ötekine hakaretli sözler sarf eder. İlk defa birisi hakaret eder, diğeri de misilleme yapar. Birinci hakaret edip kalb kıranı kasdederek, “Birinci bana şöyle dedi, ben de ona öyle dedim” der. Bu beş-altı defa tekerrür edince, artık en yakın dava arkadaşına ikincisi küskün durur. Bu küskünlüğü gören ikinci birinciden soğur. İkinci ile üçüncü birleşir. Birincinin gıyabında konuşa konuşa, artık o da haricîlerin müşfiki, can kardeşine küsücü olmuştur. Artık birincinin hakkında tenkitler ve kusurları sayıp dökmeler başlamıştır.

İslâm muaşeret, edep ve terbiyesine riayet etmeden, nefis ve tehevvürüne kapılarak, dahilî hizmet mensuplarına hariçtekilere dahi yapılmayacak bed muameleyi yapmaktır. Bu kötü hissiyat zararlı netice doğurunca, “Ben sebep oldum, özür dilerim” olgunluğunu göstermeyerek, zararlı neticeyi acib bir halet-i ruhiye ile karşısındaki arkadaşına yüklemektir. Taraflar dahi şahısların umumunun alâkadar olduğu umumî bir meselede, iki taraf da birbirini sabit fikirlilikle itham ederek, müessese hizmetine dinamit koyarak umumun zararına sebep olmalarıdır.

Zübeyir Gündüzalp Ağabeyin notlarından…

 

Bir zerre hizmet, bir dağ; bir dirhem hizmet, bir batmandır

  • Ey ferasetli ve müdebbir ehl-i hizmet!

 

  • Omuz omuza verip çalışmaya çok muhtaç olduğunu; tek başına veya ekalliyette kaldığın zaman muvaffakiyetsizliğe düşeceğini her gün hatırla ve bu hakikatı bir karta yazıp cebine koy ki, günde on defa nefsine ihtar edebilesin.

 

  • Bir ve beraber olduğun hizmet ve dâvâ arkadaşlarının gönlünü kırma. Senin gönlünü kıran olursa, “Buna benim nefsim müstehaktır” de ve gönlünü kıranın gönlünü hoşnut eyle.

 

  • Böyle bir zamanda, böyle kudsî bir îmân hizmetinde çalışanlara karşı durumumuz şudur: Bir zerre hizmet, bir dağ; bir dirhem hizmet, bir batmandır. Bu nur hizmetinde -az dahi olsa- bulunanlar, çok hürmet, muhabbet ve şefkate lâyıktır. “Dane taşıyan bir karıncayı bile incitme”.

 

  • Dostunu şiddet ve minnet içinde tutarsan, bir daha senin suratını bile görmek istemez. 

 

  • Halk nazarında nice itibarsız, hakir görünen Müslümanlar ve İslama hizmet edenler vardır ki, onlar insanlardan takdir, hürmet ve muhabbet beklemezler. Onlar, ehl-i îmana hürmetkâr ve merhametli olurlar. Onlara Allah’ın rızası kâfi gelir.

 

  • Sen bir mü’mine “Fenadır” diye kötü zanda bulunabilirsin; halbuki o kimse Allah’ın makbulüdür.

 

  • Arkadaş! Gül padişahının yanında silaha davranmış diken var. Dikensiz gül, kusursuz arkadaş arayan kusurundan habersiz kimse, arkadaş bulamaz.

 

  • Nur-u Kur’ân hizmetinde bir ve beraber çalıştığınız kardeşler ve ehl-i îmân içinde, gücenen ve küsen, gücendiren ve küstürenlerden olmayınız “Deymiyor bu dünya böyle şeylere” .
    İnsan iyi işli olmalı Kendisini daima kusurlu görmeli.

Acı nasihat faydalı şerbettir!

A benim güzel dostum! Çok kere olduğu gibi bugün yine çok tenkitler ettin. Kusurlar, hatalar saydın. Acaba gıyabında tenkitler yaptığın, gıybetini ettiğin Allah’ın kullarının o yaşa kadar olan iyiliklerinden, hayra hizmetlerinden, güzel huylarından, zararsız hallerinden ne kadarını yâdettin, kaç tanesini saydın? Münekkid ve kusur sayıcılardan olma! Korkarım ki, zulümkâr olursun.

Çok tenkitçilerin, gıybetçilerin, herkesin kusurlu işlerini sayanların meclislerine yanaşma Bu kötü ahlâk sana da bulaşır. Hem çabuk bulaşır. Zira bu fena huyun muharriki nefistir. Nefsanî şeyler nefisleri kolayca harekete geçirir.

Tenkitçi, kusurları piyasaya çıkarıcı kimselerin dostluğunda bulunup da, eğer ona kapılmamışsan, Ahlâk-ı Muhammediye (asm), evliyâ, suleha ve ulemanın İslâm ahlâkı ve edebi hakkındaki eserlerini mütalâa ettikten, ilim ve hikmet tetebbuatında bulunduktan sonra, onların hal ve kallerini; hısım, akraba, çoluk-çocuklarına karşı muamelelerini; din kardeşleri ve dâvâ arkadaşlarına olan hatt-ı hareketlerini; ibadet, itaat ve takva hususundaki vaziyetlerini tetkik et ve gör. Eğer sen ilim, irfan, kemalât, fazilet, edep, terbiye, ahlâk ve hayâ, azimet ve takvâ ehli olarak o eserlerinden müstefid olmuşsan, hemen dergâh-ı İlâhiye el açıp, “Aman yâ Rab! Tenkitçi, kusur arayıcı, kusur görücü ve gıybetçi olmak felâketinden Sana sığınıyorum. Beni bu âfetlerden muhafaza eyle Âmin” diyerek göz yaşları dökeceksin.

Ey ehli İslam ve irfan! Din kardeşlerinin ayıplarını, kusur ve hatalarını sayıp dökmekte, bakıyorum ki, çok mahirsin. Acaba bir o kadar veya onun yarısı kadarı olsun kendi ayıplarını, kendi kusur ve yanlışlarını, isabetsiz hareketlerini, seni dinleyenlere aynı iştahla, aynı maharetle sayıp döktün mü? Korkarım ki, zulümkâr olmuş olmayasın. Güzel huylu ol Nefsini zemmeden, kusurlarını itiraf eden, din ve dâvâ arkadaşlarını medheden, ahlâk-ı âliye erbabı ile sohbet et. Ahlâk-ı âliye ile yükselmek aşkına düşersin “Tahallukû bi ahlâkillah” emr-i cemiline inkiyad şerefiyle şereflenirsin.

Herkes yükü kendi gücü kadar çekebilir. Öyle ise sen kendi gücünün başardığı şeyleri başkalarında görmezsen, kendini mihenk yapıp onları tenkid etmemelisin. Kendinde bir üstünlük vehmedip gurura düşmemelisin. Onlar kabiliyetlerine göre ne kadar hizmet görseler ind-i İlahîde ihlâsa binaen makbuldür.

Zübeyir Gündüzalp Ağabeyin Notlarından