naces tarafından yazılmış tüm yazılar

Ahmet Feyzi Kul ağabey mevlid-i şerifle yad edilecek.

ahmet feyzi kul

Bediüzzaman Said Nursi’nin talebelerinden Ahmet Feyzi Kul, 29 Mayıs 2016 Pazar günü vefatının 44. yılında mevlid-i şerifle yad edilecek. Çamlık Mevlid’i olarak da bilinenen programa her yıl olduğu gibi bu yıl da geniş bir katılım bekleniyor.

Ahmet Feyzi Kul’un mezarı Aydın Ortaklar ilçesi Çamlık Kabristanı’nda bulunuyor. 1898’de Isparta’nın Uluborlu kazasında doğan ve Ege Bölgesi’ne yerleşen Ahmet Feyzi Kul, Nurculuk davalarında yaptığı müdafaa ile adalet tarihine ‘şaşaalı müdafaanın sahibi’ olarak geçti. 1948’de Bediüzzaman Hazretleriyle birlikte Afyon Hapishanesi’nde yattı.

Ahmet Feyzi Kul, İslamiyet’i müdafaa etmesi, cifir ve ebced üzerine çalışmalarıyla tanındı. 1972’de vefat etti.

Londra’da otobüslere “Sübhanallah” yazılı ilanlar yerleştirildi

İngiltere’nin başkenti Londra’nın simgelerinden kırmızı, iki katlı otobüslerin üzerine “Sübhanallah” yazılı ilanlar yerleştirildi.

Uluslararası insani yardım kuruluşu “Islamic Relief” tarafından yürütülen ve ramazan ayı boyunca sürecek kampanyayla, Suriye’deki iç savaş kurbanlarına yardım toplanması amaçlanıyor.

Islamic Relief’ten kampanyayla ilgili AA muhabirine yapılan açıklamada, bu hafta başlayan kampanya çerçevesinde, başkent Londra’nın yaklaşık 10 semtinde hizmet veren 180 otobüsün üzerinde ramazan ayı boyunca “Sübhanallah” yazılarının görüleceği bildirildi.

Kuruluş ayrıca, ramazan ayının başlamasıyla Birleşik Krallık’ın Birmingham, Manchester ve Bradford kentilerindeki otobüslerde de kampanyaya aynı posterlerle yer verileceğini aktardı.

Birleşik Krallık’ta yaklaşık 3 milyon Müslüman yaşıyor, bu nüfusun yarısı başkent Londra’da bulunuyor.

kaynak AA

Bu medeniyyet insanı çok fakir ediyor


İkinci Sual: Sen eskiden şarktaki bedevi aşairde seyahat ettiğin vakit, onları medeniyet ve terakkiyata çok teşvik ediyordun. Neden, kırk seneye yakındır, medeniyet-i hazıradan “mimsiz” diyerek hayat-ı içtimaiyeden çekildin, inzivaya sokuldun?
Elcevab: Medeniyet-i hazıra-i garbiye, semavî kanun-u esasîlere muhalif olarak hareket ettiği için seyyiatı hasenatına; hataları, zararları, faidelerine racih geldi. Medeniyetteki maksud-u hakikî olan istirahat-ı umumiye ve saadet-i hayat-ı dünyeviye bozuldu. İktisad, kanaat yerine israf ve sefahet ve sa’y ve hizmet yerine tenbellik ve istirahat meyli galebe çaldığından, bîçare beşeri hem gayet fakir, hem gayet tenbel eyledi. Semavî Kur’anın kanun-u esasîsi لَيْسَ لْلاِنْسَانِ اِلاَّ مَا سَعَى ٭ كُلُوا وَ اشْرَبُوا وَ لاَ تُسْرِفُوا ferman-ı esasîsiyle: “Beşerin saadet-i hayatiyesi, iktisad ve sa’ye gayrette olduğunu ve onunla beşerin havas, avam tabakası birbiriyle barışabilir.” diye Risale-i Nur bu esası izaha binaen kısa bir-iki nükte söyleyeceğim:

Birincisi: Bedevilikte beşer üç-dört şeye muhtaç oluyordu. O üç-dört hacatını tedarik etmeyen on adedde ancak ikisi idi. Şimdiki garb medeniyet-i zalime-i hazırası sû’-i istimalat ve israfat ve hevesatı tehyic ve havaic-i gayr-ı zaruriyeyi, zarurî hacatlar hükmüne getirip görenek ve tiryakilik cihetiyle şimdiki o medenî insanın tam muhtaç olduğu dört hacatı yerine, yirmi şeye bu zamanda muhtaç oluyor. O yirmi hacatı tam helâl bir tarzda tedarik edecek, yirmiden ancak ikisi olabilir. Onsekizi muhtaç hükmünde kalır. Demek bu medeniyet-i hazıra insanı çok fakir ediyor. O ihtiyaç cihetinde beşeri zulme, başka haram kazanmaya sevk etmiş. Bîçare avam ve havas tabakasını daima mübarezeye teşvik etmiş. Kur’an’ın kanun-u esasîsi olan “vücub-u zekat, hurmet-i riba” vasıtasıyla avamın havassa karşı itaatini ve havassın avama karşı şefkatini temin eden o kudsî kanunu bırakıp burjuvaları zulme, fukaraları isyana sevk etmeye mecbur etmiş. İstirahat-ı beşeriyeyi zîr ü zeber etti!

İkinci Nükte: Bu medeniyet-i hazıranın hârikaları, beşere birer nimet-i Rabbaniye olmasından, hakikî bir şükür ve menfaat-ı beşerde istimali iktiza ettiği halde, şimdi görüyoruz ki: Ehemmiyetli bir kısım insanı tenbelliğe ve sefahete ve sa’yi ve çalışmayı bırakıp istirahat içinde hevesatı dinlemek meylini verdiği için sa’yin şevkini kırıyor. Ve kanaatsizlik ve iktisadsızlık yoluyla sefahete, israfa, zulme, harama sevkediyor. Meselâ: Risale-i Nur’daki “Nur Anahtarı”nın dediği gibi: “Radyo büyük bir nimet iken, maslahat-ı beşeriyeye sarf edilmek ile bir manevî şükür iktiza ettiği halde, beşte dördü hevesata, lüzumsuz malayani şeylere sarf edildiğinden; tenbelliğe, radyo dinlemekle heveslenmeye sevk edip, sa’yin şevkini kırıyor. Vazife-i hakikiyesini bırakıyor. Hattâ çok menfaatli olan bir kısım hârika vesait, sa’y ve amel ve hakikî maslahat-ı ihtiyac-ı beşeriyeye istimali lâzım gelirken, ben kendim gördüm; ondan bir-ikisi zarurî ihtiyacata sarfedilmeye mukabil, ondan sekizi keyf, hevesat, tenezzüh, tenbelliğe mecbur ediyor. Bu iki cüz’î misale binler misaller var.

Elhasıl: Medeniyet-i garbiye-i hazıra, semavî dinleri tam dinlemediği için, beşeri hem fakir edip ihtiyacatı ziyadeleştirmiş. İktisad ve kanaat esasını bozup, israf ve hırs ve tama’ı ziyadeleştirmeye, zulüm ve harama yol açmış. Hem beşeri vesait-i sefahete teşvik etmekle o bîçare muhtaç beşeri tam tenbelliğe atmış. Sa’y ve amelin şevkini kırıyor. Hevesata, sefahete sevk edip ömrünü faidesiz zayi’ ediyor. Hem o muhtaç ve tenbelleşmiş beşeri hasta etmiş. Sû’-i istimal ve israfat ile yüz nevi hastalığın sirayetine, intişarına vesile olmuş.

Hem üç şiddetli ihtiyaç ve meyl-i sefahet ve ölümü her vakit hatıra getiren kesretli hastalıklar ve dinsizlik cereyanlarının o medeniyetin içlerine yayılmasıyla; intibaha gelip uyanmış beşerin gözü önünde ölümü i’dam-ı ebedî suretinde gösterip, her vakit beşeri tehdid ediyor. Bir nevi cehennem azabı veriyor.

İşte bu dehşetli musibet-i beşeriyeye karşı Kur’an-ı Hakîm’in dörtyüz milyon talebesinin intibahıyla ve içinde semavî, kudsî kanun-u esasîleriyle bin üçyüz sene evvel gösterdiği gibi, yine bu dörtyüz milyonun kendi kudsî esasî kanunlarıyla beşerin bu üç dehşetli yarasını tedavi etmesini; ve eğer yakında kıyamet kopmazsa, beşerin hem saadet-i hayat-ı dünyeviyesini, hem saadet-i hayat-ı uhreviyesini kazandıracağını ve ölümü, i’dam-ı ebedîden çıkarıp âlem-i nura bir terhis tezkeresi göstermesini ve ondan çıkan medeniyetin mehasini, seyyiatına tam galebe edeceğini ve şimdiye kadar olduğu gibi;

dinin bir kısmını, medeniyetin bir kısmını kazanmak için rüşvet vermek değil, belki medeniyeti ona, o semavî kanunlara bir hizmetkâr, bir yardımcı edeceğini Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın işarat ve rumuzundan anlaşıldığı gibi rahmet-i İlahiyeden şimdiki uyanmış beşer bekliyor, yalvarıyor, arıyor!

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Said Nursî

Emirdağ Lahikası-2 ( 101 )

İslam akıl dinidir, ama şefkatli bir aklın dinidir

Bediüzzaman’ın mesleğini ‘hatve’leri olarak tarif ettiği acz, fakr, şefkat ve tefekkür aslında birbirinden ayrı yapılması gereken şeyler değil, birbirini tetiklemesi, dokuması ve bulaması gereken şeyler. Örneğin: Aczin bilincine varılmadan hissedilen bir fakirlik olabileceğini inanmıyorum ben. Yani o insan zatında fakir olabilir, ama fakir olduğunu hissetmez/düşünmez aciz olduğunu idrak etmedikçe. Karşılanması gereken ihtiyaçlarının çokluğu, ona, bilakis ‘zenginlik’ gibi görünür. Tüketir de tüketir ve hatta bu tüketimi ‘ihtiyaçlarının sayısını arttırmaya çalışarak’ arttırmaya çalışır.

Zaruri olmayanları bile kendisine zaruri kılar. Bu insan hedonisttir. Zevkleri için yaşar. Her ihtiyacın ucuna iyiliği için Rabb-i Rahim tarafından bir zevk takılmıştır çünkü. Kokusunu kovalar. Zevkler ihtiyaçların davetçisidir aslında. Fakat araç olan amaçlaşır onda. Amaç ise araçlaşır. Zevk kokusuyla ihtiyacına sevkolması gerekirken o zevkolmaya başlar ihtiyaç kokusuyla. Odak noktası başkalaşır. ‘Yaşamak için yediği’ şeyler değil ‘yemek için yaşadığı’ şeyleri vardır. Zaruriyat ile israfı birbirinden nasıl ayırırsın? Zaruriyat, yapılırken zevk alınandır. İsraf, zevki için yapılandır. Ben böyle ayırırım.

Ve hakeza, kırmamaya çalışmak kırılganlıktandır. Aczinin ve fakrının farkında olan şefkat eder ancak. Ötekinin de kendisi gibi olabileceğini düşünür. Ötekinin de bir kalbi olduğunu farkeder. Ötekinin de kendi ‘merhamet edilesi’ halinden birşeyler içerdiğini derketmeye başlar. Yaralar yaralara benzer çünkü. Sancılar sancılara benzer. Şefkat aczin ve fakrın empatisidir. Daha az kırılgan olduğunu düşünen insanın kırırganlığı da artar.

Firavun neden bu kadar zalimdi? Nemrut neden o kadar acımasızdı? Ebu Cehil neden müslümanlara bu denli gadrediyordu? Bütün bunların ‘aczin şuurunda olmakla’ büyük ilgisi var. İnsan başkasını kendinde olanlara kıyasla/kıyaslayarak tanıyabiliyor. Ene Risalesi’nde aldığımız derslerden birisi de bu. İşte biz de muhatabımızın ‘merhamet edilesi’ olduğunu kendi ‘merhamet edilesi’ halimizden anlıyoruz. Yoksa sertleşiyoruz. Zalimleşiyoruz. Kırıyoruz. Canımızın yandığını anladığımızda can yakmaya korkuyoruz. Çünkü çektirdiğimiz çekebileceğimiz oluveriyor. Bir sağır, sesinin yüksek olduğunu ‘sesin bir başkasını rahatsız edecek kadar yükselebildiğini’ anlamadıkça nasıl anlar? Hayvanat bahçelerini, onların yaşadığı kafeslere benzer kutucuklarda yaşamayı öğrendiğimiz modern zamanlarda akıl etmemiz tesadüfle açıklanabilir mi?

Tefekkür de şefkatle tamam olur. Evet, İslam akıl dinidir, fakat dikkat et: Şefkatli bir aklın dinidir. Bu yüzden atom bombasını müslümanlar yapmamıştır. Müslüman aklı o kadar kişiyi masum/suçlu ayırmadan katledecek bir teknoloji üretemez. Ne mutlu ki, üretmemiştir. Tefekkür de şefkatli olanın şefkatinin tasavvur ettiği dünyayı anlamaya çalışması sonucunda oluşur. Şefkatli tefekkür iyileştirir sahibini ve iyi gelir dünyaya. Aczini bilmemiş, fakrını görmemiş, şefkat etmemiş aklın tefekküründen korkarız biz. Aczimizi hissetmediğimiz yerden korkarız.

“İnsan azgınlaşır” der Kur’an, “kendisini ihtiyaçtan uzak görünce…” İslam’ın aklı yüceleştirdiğini söyleyenler burada eksik kalıyorlar. İslam salt aklı yüceleştirmez, şefkatli bir aklı yüceleştirir. Bu yüzden kalbe vurgusu akla vurgusundan fazladır. Kalp, aklın harici değil, aklın diğerleriyle birlikteliğidir. Kalp bir denge noktasını ifade eder müslüman için. Sair hislerin de alıcıları açık olarak çalıştığı ve aklın yapabileceklerine teennileriyle sınırlar koyduğu veya yönlendirdiği bir düşünüş. Bizim tefekkürümüz budur veya bu olmalıdır veya bunu aramalıdır. Bediüzzaman’ın dört hatvesine bir de böyle bak.

Avrupa, İSLAM’la Bütünleşmeli

Kocaeli Kitap Fuarı etkinlikleri kapsamında düzenlenen Medeniyetler Mirası “Ortak Geçmiş, Ortak Gelecek” sempozyumunun kapanış oturumu gerçekleşti.
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği 8. Kitap Fuarı’nın uluslararası Medeniyetler Mirası “Ortak Geçmiş, Ortak Gelecek” sempozyumu kapanış oturumlarıyla tamamlandı. 4. oturumda Çağdaş Uygarlık ve Problemleri konusu ele alınırken kapanış oturumunda “Medeniyet mirasımızın geleceği” konulu tebliğler sunuldu. Yahya Kaptan Konferans Salonu’nda yapılan sempozyuma Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu, Genel Sekreter Doç. Dr. Tahir Büyükakın, Genel Sekreter Yardımcısı Feyzullah Okumuş, Prof. Dr. Hans Kochler, Prof. Dr. Ziya Yazıcı, yazar Yusuf Kaplan katıldı. Katılımcılar, çağdaş uygarlık ve problemleri konusundan düşüncelerini dile getirdi.
Medeniyetin Medine şehrinden geldiğini belirten Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu, ”Medeniyet insani bir kavram taşır. Barışa, kardeşliğe ulaşmamız ve pek çok savaşın sona ermesi için medeniyetler diyaloğunun oluşması gereklidir. Bu sempozyum ve kitap fuarımızın da medeniyetler ittifakına az da olsa faydası olacağını inanıyorum“ şeklinde konuştu.
Öz benlik vurgusu kapsamında Avrupa’da büyük bir kriz yaşandığını dile getiren Prof. Dr. Hans Kochler, ”Yapmış olduğum analizlerde Avrupa’nın kendi içinde kimlik bunalımında olduğu gözükmekte. Avrupa’da Hristiyanların dinsel öğretileri gençler arasında kabul görmemekte. Ulusalcı partilerin arasında Hristiyanlığı temel alma, eski Avrupa medeniyetini ön plana çıkarma çabası var. Aynı Avrupa, politikaları ile Ortadoğu’daki ülkelere büyük sorunlar yaşatmaktadır. Avrupa batı medeniyetinin bir parçası olarak kültürlere şekil verdiğini iddia etmekte. Bu bağlamda bir dizi çaba sarf edildi. Bunu yaparken Batının askeri kuvvetini kullanmaya da çalıştı. Kendisini ve kültürünü bu askeri müdahalelere kalan ülkelere mal etmeye çalıştı. Bunun sonucunda oluşan bir siyasi boşluk meydana geldi. Bu boşluk, bölgedeki insanların, kendi tarihine dönen ülkelerin çalışmaları ile doldu. Avrupa kimlik krizi kendisini korkuyla ifade etti. İslam medeniyetine karşı reddedici ve çekinceli bir anlayışla ile yaklaşıldı” diye konuştu.

kaynak:İHA