Oradaki anısını şöyle anlatıyordu:
“Çam dağının tepesinde ben yalnız kalıyordum
Bu yalnızlıkta kendime bir de nur arıyordum
Bir gece çam ağacının tepesine çıkmıştım
O ağacın üstündeki odada oturmuştum
O gece ıssız ve sessiz ağaçlar arasında
Hışıltıların içinden geldi hazin bir seda
Bu ses ihtiyarlığıma fazlaca tesir etti
İhtiyarlığın verdiği etkiyle ihtar etti
Gündüz nasıl şu siyah bir kabre tebdil ediyor
Bu aydınlık dünya siyah kefenini giyiyor
Öyle de ömrün gündüzü geceye dönüşecek
Ve hayatın yazı kışa inkılâp edilecek
Nefs bilmecburiye dedi garibim vatanımda
Yaşadığım şu ömrümün elli sene zarfında
Giden şu sevdiklerimden ayrı düşmüşüm elbet
Dostlarımdan ayrılışım daha hazin bir gurbet
Ve bu gece dağ başında şöyle düşünüyorum
Daha elim bir gurbete tam yakınlaşıyorum
Anladım ki müfarakat zamanı yaklaşıyor
Çünkü bu ihtiyarlığım bana haber veriyor
Bu vaziyet içindeyken kendime soruyordum
Bu çıkmazlardan bir çıkış ve bir nur arıyordum
Aniden İman-i Billâh bana ünsiyet verdi
Benim şahsıma verdiği teselli kâfi geldi
Evet, ey ihtiyareler ve de siz ihtiyarlar
Mademki Rahman ve Rahim bizim Hâlıkımız var
Bizim için gurbet olmaz madem O var her şey var
Mademki Hâlıkımız var melaikeler de var
Öyleyse dünya boş değil boş değil hâli dağlar
Boş zannettiğimiz her şey boş değil boş sahralar
Her zemin Cenabı Hakkın ibadiyle doludur
Zişuur ibaddan başka her yer nurla doludur
Taşlar ve ağaçlar birer refik hükmüne geçer
Lisanı halle konuşur ve görüşebilirler
Büyük kitab-ı âlemin harfleri sayısınca
Rahmetini gösteriyor onları okuyunca”
Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR