Üstadımız Bediüzzaman hazretlerini Allah c.c. Çok önemli ve üstün vasıflar vererek teçhiz eylemiş. Biz ki ona talebe olmaya çalışıyoruz ne kadar sevinçlere gark olsak azdır. Peygamberimiz a.s.mın iki büyük tebşiratına mazhar olan bir Üstada sahibiz Elhabdülillah.
Biri: Her asırda gelen Müceddidlerin Sonuncusudur.
İkincisi: Sahabelerden sonra en makbul zat olan Ahir Zaman Mehdisi unvanlarına sahiptir bizim Üstadımız. Bunlara ilaveten asrımızda yapabildiği cesaret ve fedakârlığı başkası yapamadığını biliyorsunuz eğer bilmez iseniz aşağıda ki yazılardan öğrenmiş olacaksınız.
1- Bediüzzaman hazretleri Rusya’da esarette esir kampındayken Kralın yeğeni General Nikola Nikolovik kampı teftişe gelmiş, orada gezerken, esir subayların hepsi ayağa kalktıkları halde Üstad kalkmaz. General kalmadığını görür ve tercüman vasıtasıyla sorar beni tanımıyor mu? Üstad evet tanıyorum der. Adını Kralın yeğeni olduğunu söyler. Peki ne için kalkmadın sorulunca? Ben islam Âlimiyim kâfire ayağa kalkamam der. Türk subaylar araya girerler; yapma hoca derler. Onlara işime karışmayın der. Nikola çabucak Üstada idam karar çıkarır ve idam edecekler. Üstadın yüzünde en ufak bir değişiklik olmaz. Her yerdeki kanun olan idam olunan kişiden son isteğin nedir derler. Üstad iki rakât namaz kılayım der.
Ve Üstad abdest alıp namaz kıldıktan sonra Çarın yeğeni üzür dilemeye gelir ve der: Sen serbestsin Ayağa kalkmaman Rus ordusuna hakaretten değil dinine bağlılığından imiş.
(Üstadın esaretten nasıl kurtulduğunu bir ağabeye şöyle anlatmış: Esirlerin kaldıkları yere beyaz cübbeli biri, ara sıra girip çıkıyormuş. Bir gün Üstad ona: benim çıkmama yardım edermisin? Oda evet ederim. Bir gün bu cübbeyi sana verip giyer isen çıkarken hiç kimse seni görmez. Ve Üstad o cübbeyi giyip çıkmış ve ormanlığa dalar. Ormanda can cin yok. Epey yürüdükten sonra bir ineğe rast gelir ineği kuyruğundan tutup ineği epey yürüttkten sonra bir eve gelir o evden biri çıkar OO Molla Said hoş geldin nasılsın? Eğer karnın açsa ineği sağayım biraz süt iç. Üstad sütü içtikten sonra Üstadı oğurluyor ve Üstad: Rusya’dan Avusturya ya ve İstanbula geliyor Nasıl geldi? Yol parasımı yanında vardı?)
2-İstanbul Hahambaşısı Yahudi Karasso ile Bediüzzaman arasında Selanik’te cereyan eden bir konuşma sırasında, Karasso konuşmayı yarıda bırakarak dışarıya fırlamış ve arkadaşlarına, “Eğer yanında biraz daha kalsaydım, az kalsın beni de Müslüman edecek idi” diyerek mağlûbiyetini hayret ve telaşla izhar etmiştir. Karasso ki, Osmanlı İmparatorluğunu parçalamak için sinsi ve tertipli bir şekilde çalışan gizli bir teşkilata mensup olup, ortada fevkalade bir rol oynuyordu. Karasso’nun Bediüzzaman’ı ziyaret etmekten maksadı, onu kendi fikrine çevirmek ve meş’um gayesine alet etmek idi. Fakat heyhat!..
Nihayet menhus Otuz Bir Mart Hadisesi meydana gelir. Şeriat isteyen ve o hadisede ismi karışan on beş kadar hoca îdam edilir. Bediüzzaman, onlar mahkeme binasının bahçesinde asılı durdukları ve kendisi de pencereden onları gördüğü bir halde muhakeme olunur. Mahkeme reisi Hurşid Paşa sorar:
“Sen de şeriat istemişsin?..”
Bediüzzaman cevap verir:
“Şeriatın bir hakîkatine, bin rûhum olsa feda etmeye hazırım. Zîra, şeriat sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazîlettir. Fakat, ihtilalcilerin isteyişi gibi değil!”
Bediüzzaman’ın Dîvan-ı Harbdeki bu kahramanca müdafaası, o zaman iki defa tab edilip neşredilmiştir. O dehşetli mahkemeden îdamını beklerken, beraet etmiş ve mahkemeye teşekkür etmeyerek, yolda, Bayezid’den ta Sultanahmed’e kadar, arkasında kalabalık bir halk kütlesi mevcut olduğu halde, “Zalimler için yaşasın Cehennem! Zalimler için yaşasın Cehennem!” nidalarıyla ilerlemiştir.
3-Bir zaman İngiliz devleti İstanbul Boğ’azının toplarını tahrip ve İstanbul’u istila ettiği hengamda, o devletin en büyük daire-i diniyesi olan Anglikan Kilisesinin başpapazı tarafından Meşihat-ı İslamiyeden dîni altı sual soruldu. Ben de o zaman Darü’i-Hikmeti’i-İslamiyenin azası idim. Bana dediler “Bir cevap ver. Onlar, altı suallerine altı yüz kelime ile cevap istiyorlar.”
Ben dedim: “Altı yüz kelime ile değil, altı kelime ile değil, hatta bir kelime ile değil, belki bir tükrük ile cevap veriyorum. Çünkü, o devlet, işte görüyorsunuz, ayağını boğazımıza bastığı dakikada, onun papazı, mağrurane, üstümüzde sual sormasına karşı yüzüne tükürmek lazım geliyor. Tükürün o ehl-i zulmün o merhametsiz yüzüne!..” demiştim.
Üstadın İstanbul’daki bu çok ehemmiyetli ve muvaffakıyetli hizmetinden, Türk Milletine pek ziyade menfaatler husûle geldiğini müşahede eden Ankara hükûmeti, Bediüzzamanın kıymet ve ehemmiyetini takdir ederek, Ankara’ya davet ederler.
M. Kemal Paşa, şifre ile davet etmiş ise de, cevaben, “Ben, tehlikeli yerde mücahede etmek istiyorum. Siper arkasında mücahede etmek hoşuma gitmiyor. Anadolu’dan ziyade burayı daha tehlikeli görüyorum,” demiştir. Üç defa şifre ile davet ediliyor. Eski Van Valisi, dostu mebus Tahsin Bey vasıtasıyla davet edildiği için, nihayet karar verir ve Ankara’ya gelir.
Ankara’da alkışlarla karşılanır; fakat, ümit ettiği muhiti bulamaz. Kendisi, Hacı Bayram civarında ikamet eder. Meclis-i Mebusanda dîne karşı gördüğü lakaydlık ve Garblılaşmak bahanesi altında Türk milletinin kudsî mefahir-i tarihiyesi olan şeair-i İslamiyeden bir soğukluk gördüğü için, mebusların ibadete, bilhassa namaza müdavim olmalarının lüzûm ve ehemmiyetine dair bir beyanname neşreder ve mebuslara dağıtır; Kazım Karabekir Paşa da M. Kemal’e okur.
Mebusana hitap, namaz kılanlara altmış mebus daha ilave eder. Namazgah olan küçücük odayı, büyük bir odaya tebdil ettirir. Bu parça, mebuslara ve umum kumandanlara ve ulemalara okutturulmakla, reisle şiddetli bir münakaşaya sebebiyet verir.
Birgün divan-ı riyasette, elli-altmış mebus içinde, karşılıklı fikir teatisinde, M. Kemal Paşa, “Sizin gibi kahraman bir hoca bize lazımdır. Sizi, yüksek fıkirlerinizden istifade etmek için buraya çağırdık. Geldiniz, en evvel namaza dair şeyleri yazdınız, aramıza ihtilaf verdiniz” der.
Bu söz üzerine, Bediüzzaman, birkaç makul cevabı verdikten sonra, şiddetle ve hiddetle iki parmağını ileri uzatarak, “Paşa, Paşa! İslamiyette, îmandan sonra en yüksek hakîkat namazdır. Namaz kılmayan haindir; hainin hükmü merduddur” der. Fakat Paşa tarziye verir, ilişemez.
Üstadı susturmak için:
1- Millet vekilleri 30 lira maaş alırken Üstada 300 lira verirler.
2- Doğuda şeyh Sunusi yerine Üstadı umumi vaizliği Verirler.
3- Ankara meşhur bir köşkü dahi Üstada verirler.
Üstad ben sizinle iş yapamam diyerek kabul etmeyip onları red eder. Ondan sonra Üstadın hapis ve sürgünleri başlar. İlk Burdur, Isparta, Eskişehir, Denizli, Kastamonu ve Emidağı. Yani 28 sene yanında Kur’andan başka kaynak kitap olmadan 130 bölümden ibaret olan 14 cilt Risale-i Nur külliyatı neşredilir.
Abdülkadir Haktanır