Elbette, çok hikmetleri vardır bunun. Ve belki en önemli hikmetlerinden biri, Âdem’in torunları ile İblis’in torunları arasındaki mücadelenin ete kemiğe bürünmüş insanların dünyasında nasıl gerçekleştiğini, en iyi, Musa-Firavun kıssasının göstermesidir.
Sûreler içinde yol alırken tekrar tekrar karşımıza çıkan bu kıssada, Firavun tek bir kişi olarak çıkmaz karşımıza. Görürüz ki, Firavun’u Firavun yapan, tek başına kendisi değildir. Zira, hakikat-ı halde, Firavun’un senin gibi, benim gibi, ‘herhangi bir’ insandır. Asla insanüstü değildir. Başka insanlara ârız olan ihtiyaçların hepsi onun için de geçerlidir. Aç kalsa, ölür. Susuz hayatta kalamaz. Nefes almadan yaşayamaz. Uykusuz helâk olur. Boyu da, kilosu da bellidir; gücünün ve düşüncesinin sınırları da.
Firavun’u Firavun yapan, kendisi değil; ait olduğu ve merkezinde durduğu ‘konsorsiyum’dur. Firavun, gerçekte, bir konsorsiyumdan ibarettir. Ancak bu konsorsiyumun kendisi dışındaki unsurları sayesindedir ki, Firavun Firavun olabilmiştir.
Nitekim, Kur’ân, kendisini ‘en yüksek rab’ olarak ilan eden bu rezil adamı, bu süreçteki ‘suç ortaklarıyla’ birlikte anlatır.
En başta, kavmiyle…
Firavun, kavmini toplayıp “Ben sizin en yüksek rabbiniz değil miyim?” diye sorduğunda, kendileriyle aynı sınırlar, aynı acziyet ve aynı ihtiyaçlar içindeki bu insana koca kavmin içinden tek bir fert çıkıp “Hadi ordan?” diyememiştir.
Bilakis, hepsi birden, “Evet, sen bizim en yüksek rabbimizsin” demişlerdir. Böylece, âyetin haberiyle, “Firavun onları aşağılamış, onlar da ona itaat etmişlerdir.” Demeleri gereken şey ise, “Ne sen rabsin, ne de biz senin kulunuz. Hepimiz âlemler Rabbinin yaratılmışlık noktasında ve yaratıcılıktan uzaklık noktasında eşit kullarıyız” hakikatinden ibarettir.
Kur’ân, ama menfaat umudu, ama can korkusuyla ve her hâlükârda bir ontolojik körlükle kula kulluk etmeye razı olacak kadar insanlık onurunu yitirmiş ‘kavm-i Fir’avn’ kadar, başka isimleri de bize gösterir bu konsorsiyumda.
Meselâ veziri Hâmân, bir yönüyle ‘bürokrasi’nin, bir yönüyle ‘akademya’nın simgesidir.
Meselâ Kârûn, bu konsorsiyumun ‘ekonomi’ kanadının simgesi ve sözcüsü niteliğindedir. (O Kârûn ki, kendisi Firavun’un köleleştirdiği Benî İsrail’den olmasına karşılık, Musa aleyhisselam gibi Firavun’un karşısına çıkıp “Benî İsrail’i serbest bırak, özgürlüklerini iade et, âlemlerin Rabbine kul ol!” diyecek yerde, bu ‘konsorsiyum’un hem ekonomik destekçisi olmayı ve bu şekilde kendi zenginliğini daha da arttırmayı tercih etmiştir.)
Dahası, yine Kârûn gibi Benî İsrail’den olup, aklını ve kalbini bu konsorsiyuma kaptırmış başkaları vardır. Aklı doğruyu bilse de dünyalık uğruna dili yanlışın sözcüsü olan Bel’am b. Baura gibiler de vardır bu konsorsiyumda.
Hatta, çok az istisna hariç, Benî İsrail dahi vardır. Zira, Firavun’un zulmüne karşı âdeta köleliği içselleştirmiş; istikballerini Firavun düzeni içinde arar ve görür hale gelmişlerdir. Firavun’un zulmünden, hem de büyük bir mucizenin akabinde kurtulduktan sonra, güçlü gördükleri bir şehir ahalisine karşı cihaddan çekinip “Ey Musa, git, sen ve Rabbin savaşın” demeleri; Musa aleyhisselamın Tur dağına çıkmak üzere aralarından ayrıldığı günleri fırsat bilip içlerinden Sâmirî’nin yaptığı böğüren buzağıyla hemencecik tapar hale gelmeleri, köleliği içselleştirmenin yol açtığı fikrî, kalbî, hissî, fiilî ve itikadî arızaların iki büyük alâmetidir.
Musa aleyhisselam kıssası paralelinde Kur’ân’ın bize gösterdiği Firavun gerçeği, bütün bu unsurların buluştuğu bir ‘konsorsiyum’u çıkarıyor karşımıza.
Firavun’ların durduk yerde Firavun olup Firavun’luklarını devam ettirmedikleri gerçeğini de…
Kıssadaki bu ipuçları ışığında dünyanın son yüzyıllarına bakın isterseniz.
Ne çıkıyor karşınıza?
Yahut, son altmış günde dünyada, özellikle de İslâm dünyasında olup bitenlere bakın.
Ne çıkıyor?
Bir konsorsiyum ki, küfre ve zulme sessizce rıza gösteren yığınlar; bu küfür ve zulüm yapısını değişmez sabite olarak görüp köleliği içselleştirmiş surette istikbal kurguları oluşturanlar; akıl verenler; verilen akla göre uygulama geliştirenler, finansman sağlayanlar…
Hâmân’lar, Kârun’lar, Bel’am’lar, Sâmirî’ler ve diğerleri…
Son altmış gün bu dünyada ne gördün deseniz, bugünün ‘Firavun konsorsiyumu’nu ilk kez bu kadar berrak bir surette gördüm derim.
Ama, bu konsorsiyumun muhakkak çökeceğine dair ümidimi de zerre miskal geriletmeden…
Onların ‘konsorsiyumu’ varsa, hakikatin nereye vurulursa vurulsun hayat suyu bulup çıkartan ve nerede bir firavunî sihir görse çözen ve yutan bir asâsı var çünkü…
Her Musa’nın karşısına bir Firavun çıkıyor, doğru…
Ama tersi de doğru: Her Firavun’un karşısına, Musa’yı da çıkarıyor âlemler Rabbi.
Ve bu mücadele, bugün de devam ediyor…
Metin Karabaşoğlu / Risale Haber