KAİNAT SENSİN {9}

KAİNAT SENSİN {9}

 

17 şifreli hakikat-ı insanîye haritasının 15 ve 16.  Şifresi;

 

15.ACZ

“Sol tarafıma bakıyorum görüyorum ki: Nihayetsiz bir acz ve o hadsiz aczden neş’et eden derin bir yaram var ki; o mutlak aczimle, kalb ve ruhumun ve aklımın cihetinden hadsiz darbeler bana vurulabilir. Şu elem ise, lezzet-i hayat-ı dünyeviyeyi cidden izale eder. Eğer teslimiyetle Kur’an-ı Kerim’in dersini dinlesem, o aczim, bir tezkereye döner. Beni sırr-ı tevekkül ile, öyle bir Kadîr-i Mutlak’a istinada davet eder. Ve öyle bir nokta-i istinadı buldurur ki; o noktada bütün a’dadan emn ü emanı temin eder. Evet emr-i kün feyekûn’e mâlik ve bütün eşya ona müsahhar ve hâdim olan bir Sultan-ı Cihan’a acz tezkeresiyle istinad eden adam, ne gibi şeyden perva eder. Yoksa müdhiş aczimle, merhametsiz ve hadsiz düşmanlar içinde pek çok ızdırab çekmeğe mecbur kalacağım.” [115]

 

“Evet emr-i 

كُنْ فَيَكُونُ e mâlik bir Sultan-ı Cihan’a acz tezkeresiyle istinad eden bir adamın ne pervası olabilir? Zira en müdhiş bir musibet karşısında  

اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ 

deyip itminan-ı kalb ile Rabb-ı Rahîm’ine itimad eder. Evet ârif-i billah, aczden, mehafetullahtan telezzüz eder. Evet havfta lezzet vardır. Eğer bir yaşındaki bir çocuğun aklı bulunsa ve ondan sual edilse: ‘En leziz ve en tatlı haletin nedir?’ Belki diyecek: ‘Aczimi, za’fımı anlayıp, vâlidemin tatlı tokatından korkarak yine vâlidemin şefkatli sinesine sığındığım halettir.’ Halbuki bütün vâlidelerin şefkatleri, ancak bir lem’a-i tecelli-i rahmettir. Onun içindir ki: Kâmil insanlar, aczde ve havfullahta öyle bir lezzet bulmuşlar ki; kendi havl ve kuvvetlerinden şiddetle teberri edip, Allah’a acz ile sığınmışlar. Aciz ve havfı, kendilerine şefaatçı yapmışlar.” [116]

 

“İnsanın vazife-i asliyesi: Aczini ve fakrını ve kusurunu derkederek ubudiyetle ilân etmek ve hacatının celbi için dua etmek ve mevcudatın tesbihatını görüp müşahede ederek şehadet etmek ve nimetleri görüp tefekkür içinde şükretmek ve ibret içinde bakmaktır. En edna aklı olan anlar ki; şu cihazat, şu hayat-ı fâniyenin idamesi için verilmemiştir. Belki bir hayat-ı bâkiyenin sermayesidir.” [117]

 

“Hem insanı bütün hayvanatın madûnuna düşüren hadsiz za’f-u aczi, fakr-u ihtiyacatı ve bütün hayvanlardan daha bedbaht eden, vasıta-i nakl-i hüzün ve elem ve gam olan aklı, o nur ile nurlandığı vakit, insan bütün hayvanat, bütün mahlukat üstüne çıkar. O nurlanmış acz, fakr, akıl ile niyaz ile nazenin bir sultan ve fîzâr ile nazdar bir halife-i zemin olur. Demek o nur olmazsa kâinat da, insan da, hattâ herşey dahi hiçe iner.” [118]

 

“Acz-i beşerî ile beraber hadsiz musibetler ve onu inciten haricî ve dâhilî düşmanlara karşı istinad noktası; ve fakrıyla beraber, hadsiz ihtiyacata mübtela ve ebede kadar uzanmış arzularına meded ve yardım edecek istimdad noktası, yalnız ve yalnız Sâni’-i Âlem’i tanımak ve iman etmek ve âhirete inanmak ve tasdik etmekten başka, uyanmış beşerin çaresi yok!..” [119]

 

“Risale-i Nur, insan olan bir insana, acz  ve fakrını derk ettirir. Bedîüzzaman der ki: ‘İnsan, acz ve fakrını anlamakla, tam Müslüman ve abd olur.’ “ [120]

 

“Senin nihayetsiz aczin ve fakrın, seni nihayetsiz kudrete, rahmete rabtedip Kadîr-i Rahîm’in dergâhında aczi, fakrı en makbul bir şefaatçı yapar.” [121]

 

“Acz ve fakr derecelerinin emsaliyle, kudret-i Sâni’in ve gına-yı İlahiyenin derecat-ı tecelliyatını anlamaktır. Nasılki açlığın dereceleri nisbetinde ve ihtiyacatın enva’ı mikdarınca lezzet-i taamın enva’-ı derecatı anlaşılıyor. Öyle de gayr-ı mütenahî acz ve fakrın ile, Sâni’in gayr-ı mütenahî kudret ve gınasının derecatını fehmetmektir.” [122]

 

“Evet, ne zaman ki sen kendinde bir acz-i bilâ-nihayeyi gördün; o zaman Hâlıkının kudret-i bilâ-gayesini müşahede etmişsin.” [123]

 

16.NAKS

“Asıl mahiyetin kusur, naks, fakr, aczden yoğrulmuştur ki; zulmet, karanlığın derecesi nisbetinde nurun parlaklığını gösterdiği gibi, zıddiyet itibariyle sen, onlarla Fâtır-ı Zülcelal’in kemal, cemal, kudret ve rahmetine âyinedarlık ediyorsun.” [124]

 

“Nefsinde yalnız kusuru ve naksı ve aczi ve fakrı görüp; bütün mehasin ve kemalâtını, Fâtır-ı Zülcelal tarafından ona ihsan edilmiş nimetler olduğunu anlayıp, fahr yerinde şükür ve temeddüh yerinde hamdetmektir.” [125]

 

“Ve kat’iyyen bil ki, senden sana yalnız noksan ve kusur vardır. Çünki sû’-i ihtiyarınla, sana verilen kemalâtı bile tağyir ediyorsun. Senin hanen hükmünde bulunan cesedin bile emanettir. Mehasinin hep mevhubedir; seyyiatın meksûbedir.” [126]

 

“Malikiyet davasından ve mehasine masdariyet tevehhümünden teberri etmen lâzımdır. Hem sana senden ancak noksan ve kusur olduğunu itiraf etmen gerektir.” [127]

 

“Nefsini ittiham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiaze eder. İstiaze eden, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar; itiraf etse, afva müstehak olur.” [128]

 

“İnsandaki kusur sonsuz olduğu gibi, acz, fakr ve ihtiyacına da nihayet yoktur. İnsana tevdi edilen açlık ile nimetlerin lezzetleri tebarüz ettiği gibi; insandaki kusur, kemalât-ı Sübhaniye derecelerine bir mirsaddır. İnsandaki fakr, gına-i rahmetin derecelerine bir mikyastır. İnsandaki acz, kudret ve kibriyasına bir mizandır. İnsandaki tenevvü-ü hacat, enva’-ı niam ve ihsanatına bir merdivendir. Öyle ise fıtratından gaye ubudiyettir. Ubudiyet ise, dergâh-ı izzetine kusurlarına “Estağfirullah” ve “Sübhanallah” ile ilân etmektir.” [129]

 

“Ubudiyetin esası olan acz, fakr ve kusur ve naksını bilmek ve niyaz ile dergâh-ı İlahînin rahmet kapısını çalmak lâzım geldiğini; hem her amelde bir ihlas ciheti olduğundan, insan hareketinde rıza-yı İlahîyi düşünüp, vazife-i İlahiyeye karışmamasıyla a’lâ-yı illiyyîne çıkacağını yol gösteren mühim bir mes’eledir.” [130]

 

“Gaye-i insaniyet ve vazife-i beşeriyet, ahlâk-ı İlahiye ile ve secaya-yı hasene ile tahalluk etmekle beraber, aczini bilip kudret-i İlahiyeye iltica, za’fını görüp kuvvet-i İlahiyeye istinad, fakrını görüp rahmet-i İlahiyeye itimad, ihtiyacını görüp gına-yı İlahiyeden istimdad, kusurunu görüp afv-ı İlahîye istiğfar, naksını görüp kemal-i İlahîye tesbihhan olmaktır.” [131]

 

ESRA ÖZEL

KAYNAKÇA;

Risale-i Nur Külliyatından…

[115] Nur’un İlk Kapısı – 28

[116] Sözler – 31

[117] Nur’un İlk Kapısı – 59

[118] Sözler – 236

[119] Hutbe-i Şamiye – 23

[120] Sözler – 765

[121] Sözler – 6

[122] Nur’un İlk Kapısı – 80

[123] Mesnevî-i Nurîye(Bd.) – 637

[124] Sözler – 359

[125] Sözler – 477

[126] Mesnevî Nuriye – 66

[127] Mesnevî-i Nurîye(Bd.) – 118

[128] Lemalar 87

[129] Mesnevî Nuriye – 222

[130] Lemalar – 393

[131] Sözler – 540