Kumeyl Duası (Cumanız Mübarek Olsun..)

Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla

Allah’ım! Sen’den isterim;.. Her şeyi kaplayan rahmetinden: O’nunla her şeyi kahrettiğin kuvvetinden; önünde her şeyin boyun eğdiği ve önünde her şeyin zelîl olduğu ve kendisiyle her şeyi alt üst ettiğin kurtulunmaz ceberûtundan; ve karşısında hiçbir şeyin duramadığı izzetinden; ve her şeyi çevreleyen azâmetinden; ve her şeyin üzerinde (hakim olan) saltanatından; ve her şey yok olduktan sonra da bâkî kalan vechinden; her şeyi ihâtâ eden ilminden; ve.. her şeyi aydınlatan vechinin nurundan;.. (isterim!..).

Ya Nur! Ya Kudüs! Ya Evvel’el-evvelîn! Ve Ya Ahire’l-ahirin! (olan) Allah’ım! İsmet perdesini yırtan günahlarımı affet!.. Allah’ım! Bedbahtlıkların işine sebep olan günahlarımı mağfiret et!.. Allah’ım ni’metleri değiştiren günahlarımı mağfiret et!.. Allah’ım! Duaların kabülünü engelleyen günahlarımı affet!.. Allah’ım! Belalar getiren günahlarımı affet!.. Allah’ım! İşlediğim bütün günahları ve yaptığım bütün hataları affet! (Hepsini bağışla!)!..

Allah’ım! Senin zikrinle sana yaklaşırım ve senin zâtınla senden şefaat diliyorum; ve cömertliğinden beni kendine yaklaştırmanı diliyorum; ve bana şükrünü öğretmeni ve zikrini ilham etmeni… (diliyorum…)!..

Allah’ım! Ben Sen’den ‘huzu’, ‘hâl-i tezellül’, ‘hûşu’ ve bana müsâmaha etmeni ve merhamette bulunmanı, bana verdiğine (beni) razı kılmanı ve kanaatkâr etmeni ve her durumda mütevâzi kılmanı ‘istek(ler) olarak’ istiyorum!..

Allah’ım! Senden, ihtiyacı şiddetli olan ve hâcetini zorluklar anında kapına getiren ve senin katında istediğinde rağbeti olan kimsenin istedikleri(ni ve onun gibi) istiyorum!..
Allah’ım Senden, ‘sultanlığın’ Azim’dir (uludur) ve mekânın Yüce’dir ve tedbirin de hâfi’dir. Ve emrin zahir’dir; kahrın ğaibdir; kudretin ise yaptırıcıdır. Ve Senin hükümranlığından kaçmak imkansızdır!..

Allah’ım!.. Senden başka günahlarımı bağışlayıcı, suçlarımı setr edici ve kötü amel(ler)imi iyiye çevirici (hiçbir güç, asla) bulamam! Sen’den başka asla ilâh yoktur, ancak sen varsın! Tesbih de sana, hamd de Sana’dır! Kendime zulm ettim ve câhilliğimden dolayı itâât etmedim! Beni eskiden beri unutmadığından ve bana olan lütfundan dolayı kalbim rahat etti!..

Allah’ım! Sen benim Mevlâmsın, her kötülüğümü örtersin; başıma gelen her ağır belayı hafifletir, azaltırsın! Ne (çok) günah belalarından beni korur ve ne (kadar) çirkin işleri benden giderirsin! Lâyık olmadığım halde, ne güzel övgüler yağdırdın üzerime!..

Allah’ım! Belâm büyük, kötü halim haddi aşmış ve amelim de elimi kısaltmıştır. Zincirlerim beni çökertti, emelimin uzunluğu beni her faydadan alıkoydu; dünya gururuyla, nefsim de cinayetleriyle ve kayıtsızlığıyla beni (büsbütün) aldattı!..

Ya Seyidim! Senin İzzetinden; kötü amelimin ve işlerimin, dualarımın sana ulaşmasına engel olmamasını dilerim! Sakladığım, ama senin bildiğin gizliliklerimle beni rezil etme! Ve gizlice işlediğim kötü amellerimden, günahlarımdan, devam eden aşırılılarımdan, cahilliğimden, şehvetlerimin çokluğundan ve gafletimden dolayı beni cezalandırmada acele etme!..

Allah’ım! İzzetin (hakkı) için bana karşı her durumda acıyıp, bağışlayıcı; ve her işimde yardımcı ve kolaylaştırıcı ol!.. Ya İlahi! Ya Rabbi! Kötü halimi düzeltmesini ve işlerimi isteyeceğim senden başka benim kimim var?.. Ya İlahi! Ve Ya Mevlâ! Benim için hüküm koydun, ama ben nefsime uydum; düşmanımın süslü vesveselerinden (ihtiraslarından) ona sarılmadım; hevâm beni bu işte aldattı ve buna kaza da yardım etti! İşte, bu gibi sebeplerle koyduğun bazı (İlâhî) sınırları aştım ve birtakım emirlerine karşı geldim!..

Bununla beraber, bütün durumlarda sana hamdetmek üzerime borçtur. Senin kazan’la bana her ne ki gelirse, onlara karşı (itiraz edecek) benim için hiçbir hüccet yoktur. (Çünkü) vereceğin hükmü ve belayı ben hak ettim! (İşte) bu kadar günahımdan ve aşırılıklarımdan sonra, sana geldim Ya İlâhî!.. (Allah’ım!) Özür dilerim, pişmanım, perişanım, müstakilim (kopuk durumdayım); beni yarlığanmış kıl! Sana dönüyorum, kendi günahımı ikrar ve i’tiraf ediyorum!.. Ve yaptığım günahlarda (Rahmetinden başka) sığınacak bir yer bulamıyorum. Zorluklarda (her zaman) sana sığınmak istiyorum ve özrümün kabulü için af diliyorum ve benin sonsuz rahmetine dahîl et! (diyorum!)!..

Allah’ım! Zorluklarımda bana Rahmet et ve özrümü kabul et! Ve beni zorluklardan kurtar!.. Ya Rabbi! Bedenim zayıf ve derisi ince olduğundan dolayı; ve kemiklerimde ince (zayıf-güçsüz) olduğu için bana rahmet et! Ey Beni ilk başta yaratan ve rızk, iyilik, terbiyet ve zikrini edâ eden! (Allah’ım!) Şimdi beni, ilk baştaki kerâmetin (ikramın) ve geçmiş iyiliğin (bağışın) (hürmeti) için affet!.. (Senin Afv-ü Mağfiretin sonsuzdur!)!!…
Ya İlahi! Ya Seyidim! Ve Ya Rabbim! Senin “Tevhidine” kâi olduktan (ve vahdaniyetine inandıktan) sonra, beni “nâr” ile azab edici olarak seni görür müyüm? (Haşa); daha sonra, senin (ilâhî) ma’rifetinden kalbim üzerine “intâvâ” geliyor! (Yüreğim kat kat, büklüm büklüm olup burkuluyor!) Ve senin zikrinden dolayı da lisanım açılıyor! Ve zamirim (içim derinden derine) senin muhabbetine (sevgine) inanıyor! Ve yaptığım i’tiraf(lar)ım ve dua(ları)m doğrulandıktan sonra, senin “Rububiyyetin” için “Huzu” ediyorum!…

(Ya İlahî!) Sen, kendi gözettiğini mahvetmezsin! Böyle bir muamele, senden çok uzaktır! Sen, her şeyden büyüksün; ve yaklaştırdığını uzaklaştırmaz ve koruduğunu da asla kovmazsın!.. Sen, kifayet ettiğin ve rahmet ettiğin kimseyi asla belaya düşürmezsin!..

Eyvah! Ya Seyidim! Ve Ya İlahî! Keşke bilseydim ki acaba senin azametinin kapısında sana “secde” edene ateşi musallat eder misin? Ve senin tevhidini konuşan sadık dillerin dediklerini ve sana “şükür”(ler)le (edilen) medihleri (hiç) kabul etmez misin? (Sen ki; Rahman ve Rahim’sin, nasıl kabul etmezsin?)…

(Allah’ım!) Kalpler; kesin, tahkik etmiş olarak senin (tek) ilah olduğunu i’tiraf ediyorlar! Ve zamirlerinde (kalplerin derinliklerinde) senin ilmin ile sana (olan sonsuz muhabbetten dolayı) “huşu” çığlıkları yükseliyor!.. (Ve Ya İlahi!) Sana ibadet için azalar senin emrinde çalışır; ve (kişi kendi günahına) işaret ederek, ancak senden af bekliyor!.. (İlâhî) Senin bu kadar afv-ü mağfiret edici olduğunu (maalesef) zannetmemiştik. Ve bu kadar (geniş ve sonsuz) fazlından habersizdik! (ki, bu hususlarda cahil kalmıştık!)…

Ya Kerim! Ya Rabbi! Sen, benim dünya belalarından ve onun ukubatından gelecek olan (bela)lara karşı zayıflığımı ve direncimin azlığını biliyorsun! Görünmez belalar, ehli (ve layık) olana oradan gelir! Gerçi bu (dünyevî) belâ kötü’dür (Ama, yine de) etrafı az’dır; (Onun için de, ne de olsa) O’na tahammül etmek kolaydır; (Çünkü) süresi gayet kısadır!… Fakat, ahiretteki belalara ve orada vuku bulacak fenalıklara (ve kötü akibete) nasıl tahammül edebilirim?… Zira; o öyle bir beladır ki, müddeti çok uzundur ve etrafı da daimî’dir. (O belalar) ehil olanlardan asla hafifletilmez; onlara ancak senin ğazabın, intikamın ve hışmın vardır. Ve bu (azabları)na gökler ve yer (dahi) dayanamaz.

Ya Seyidim! Bu nasıl olur benim için? Ben ki; senin kudretsiz, zelil, küçümsenecek ve ni’metine muhtaç bir kulunum! (ve biçare kölenim!)

Ya İlahî! Ve Ya Rabbi! Ve Ya Seyidim! Ve Ey Yüce Mevlam! (bilemiyorum, acaba) hangi işimden dolayı (nefsimi) sana şikâyet edeyim? Ve O’nun hangisinden dolayı (daha fazla) korkayım? Ve hangisinin elîm ve şiddetli azabından dolayı ağlayıp sızlayayım?… Acaba belanın uzunluğuna ve müddetinin çokluğuna mı? (daha çok ağlayım sızlayayım?)… (Ya Rabbi!) Eğer, beni düşmanlarınla beraber ukubatın’ (mahalli olan Nâr)a döndürsen (o zaman) benimle ‘bela ehli’nin arasını cem’etmiş olursun! Ve (böylece) kendi sevdiklerinle ve dostlarınla (dolayısıyla rahmetinle) benim aramı ayırmış olursun! (Ki, belanın ve musibetin en büyüğü de işte budur!)…

Beni bağışla, Ya Seyidim! Ve Ya Mevlam! Ve Ya Rabbim! (Diyeyim ki) senin azabına sabrettim… Ama, senin (ve dostlarının) ayrılığına (asla) sabredemem… Bağışla beni (Ya İlahî!) Farzedeyim ki, senin ateşinin sıcaklığına dayandım… Peki, senin nazarından ve kerametinden ayrı kalmağa sabredebilir miyim?… Senin affını reca ettiğim (ve umduğum) halde, ateşi mesken olarak seçebilir miyim?..

Ya Seyidim! Ve Ya Mevlâm! İzzet ve hürmetin için gerçekten yemin ediyorum ki; eğer konuşmama izin verirsen, senin kapına doğru her an (büyük ümidlerle) coşarım!… Aynen; Cehennem ehli olanlardan, ümid-var olanların coştuğu gibi… Ve sana ‘feryad’ edenlerin ‘feryadı’ gibi kapında feryad ederim!.. (Tüm varlığını) kaybedenlerin ağlaması gibi kapında (feryad-ü figan ederek) ağlarım!…

Ey Mü’minlerin velisi! Sen neredesin? Diye, seni çağırıyorum!… Ey ariflerin emellerinin gayesi! Ey feryad edenlerin feryadına yetişen!.. Ey sadık olan kalblerinin sevgilisi. Ve Ey Alemin İlahı! (olan Allah’ım)… Sen, kendini görüyor musun? (Ki) sen sübhan’sın! (her türlü eksikliklerden münezzehsin!)…

Ya İlahî! Hamdolsun sana ki, ondaki muhalefetten dolayı (Cehennemde) hapis olan, bir müslümanın sesini duyuyorsun! (Ki, o müslüman) günahı karşılığında azabın tadını tadıyor! Ve cürmü ile cinayetinden dolayı (Cehennem hapishanesinin) tabakaları arasında hapistir. Affolunacağı emelini taşıyarak senin kapına, rahmet için koşmaktadır!… Ve o, seni ehl-i tevhidin dili ile çağırıyor; ve sana, senin ‘Rububiyyetin’ ile tevessül ediyor!… Ya Mevlam! (Bu asî, ama nâdim olan) o (müslüman) nasıl azabda bâkî kalabilir? O, senin affedeceğinden emin’dir, ümitli’dir. Hem senin rahmetini ve faziletini arzuladığı halde, ateş onu nasıl yakabilir? (Sen, ona izin verir misin?…)

(Ya İlahî ve Ya Rabbî!) Ateşin harareti onu nasıl da yakıyor! Ve sen yananın sesini duyuyorsun ve yerini de görüyorsun! O ateşin zefiri (nefesi ve ısısı) nasıl da onu bürüyerek kaplıyor! Ve sen, o’nun zayıflığını biliyorsun; (o aciz ve zaif kulun) ateş katları (ve tabakaları) arasında nasıl durabilir? Ve sen o’nun sıdkını (nâdim ve tâib olduğunu) biliyorsun; o halde, ateşin sıcaklığı ona nasıl zarar verebilir? Ve o, sana “Ey o’nun Rabbi!” (benim Rabbim!) diye nida etmektedir! Serbest olduğu zaman, onda senin fazlının (nice) izleri olduğu halde, O’nu nasıl olur da ateşe terk edebilirsin?…

Hayır, asla sen bunları yapmazsın! (Çünkü) senin fazlın ma’ruftur! Muvahhidine ihsanın ve iyiliğin ne güzel bir tutumdur!… Kesinlikle inanıyorum ki, sen böyle (afv-ü mağfiret sahibi)sin! Seni inkar edenlere ise elbette azab edersin!… Sana karşı inad edenleri, her zaman soğuk ateşe atmak için öncelikle sakladın!… Hiç kimseye orada, sığınacak veya duracak hiçbir yer yoktur!.. (İşte, Cehennem bu derece kötü ve dehşetli bir yerdir…)

(İlâhî! Ya Rabbi…) senin isimlerin mukaddestir, lâkin! Sen ki; cin’den ve ins’den kâfir olanların hepsini Cehennem’e doldurmaya kasem etmişsin! Ve o muânnid (kafir)leriorada tutmaktasın! Ve sen onlara, sonsuz ve sürekli ni’metlerinin ve ikramlarının vesilesiyle ‘senâ’ edilmenin yüceliğini (anlatıp) söyledin! (Ki, nankörlük edip ‘küfre’ sapmayalar, diye!…) Hiç (sana iman ve itaat üzere bulunup da) iman eden kimse, (senin emirlerine karşı isyan içerisinde bulunarak) fasık kimse gibi olur mu? Bunlar, elbette musâvî olamazlar!…

İlahi! Ve (ya) seyidim! Senin takdir ettiğin (iyilikler)i, senin yüce kudretin ise (senden) taleb ediyorum! Ve (bu), senin mutlak-kesin kazân ve hükmün iledir! (ki ben ona muhtâcım)… Yarattığını ğalibiyete ulaştıran (ve her nevi murâdına erdiren) sensin! (Lütf-u Kereminle) beni bu gece ve bu sââdete affet! Her türlü ‘cürüm’ ki, ben, o cürümleri işlemişim ve her türlü günâh ve hata ki, ben, onlara bulaşmışım!… Gizlice yaptığım her çirkin iş, işlediğim ve gizlediğim câhillik! (ki, onları) ya apaçık yapmışım veya gizlemiş açığa vurmuşum!… Bütün bu günâhların (yazılıp) isbâtlanmasını da ‘kirâmen kâtibin’ (denen melekler)e emretmişsin! (bu iş için) sorumluluk verip vekil kıldıkların, yaptıklarımı (kütüklere) yazıp saklamaktadır. Ve onları, uzuvlarımın amelleriyle beraber benim üzerime şâhid olarak tuttun! Onlardan başka, ayrıca sen de, üzerime mürâkib (denetleyici ve gözetleyici) olarak, yaptıklarımın tümüne mutlak bir şahid’sin! Ve onlara gizli olan günâhlarımı sonsuz rahmetinle gizledin; ve fazlınla onları setr ettin! (kapattın)! (İlahi!) (Günahlarımı afv-ü setr ettiğin gibi) gönderdiğin bütün hayırlarla da yolumu daha fazla iyiliğe yönelt!..

(Allah’ım!) sen, ya ihsânını faziletli kıldın; veya iyiliği yaydıkça yaydın; yahut da, rızkı genişlettikçe genişlettin! (Sen bunların tümünü de yaptın!)… (Ya Rabbi!) sen, hem her günâhı bağışlayansın; hem de her hatayı (örtüp) setr edensin!… (Onun için; günâhlarımızı affet; hatalarımızı da dâima setr et! Bizi, dünya ve ahrette perişân edip rezil etme!…)

Ya Rabbim! Ya Rabbim! Ya Rabbim!.. (ya) Seyidim! ve (ya) Mevlâm!… Ve ey benim mâlikim!… Ey nâsiyemi (perçemimi) elinde tutan (Allah’ım!)! Ey zorluklar-zararlar içerisinde olduğumu ve miskinliğimi bilen, ‘Alim’ olan (Allah’ım!)!.. Ey fâkirliğimden ve içerisinde bulunduğum bütün güçlüklerimden haberdâr (habir) olan! (Allah’ım!)!… Ya Rabbi!… Ya Rabbi!… Ya Rabbi!… Senin hakkın ve kudsîyetinin hürmetine senden (bütün hâcâtımı) diliyorum! Sıf’atının ve isimlerinin büyüklüğü hürmetine, gece ve gündüzün bütün vakitlerinde seni (lâyıkı veçhiyle) zikretmeme yardım et! Senin ilahî hizmetinde olayım ki, bütün amellerim huzurunda kabul olunsun! Amellerimin ve (zikr) virdlerimin tümü, yalnız senin için’dir! Ve bu (kulluk) hâlim, senin ilâhî hizmetinde dâimi olacaktır!… (Böyle olabilmem için, dâima senin İlâhî yardımına ve Rahmetine muhtâcım!..).

Ya Seyidim!… Ey güven (ve yardım) kaynağı olan! Ey ahvâlimi şikâyet ettiğim (yegâne merci’) olan! (Allah’ım!… Her sıkışık durumumda ancak sana koşarım!…)…

Ya Rabbi! Ya Rabbi! Ya Rabbi!… Uzuzvlarımın sana hizmeti için kuvvet ver! Elimle ve ayaklarımla, kapına geldiğimde onlara (güç ve) şiddet ver! Bana ciddiyet ver ki, (huzur-u ilâhiyetten de) dâimâ senin haşyetinde bulunayım; ve hizmetinde, devamlı olarak fasılasız bulunayım!.. Tâ ki; senin İlâhi haşmetinin huzurunda önde sâf bağlayanlardan ve bütün isteyenlerle birlikte, koşarak geleyim ve senin yakınlığına ‘iştiyâk’ duyan ‘müştaklarınla’ beraber olayım!.. Ve; muhlisîlerin etrâfına sana ‘yakın’ olayım! ve ‘iykân’ ehlinin, (imanlarına yakîn sahibi olanların) korktuğu gibi sen’den korkayım ve mü’minlerle beraber, senin civârında toplanayım!!!…

Ey Allah’ım! Bana kötülük edene kötülük ver! Ve bana tuzak kurana da sen tuzak kur! (Onun tuzağını başına geçirip boşa çıkar!)! Ve beni, huzurunda nâsibi güzel olan kullarından kıl! Ve yine beni, kapına en yakınlardan ve huzuruna en yakın olanlardan kıl!! Senin fazlın olmadan hiç kimse bu sââdete erişemez! (İlâhî!) Bu sââdeti sen bana lutfeyle! Mecdinle-Kereminle, sen bu fazileti bana nasib eyle! Ve; rahmetinle beni muhafaza et!… ve lisânımı senin zikrine hâzır kıl!…

(İlâhî! Ya Rabbî!) Benim (aciz) kalbim, senin muhabbetinin ağırlığını kaldıramaz! Bana, icâbet etmenle (İlâhi’ Bu âcizi) minnettâ et! (nankör etme!) ve hatalarımı da affet! Ve zelle(leri)mi de mağfiret et!.. (Allah’ım!) şüphesiz sen, kullarına ibâdet etmelerini kazâ ettin! (hükmettin!) ve sana duâda bulunmalarını emir buyurdun! Ve yapılacak duâlara icâbet edeceğini de garanti ettin!.. (duâ edin ki, kabul edeyim!; dedin!…)

Ya Rabbî!… (senin bu va’dinden cesâret alarak; büyük bir ümidle) yüzümü senin yönüne doğru çevirdim; ve bana yardım etmen için elimi senin tarafına uzattım! İzzetin hakkı için, benim duâmı kabul etmen ve isteklerime kavuşturman hususunda (lütfunla) ve fazlınla beni ‘recasız’ (ve ümitsiz) bırakma! Ve cin’den ve ins’den olan bütün düşmanlarımdan beni koru!… (Ve) ey rızâ’sı çabuk olan (Allah’ım!.)! Benim duâ’dan başka hiçbir yardımcım yoktur! (Onun için beni) affet! Sen dilediğin her şeyi yapabilirsin!…

Ey ismi her derde derman olan; ey ismi her hastaya şifâ olan! (Yüce Allah’ım!)! Yalnız sana kul olmak (bizim için) yeterlidir! Silâhı ağlamak ve sermâyesi ‘ümid’ olanlara rahmet et! Ey ni’metleri tamamlayan! Ey zahmetleri def’eden! Ey korkanların ışığı, ey öğretmensiz alim! (olan Allah’ım!)!… (Habibin) Muhammed’e ve o’nun (temiz) evlâdına salât (-ü selâm) et; ve bana da, sana yakışan-yaraşan (Rahmet, afv-ü mağfiret, lütuf ve fazlın)la muâmele yap!…

Allah-u Teala’nın (sonsuz rahmeti ve) sâlâvâtı (şânı yüce) Resulüne ve O’nun pâk evlâdından olan imamlara olsun!. ve onlara (yine) selâm olsun; çok (çok) selâm olsun!!!… (Amin…)!

www.NurNet.Org

Moralin Mi Bozuk?

Moralin niye bozuk?
Hz. Adem (a.s.) gibi 200 sene tevbe mi ettin…?

Moralin niye bozuk?
Hz.İbrahim (a.s) gibi ateşe mi atıldın…?

Moralin niye bozuk?
Hz.Zekirya (a.s) gibi seni testereyle mi kestiler…?

Moralin niye bozuk?
Hz.Yusuf (a.s) gibi kuyuya mı attılar…?

Moralin niye bozuk?
Hz..Muhammed (s.a.v.) gibi Taif’te taşlandın m?

Başına işkembe mi konuldu?

Namaz kılarken dişin mi kırıldı?

Yüzüne tükürük mü atıldı?

Hicrete     mi zorlandın?

Sevdiklerinden mi ayrıldın…?
Moralin niye bozuk?

Hz. Hamza  (r.a)  gibi burnun kulağın mı kesildi…?
Moralin niye bozuk?
Musab bin umeyr gibi kolların mı kesildi?

Moralin niye bozuk?
Cafer bin ebu Talib gibi ok, mızrak ve kılıç darbeleriyle mi yaralandın…?

Moralin niye bozuk?
Ammar, Sümeyye, Yasir gibi işkence mi gördün…?

Moralin niye bozuk?
Bilal Habeşi gibi kızgın kumlara yatırılıp, üzerine taşlar mı kondu…?

Moralin niye bozuk?

Yunus Peygamber (a.s) gibi denize mi atıldın?

Moralin niye bozuk?
Eyup Peygamber (a.s) gibi vücudunu yaralar mı kapladı…?

Moralin niye bozuk?
Hz. İsa (a.s) gibi çarmıha mı gerilmek istendin…?

Moralin niye bozuk?
İmamı Azam Ebu Hanife gibi zindana mı atıldın…?

Hala Moralin niye bozuk?
Ne düşünüyorsun dünyalık işlerin mi bozuk?
Bırak o geçici yalan dünyada ki zevk ve lezzetleri.

Silkinelim artık kendimize gelelim…?

Üzüleceksen Namazını kazaya bıraktığın için üzül…!

Teheccüde kalkamadı isen üzül…!

Eğer birinin kalbini kırdi isen üzül…!

Pazartesi Perşembe oruç tutamadı isen üzülebilirsin…!

Üzüleceksen, bugün Allah için bir şey yapmadı isen üzül…!

Allahı Ve Resülünü (s.a.v) mı memnun etmediğin için üzül…!

Dünyanın çok yerinde  zülüm gören, işkence edilen din kardeşlerin için Üzül…!

Üzülürsen bir fakire yardım edemediğin için üzül…!

Yetimin elinden tutamadığın için üzül…!

Üzülürsen, Afrika’da ve diğer ülkelerde bir lokma ekmek bulamayan, Hastalıklarla mücadele eden din kardeşlerini acı ve onlar için üzül…!

Ecelin gelip, eğer ölürsen Kur’anı yeterince okuyup,

hayatında hükümlerini tatbik edemediğin için üzül…!

Üzülürsen, Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam Efendimiz’i, canından, malından, âile efradından ve her şeyden daha çok sevmediğin için üzül…!

Üzülürsen, hakiki ma’nada Allaha kul,

Aleyhissalatu vesselama hakiki ümmet olmadığın için üzül…!

Üzülürsen, Efendimiz’in şefaatine nail olamama korkusuyla üzül…!

Evet, Kız ve Erkek Kardeşlerim! Üzülmemiz gerekenler için  üzülme dileği ile.

Selam ve dua ile.

Ya RABBİ…
KAHHAR İsmi Şerif’in Hakkı İçin, İçte ve dışta yaşayan din düşmanlarını
ve Onlara Destek Veren Tüm Kâfir Ve Münafıkları Kahr-u Perişan Et…
Sen KADİR’sin Senin Gücün Herşeye Yeter…AMİN…

Ya RABBİ …
Mazlumları Yetimleri Açları,
Zulüm Görenleri Ve Acı Çekenleri..
Irak’ın Afganistan’ın, Doğu Türkistan’ın
Çeçenistan’ın Tunus’un,
Cezayir’in, Sudan’ın ve bütün Müslüman Halklarını Koru…
Nasıl ki Resul’ün Hazreti MUHAMMED MUSTAFA’ya
Bedir’de Hendek’te Mekke de,  Fetih İhsan Ettiysen
O Resul’ün Bugünümüzdeki Ümmetine de Zafer Ve Fetih İhsan Et…
Sen Müslümanlara RAHMAN RAHİM ĞAFUR KERİM İsimlerin Hürmetine Rahmet Et…
Sen Rahmet Edenlerin En Güzelisin…
Muhakkak ki Sen Her şeyi Hakkı İle En İyi gören sin, Her şeyin iç ve dışını Bilensin ve Her şeye Gücü Yetensin…
…AMİN…AMİN…AMİN…

Tüm Ümmet-i Muhammed’i(a.s.v.) Dua’larımızda Unutmamak dileği İle
ALLAH-U TEALA’ya Emanet Olunuz, Amin Sümme Amin ….

 

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Sorular Zor…

Hayatımız boyunca güzel bir şeyi elde etmek için hep bir çaba ve emek gayreti içinde olmuşuzdur.. Okul hayatımızı düşünelim. O dönemden aklınızda en çok yer eden şeyler sık sık karşılaştığınız sınavlardır. Bunların içinde en önemlisi ise, kuşkusuz üniversite sınavıdır. Üniversite sınavlarına girenler için, bu sınavlar hayatının dönüm noktasıdır. Çünkü geleceklerini nasıl şekillendireceklerini bu üç dört saatlik imtihanın sonucunda belirleyeceklerini düşünürler. Bu nedenle yıllarca çalışır, uykusuz kalır, pek çok sosyal faaliyetten, tatilden uzak durup, kendilerini sadece derslerine verirler. Tek gayeleri istedikleri üniversiteye, fakülteye girebilmektir. Bu amaca ulaşabilmek için büyük bir sabır ve kararlılık gösterirler. Sorulan soruları doğru cevaplayanlar hedeflerine ulaşırlar. Çalışan için sorular kolay, çalışmayanlar için ise zordur.

İnsanın bir güzelliğe ya da uğrunda pek çok şeyi göze aldığı hedefine ulaşabilmesi için kimi zaman yıllarca süren bir çaba, kararlılık ve dirayet göstermesi, karşılaştığı zorlukları sabırla karşılaması gerekebilir. Bunların yanı sıra insanın maddi güç ya da toplum içinde itibar, şöhret ve belli bir kariyer elde etmek gibi hedefleri varsa; bunlar için de ciddi bir çaba sarf etmesi ve bazı zorlukları göze alması, karşılaştığı imtihanları başarı ile vermesi gerekir. Hayatımız bir sınavdan ibaret. Hem de öyle bir sınav ki bu ölene dek süren, hatalarının bedelini peşin peşin ödeten bir sınav. İlkokuldan itibaren başlayan sınav maratonu hiç bitmiyor. Hayatımızın tamamını kuşatan sınavlar yalnızca öğrencilik yıllarında değil, özel hayatımızda da sürüyor. Kpss, Yds, Tus, Ales ve daha birçok sınavdan, ehliyet sınavına hatta işe giriş mülakat sınavlarına kadar bilumum sınavlar hayatımızın değişmeyen bir parçasıdır.

Dünya hayatında elde edilmek istenen faydaların, başarıların, mutlulukların tümü, ne kadar ciddi bir çaba harcansa da, geçicidir. Dünyadaki imtihanları başarı ile verdiğimizde, iyi bir meslek, kariyer, para, mal, şöhret, imkanlar elde ediyoruz. Bunların hepsi geçici dünya hayatı için … Ama bunların yanı sıra bir de asla kaybolmayacak olan, asla tükenmeyecek güzelliklerin, sonsuz faydaların, sonsuz mutluluğun bulunduğu ve insanın ebediyete kadar kalacağı gerçek bir hayat vardır. Bu, inanan insanların dünya hayatı boyunca ulaşmak için ciddi bir çaba sarf ettikleri, tüm diğer konuların çok daha üstünde tuttukları, asla akıllarından çıkarmadıkları ölümden sonraki sonsuz hayatıdır.

Sonsuz hayatı kazanmanın yolu da dünya sınavından geçmektedir. “Bu dünya insanların imtihan meydanıdır. Gerçek saadet ve azap diyarı ölüm ötesindedir.” Hayat bir imtihan, dünya ise imtihan salonudur. Esas mesele bu imtihanı kazanmak ya da kaybetmekten ibarettir. Bu imtihanı kazananlar ebedi kurtuluşa ererken, kaybedenler ise hüsrana uğrayacaklardır. Dünya insanın asıl konağı, asıl yurdu değildir. İnsanın asıl hayat mekanı ahirettir. İnsanın yapması gereken, dünya hayatının geçici olduğunu ve buranın sadece ahiretteki konumunun belirlendiği bir imtihan alanı olduğu gerçeğini unutmaması ve ona göre hazırlığını yapmasıdır. “Asra yemin ederim ki, insan mutlaka hüsran içindedir. Ancak iman edip salih amel işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler müstesna.” (Asr Sûresi) Kurtuluşun iman-amel bütünlüğü içerisinde İslam’ı yaşamakla mümkün olduğunu bildiren Asr suresi kolay cennet beklentisi içinde olanlar için bir cevap teşkil etmektedir.

Hepimiz muhakkak hayatımızın çeşitli safhalarında, kendimize. Niye yaratıldım? Hayat ve ölümün anlamı ne? Necisin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun? Sorularını sormuşuzdur…Esas imtihan bu sorulara doğru cevap verip, hayatımızı doğru cevaplar istikametinde yaşamakla başlıyor.

Her birimizin zihnini meşgul eden bu sorulara en doğru cevabı muhakkak içindekilerle beraber kainatı, bizi, yani insanı, hayatı ve ölümü yaratan Rabbimiz verecektir. Bir şeyi neden yaptığını onu yapandan dahi iyi bilen yoktur değil mi? O zaman O’na yöneltelim sorularımızı bakalım ne cevap alacağız:

“Biz, gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri! oyun olsun diye (gayesiz bir şekilde)
yaratmadık.”
 (Duhan Suresi,38. ayet)

“Muhakkak ki Biz, yeryüzünde olan şeyleri, onların hangisi daha güzel amel
edecek diye imtihan etmemiz için, ona (arza) ziynet kıldık. (Kehf Suresi, 7. ayet)

O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır. (Mülk Suresi, 2. ayet)

Rabbimizin ayetlerinde de açıkça gördüğümüz gibi kainatta var olan her şeyin bir yaratılış gayesi vardır. Hepsi bir amaca ve gayeye hizmet eder. Tüm varlıkların yaratılış gayesi insana hizmettir. Çevremize baktığımızda bunu rahatlıkla fark edebiliriz. Güneşin, gecenin, suyun, toprağın, hayvanların ve bunlar gibi sayısız örneklerin insana hizmet için var olduğunu anlarız. Peki tüm kainatın hizmetine verildiği insanın da mutlaka bir yaratılış gayesi olmalı değil mi? Acaba insanın ne gibi bir görevi vardır? Hangi gaye ile yaratılmıştır?

Rabbimizin bu sorumuza verdiği cevabı gayet açık ve nettir:

“Ben, cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etmeleri için yarattım.” (Zariyat
Suresi, 56. ayet)

İnsanın var olma sebebi kendisini yaratana, var edene ibadet etmek, kulluğunu
sadece ve sadece ona sergilemektir. Rabbimiz bu konuda da şöyle buyurmaktadır:

“Ey insanlar! Sizi de, sizden öncekileri de yaratan Rabbinize ibadet ediniz; belki
böylece korunmuş olursunuz.” (Bakara Suresi, 21. ayet)

İnsanın yaradılış gayesini meydana getirirken uyması gereken kurallar vardır. Her bir insanın bu dünyada konumu, karşılaştığı olaylar, zorluklar, belalar, musibetler, mutluluklar vs. farklıdır. Bu farklılıklar dünya sınavında her bir insana farklı soruların sorulduğunun göstergesidir. Herkesin imtihanı farklı. Sorulara doğru cevap verenler imtihanı kazanacak ve sonsuz mutluluğu elde edeceklerdir.

Dünya bir misafirhanedir. İnsan ise, onda az duracaktır ve vazifesi çok bir misafirdir ve kısa bir ömürde hayat-ı ebediyeye lâzım olan levâzımâtı tedârik etmekle mükelleftir. En ehem ve en elzem işler takdim edilecektir.
(Sözler, Yirminci Söz)

Misafirhanede insan vazifesini yerine getirirken imtihan edilecektir.

“İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece ‘İman ettik’ demeleriyle kurtulacaklarını mı sandılar? Andolsun ki, biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.” (Ankebut 1-3 ayetler)

“Mutlaka  sizi  biraz  korku  ve  açlıkla  ve  mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz eksilterek imtihan ederiz.   (Ey   Peygamberim!)   Sabredenleri   müjdele. Onlar başlarına bir musibet gelince, ‘Biz Allah’ın kullarıyız ve biz O’na döneceğiz.’ derler. İşte Rableri tarafından bol mağfiret  ve  rahmete  nail  olacak  kimseler  bunlardır. Doğru yola ulaştırılmış olanlar da bunlardır.”   (Bakara suresi – 155-157 ayetler)

 

“Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz. Ancak bize döndürüleceksiniz.”(Enbiya, 35 ayet)

Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyuruyor: “Mümin, taze ekine benzer. Rüzgâr hangi taraftan eserse onu o tarafa yatırır (fakat yıkılmaz). Rüzgâr sakinleştiğinde yine doğrulur. İşte mümin böyledir; o belâ ve musibetler sebebiyle eğilir (fakat yıkılmaz)…”

Evet, herkes bir imtihan süreci yaşar bu dünyada. İmtihanda sorulan sorular zordur. Nefsini ıslah edemeyenler sorulara cevap vermede zorlanırla. Yanlış cevap verebilirler. Kimisi mal, kimi servet, şöhret, güzellik, şan ve şerefle imtihan edilir. Kimi ilim, kimi filimle, kimi zevk, kimi elemle, kimi belâ ile sınava tabi tutulur. Kimi kadınla, kimi eş, kimi aş, kimi maaşla, kimi evlatla denenir. Delikanlılık çağındaki bir erkeğin karşılaşacağı en zor imtihanlardan biri, belki de başarılması en güç olanı, cinsel arzu ve istekleriyle sınanmaktır.

Ahir zamanda genç olmak, ateşler içinde imtihan olmaktır. Ateşler içinde imtihan olmak soruların zorluğunu gösterir. Sorulara doğru cevap vermek için yanmamak gerekiyor. Yanmamak için, Yusuf olmak gerek.Yusuf olabilmek… Hz Yusuf’un ahlakı ile ahlaklanmaktır. Zinaya hayır demek, zorlukları, sıkıntıları sabırla aşmaktır. Yusuf olabilmek, kuyulara, zindanlara düşülmeden, zirvelere çıkılmaz gerçeğini anlamak demektir. Dünya saltanatının zirvesindeyken ölümü istemektir… Yusuf olabilmek, esaret içinde iffetli olmayı, özgürlük içinde iffetsiz kalmaya tercih etmek demektir. Yusuf olabilmek zor, hele hele Züleyha karşısında dayanabilmek… Ama imkansız değil… Yusuf baştan aşağı iffet olduktan sonra, Züleyha baştan aşağı afet olsa ne yazar…

Ömür dediğimiz sermaye, hayat dediğimiz zaman dilimi imtihan için tanınan süredir. İnsana verilen her türlü nimet, mal, mülk, kadın, evlat, makam, mevki birer imtihan vesilesidir. Aynı şekilde insanın karşısına çıkan her türlü sıkıntı, zorluk, acı ve musibet, birer imtihan vesilesidir. İmtihan vesilesiyle insana zor sorular sorulmaktadır. Ve bunun herhangi bir istisnası da yoktur. Müminin imtihan sorularına sabır ve şükürle cevap vererek inşallah kazanır.

İmtihanı kazananlara, Bediüzzaman’dan müjdeler var.

“Yani, mevti veren Odur. Yani, hayat vazifesinden terhis eder, fâni dünyadan yerini tebdil eder, külfet-i hizmetten âzâd eder. Yani, hayat-ı fâniyeden, seni hayat-ı bâkiyeye alır.” Bundandır ki, inanana der:”sizlere müjde! Mevt idam değil, hiçlik değil, fenâ değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in’idam değil. Belki, bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saadet-i ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır.” Onun için “Ey biçareler! Mezaristana göçtüğünüz vakit, ‘Eyvah, malımız harap olup sa’yimiz hebâ oldu. Şu güzel ve geniş dünyadan gidip dar bir toprağa girdik’ demeyiniz, feryat edip me’yus olmayınız. Çünkü sizin her şeyiniz muhafaza ediliyor. Her ameliniz yazılmıştır. Her hizmetiniz kaydedilmiştir. Hizmetinizin mükâfâtını verecek ve her hayır elinde ve her hayrı yapabilecek bir Zât-ı Zülcelâl sizi celp edip yeraltında muvakkaten durdurur, sonra huzuruna aldırır. Ne mutlu sizlere ki, hizmetinizi ve vazifenizi bitirdiniz. Zahmetiniz bitti; rahata ve rahmete gidiyorsunuz. Hizmet, meşakkat bitti; ücret almaya gidiyorsunuz. Yani, ticaret ve memuriyet için, mühim vazifelerle bu dâr-ı imtihan olan dünyaya gönderilen insanlar, ticaretlerini yapıp, vazifelerini bitirip ve hizmetlerini itmam ettikten sonra, yine onları gönderen Hâlık-ı Zülcelâllerine dönecekler ve Mevlâ-yı Kerîmlerine kavuşacaklar. “(Mektubat, Yirminci Mektup)

İnsan, dünyada bulunduğu sürece ahirete yönelik bir sınav yaşamakta ve bu konuda gösterdiği çabayla denenmektedir. Hayat, gerçekte Allah’ın bizleri sınamak ve eğitmek için yarattığı geçici bir süredir. İnsan bu süre boyunca düşünmek, tefekkür etmek, böylece Rabbimizi tanımak, O’nun hükümlerine uymak ve sadece O’nun rızasını aramakla sorumludur. Bunun yanında bu imtihan hayatı boyunca başına gelen her şeye en güzeliyle karşılık vermek, sabretmek, şükretmek ve güzel ahlak göstermekle yükümlüdür.

Ashabıyla sükut halinde otururlarken Rasul-i Ekrem (sav)’in mübarek simalarında bir tebessüm beliriverir bir defasında. Sahabenin soran bakışlarını fark edince şöyle buyurur Efendimiz:

“Müminin durumu ne kadar şaşırtıcıdır! Zira her işi onun için bir hayırdır. Üstelik bu başkasına değil, sadece mümine has bir durumdur. Ona memnun olacağı bir şey gelse şükreder; bu hayırdır. Hoşlanmadığı bir zarar gelse sabreder; bu da onun için hayır olur.”

Kâinat’ın Efendisi’nin (sav) asrımızdaki en yüksek, en tatlı, en şefkatli gür sesine kulak vererek yazımızı noktalayalım:

“Dünya fanidir; fakat ebedî bir âlemin levazımatını yetiştiriyor. Çendan, zaildir, geçicidir; fakat bakî meyveler veriyor, baki bir zatın baki esmasının cilvelerini gösteriyor.” Bu noktadan, “Sultan-ı ezeli olan Cenab-ı Hakk’ın kudretiyle, yokluk karanlıklarından ziyadar varlık âlemine çıkarılan ve bütün mevcudatı içinde seçtiği ve emanet-i kübrayı verdiği ve haşir yoluyla saadet-i ebediyeye müteveccih ettirdiği biz insanların, dünyadaki işi, o saadet-i ebediye yollarını temin etmekle re’sü’l-malımız (sermayemiz) olan istidatlarımızı nemalandırmaktır.” Meselenin özü, esası budur; bu yüzden dünya hayatımızı çok iyi değerlendirmemiz gerekmektedir. Evet, ”Dünya madem fanidir. Hem madem ömür kısadır. Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur. Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır. Hem madem dünya sahipsiz değil. (…) Elbette, en bahtiyar odur ki, dünya için ahireti unutmasın. Ahiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, malayani şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telakki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin, selametle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin.”

Bunun için ise, “Bu dünya, bir misafirhanedir. Ebedî hayatı isteyenler, misafirhanedeki vazifelerine dikkat gösterdikleri nispette memnun edilirler.” Misafirhanedeki vazifelerimiz, dünya imtihanında sorulan sorulara doğru cevap vermektir.

Mehmet Abidin Kartal

www.NurNet.org

Acz ve Fakr Marazına Tevekkül İlâcı

Tevekkül, gerekli tüm tedbirleri aldıktan sonra tam bir inançla insanın kendini Allah’ın takdirine havale etmesidir. Görüldüğü üzere evvela tedbir, daha sonra işin neticesini sağlam bir itikatla Allah’a bırakmaktır. İnsanın imanı ne kadar sağlam olsa tevekkülü de o kadar sağlam olur.

Bediüzzaman Hazretleri tevekkülün önemine dikkat çekmiş, mahiyet ve kıymetini ders vermiştir.  “Kur’an yoluyla gidenlerin silah ve zahireleri ise, Kadir-i Mutlaka, Ganiyy-i Kerime olan tevekkül onları temin eder. Zira, tevekkül, istinad ve istimdad noktalarını tazammun ediyor.” 1, demiştir.

Bilindiği üzere insan zayıftır, ihtiyaçlarını karşılamaktan âcizdir. Her arzu ettiğini elde edemeyince ruhî bunalıma girer. Kalbin ve ruhun rahatı için Bediüzzaman ne güzel bir reçete sunmuştur:  “Kalbin rahatı ancak Allah’a tevekkül etmekle olur.” Yoksa hayat çekilmez bir hale gelirdi.

Bediüzzaman, “Yanlış anlama! Tevekkül, esbâbı bütün bütün reddetmek değildir. Belki, esbâbı dest-i kudretin perdesi bilip riâyet ederek; esbâba teşebbüs ise, bir nev’î duâ-i fiilî telâkkî ederek; müsebbebâtı yalnız Cenâb-ı Haktan istemek ve neticeleri O’ndan bilmek ve O’na minnettar olmaktan ibârettir”2, demiş, böylece tevekkülün tembellik olmadığını güzelce izah etmiştir.

Hakiki imana sahip olan bir insan, her şeyin dizgininin Allah’ın elinde olduğunu bilir, onun için hiçbir şeyden endişe etmez. Bilir ki, “ her şeyin anahtarı O’nun yanında, her şeyin dizgini O’nun elindedir.”

Tevekkülün zıddı, tembelliktir. Tembel insan, işini tesadüfe havale eder. Tesadüfün teminatı olmayınca her an bir musibetin gelebileceğini düşünerek korku ve endişe içinde olur.  Konu ile alakalı Bediüzzaman şöyle diyor: “Evet, tam münevverü’l-kalb bir âbidi, küre-i arz bomba olup patlasa, ihtimâldir ki, onu korkutmaz. Belki hârika bir kudret-i Samedâniyeyi, lezzetli bir hayret ile seyredecek. Fakat meşhur bir münevverü’l-akıl denilen kalbsiz bir fâsık feylesof ise, gökte bir kuyruklu yıldızı görse, yerde titrer. “Acaba bu serseri yıldız arzımıza çarpmasın mı?” der, evhâma düşer. (Bir vakit böyle bir yıldızdan Amerika titredi. Çokları gece vakti hânelerini terk ettiler.)3

Allah’a tevekkül eden şöyle düşünür; “Şayet bu yıldız dünyaya çarpmak için emrini Allah’tan almış ise tevekkülden başka çare yoktur.” der.  “ Allah’tan emir almamış ise zaten yörüngesinden bir milim ayrılamaz.” der, kalbi de ruhu da rahat olur. Demek ki, Cesaretin kaynağı hakiki iman olduğu gibi, korkaklığın kaynağı da  imansızlık ve tevekkülsüzlüktür. Allah’a ve kadere inanmayanlar her hadise karşısında korkar ve titrer.

Tam tevekkül ile Rabbine iltica edenler, kerametvari hallere mazhar olabilirler. Tıpkı, Üstad Hazretlerinin Çamdağı’na yaşadığı hal gibi:  “Süleyman isminde mübarek bir misafirim vardı. Benim ekmeğim de ve onun ekmeği de bitiyordu. Çarşamba günüydü, dedim ona: ‘Git, ekmek getir.’ İki saat, her tarafımızda kimse yok ki oradan ekmek alınsın. ‘Cuma gecesi senin yanında bu dağda beraber duâ etmek arzu ediyorum’ dedi. Ben de dedim: ‘Tevekkelnâ alâllah, kal.’ … Ben de derin bir dereye bakar bir katran ağacı altında oturdum. Müteessifâne şöyle düşündüm ki; ‘Küflenmiş bir parça ekmeğimiz var; bu akşam ancak ikimize yeter. İki gün nasıl yapacağız ve bu sâfi-kalb adama ne diyeceğim?’ diye düşünmedeyken, birden bire başım çevrilir gibi başımı çevirdim. Gördüm ki, koca bir ekmek, katran ağacının üstünde, dalları içinde bize bakıyor. Dedim: ‘Süleyman, müjde! Cenâb-ı Hak bize rızık verdi.”4

Bediüzzaman, insanlardan hâli olan bir dağ başında bile rızkı için tereddüt etmemiş, hulus-i kalp ile “Tevekkelnâ alâllah” diyerek mübarek Süleyman’a “kal” demiştir. Rezzak-ı mutlak olan Allah, Katran ağacın dalları arasında ikram ettiği ekmeği, Bediüzzaman bir tahdis-i nimet olarak ihsan etmiştir.  İşte, Bediüzzaman’ın tevekkül’ünden, tevellüt eden manidar bir mesaj!..

Rüstem Garzanlı

www.NurNet.org

10.02.2015

Dipnotlar:

1-Mesnevî-i Nuriye, say. 351,
2-sözler, 23. Söz,3. nokta s.501,
3-Sözler, Üçüncü söz. Say.25
4- Mektubat ,Say. 111

Abdulkadir Geylani Hazretlerinin Güzel Sözleri

Sakın yaptığın işlerde ve bulduğun manevi halde kendi gücünü görmeyesin. Bu hal kişiyi azdırır ve YARATAN’ın rahmet nazarından uzak kılar. Sakın sözünü dinletme ve kabul ettirme hevesine de kapılmayasın. Önce temeli at sonra üzerine binayı çık. Kalbini derin kaz ki oradan hikmet pınarları fışkırsın sonra ihlas ve iyi işlerle o binayı yükselt. Bu işlerden sonra halkı o köşke davet et.
***

Başkasında bulunan bir hatayı defetmek istersen nefsinle yapma imanınla yap. Kötülükleri ancak İMAN yıkar. Bu durumda RABB’in sana işlerinde yardımcı olur. O kötülüğü yok etmek için arkadaş olur, O kötülüğü ezer ortadan kaldırır. Eğer bir kötülüğü nefsin için, halkın seni tanıması için ortadan kaldırmaya niyet edersen rezil olursun. Her işte HAKK’ın rızası aranmalıdır.
***

İSLAM gömleğin yırtık, İMAN elbisen pis, kalbin cahil, için kederle dolu. Gönlün İSLAMİYET’e açık değil. İç alemin harap, dışın mamur, bütün sayfaların günah karası. Sevdiğin ve arzuladığın yalnızca dünya.

Kabir kapısı açık ve ahiret sana doğru gelmekte. En kısa zamanda aklını başına topla, yalnız dünya azığı toplamaktan vazgeç, ahiret azığını toplamakta acele et…

Sabırlı kulların bu dünyada çektiği cefa, Yüce Allah’ın (C.C) gözünden kaçmaz. Siz bir an olsun O’nun uğruna sabır yolunu tutun, yıllarca ecrini alırsınız. Ömrü boyunca “Kahraman” lakâbıyla gezen onu bir anlık cesareti sonunda kazanmıştır.
***
Ey evlad, önce nefsine öğüt ver, onu yola getir, sonra da başkalarını… Senin henüz ıslaha muhtaç hallerin var, bunu sen de biliyorsun. Bunu bildiğin halde başkalarının islâhı ile uğraşma yolunda nasıl başarılı olabilirsin? Gözlerin bir adım öteyi görmüyorken körleri neyle yola getirme sevdasındasın?
***
Size gereken, Yüce Yaratanı sevmek ve O’ndan başka kimseden korkmamaktır. Ve bütün işleri onun rızasını gözeterek yapmak… Bunlar “Kalp” le olur, dil gürültüsüne getirip söze boğmakla olmaz. Sonra mihenk taşına vurulunca utanırsın. Kuru davaya kimse inanmaz. Halk arasında söylediğin sözleri yalnız kaldığında söylüyormusun?… Aynı duyguları tek başına kaldığın zaman da duyman mümkün oluyor mu?… İşte bunları yapabiliyorsan mesele yok… Kapı önünde “TEVHİD”, içeriye girince “ŞİRK”, yakışır mı? Bu, nifak, ikiyüzlülük alametidir, içi bozuk olmanın ta kendisidir. Acırım sana, sözün kötülükten sakınma hakkın iken, kalbin ise fitne çıkarmaya istekli. Şükrü dilinden bırakmıyorsun, ama kalbin daima itiraz halinde.
***
Geliniz aşırı, uygun olmayan arzularımızı bir yana atıp YARATANIMIZA koşalım. Bu yolda biraz perişanlık çekelim. Ne olur sanki biraz zahmet çeksek te? O’na vardıktan sonra bütün çekilen sıkıntılar unutulur. İçimize ve dışımıza hükmeden nefsimizi HAK yoluna çevirelim, Rabbimizin Elçisine, Sevgilisine başvuralım, O’nun eteğini bırakmayalım.
***
Bütün amacın yemek, içmek ve arzularının tatmini olmasın. Bunların hepsi amaç değil Yüce ALLAH’a (C.C.) ulaşmak için birer araçtır. Bütün hedefin sana en çok gerekli olana ulaşmak olmalı. Sana en gerekli olan ise YARATAN’ındır. O’nu ara. Her şeyin bir bedeli olur. Dünyaya AHİRET, yaratılmışlara ise bedel YARATAN’dır. Dünyayı kalbinden atarsan yerini HAK alır.
Yaşadığın günü ömrünün son günü bil, işlerini ona göre ayarla. Bu duygu sana yeter.
***
“ALLAH’tan (C.C) başka ilah yoktur,” dediğinde bir “DAVA” peşine düştün demektir. Her davada şahit isterler, şahidi olmayan davasını kaybeder. Ayrıca bu uğurda gelecek her türlü sıkıntıya göğüs gerip, sabır göstermek de birer şahid sayılır. Bunları yaparken İHLAS’lı olmak gerekir.
***
Hiçbir söz amelsiz ve ihlassız kabul edilmez. Kainatın Efendisinin (S.A.V) yolu İHLAS’tan ibarettir.
***
Dünyalık toplarken dikkatli ol. Gece odun toplayan gibi olma. Elini uzattığında neyi alacağını önceden kestirmelisin.
Gece odun toplayan eline geçeceğini bilemez, seni de ona benzetiyorum. Ayık ol, sonra felaket büyük olur.
***
HAK’la çekişme, nefsin için O’nu kötüleme, malın azaldı diye O’nu itham etme, insanlar sana yüz vermiyor diye O’nu suçlama. Suçu kendinde ara. Her işin kendi keyfine uygun olmasını istiyorsun, en büyük hüküm, senin mi yoksa O’nun mu? Sen mi fazla biliyorsun yoksa O’ mu? Merhametin O’nunkinden fazla mı?
Sen ve bütün yaratıklar O’nun kuludur. Her şeyde yalnız O’nun hükmü geçer bunu sakın unutma.
***
YARATAN’ın rızasına erme yolunda yapmacık hareketler fayda getirmez, bu yolda yersiz arzu ve boş temenni ile yürünmez. Hele içi başka dışı başka birinin eline hiçbir şey geçmez. Bir de yalancılık ortaya çıkarsa felaket o zaman başlar. Eğer bu hallerin azı sende varsa hemen tevbe et ve tevbeni bozma. Tevbe etmekten ziyade, tevbeyi bozmamak esas hünerdir.
***
Böbürlenmeyi bırakın, Yüce ALLAH’a (C.C) karşı büyüklüksatmakta neymiş? Kullara da kibirli davranmayın, haddinizi bilin. Varlığınıza tevazuyu yerleştirin. Neden yaratıldığınızı düşünün; bir damla sudan.

Sonrası ne olacak malum…Bir hendeğe yuvarlanacak bir ağırlık. Hali böyle olana büyüklük taslamak yaraşır mı?

Hırsa kapılmayın, kötü arzular sizi esir etmesin. Dünyalık adamların kapısını aşındırmayın. Ezilip büzülerek onlardan dünyalık dilenmek size yakışmaz sabırla doğru yoldan nasibini arasan daha iyi olmaz mı? Ya bir de yaptığın dilenciliğin sonu boşa çıkarsa… Sevgili Peygamberimizin: (S.A.V) “En büyük belâ, nasibte olmayanı aramaktır.” Buyruğunu hiç duymadın mı? Nasibte olmayanı kullar hiçbir zaman veremez. Dünya oğullarının buna hiçbir zaman gücü yetmez.
***
Ey ilim iddiasında bulunan, hani? Yüce ALLAH’ın (C.C) korkusundan gözlerin yaşarıyor mu? O’ndan korkman ve günahları itirafın nerede? Nefsinle cenk etmek ve onu terbiye etmek yok mu? O’nu HAK tarafına çağırman nerede?
Bunların hiçbiri sende yok. Bütün derdin kasa, masa, yemek ve eğlenmek. Aklını başına al. Dünyadaki nimetlerden sana gelecek bir kısmetin varsa gelir, üzülme içini ferah tut. Bekleme yükünden kurtulursun hırsın ağırlığı seni yormaz. Eğer bu şekilde davranmazsan, bütün bu uğraşmalarından sana ne kalacak dersin? Sadece bir yorgunluk ve ağır bir hesap…
***
Doğruluk olmadan bilginin sana ne yararı dokunur? Doğruluğun olmadığı için bilgi sana bela olur. Öğrendin, namaz kıldın, oruç tuttun sebebi sana mal versinler, iyiliğini görsünler, seni öğsünler oldu. Sana yakışır mı bu düşünceler?

Farzet ki halkın sana ilgisi arttı, bunun ölüm anındaki sıkıntıya faydası olur mu acaba? Seni sevenlerle aranda uçurumlar olacak o anda. Topladığın malları başkaları paylaşacak, hesabı ve cezası da sana kalacak.
***
Yazık sana! Cehennemlik işleri yaparken cenneti umuyorsun. Geçici şeylerle avunuyor onları seviyor ve senin sanıyorsun. Ama yakında elinden alacaklar.

Yaratan hayatı sana emanet olarak verdi, O’nun rızası yolunda yaşamanı emretti. Sen ise kendi isteğin, heveslerinin peşinde hayatını tükettin. Sana verilen zenginlik, makam, sıhhat birer emanettir. Bütün bunları YARATICININ rızasına uygun yolda kullan.
***
Ey evlad ana rahminde seni kim besledi. O halde iken ne kadar acizdin bu hale seni getiren kim? Sen ise kendi varlığına ve halka dayanmaktasın, parana, mevkine, bilgine güveniyorsun. Güvendiklerin bugün var yarın yok olabilirler. Yüce ALLAH’tan (C.C) başka her kime güveniyor veya kimden korkuyorsan o senin ilahındır. Yakında bütün güvendiklerin yok olur kullarla aran açılır, sana karşı kalpleri katılaşır, kapıları yüzüne vururlar seni kapı kapı dolaştırırlar. Çağırsan yardımına koşan olmaz.
Bütün bunlara sebeb Hak’tan başkasına güvenmiş olman O’nun nimetlerini başkalarından bilmiş olmandır.
***
Yüce ALLAH’ın (C.C) dininde olmayan şeyleri yapmaya çalışma. Elinde iki şahit olsun; biri KUTSAL KİTABIMIZ diğeri SÜNNET-İ RESULALLAH. Bunlar seni RABBİNE ulaştırır. Ama sen bu şahitleri bırakıp nefsinin peşinden gitmeye devam ediyorsun. Elinde iki şahidin var; biri zayıf aklın, diğeri de şahsi arzun. Şüphesiz bunlar seni ateşe iter. Firavun gibilerin arasına katar.
***
Ey içi bozuk, yakında öleceksin, öldükten sonra yaptıklarına çok pişman olacaksın ama çok geç…Dilin güzel söze alıştığı için konuştu ve aldandı, ama kalbin hiçbir şeyden anlamaz bir halde. Bu durum seni kurtarmaz. Güzel konuşmayı kalb yapmalı, yalnızca dilin iyi söz söylemesi faydasızdır.

Derleyen:Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Dünyanız Nurlansın.

Exit mobile version