Sabır Kahramanı

Kuran-ı Kerim Allah (c.c) tarafından insanlara rehber olması için indirilen, içinde en doğru açıklamaların yer aldığı, insanlara müjdeler veren, onları uyarıp korkutan ve onlara Allah’tan bir rahmet olan tek hak kitaptır.

Dolayısıyla insanların en öncelikli okumaları ve öğrenmeleri gereken kitap Kuran’dır.

Kuran’da Allah’ın hükümlerinin yanı sıra pek çok konuda insanlara en doğru bilgiler aktarılır.

Kuran’ın her ayeti hikmetlerle doludur.
Kainata bakınca; muhteşem eserlerle süslü bir saray gibidir. Bu kadar nizamlı, intizamlı bir saray elbette bir rehber ister, ta ki seyrin adabını biz ziyaretçilere öğretsin.Yine kainat büyük ve hikmetli bir kitap gibidir. Elbette o kitabı ders verecek bir muallim ister, ta ki o kitabın doğru okunması muhataplarına talim edilsin. İşte dünyadaki hayat serüveninde beşere doğruyu ve hakikati gösteren, karanlığı ışığıyla aydınlatan peygamberler (as) o rehberlerdir. “Karıncayı emirsiz, arıyı ya’subsuz bırakmayan Kudret-i Ezeliyye; elbette beşeri nebisiz bırakmaz.”

Bediüzzaman kainat ve insanın yaratılış gayesinin Allah’ı bilmek, bulmak ve tanımak olduğunu Kur’anî delillerle ifade eder. O “Rabbimizi bize tarif eden üç külli muarrif vardır” der. Bunlar: Kainat kitabı, Kur’an-ı Kerim ve konuşan delil olarak tavsif ettiği Nübüvvet (peygamberlik) müessesesidir.

Yine şu dünya yolculuğunda beşerin aklını meşgul eden, “Necisin?, Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun?” suallerine makul, mukni ve hakikatli cevap veren yine peygamberlerdir.

“İnsanlık tarihine aynı zamanda peygamberler tarihi gözüyle de bakabiliriz. Kur’an’da peygamberin Allah yolunda verdiği tebliğ mücadelesi ayrıntılarıyla anlatılır. Yaşadıkları zorluklar, getirdikleri çözümler, teslimiyetleri, samimiyetleri, sadakatleri ve sergiledikleri adil, mütevazı, onurlu tavırları insanlara örnek olması için aktarılır. Ahlaki davranışların zirvesini peygamberlerin hayatlarında görebiliriz.Üstün ahlakları ve mücadeleleri yaşamış, yaşayan ve yaşayacak tüm insanlara örnektir.

Allah Kuran’da peygamberlerin hayatlarından bölümler anlatarak da bizlere önemli hikmetler öğretir. Her peygamber kıssası, bize hem imani dersler hem de içinde yaşadığımız toplumda ve devirde nasıl davranmamız gerektiğini gösteren örnekler verir. Bu kıssaları detaylı olarak öğrenmek, hikmetlerini kavramaya çalışmak gerekir.

İnsanlık tarihinde, sabır ve teslimiyetin timsali olarak kabul edilen Eyyüb (as)’ın babası, Kur’an-ı Kerim’de adı zikredilen İshak (as)’ın torunu Ays’dır. Anne tarafından nesebi de Lut (as)’a dayanır. Hanımı cefakarlığı ve sabırlı olmasıyla tanınan Hz. Yusuf’un (as) kızı Rahmet’tir.

Dedesi İshak (as)’ın bereket duası üzerine çok zengin olmuş; çok sayıda evlat, hayvan sürüleri, bağ ve bahçelere sahip olmuştur. İmtihan yeri olan bu dünyada, böyle bir servete sahip olmak, dünyevileşmede ve Allah’ın emirlerinden uzaklaşmada önemli bir etken olmasına rağmen, hiçbir zaman Allah’a kulluğunda eksikliğe sebep olmamış; sahip olduğu nimetlerden dolayı Cenabı Hakka daima şükretmiştir. Fakirleri, düşkünleri ve misafirleri kollayıp, sürekli onların yardımlarına koşmuştur.

Sabır, sebat ve teslimiyet timsali olan Eyyüb Aleyhilsselâm, varlıkta ve darlıkta şükürden asla ayrılmayan, en mesut günlerinde ve en muzdarip anlarında Allah’a olan bağlılığından zerre kadar kopmayan müstesna bir insandı..

Hz. Eyyüb’un canlı bir örnek olan hali ve kıssası Kur’anı-ı Kerim’de yer almaktadır. Onun uzun süren dayanılmaz bir hastalığa müptela olduğu, fakat bu İlâhî imtihanı üstün azmi ve sabrı neticesinde kazandığı, sonunda Rabbine yaptığı niyazı sayesinde sıhhat ve afiyete kavuştuğu anlatılmaktadır. Hz. Eyyüb’un (as) kıssası insanlığa, sabretmenin ve hak etmenin dersini vermektedir.

Peygamberlikle görevlendirildikten sonra, bütün mal ve mülkünü kaybetti. Bu kayıplar karşısında hiçbir telaş göstermediği gibi metanetini korudu. Servetini kaybettikten sonra, onun manen yücelmesine vesile olacak ağır bir hastalığı tutuldu. Herhangi bir iş yapamaz duruma gelen Eyyüb (as)’a hanımı yardım etti. Küçük bir kulübecikte yaşamak zorunda kaldığı halde, sabır ve şükürle hayatını devam ettirdi.

Dayanılmaz bir hal alan hastalığından dolayı bütün dost ve akrabaları kendisini terk ettiler. Yanına uğramaz oldular. Bu zor durumunda vefakar eşinden başka kendisine yardım edecek hiç kimsesi kalmadı. Hastalığı ne kadar ağır olursa olsun sabretmeye devam ettiği gibi, şükür ve ibadetini yerine getirmekten de geri kalmadı. Ağır hastalığını fırsat bilen şeytan, sabır ve tahammül gücünü kırmak için vesvese vermeye başladı. Şeytan, insanları peşine taktığını, akrabalarını kendisinden uzaklaştırdığını ve insanları yoldan çıkaracağını bildirerek Eyyüb (as)’ın direncini kırmaya çalışıyordu. Hz. Eyyüb, şeytanın şerrinden Allah’a sığınarak sabrını daha da arttırdı. Böylece şeytanın vesveseleri etkisiz hale geldi.

Yıllarca süren hastalığına rağmen hiçbir zaman halinden ve hastalığından şikayet etmedi. Eyyüb Peygamber sağlığını kaybetti ama sabrını ve metanetini hiçbir zaman kaybetmedi. Ancak, hastalık giderek yayıldı ve kalbi ile diline de sirayet etmeye başladı. İbadet ve zikir mahalli olan kalp ve diline hastalığın sirayet etmesi, telaşa düşmesine sebep oldu. Çünkü, gereğince ibadet edememenin ızdırabını hissetmeye başladı. Artık istediği gibi dua ve niyazda bulunamıyordu. İstirahatı için, Cenab-ı Hak’tan talepte bulunmadığı gibi, hastalığının şifası için de herhangi bir duada bulunmadı. Çünkü, şikayetçi bir duruma düşmek istemiyordu. Ancak, bu sefer durum farklı olup ibadetine mani teşkil edince Allah’a yalvarmaya başladı.

Sabır kahramanı Eyyüp Aleyhisselâm “Ya Rab! Zarar bana dokundu. Lisanen zikrime ve kalben ubudiyetime halel veriyor”. “Başıma bu dert geldi. Sen, merhametlilerin en merhametlisisin” (Enbiya; 83), diyerek yalvardı. Samimi bir şekilde yapılan bu duaya Cenab-ı Hak tarafından şöyle cevap verildi:

“Ya Eyyüb! Ayağını yere vur! İşte yıkanacak ve içilecek soğuk bir su” (Sâd; 42). Bu emre uyarak ayağını yere vurdu ve fışkıran suyla yıkanarak bol bol içti. Mucizevi bir şekilde bütün hastalıklarından kurtularak şifa buldu. Böylece sabır imtihanını verdiği gibi Cenab-ı Hakka layık bir şekilde neticesini de aldı. Bütün malını ve mülkünü kaybettiği gibi, en büyük servet olan sıhhatini de kaybetmiş olmasına rağmen, hepsine sabrettiği gibi, ubudiyetine zarar verecek hiçbir şikayette bulunmadı. Böylece, insanlık tarihinde sabrın sonundaki büyük mükafatı kazanarak, büyük bir emsal teşkil etti. Kendisine, serveti fazlasıyla verildiği gibi evlatları da arttı. Soyundan bir çok peygamber gönderildi.

Huzur içinde vazifesini tamamlayarak Hakkın rahmetine kavuştuğu zaman, 93 veya 140 yaşında olduğuna dair farklı iki görüş vardır. Bir rivayete göre kabri, Şam civarındaki Besne adlı yerleşim yerinde bulunmaktadır.

Peygamberlerin, karşılaştıkları her türlü zorluk ve sıkıntı bir çok hikmetleri ihtiva etmektedir. Günahsız manasındaki “ismet” sıfatını taşırlar. İnsanların içinde en yüce mertebede bulunurlar ve her açıdan en temiz olanlarıdır. Buna rağmen bu tür sıkıntıları yaşamaları, asla sebepsiz ve kendi imtihanlarından ibaret olmayıp, sonradan gelen biz insanlar için önemli dersler ve mesajlar içermektedir. Bediüzzaman “İkinci Lem’a” adlı risalesinde Hz. Eyyüb kıssasını çerçevesinde hastalıklara nasıl bakılması gerektiğini inceleyerek insanların şekvaya değil şükre ve tefekküre yönelmesi gerektiğini vurgular. Beş nükteden oluşan bu lem’anın birinci nüktesinde, Hz. Eyyüb (as) durumunun bizden pek de farklı olmadığı belirtilir. Onun yaraları zahiri, bizimki ise batinidir. İç dışa, dış içe çevrilse hakikat görülecektir. Bu zamanın manevi hastalıklarından kurtularak biz insanlarda Eyyüb kurtuluşuna ermeye muhtacız. İkinci nüktede, musibet ve hastalıklardan şekvaya insanların haklarının olmadığı ispatlanılır. Üçüncü nüktede, musibet ve hastalıkların düşünülmesi dikkatlerin o noktalara verilmesi elemleri deşeceğinden nazarların musibetlerden uzak tutulması gereği anlatılır. Dördüncü nüktede sabır kuvvetinin gerektiği yerde kullanılması gereği anlatılır. Beşinci nüktede ise, asıl musibetin dine gelen musibet olduğundan bahsedilerek, insanların maruz kaldıkları musibetlerin önemsememeleri tavsiye edilir. Çünkü, maddi musibetler büyük gördükçe büyür; küçük gördükçe küçülür. Hem bazen de insanın musibet olarak algıladığı şey, bir lutf-u ilahi olabilir, yani kendisi için çok faydalı sonuçlara vesile olabilir. ”

Sabır kahramanı Eyyüp Aleyhisselâm’ın “Yâ Rabbi, zarar (dert) bana dokundu. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın.” şeklindeki niyazını nazarlarımıza sunarak Bediüzzaman, Hz. Eyyüp (as) kıssasından alacağımız hisse, ibret ve dersler üzerinde duruyor. Zaten kıssa, hisse içindir. Hz. Eyyüp (as) kıssasından hissemizi almak için, Bediüzzaman’ın “İkinci Lem’a” adlı risalesindeki beş nükteden meydana gelen Hz. Eyyüb kıssasını okumaya ne dersiniz?

Hayat musibetlerle, hastalıklarla tasaffi eder, kemal bulur, kuvvet bulur, terakki eder, netice verir, tekemmül eder.

Sabretmek, Allah’ın mülkü olan kâinattaki tasarrufuna karşı çıkmadan başa gelen şeyleri gönül hoşnutluğu ile kabullenmektir. Sabırsızlık ise bir itiraz ve başkaldırıdır. Allah’ın bir imtihan olarak verdiği sıkıntılara sabretmek gerekir.

İnsanoğlu bu dünyaya imtihan için gönderilmiştir. Bu imtihan sayesindedir ki yetenekleri gelişir ve böylece, Allah’ın rızasını kazanır. Bu yolda imtihan gereği zorluk ve sıkıntı aşamalarını geçmek ancak sabırla olur.

Allah, bu kainatı bir anda değil, altı günde yani altı devrede yaratmıştır. Kainatın meyvesi olan insanlar, hayvanlar ve bitkilerde de bu tedriç kanunu cereyan etmektedir. İnsan vücudu bir anda kemale ermediği gibi, bir çekirdek de bir anda ağaç olmaz. Bu bakımdan insan, bu fıtrat kanununa riayet ederek, her şeyin bir anda olmayacağını düşünmeli, işlerinde acele etmek yerine sebeplere riayetten sonra neticeyi, sabırla Allah’tan beklemelidir.

Sabredenler Allah’ın “Sabur” ismine mazhar olurlar. Allah’ın bir ismi olan “Sabur”, O’nun acele etmekten münezzeh olduğu anlamındadır. İnsan olmanın gereği hakkında hayırlı olacak şeyleri acele etmeden istemesidir. Acele etmek, bir şeyi vaktinden evvel istemek, şeytanın vesvesesinden ileri gelir. Sabır ve çalışma ile hareket etmek ise Cenab-ı Hak’kın eseridir.

Sabır ve çalışma ile hareket etmeyip, acele edenler hedeflerine ulaşamazlar. İnsan birçok bela, hastalık ve musibeti sabır ile aştığı gibi, meşru arzu ve isteklerine de ancak sabır ile kavuşur.

“Sizi mutlaka imtihan edeceğiz, ta ki içinizden mücahede edenleri, sabır ve sebat gösterenleri ortaya çıkaracak ve gösterdiğiniz yararlılıkları imtihan meydanlarında örnek göstereceğiz.” (Muhammed, 47/31);

“Biz mutlaka sizi biraz korku ile biraz açlık ile yahut mala, cana veya ürünlere gelecek noksanlıkla deneriz. Sen sabredenleri müjdele!” (Bakara, 2/155)

Olmasını istediğimiz şeyler, yolunda gitmediği zaman, kendi kendimize neden diye sorup ruhumuza bedenimize sıkıntı vermeye başlıyoruz. İşte bu noktada yapılması gereken şey sabırla olaylara bakış açımızı değiştirmek olmalıdır. Bir hadis-i şerifinde sabrın çeşitleri ve fazileti konusunda şöyle buyurmuştur “Sabır üçtür: Musibete karşı sabır, ibadette sabır ve günah işlememekte sabırdır. Kim kaldırılıncaya kadar musibete güzelce sabrederse, Allah ona üç yüz derece yazar. Her iki derecenin arası yer ile gök arası kadar mesafe vardır. Kim ibadette sabrederse, Allah ona altı yüz derece yazar. Her iki derece arasında yeryüzü ile yedi kat aşağısı kadar mesafe vardır. Kim günaha karşı sabrederse, Allah ona dokuz yüz derece yazar. İki derece arasında yer ile arş arası kadar mesafe vardır.”

Ashabıyla otururlarken Rasul-i Ekrem s.a.v.’in mübarek simalarında bir tebessüm beliriverir bir defasında. Sahabenin soran bakışlarını fark edince şöyle buyurur Efendimiz:

“Müminin durumu ne kadar şaşırtıcıdır! Zira her işi onun için bir hayırdır. Üstelik bu başkasına değil, sadece mümine has bir durumdur. Ona memnun olacağı bir şey gelse şükreder; bu hayırdır. Hoşlanmadığı bir zarar gelse sabreder; bu da onun için hayır olur.”

Sabır ve şükür, müminin şiarı olan iki haldir demek ki. Yahut yine bir hadis-i şerifte buyurulduğu gibi, “Sabır ve şükür, imanın iki yarısıdır.” İman edenlere has bu iki halin hem “hayır” diye nitelenmesi hem de Efendimiz s.a.v.’i tebessüm ettirecek kadar sevindirmesi, müminin bunlarla felah bulacağına, ebedî saadete erişeceğine işaret olmalıdır. Öyleyse sabır ve şükür mümini cennete vardıran iki kanat gibidir. Bu iki kanat, iman edenleri dünya hayatında da “aşağıların aşağısı”ndan kurtarıp yükseklerde tutarak, onların izzetini muhafazaya vesiledir.

Mevlana’yı dinleyelim:

Hoşlanmadığınız bir şey, belki de sizin için hayırlıdır. Bunun dışında yaptığınız yorumlar ve üzülmeler gereksizdir, biçaredir. Unutmayın; Sopayla kilime vuranın gayesi, kilimi dövmek değil, tozu almaktır.

Yol kesenler olmadıkça, lanetlenmiş şeytan bulunmadıkça, Sabırlılar, yoksulları doyuranlar nasıl anlaşılır?

Her şeyin anahtarı sabırdır. Civcivi, yumurtaları kuluçkaya yatırarak elde edersiniz, kırarak değil!

Sabırlı olun, zira bulutlar ağlamasa, yeşillikler nasıl gülebilir? Aceleci olmayın, maksada sabırla erişilir, acele ile değil. Alelade otlar iki ay içinde, kırmızı gül ancak bir yılda yetişir. Tencerede bile yavaş ve ustaca kaynayan yemek, delice kaynayandan daha lezzetlidir.

Mehmet Abidin Kartal

www.NurNet.org