Etiket arşivi: abdulkadir haktanır

Tahsilli Gafillerin Tutarsız Görüşleri

Hadiselere ve mahlukata Risale-i Nur merceğinden bakınca her şeyde bir dersi ibret olduğunu görürüz. Fakat eşyayı net görmek için aklımızı kullanarak, her şeye “hükmü evvelsiz” (ön yargısız) bakmak lazım..

1- Tahsilli gafillerin tutarsız görüşleri

Çok hayret vericidir ki! Tıp dünyası, inceleyip ihtisas yapmak için   insan vücudunu elliye bölmüşler. İdrar yollarını Ürologlar inceliyor. Kanı ile idrarımızı ayıran böbreğimizde ki 1.000.000 delikçikleri-nefronları, Nefronologlar inceliyor. Kalbi kardiyologlar. Sinirlerimizi Nörologlar ve saire… Bir cildiye mütehassisi, ciltte 48 çeşit alerji tespit edilmiştir diyor. Bununla beraber, cilt hastalıklarından ancak % 35 i bilinmektedir diyor. İhtisas yapmak için bu  Doktor efendiler 20-30 sene tahsil görüyorlar, profesör oluyorlar. Sonra bu efendilerin gururlarından yanlarından geçilmiyor. Böyle olduğu halde, ateist doktorlar Allah tarafında mucize olarak yaratılan bu insanı, tesadüfen oldu, kendi kendine oluştu, evrimin evirmesi çevirmesi neticesinde meydana geldi diyebiliyorlar. En büyük mucize olan bu insan hakkında biliyor musunuz bu efendiler ne diyorlar? İmkânı olmayan bir şey: İnsanı, görmesi, işitmesi, aklı, düşünmesi olmayan “Tabiat yaptı” diyorlar. Bu sebepten Üstad doktorun birine: “Merhaba ey kendi hastalığını teşhis edebilen bahtiyar doktor, samimi ve aziz  dostum!..Hakikat nazarında herkesten ziyade hasta olan, maddî ve gafil doktorlardır. Eğer eczahane-i kudsiye-i Kur’aniyeden tiryak-misal imanî ilâçları alabilseler, hem kendi hastalıklarını, hem beşeriyetin yaralarını tedavi ederler, inşâallah…Hem bilirsin, meyus ve ümitsiz bir hastaya manevi bir teselli, bazen bin ilaçtan daha ziyade nafi’dir ( faydalıdır). Halbuki tabiat bataklığında boğulmuş bir tabib (doktor), o biçare marîzin elim ye’sine (acı ümitsizliğine) bir zulmet (sıkıntı) daha katar.” der

(Barla Lahikası – 66)

2- Allahın cansız ve şuursuz basit maddelerle yaptıklarına bakın

Evet Nasıl oluyor da bir saksıdaki toprağa yüz çeşit bitki eksen, her birinin dalı, yaprağı, boyu, şekli şemali, rengi boyası, farklı olduğu halde hiç karışmıyor. Oraya bir acı biberin tohumunu eksen zehir gibi acı olur. Ayni  saksıda bir kavun çekirdeği eksen, kokusundan tadından ağzın sulanır. Şimdi o saksıda meydana gelen akıl almaz işleri, zerre gibi küçük sebeplere havale etsek, lazım gelir ki, ya o saksıda küçük küçük, belki çiçekler sayısınca makineler bulunsun veyahut o parçacık topraktaki her bir zerre, bütün o ayrı ayrı çiçekleri, ve çiçeğin çok çeşit inceliklerini canlılıklarını yapmasını bilsin. O zerrenin âdeta bir ilah gibi sonsuz ilmi ve sınırsız iktidarı bulunsun. Bunu aklı başında olan hiç kimse kabul etmeye yaklaşmadığına göre, Bu işleri yapan ancak ve ancak her şeyi hikmetle yaratmaya Kuvvet ve Kudreti yeten, uzaktan kumandalı yaratma gücüne sahip olan  Şanı yüce Allah yapabilir demeye mecbur oluruz.

Ey aklı başında olan insan! Amerika’da veya diğer yerlerdeki yakınlarınla konuşmak için cebindeki telefonunu kulağına koyduğun zaman, her zaman olmasa da şu sözü demeye unutma ha! Aman Allah’ım ne kadar kudret sahibisin ki, bu havadaki zerrelere öyle bir emir vermişsin ki, bu kadar sesleri karıştırmadan kulağımıza getiriyorlar. Hatta o telefonu ben icat ettim diyenleri de, onların akıllarını da Zatınız icat etti. Her zaman olmasa da bazan abdest al secdeye kapan ki telefonun şükrünü eda etmiş olasın. Çünkü önceden sevdiklerinden uzun zaman mektupla haber alamazken, şimdi telefon sana ayni anda haberi ulaştırıyor. Ne diyorsun, yoksa yanlış mıyım siz söyleyin?  Sakın, bu işleri minnacık hava atomlarına verme ha! Yoksa büyük hata etmiş olursun.

Bu ciddi meseleyi sizinle paylaşmamın tek sebebi, hem materyalist ve naturalistlerin neticesiz boş fikirlerini öğrenmek, hem de bizi yoktan var eden Allah’ımıza karşı vazifemizi yaparken gayretli olmaya yarar ümidiyle paylaşıyorum.

Not: Bu gibi hakikatleri aklı gözüne inmiş Tabiatçılardan sormayalım mı ne dersiniz?

Abdülkadir Haktanır

www.albnur.com

Atomlara ve Temel İhtiyacımız Olan Oksijene Göz Atalım!

Hadiselere ve mahlukata Risale-i Nur merceğinden bakınca her şeyde bir dersi ibret olduğunu görürüz. Fakat eşyayı net görmek için aklımızı kullanarak, her şeye “hükmü evvelsiz” (ön yargısız) bakmak lazım..

1-HER ŞEYİN ANA MADDESİ OLAN ATOMLARA BİR GÖZ ATALIM

Bakın, cansız şuursuz gözle görünmeyen minnacık bir vaziyette olan atomların yaptıkları işlere: Onların yaptıkları işlerde Allah kendi Kudretinin, yaptıkları işlerde kader kaleminin nasıl çalıştığını bize gösteriyor. Şimdi o küçücük zerrelerden meydana gelen eserleri Allah’ın Kuvvet ve Kudretinden başka hangi sebebe verebiliriz? Biz Müslümanlar meydana gelen o muazzam ve büyük eserleri tabiatçılar gibi cansız şuursuz atomlara verme hamakatına düşemiyoruz. Çünkü bütün tohum ve çekirdeklerin elementleri olan hidrojen, oksijen, karbon ve azot olduğu halde, çekirdeklerin ve tohumların içlerinde atomlarla çizilen o muazzam program hiç şaşırmadan ağaçların veya bitkilerin vücudunda Allah’ın hikmeti kendini gösteriyor. O yüce kudrete dayanarak, atomlardan meydana gelen  buğday tanesi gibi bir çam ağacının çekirdeği koca çam ağacını sırtında taşımasını görünce, Allah’ın kudretine karşı hayretten kendimizi alamıyoruz. Böyle muazzam bir hakikatin meydana gelmesini, tesadüfen rüzgar esti atomları oralara götürdü de oldu oluştu, oyuncağına havale edemiyoruz. Çünkü O zerrecik atomcuklar kendi kuvvetlerinden milyarlarca büyük yükleri başlarında taşıdıklarını görüyoruz, bu sebepten biz onların yaptıkları işlere bakınca, o atomcuklar, ancak Allah’ın kuvvet ve kudretine dayanarak o koca işleri yaparlar kararına varırız. “Çünkü, her bir zerre eğer Allahın memuru olmazsa ve Onun izni ve tasarrufuyla hareket etmezse; o vakit her bir zerrenin nihayetsiz bir ilmi, hadsiz bir kudreti, her şeyi görür bir gözü, her şeye bakar bir yüzü, her şeye geçer bir sözü bulunmak lazım gelir.  Çünkü anasırın (elementlerin) her bir zerresi, her bir zihayatta (canlılarda) muntazam işler veya işleyebilir. Eşyanın intizamatı (düzeni) ve kavanini teşekkülati (şekillenme kanunları) biri birine muhaliftır  (zıttır) onların nizamatı (ölçülerini) bilinmezse işlenilmez; işlenilse de yanlışsız yapılmaz. Halbuki yanlışsız yapılıyor. Öyle ise o hizmet eden zerreler, ya bir İlmi Muhit Sahibinin ( her şeyi bilen birinin) izni ve emri ile ve ilim ve iradesi ile işliyorlar ve yahut kendilerinde öyle bir muhit (her şeyi içene alan) bir ilim bulunmak lazım gelir,” buda imkânsızdır.(vesselam) (Sözler)

2-BİZİM ASIL İHTİYAÇLARIMIZ OLAN OKSİJENE DE BİR GÖZ ATALIM

Saygıdeğer Kardeşim! Bu sayacağım hususlar bütün yaratıklar için geçerli olmakla beraber, kâinatın hülasası ve şuurlu meyvesi olan bizim gibi âciz, fakir ve zayıf insanlar için daha fazla önem taşır: Mesela bu insanın hayatına devam edebilmesi için, ona en çok lazım olan oksijendir. O oksijeni burnumuzun dibine kadar kim getirdi? Varsayalım ki: Ekoloji uzmanları deseler; İstanbul’da yaşayanlar için altı ay sonra, %100 e yakın bir ihtimalle oksijen yetmeyecektir. Erzurum’daki oksijenin bitmesi ise imkân haricindedir. Bu vaziyette İstanbulluların halini düşünebiliyor musunuz? O ufak tefek ibadetlerimizi yapmak için yalnız Allah’ın ihsan ettiği bu nimetini düşünsek yeter ve artar değil mi?

Canlıların asıl ihtiyaçlarından ikincisi sudur. Susuz yaşayamayacağımızı bilen Allah’ımız onu yakınımıza kadar getirmiş. Su akıcı bir madde olduğu için dağların tepesinde durması değil, süzülüp deniz seviyesine inmesi lazım. Halbuki yüksek yerlerde de insanın yaşayabilmesi için Allah, ana ihtiyaçlarımızdan olan suyu, deniz seviyesinden 1500 metre yüksekte olan Uludağ gibi yerlere kadar çıkartmış.

Biliyorsunuz ki su iki elementten meydana gelmiştir. Yani, iki hidrojen ile bir oksijenden. Şimdi Materyalistlere sormayalım mı? Hidrojen yanıcı madde, oksijen ise yakıcı madde olduğu halde, bunlar nasıl biri diğerini yakmadan birleşebildi? Hidrojene yakma,  oksijene yanma diyen kim?

Bu ve buna benzer ciddi meseleleri sizinle paylaşmamın tek sebebi: Hem materyalist ve natüralistlerin neticesiz boş fikirlerinin imkansızlığını göstermek , hem de bizi yoktan var eden Allah’ımıza karşı vazifemizi yaparken gayretli olabilme ümididir.

 

Not: Biz bu gibi hakikatleri aklı gözüne inmiş materyalistlerden sormayalım mı ne dersiniz?

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Herhangi Bir Şeyin Tesadüfen Olması Mümkünmü?

Kâinatta tesadüfün imkânı var mı acaba?

İçinde yaşadığımız şu muazzam kâinatın tesadüfen yaratılmış olması aklen ve ilmen mümkün müdür?

Canlıların içerisinde en gelişmiş varlık insan olduğu konusunda bir tartışmaya girişecek kimsenin bulunması mümkün olmadığını sanırım. İnsandan aşağı canlılar arasında ise zekâ bakımında en gelişmiş canlı olarak şempanzeler olduğu söylenir. Bugün için aksi ispat edilemediğine göre bunu olduğu gibi kabul edeceyiz elbette. Şimdi şöyle bir şey düşünelim; insandan sonra en gelişmiş varlık kabul edilen şempanzelerden altı tane kafadar sahiplerinden hareketlerini taklit etmek için bütün zekâlarını kullansınlar. Daktilonun başına geçsinler ve söz gelimi kırk adet tuşu olan makineye oldum olasıya vurmaya başlasınlar. Maymun bu ya tuşların çıkardığı sesler tuhaflarına gidecek, vurdukça zevk alacaklar ve usanıp makineyi parçalayıncaya kadar vurmaya çalışacaklardır. Şimdi bu alelade vuruşlardan ortaya bir şeyler çıkacaktır elbette. Olmaz ya olur farz ederek diyelim bizim akıllı şempanzelerimiz sahiplerinin yaptığı gibi bir düzine kâğıt çıkarıp her kâğıt bitiminde yenisini usulca takarak yazmaya çalışsalar, acaba ortaya ne çıkar dersiniz? Bizim söyleyebileceğimiz söz tabiatıyla bir hiç olacaktır. Onların ki şöyle dursun, kâinatta en akıllı yaratık olan insan bile kendi vücuduna ne tasarruf edebiliyor ki? Yediği ölü yiyecekleri canlandıran insanın kendisi mi ki? En akıllı olan insanın kendisine tasarruf gücü yetmezse; bunu ona hangi tesadüfe vererek, kendi kendine oldu diyebilirsiniz? Hayır asla!

Kâinatta tesadüfün yeri yoktur…

Çünkü, saniyede 300.000 kilometre gibi baş döndürücü bir hızla hareket eden ışık bir yıl içerisinde yaklaşık olarak 9.860.800.000.000 k.m (1) mesafe kat’eder. Tam 680.000 ışık yılı(2)  mesafe kat ederek göz görmez akıl almaz kâinatımızın esrar dolu köşelerinden bize kadar ulaşır.

Kâinatımızda tesadüfün yeri yoktur

Çünkü, 680.000 ışık yılı mesafe içerisinde tahminlere göre-ki yirminci yılda ilimde kesinlik kalmamıştır, Az fazla az noksan olabilir. Deniliyor tam 40.000.000.000 (3) tane gök cismi yer alır.

Kâinatımızda tesadüfe yer yoktur…

Çünkü, kâinatımızda bu kırk milyar gök cisminden her birinin ağırlığı ne kadardır biliyor musunuz? Tam 2 x 1027 (4)  yani 20 rakamın önüne 27 adet sıfır konacak rakam ki, dilimizde bu rakamı ifade edecek kelime yoktur.

Çünkü, akılları durduran bu büyük varlıklar aleminden bir alt dereceye inerek baş döndürücü sayılar arasında bir hiç  mesabesinde olan dünyamıza geldiğimizde yine kafası belirli mıntıkalara kadar uzanabilen insan oğlunun akıl almaz rakamlar çıkar karşısına. Ve bu rakamların tesadüfen gerçekleştiğini söyleyebilmek için insanın kendisinden habersiz olması gerekir.

Kâinatımızda tesadüfe yer yoktur…

Çünkü, ağırlığı 6 x1021 ton (5) olan dünyamızın içerisinde sayısı milyonlara baliğ olan canlılar yaşar.

Kainatımızda tesadüfün yeri yoktur…

Çünkü, bu korkunç miktardaki hücrelerden her birisinin boyu bir milimetrenin binde dördü (000/4 mm) kadardır.(6)

Kâinatımızda tesadüfe yer yoktur…

Çünkü, milimetrenin binde dördü boyunda olan hücrelerin bu küçücük dünyası içerisinde sayısız miktarda protein molekülleri bulunur ve bir protein molekülünün ağırlığı bir gramın milyonda birinin altı milyonda biri kadardır (7)

Kâinatımızda tesadüfe yer yoktur…

Çünkü, ağırlıklarını ifade edecek sayıların bulunmadığı o muazzam cisimleri değil, sayısı haddu hesaba gelmeyen hücrelerin değil, boyu gözle görünmeyecek derecedeki varlıkların değil, bir gramın milyonda birinin altı milyonda biri kadar olan canlılığın ana kaynağı olan bir protein molekülünün tesadüfen meydana gelebilmesi için kaçta kaç ihtimal vardır biliyor musunuz? İhtimaller kanunu matematikte fazlasıyla kullanıldığı çağımızda İsviçre’nin ünlü matematik bilgini Charles Eugenie Guye bu ihtimali rakamın 1×10160 (8) olduğunu, yani on rakamın önüne yüz altmış tane sıfır konarak okunacak bir rakam olduğunu tespit etmiştir. Bu bir tahmindir diyenler olabilir. Ama ihtimaller teorisi çağımızda matematikte kullanılan en yaygın teorilerden birisidir. Madem ki onu kabul etmiyorsunuz. Bütünüyle matematik kaidelerini kabul etmemelisiniz ki o zaman size deli denir.

Kâinatımızda tesadüfe yer yoktur…

Çünkü, bir protein tesadüfen meydana gelmesi için gerekli olan ihtimali rakamın gerçekleşebilmesi için ne kadar zaman kesitine ihtiyaç olduğunu biliyor musunuz? Evet bu muhtemel zaman kesitini de yine ünlü İsviçreli matematik bilgini 1×10 243 yıl (9) olarak tespit etmiştir. Yani bir numara önünde 243 sıfır olması lazım. Üzülerek söyleyelim ki, insanlığın lügat hazinesinde bu rakamı ifade edecek kelime yok. Halbuki kainatın bu güne kadar ömrü ünlü Astronomi bilgini Gamov’un tahminlerine göre birkaç milyon senedir (10) James Jeans’a göre ise bu miktar 3- 20 milyar senedir (11). Peki bir protein molekülünün teşekkül için gerekli olan1x10 243   yıllık zaman kesidini nereden temin edeceğiz? Dahası var bu bir protein molekülü için gerekli olan rakam, ya her birisinin ağırlığı2×1027 ton olan ve sayıları kırk milyarı bulan âlemlerin teşekkülü için ne kadar zaman gerekecektir? Bütün bunların tesadüfen meydana geldiğini söyleyebilmek için insanın ya korkunç bir mülhid (dinsiz) veya bir akılsız olması gerekir.

Kainatımızda tesadüfe yer yoktur

Çünkü, sözünü ettiğimiz protein molekülleri amino asit zincirlerinden meydana gelir. Ancak canlılık kaynağı olan amino asit zincirleri öyle muntazam olarak halkalanmışlardır ki bu gün olduğu düzenden başka bir şekilde halkalanmış olsa, hayatın varlığı mümkün olmaz. Peki bugünkü zincirlenme şekli nasıl meydana gelmiştir? Atomların bir araya gelmesiyle denilecektir. Peki atomların meydana gelmesiyle neden başka bir türlü bir zincirleme olmamıştır. Bu atomlara çok akıllı varlıklarmı diyeceyiz, haşa. Acaba bu tür  zincirlemenin gerçekleşmesi için kaçta kaç ihtimal vardır? Bunu İngiliz Biyoloji bilgini G.B. Leathes’ten dinleyelim: “Bir protein molekülündeki amino asitleri meydana getiren atomların bir araya gelerek hayat için elverişli olan zincirleme bağlantıyı meydana getirebilmeleri-tabii tesadüf-için mevcut ihtimal 1×1048 dır” (12). Bilmem ki buna eklenecek bir söz var mı? Yanlış anlaşılmasın; bütün bunlar daha bir canlı hücrenin içinde bulunan sayısız protein moleküllerinden birinin meydana gelmesi için gerekli rakamlardır. Ya milyarlarca canlılar? Ya sayısız türden bitkiler? Ya katı maddeler? Ya denizler? Ya aklımızın veya zekâmızın girift örgüsüdür?

Allahımıza ne kadar şükretsek azdır ki: Bunları anlamak için kafamızı okadar yormadan, bize Risale-i Nurları meydana getirebilecek Ahır zaman Mehdisi olan Bediüzzaman hazretlerini göndermiş k: Osman Yüksel Serdengeçtinin dediği gibi: “Bu eserlerden yediden yetmiş yaşına kadar herkes hisse alabiliyor” ve kendilerini inkâr bataklığından kurtarmak için mesafe kat ediyorlar. Bizler yapıp ne yapıp bu eserleri bol bol okuyalım derslere gitmekten geri kalmayalım. Çünkü unutmayalım ki: Başlamadan olmaz amma yalınız başlamak, boşa gider neticeyi almadan, başlamanın faydası olmaz.

 Yukarıda saydığım bütün bunlar nasıl tesadüfen var olabilir? Biz susalım ve şairi dinleyelim:

                   “İdraki meâli bu küçük akla gerekmez,

                   Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez “

deyip kurtulalım

Abdulkadir Haktanır

www.NurNet.org

Kaynakça

1- Fen ansiklopedisi, sh: 37.

2-­ James Jeans: The Mesterious Üniverse: sh. 63.

3- Pire Rousseau, Las Atomes et les Etoilas: 75.

4- James Jeans, The Üniverse arond use: 44.

5- Aynı eser sh: 46.

6- Prof. Max Clara ve üveya Maskewr, Histoloji: sh.:28-29.

7- Anthony Smith, İnsan Yapısı ve Yaşamı: sh: 210.

8- J. C. Mansma,The evidence Of God in Ehpanding Üniverse: sh. 17.

9- J. Monsma,adlı geçen eser: sh: 18.

10- J. Gamov, Kainatın Yaratılışı: sh: 4.

11- J. Jeans,The Üniverse Arond Use: sh: 95.

12- Lecomte de Nouy.L’Homme et sa Destines, s. : 43.

Allah’ın Yaptıklarının Tamamı Noksansızdır

Hadiselere ve mahlukata Risale-i Nur merceğinden bakınca her şeyde bir dersi ibret olduğunu görürüz. Fakat eşyayı net görmek için aklımızı kullanarak, her şeye “hükmü evvelsiz” (ön yargısız) bakmak lazım..

1-Bir adamı, fabrikalar sahibi olan arkadaşı yeni yaptığı şeker fabrikasını göstermeye çağırmış. Adam icabet edip gittikten sonra, fabrika sahibi misafiri ile fabrikayı gezmeye başlarlar. Fabrika sahibi  fabrikayı gezerken şeker imalatı için dış ülkelerden ithal ettiği büyük büyük makineleri tek tek tanıtmaya başlar: Buradan pancarları atarız, makine pancarları kendisi yıkar, doğrar, kurutur, böylece şekerin hammaddesi birçok elden geçtikten sonra… İşte gördüğün bu büyük musluklardan çuvallara şeker akar. Buraya kadar işlerin tamamını makineler yapar. İşçiler sadece çuvalları oralara takar, şekerle dolduktan sonra ağızlarını bağlarlar ve oradan alıp depoya koyarlar. Hepsi bu kadar.

         Fabrika sahibi, arkadaşına beğendin mi diye sorar? Arkadaşı: Pancarları fabrika kendisi mi yapıyor der ? Fabrika sahibi hayır, çiftçiler pancarı tarlalarda ekerler, sularlar, çapalarlar ve pancarlar büyüyüp olgunlaşınca toplarlar, sonra traktörlerle fabrikaya getirirler. Misafir: Hoşuma gitmedi der. Ben istiyorum ki fabrika hammaddesini kendisi toplasın.

Yine sorar: Peki makineler arıza yaptıkları zaman ne olur? Ustalar gelir tamir ederler. Bu da hoşuma gitmedi; ben makine arızasını kendisi tamir etmesini istiyorum; bu kadar büyük fabrika, koskoca makineler!.. Bu da hoşuma gitmedi. Peki nasıl olmalı? Ben istiyorum ki fabrika çok yer tutmayacak şekilde ufak olsun. Hatta makineler eskiyip hurda haline geldikleri zaman, fabrika sahibinin fabrikasız kalmaması için, makineler kendileri başka makineler yapabilecek kapasitede olsun.

         Fabrikatör, gelen arkadaşına kızarak, ben senden takdir beklerken, sende  imkanı olmayan şeylerden bahsediyorsun? Misafir ona cevabında: Bugün tıp uzmanları dört beyaz zehirden korunun diyorlar.  Onların isimlerini sayarken, un, tuz, yağ ve şekerdir diyorlar. Her ne kadar, insanların çoğu şekerin tiryakisi olmuş, onu terk edemiyor; fakat bahsettiğim dört zehirden biri de senin ürettiğin şekerdir der. Misafir, arkadaşının sinirlendiğini görünce ona döner ve der: Dostum benim sana en ufak bir garazım yok, fakat sana bir hakikati anlatmak maksadıyla bu kelimeleri kullanıyorum der ve devam eder:

         -Güzel dostum boşuna sinirlenme!  Gel Allah’ın yaptıklarına bir göz atalım; mesela ineği ele alalım: Allah, ineği bizim için bir süt fabrikası yapmamış mı? Küçük bir fabrika hükmünde olan o inek, sütü yapmak için ham maddesini toplamaya kendi ayakları ile  gider, zehirli otları almayıp, süt yapmaya yarayanı bulur toplar ve bizim için çok faydalı bir gıda olan sütü ottan, samandan, kepekten ve çeşitli bitkilerden yapar, değil mi? Yani sarı, yeşil ve çeşit çeşit karışık renklerdeolan otlardan bembeyaz sütü yapmıyor mu? O akılsız inek, vücudundaki kandan hiç damlatmadan, içindeki tezeğinin renk ve pis kokusunun zerresini bile süte karıştırmadan, o hayvana Allah sütü bizim için yaptırmıyor mu? Haydi konuş, aklı, ihtisası olmayan hayvan gibi bir hayvana Allah öyle bembeyaz bir  süt yaptırmıyor mu? Allah’ımıza itaat edip ibadeti aşk ve şevk ile yapmamız için bu hakikatleri biz düşünmeyelim mi?

          Zavallı ineğin bacağı veya herhangi başka bir yeri  yaralansa, tamir için tamirciye gitmeden, Allah ineğin yediği maddeleri ilaç yaparak iyileştirmiyor mu? Siz söyleyin materyalist fikirli olanlar bu hakikatleri akıl gözleriyle göremezlerse, bizde mi görmeyeceğiz,  Dört beyaz zehir derken beyaz sütü karıştıramamışlar değil mi?. Çünkü sütün hiç kimseye zararı  dokunmaz ki. Sonra faydası o kadarla da kalmıyor. İneğin kendisi yaşlanıp yok olacağını bilen Allah, ev halkı süt fabrikasız kalmamak için, ineğin kendisine başka bir fabrika olan buzağıyı yaptırmıyor mu? İmanımıza kuvvet vermek için bizde mi bu hakikatleri düşünmeyip görmeyeceğiz? Halbuki kendilerine güvenen o Natüralist Profesörler Fransa da robotlarla süt yapmayı denemişler yeşilimsi bir şey akınca, o kadar tahsil gören Profesörler ineğe yetişemediklerini kendi gözleri ile görmüşler. Bizde onları kendi hallerinde bırakarak, Ya Rabb , sana çok şükür demeyelim mi?

2-Yine dünya ile ilgili bir soru

        Dünyamız, ister büyük patlama neticesi Big Bang’la meydana gelmiş olsun, isterse, Comte de Buffon’un teorisine göre olmuş olsun fark etmez, çünkü her iki görüş ilim değil nazariyeye dayanır. Buffonun dediğine göre hava boşlukları içerisinden  çıkan bir kuyruklu yıldızın güneşe takılıp çarpmasıyla güneşten bir kitle sıvı halinde koparmasından dünyamız meydana gelmiş.  Fark etmez, yukarıda dediğim gibi, her iki görüş ilim değil nazariyedir, bir teoriden öte geçemezler .

        Evet Buffon  ve diğer fizik bilginleri, dünyaca meşhur olmak için, eften püften ortaya sürdüklere  bazı delillere dayandırarak  dünyamızın ömrünü 3. 4,6 ve 5,3 milyar yıl olarak nazarımıza veriyorlar.

        Şimdi bu materyalist kafalı bilginlere sormayalım mı? Acaba dünyamız sıvı veya kor halinde iken, oraya niye insan gönderilmemiş? Veya gönderilmiş olsa idi o insanların hali ne olurdu? Sonra güneşten koptu diyorlar. Madem ki güneşten kopmuş, dünyada olan maden yatakları güneşte de olması lazım. Yani Güneşte de Su, petrol, sıvı gaz, Rahmani gaz kömür, bakır, demir, tuz, nışadır, şap, ve insanlara lazım olan tüm madenler güneşte de olması lazım. Halbuki sadece hidrojen atomlarıyla hayatını devam ettiren o büyük ateş kitlesi güneşte, saydığımız madenlerden herhangisi bulunabilir mi? Olamadığına göre dünyamız güneşten koptu nasıl diyebiliyorlar? Bir fizik Profesörüne göre Güneş ısısını korumak için Güneşte saniyede 580 miliyar hidrojen bombasi patlıyormuş  Bunu hayvan düşünüp soramasa da,  bizde mi düşünüp bu ciddi hakikati materyalistlere sormayacağız?

          Bu ve buna benzer ciddi meseleleri sizinle paylaşmamın tek sebebi, hem materyalist ve naturalistlerin neticesiz boş fikirlerini öğrenmek, hem de bizi yoktan var eden Allah’ımıza karşı vazifemizi yaparken gayretli olmaya yarar ümidiyle paylaşıyorum.

Not: Ne dersiniz bu gibi soruları biz onlardan sormayalım mı?

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Kâinatta Görünen Her Şeyde Allahın Kudret ve Azameti

Hadiselere ve mahlukata Risale-i Nur merceğinden bakınca her şeyde bir dersi ibret olduğunu görürüz. Fakat eşyayı net görmek için aklımızı kullanarak, her şeye “hükmü evvelsiz” (ön yargısız) bakmak lazım..

1-BİNDİĞİMİZ DÜNYA GEMİSİNE BİR GÖZ ATALIM

Asronomi uzmanlarına göre: Üzerinde yaşadığımız dünya, hem kendi ekseninde, hem de güneşin çevresinde döner. Gündüz rahat çalışmamız için, akşama kadar dünyamız güneşe karşı durur. Akşam olunca yorgunluğumuzu rahat gidermek için, yüzüne siyah bir perde çekerek ışıktan ve ısıdan uzak tutarak bizi rahatlatır. Materyalistlere soralım: dünyamız bizi acıdığından mı böyle yapıyor acaba?

Güneşin çevresinde dönüşü ise, çok daha acayip. 108000 km. hızla gidiyor. Milyonlar seneden beri, bir saniye daha yavaş ve daha çabuk tur yapmadan devrini tamamlıyor. Nereden biliyorsun desen kalsa? Takvimden biliyorum, bir sene yazılan takvim hiç bir saniye değişmiyor.  Her dönüşünde, tam lazım olduğu yerde 27 dakika 23 derece eğik olarak gidiyor. Az daha hızla gitse muhakkak bir gezegene  çarpacak. Az yavaş gidip geri yine biriyle çarpışmadan kurtulamayacak. Materyalistlere yine soralım: Acaba bu aptal dünya nasıl bunu becerebiliyor, kıyameti koparmadan ahenkli ahenkli bizi gezdiriyor. Acıdığından mıdır ki  bizi havaya atmıyor, denizdeki sularımızı dökmüyor?

Merkez kaç kanununa göre her insanın üstünde üç ton ağırlık varken, neden ve nasıl insan rahat rahat yürüyor? Çünkü yer çekimi dolayısıyla arz insanın havaya uçmasına meydan vermiyor? Fakat yer çekimi ile niye yere  yapışıp kalmıyor? Onu önlemek için hangi safsata kanun ortaya giriyor? “Bir kanun var!” diyorlar. Peki, kanunu yapan kim? Biri yapmadan nasıl kanun oluyormuş? Sorsan çıt yok. Materyalistlere demeyelim mi? Sen madem ki insansın ve madem ki akıllısın. Haydi bir kilometre uzak bir yere, ayni yere basarak, ayni dakikada git gel bakalım.

2- BAKIN AKILISIZ GÜNEŞ İLE DÜNYAMIZIN ARALARINDAKİ DENGEYE

Biz materyalistlere hiç çekinmeden, bu müşkülümüzü halledin dememiz lazım: Astronomi uzmanları diyorlar ki, ışık saniyede 300,000 kilometre hızla gidiyor. Yine onların görüşüne göre, güneşin ışığı dünyamıza sekiz dakikada ulaşıyor. Yani 1 dakikada 60 saniye. Sekiz dakika, altmışar saniye = 480×300.000 = 144.000.000 k.m. eder. Demek oluyor ki, güneşle dünya arasında 144.000.000 kilometre mesafe varmış. Acaba bu mesafe 143.000.000. k.m. olsaydı, ne olurdu biliyor musunuz? Güneş bizi yakıp kül ederdi. Peki 145.000.000 olsa idi, o zaman da, her şeyimiz donup buz yapacakmış. Çok merak ediyorum! Acaba dünyamı güneşe dedi, sakın daha öte gitme, yoksa her şeyi donar buz olur mu dedi. Beri de gelme ha! Yoksa her şeyi yakar kül edersin mi dedi. Yoksa o emir güneşten mi dünyaya geldi? Bu müşkülümüzü halletmeleri için materyalistlere biz sormayalım mı? Onlara göre bu mesafe acaba nasıl tayin edildi? Yoksa köylüler iple tarlayı bölerken yaptıkları gibi mi yaptılar? Dünya güneşe, çek ipi oraya çak bir kazık. Daha öteye  gitme, beri da gelme ha! Çünkü gelecekte dünyaya canlılar gelecekler, az daha beri gelsen onları yakar öldürürsün. Biri diğerine öylemi dediler? Yoksa kudreti sonsuz  olan Allah mı, kâinatın hulasası ve şuurlu meyvesi olan  insana hizmetini en mükemmel vermesi için güneşi oraya çaktı. Dünya’ya güneşin çevresinde  dönerken sana tayin ettiğim mesafeden ayrılma ha! Mı dedi? Kat’iyyen bunun başka alternatifi yok ama, ecnebi düşmanlar insanları boş buldukları için maalesef çoğuna o baklayı yutturdular.  Hey gidi akılları gözlerine inmiş tabiatçılar hey, haddinizden çok tecavüz ettiniz!!!

Bu ciddi meseleyi sizinle paylaşmamın tek sebebi, hem materyalist ve natüralistlerin neticesiz boş fikirlerini öğrenmek, hem de bizi yoktan var eden Allah’ımıza karşı vazifemizi yaparken gayretli olmaya yarar ümidiyle paylaşıyorum.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org