Etiket arşivi: çanakkale

Vatan Sevgisi İçimizde Yer Etmeli

Vatan sevgisi bir toplumun varlığı için çok önemlidir. “İçinde sevgi yeşeren toprağa vatan derler. Bir millet öz sevgisini yitirirse, öz vatanında bile gurbette sayılır.”

Doğduğu Polonya topraklarını vatan edinmiş bir piyanistin hikâyesini izlemiştim. Hitler’in pençesindeki Almanlar yaşadığı şehri ele geçirdiler; tanklar binaları parçaladı, buldozerler devirdi, alev topları geriye kalanları yakıp yok etti. İnsanlar görüldükleri yerde kurşuna dizildi, saklanabilenler yıkıntıların altında ezildi.

Piyanist, bir bina yıkılırken ötekine kaçtı, bazen çatılarda, bazen bodrumlarda gizlendi. Almanlar şehri terk ettiğinde, geride cesetler arasında yalnız yaşadığına pişman, yiyecek ekmeği, sığınacak kimsesi olmayan bir insan kalmıştı.

Bir millet vatanının, huzurunun, barışının, esenliğinin, özgürlüğünün değerini bilmez de, küçük sorunları bahane ederek iç çatışma yolları ararsa, kaynaşmayı, dayanışmayı terk ederse, kader o milleti böyle bir ezikliğe savurur.

Biz Anadolu halkı, Türküyle, Kürdüyle, Lazıyla, Çerkeziyle ve tüm unsurlarıyla tek millet olmuşuz; bu topraklarda bin yıldır kader birliği etmişiz. Dev bir aile olmuşuz ve birleşen gücümüz zaman zaman dünyaya meydan okumuşuz. Nice fakirlikler, yokluklar, zulümler çağında birbiriyle dayanışmasını bilen bu millet, şimdi zenginleşirken, özgürlüğün tadını hissetmeye başlamışken tarihsel dayanışmasını terk edebilir mi?

1995 yılının kış mevsiminde Bosna Hersek’e gittik. Başkentte kurşunlar uçuşuyordu. Ağaçlar kesilip yakılmış; otobüsler devrilip siper yapılmıştı. Binalar delik deşik olmuş veya yangınlarda kararmıştı. Yiyecek ekmeği kalmayan insanlar bir deri bir kemik görüntüsündeydi. Kalacağımız bir cephesi delik deşik olan otelin önünde, ayakları çıplak, soğuktan kıpkırmızı kesilmiş bir çocuk gördük. Dediler ki “Çocuğun anne babası şehit oldu, kimsesi yok, sokakta dolaşıyor.” İki gün sonra keskin nişancılar onu da şehit ettiler. O sokaklarda bu küçük şehit gibi, yaşananlara anlam veremeyen nice çocuklar gördüm.

Şehrinize gökten bombalar düştüğüne, sevdiklerinizin süngülenip kurşunlandığına tanıklık ettiniz mi? 300 bin şehidimize mezar olan Yemen’e yazılan ağıdı hatırlayın:

Kışlanın ardında redif sesi var

Bakın çantasına acep nesi var

Bir çift kundurası, bir al fesi var

Kışlanın ardını, duman bağladı

Analar, babalar kara bağladı

Yemen’e gidene herkes ağladı

Eli yemendir, gülü çimendir

Giden gelmiyor, acep nedendir?

Yakın bir geçmişte, Anadolu halkı Çanakkale’ye akın etmişti. Yüz binlerce genç, gövdelerinde gömlek, ayaklarında çarıkla yollara birlikte koyuldular. Kürt de, Laz da, diğerleri de orada Türklerin yönetiminde buluşmuştu. Kardeştiler, birbirlerine kibirlenmiyorlardı. Şehadet şerbetini birlikte içeceklerdi. Canları birbirlerine emanetti.

Bizi yüzyıllarca bu coğrafyada özgür yaşatan, birbirimizin hakkına gösterdiğimiz saygıydı. Birbirimizin canı, namusu, malı, dini kutsaldı.

Savaş şartlarında bile atalarımız dürüstlüğü yaşattılar: Çanakkale’nin Kocadere köyünde büyük bir yaralı tedavi noktası kuruluyor. Yaralılar sedyelerle beşer onar köye taşınıyor.

Erlerden birisi nefes nefese. Ağır yaralı ve şehit olmak üzere. Komutanına sesleniyor: “Ben Lâpseki’nin Beybaş köyünden Halil. Bir pusula yazdım. Lâpsekili İbrahim’den bir mecit borç almıştım. Kendisini göremedim ve ölüyorum. Bulursanız bu pusulayı ona verin, hakkını helal etsin.”

Birkaç gün sonra, yeni gelen şehitlerin eşyaları arasındaki pusulalardan biri aynı komutanın dikkatini çekiyor: “Ben Beybaş köyünden arkadaşım Halil’e bir mecit borç vermiştim. Birazdan taarruza kalkacağız. Belki dönemeyeceğim ve görüşemeyeceğiz. Arkadaşıma söyleyin, ben hakkımı helal ettim.” Biz ahıret için yaşayan böyle ataların çocuklarıyız.

Bu vatan Malazgirt’in, İstanbul’un, Çanakkale’nin hatırasıdır.

Avuçladığınız her toprakta şehitlerinizin gözyaşını ve çocuklarına dualarını okursunuz.

Bu yurdun en büyük değeri, bizi sonsuzluk yurduna hazırlamasından kaynaklanır.

“İçinde sevgi yeşeren toprağa vatan derler. Bir millet öz sevgisini yitirirse, öz vatanında bile gurbette sayılır.”

Dr. Muhammed Bozdağ

Çanakkale Geçilemez!

Bu hafta‚ Çanakkale Zaferi Haftası. Çanakkale Zaferi’nin 96. yıldönümü. Konuya başlamadan önce Çanakkale Boğazı’nın‚ Türk ve Dünya tarihindeki önemini anlamak için biraz tarih ve coğrafya bilgilerimizi tazeleyelim.

Coğrafi terim olarak “boğaz”‚ “karalar arasında‚ denizin çok daralmış yeri” şeklinde tarif edilir. Prof. Dr. Reşat İzbırak’ın Coğrafya Terimleri Sözlüğünde de belirttiği gibi‚ “Boğazlar‚ geniş bir ırmağı andırır. Boğaz dendiği zaman‚ genelde deniz boğazı gözönüne gelir”

Süleyman Kocabaş’ın‚ “Türkiye’nin Canı Boğazlar” adlı eserinde de belirttiği gibi ve bunlara benim de birkaç önemli boğaz eklemem ile örnek vermek gerekirse‚ yeryüzünde‚ Çanakkale Boğazı’na benzer irili ufaklı birçok boğaz vardır. Bunlardan bazılarını sayalım; İstanbul Boğazı (Marmara-Karadeniz)‚ Cebelitarık Boğazı (Akdeniz-Atlas Okyanusu)‚ Messina Boğazı (İtalya-Sicilya)‚ Hürmüz Boğazı (Basra Körfezi-Hint Okyanusu)‚ Bering Boğazı (Alaska-Sovyet Rusya)‚ Babü-l Mendep Boğazı (Kızıldeniz-Aden Körfezi)‚ Cook Boğazı (Yeni Zelanda)‚ Malakka Boğazı (Sumatra-Malezya)‚ Tsuganu Boğazı (Japonya)‚ Hainan Boğazı (Çin-Tayvan)‚ Kore Boğazı (Kore-Japonya)‚ Uraga Boğazı (Japonya)‚ Palk Boğazı (Hindistan-Sri Lanka) Dover Boğazı (Fransa-İngiltere) vb. bunlardan bazılarıdır.

Şüphesiz bu boğazların hepsi önemli boğazlardır. Fakat bunlardan hiçbiri küçük bir yarımada ile Gelibolu’da sahne olan Çanakkale Savaşları kadar tarihe geçmemiştir. Bu kadar küçük bir yarımadada 8‚5 ay süren‚ 250.000’e yakını Türk şehidi olmak üzere toplam 500.000’e yakın insan kaybıyla ve Osmanlı Devleti’nin kesin zaferiyle neticelenen‚ binlerce kahramanlık destanlarına konu olan bu savaş‚ adını Türk tarihine altın harflerle yazdırmıştır.

Erol Mütercimler‚ “Bu Vatan Böyle Kurtuldu” isimli eserinde‚ denizlerin‚ devletler nezdindeki gücüne etkisini şu sözlerle ifade eder; -“Kullanabilenler için denizler‚ çok önemli ekonomik güç alanlarıdır. Tarihe bakınca görüyoruz ki‚ denizlerde egemenlik kurabilenler‚ dünyaya da egemen olabilmiştir. İngiltere İmparatorluğu‚ Barbaros dönemi Osmanlı İmparatorluğu gibi”.

Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları incelendiğinde‚ çok geniş bir alana yayılmış olan bir kara ve deniz imparatorluğu olduğu görülmektedir. Başlangıçta denizin önemini gören Osmanlılar‚ zamanla deniz ekonomisinin önem ve gerekliliğini gözardı etti. Özellikle duraklama Dönemi’ne girildiğinde deniz gücünün önemi açıkça ortaya çıkmıştı. Buna karşın Osmanlı’nın başında bulunan yöneticiler çağı gereğince değerlendirebilmiş olsaydı‚ deniz gücünün‚ ekonomisinin ve sanayisinin önemini‚ gelişimini değerlendirebilmiş olsaydı Osmanlı İmparatorluğu’nun sonu daha değişik olabilirdi.

Yine Erol Mütercimler’in aynı eserinden‚ deniz gücünün önemine binaen yazdığıi bir cümleyi daha aktarayım; -“ Osmanlı İmparatorluğu’nu tarih sahnesinden silen başlıca etkenlerden birisi‚ bu gerçekçi deniz gücü politikasını uygulayamamış olmasıdır”.

O dönem‚ Osmanlı İmparatorluğu’nda 9 yıl boyunca‚ Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun askeri ataşeliğini yapmış olan General Joseph Pomiankof‚ daha sonra anılarını yazdığı “Osmanlı İmparatorluğu’nun Çöküşü” adlı eserinde‚ bu harekatı şu sözlerle anlatır; -“Çanakkale Boğazı’na hakim olma mücadelesi‚ birinci dünya savaşının en önemli olaylarından biridir. Çünkü burada cereyan eden muharebe‚ hem deniz kuvvetleriyle Boğaz’ın zorlanması ve böylece tahkimat ve kara birliklerine karşı saldırıya geçilmesi‚ hem de kara ve deniz kuvvetlerinin müşterek taarruzu bakımından benzeri görülmemiş bir harekattır”.

Tarihin son yüzyılında Çanakkale Savaşları konusunda yerli ve yabancı kaynaklı ciltler dolusu kitaplar yayımlanmıştır. Bu ciltler dolusu kitapların hepsini herkes okumuş olsa dahi‚ yinede kimse ortaya çıkıpta; “Ben Çanakkale savaşları’nın tamamını‚ her ayrıntısıyla biliyorum!” diyemez. 18 mart 1915 günü gerçekleşen Çanakkale Deniz Savaşı’nda İngiliz ve Fransız donanmalarının birlikte meydana getirdiği dönemin en güçlü armadası‚ Çanakkale Boğazı’nı geçip İstanbul’u almayı‚ bunun sonucunda da Osmanlı Devleti’ni 1. Dünya Savaşı cephelerinde çökertmeyi ve tarih sahnesinden silmeyi planlamışlar‚ bu plan doğrultusunda da mart 1915 günü Çanakkale Harekatı’na girişmişlerdir.

Batılı devletlerin Osmanlı Devleti hakkında verdikleri “hasta adam” hükmü ile ve haklı olarak yenilmez armadalarına güvenerek giriştikleri bu harekat‚ gün bitiminde ağır kayıplarla geri çekilmiş ve Çanakale Boğazı’nın deniz yoluyla geçilemeyeceği hükmüne varmışlardır.

Osmanlı Devleti 1. Dünya Savaşı’na girdikten sonra Osmanlı’nın hasta adam olduğu ve yıkılmasının an meselesi olduğuna inanan İngilizler‚ boğazı sadece donanma ile geçebileceklerini sanarak büyük bir yanılgıya düştüler. Bu şekilde düşüncelerinde haksız da sayılmazlardı. Tarihinde yenilgi almamış güçlü ve mağrur İngiliz donanması‚ Fransızların güçlü donanmasıyla birleşince ortaya yenilmez armada olan birleşik filo meydana gelmişti. O dönemde hiçbir deniz gücü bu donanmayla başa çıkamazdı. Daha kısa süre önce Balkan savaşlarından yenik çıkan Osmanlı Devleti ise karşılarında duramazdı. Bu fikir onlar için sonun başlangıcı oldu.

Dünya Savaşı batı cephesinde tıkanmış‚ kilitlenmişti. İngiltere‚ boğazı bir ay içinde geçerek İstanbul’a ulaşacağına inanıyordu‚ başkent düştükten sonra da Osmanlı Devleti’nin teslim olacağını biliyordu. Buradan Karadeniz’e geçerek Rusya’ya yardım edecek ve savaş kısa sürede bitecekti.

3 Kasım 1914 ten 13 mart 1915 e kadar düşman donanması aralıklı olarak defalarca tabyalarımızı uzaktan top ateşiyle ateş altına almıştı. Binlerce top mermisiyle tabyalarımızın birçoğu iş göremez hale geldi. Nihayet boğazı mayınlardan temizleyen ve Türk tabyalarının tamamen tahrip olduğuna kani olan birleşik filo 18 mart 1915 sabahı saat 10.00 da dönemin yenilmez zırhlılarının yoğun topçu ateşiyle Çanakkale Boğazı’na girmeye başlar‚ savunma hatları hallaç pamuğu gibi atılır.

Türk toplarının atış menzili düşman toplarının atış menziline göre daha kısa olması sebebiyle Türk topçuları‚ ancak donanma yaklaştıktan sonra düşmanın üzerine giderek yoğunlaşan atışa başladı. Bununla birlikte düşman donanmasının gözden kaçırdığı ufak bir ayrıntı tüm planlarını alt üst eder:

Bir gece öncesinde Nusret mayın gemisinin boğaza döşediği 26 mayın‚ donanmayı şaşkına çevirir. Türk topçusunun giderek artan yoğun ateşiyle önce Agamemnon ve Gaulois zırhlısı yara alıp saf dışı kaldı‚ ardından Bouvet zırhlısı şiddetli patlamayla kısa sürede sulara gömüldü. Öğleye doğru savaşın en şiddetli anları yaşanıyor‚ Türk topçusu boğazı cehenneme çeviriyor‚ düşman zırhlıları da kıyı şeridindeki tabyalarımızı hallaç pamuğu gibi atıyor‚ kıran kırana cehennemi bir savaş oluyordu. İnflexible mayına çarparak yan yattı ve boğazın dışına kaçtı. İrresistible zırhlısı Türk torpidobotları tarafından torpillenerek ağır yara aldı.

Saat 18.00’e doğru İngiliz amirali De Robeck üç zırhlısının saf dışı kalması‚ bir o kadarının da ağır hasar görmesi üzerine geri çekilme emri verir‚ çekilme sırasında Ocean zırhlısı da mayına çarptı. Birleşik filonun 18 mart 1915 te aldığı yara çok büyüktü‚ Selahattin Çetiner Paşa´nın belirttiği gibi son 200 yıllık tarihinde zaferden zafere koşmuş mağrur İngiliz donanması Çanakkale’de de başarısından emindi. Ancak yenilginin acısını tattı. Tarihine kapkara bir sayfa konuldu‚ Çanakkale geçilememişti.

*  *  *

Bu vesileyle Çanakkale Zaferi’nin 96. yılını kutlarım.  Vatan için toprağa düşmüş tüm şehitlerimizi

Rahmetle, minnetle ve saygıyla anıyoruz.

Sevgiyle kalın

Macits