Etiket arşivi: Çetin Kılıç

Tabiat Nedir? İlah Diyenler Var

Acaba tabiat nedir? Bazı güruh, kanun ve kuvvetlere sığınarak, çekim kanununu, suyun kaldırma kuvvetini tabiata vermişler. Oysa bunlar Allah’ın şeriatıdır, Allah nasıl şeriatında göz nereye bakacak? mide ne yiyecek? diye kanun kural koyduysa, büyük insan teşmil edilen aleme de böyle kanun ve kurallar koymuştur.

Tabiatın bir adı da matbaai İlahiyedir, matbaa kitap basmaz, matbaada kitap basılır. Allah’ta tabiatta daima kitap basar gibi mahlukat yaratır. Gezegenler arası çekim kanunu diyoruz, ortada müstakil bir şey yok, aynı şekilde suyun kaldırma kuvveti diyoruz, suyun içinde öyle elle tutulur gözle görülür bir şey yok, yer çekimi kanunu, yeri kazsan bir şey bulamayacaksın. Bütün bunlar Allah’ın hükümleri.

İnsanların bazıları vehmin hilelerine aldanarak bunları müstakil varlık kabul etmişler, yaratmayı doğaya, tabiata vermişler, bunlar küfrün bir çeşididir. Tabiat risalesi bu inanışı aklı ve mantıki deliller getirerek ilzam etmiştir. Tabiat sanattır, sanatkâr olamaz. Cenabı Hakkı görmezden gelip, akılları hayrete düşüren tabiat kanunlarını kendi kendine yahut sebeplere vermek aklın kabul edebileceği bir şey değildir.

Asker nizamından haberi olmayan bir kişi taburdaki askerlerin hep birlikte hareket ettiğini görünce, onların bir ip ile birbirine bağlı olduğunu tahayyül edebilir. Oysa onlar askeri kanuna göre hareket ederler, komuta göre oturup kalkarlar. Aynen öylede, âlemdeki bütün ihtiyarı fiillerin tanzim edicisi şeriattır. Tabiat kanunlarında devamlılık vardır, yer çekimi daima vardır, ateş her zaman yakar, demir hep serttir, Allah dilerse ateşe “serin ol” der ateş yakmaz, nadirattan da olsa keramet tarzında sıra dışı böyle hadiseler olmaktadır.

Böyle gelmiş böyle gider mi? Tabiat kanunlarının ezelden başlamış ebede kadar gidecek mi? Kanun koyucu Allah isterse, dilerse değiştirir, iradesine hiçbir şey, hiç kimse engel değildir. Adamın biri, kümesteki tavuklarına yem vermeden önce zil çalar öyle yem verirmiş, zil sesini duyan tavuklar yem gelecek diye toplanır, yem gelir ve yemlerini yerlermiş. Bu aylarca hep böyle sürmüş, tavuklarda buna alışmış. Yine bir gün zil çalar fakat tavukların sahibi bu kez yemle değil bıçakla gelmiştir.

İnsan birkaç şeyi bir anda yapamaz, Allah’ı da kendine benzettiği için, kendiyle kıyas ettiği için Allah’ın bir anda her şeyi yapabileceğine akıl erdiremiyor. Bir düğmeye basarak fabrikada binlerce insanın yaptığı şeyleri yapabiliyorsun, bunu yüz yıl önce yaşayanlara anlatsan hiçbiri inanmaz. Komutanın askerlere tek tek emir vermesi gerekmez. Allah diler ve dilediği meydana gelir, dilediği olur dilemediği olmaz. Allah’ın kudretine sınır koyacak yoktur, güneşin ziyası nasıl her şeyi kuşattı ise Allah’ın gücü kuvveti muvazeneye gelmez, en büyükleri olduğu gibi en küçüğü de, bütün eserleri de yaratan yalnız O’dur.

Kemalini anlayamayan mahlûkatla kıyas ediyor. Kitap okurken yanımızda bir kedi olsa okuduğumuzdan bir harf bile anlamaz zevk almaz, o da mahlûk niye anlamıyor diyemezsin, insan o kitaba akıl, kalp ve hayalle muhatap oluyor. Kedi insanın mahiyetini anlamıyorsa insan Allah’ı nasıl anlar? Hatta ilimle dolu olanı cahil olan anlayamaz, kıyas yanlış ve hatadır. Mecusiler de şerleri yaratan başka ilah var demişler. Bütün bunlar Allah’ı insana kıyas etmekten kaynaklanıyor. Bu batıl vehim, kanaat ve inanç, itikadı olmasa da vesvese şeklinde Müminlere de bulaşabilir. Allah yanlış yola sapmaktan muhafaza etsin, sıratı müstakimden ayırmasın. Amin.

Çetin KILIÇ

Kaynak; Muhakemat dersleri, Şadi Eren.

Yaratma Delili

Allah her şeyi yoktan var ediyor, daima tazelendiriyor ve her şeye münasip bir vücut giydiriyor. Kediye yapacağı vazifeye uygun vücut verirken, ağaca, aslana, insana en münasip vücudu bahşetmiştir. Her şey kendi bütünlüğü içerisinde mükemmeldir. “Elma” yazmak için dört harfin yan yana gelmesi gerektiği gibi elma yapmak içinde birkaç elementin yan yana gelmesi gerekir, elma yazan biri varsa elma yapanda biri var.

İnkılabı hakikat olunmaz, yani bir şey bir şeye dönüşmez. Ana rahminde oluşan mahlûkta böyledir, bir damla su bölünerek çoğalıyor ve organları meydana getiriyor, bu organları getiren maddeyle organlar aynı maddedir, farklı madde değildir. Bir türden başka tür meydana gelmez, gelirse çoğalma durur, katır örneği gibi. Her nev’in bir Âdemi vardır. Allah doğrudan yaratmıştır, maydanozun da atası vardır, bülbülünde gülünde atası ilk babası vardır. Aksi şekilde düşünmek çocuklara masal bile olmaz.

İnsan ilim sahibi bir varlıktır ama bir canlı yapamıyor. Tabiat, tesadüf veya kendiliğinden oldu demek düşünülemez. Kader programından çıkar Allah yaratır. İnsanın boyu minare gibi olabilirdi ama değil, her şey belli bir nizam program ve ölçü içerisinde halk olunmuş. İnsan daha güzelini hatıra bile getiremiyor. Dalalet bataklığından çıkamayan, zerrelerin hareketine bakıyor, kendi kendine oldu diyerek küfrün dalalet çukuruna yapışıyor, Allah’tan fersah fersah uzaklaşıyor.

Bazı statlarda öğrenciler bayrak yahut başka şekiller oluşturur, zerrelerde böyledir bir araya gelerek farklı madde olurlar, o insanları komut eden biri olduğu gibi zerreleri de komut eden biri var. Allah ”İnsanın mükerrem ve itibarlı kıldık” buyuruyor. İnsan dik duruyor sürüngen değil, yediği gıdalardan verilen akla kadar her şey mükerrem oluşuna delil. İşte bu insan cevheri itibarıyla hakkı arıyor bulamayan sapıyor, hakikatın madenini kazarken batıla düşüyor.

Felsefe, hayat nasıl meydana geldi tarif edemez, sırrını bilemez, biz bilime inanıyoruz diyorlar; Bilim bizi Allah’a götürür. Şimdi değilse de ileride bilim Allah’ı bulacak, hayret verici ilahı sanatın farkına varıp imana gelecek, gelmeye başladı zaten. İnsan anne baba vasıtasıyla dünyaya geliyor, felsefe bataklığından çıkamayan adam, beni annem babam yarattı diyor oysa anne babası resmini bile yapamazlar.

Vehmin kandırmasıyla tabiatla doğa ile teselli oluyor, fıtrat bunu reddeder, selim akıl kabul etmez. Doğa dedikleri Allah’ın bir sanat eseridir. Mürekkeplerin kitap yazalım demesi gibi, zerreler bir araya gelecek haydi insan yapalım, haydi çiçek yapalım, haydi kuş yapalım diyecek. Bunu insan değil hayvanda kabul etmez. Elementler mürekkep cümleyi kuran, kitabı yazan Allah. İnsan ilim öğrenmeye kabiliyetli varlıktır. Madde değişkendir halden hale geçer, hareket halindedir. Değişiyorsa değiştiren var sabit şeyi hareket için bir kuvvet lazım.

Bütün bunlar Allah’ın dilemesiyle, iradesiyle oluyor. İnsan mutlak bir şeye inanacak Allah’a olmazsa maddeye inanacak. Gördüğümüz alemde her şey atomlardan meydana geldi. Çıkamadığı küfür bataklığından baktığı için biz ezeliyeti ve ebediyeti Allah’a verirken, onlar ezeliyeti ve ebediyeti maddeye veriyorlar. Bir manada dinsizlik dinini seçiyorlar, dogmatiksiniz diyorlar, aklın kabul etmeyeceği şeyleri savunuyorlar. Tenasül vasıtası Allah’ın bir kanunudur. Yaratma delilinin icmalı budur, inanmazsan Kuranın bahçelerine gir, yaş kuru her şey onda var.

Çetin KILIÇ

Kaynak Muhakemat dersleri Şadi Eren.

İslam Dininin Yönetim Şekli

İslam zahir ve sarih bir şekilde bir yönetim şekli tahsis etmiyor. Yönetim şeklini insanların gelişimine ve bulunduğu çağın ilcaatlarına havale ediyor. Bu sebeple “Şu yönetim şekli İslam dininin yönetim şeklidir.” diye kati bir hükme gitmek doğru değildir. Kim İslam adına saltanatı ya da dikta rejimleri savunuyor ise, müfteridir. Bu iddianın İslam hukuku açısından bir değeri yoktur. İslam dini, cumhuriyet ve demokrasinin de özünü teşkil eden istişare ve meşvereti şiddetle tavsiye ediyor. Bu hususta birçok ayet ve hadisler varid olmuştur. Şöyle ki: Kur’an-ı Kerim, seçkin insanların bir özelliğini,“Onlar, aralarında şura yaparlar.” (Şura, 42/38) şeklinde anlatır.

Taraf-ı İlahiden Hz. Peygamber (asm)’e,“Yapacağın iş hususunda onlarla meşveret et.” emri verilmiştir. (Âl-i İmran, 2/159) Hz. Ebu Hüreyre,“Ben, arkadaşlarıyla Resulullah’tan daha çok istişare eden birini görmedim.” der. (Tirmizi, Cihad, 35) Bütün bu ayet ve hadislerin teşviklerine bakıldığında, İslam dinin özüne en yakın yönetim şeklinin İslam terbiyesinden geçmiş gerçek cumhuriyet ve demokrasi olduğunu görüyoruz. İstibdat rejimlerinden olan saltanat ve onun gibi rejimler kemal noktasından İslam’a uygun değildir denilebilir. Demokrasi, tüm üye veya vatandaşların, organizasyon veya devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir yönetim biçimidir. Devleti yönetme şeklidir.

Her ülke veya toplum kendi kalıplarına ve kendi örfüne göre demokrasiyi tarif edip şekillendirmiştir. Onun için tek kalıp, tek tip demokrasiden bahsedilemez. “Hangi demokrasi modeli İslam ile çelişir?” sorusuna cevap için, bu demokrasi çeşitlerini tek tek incelemek gerekir. Bütünüyle bir modeli ele alıp, buna İslam dışı demek çok yanlış ve hatalı olur. Her ideoloji kendi fikriyatına uygun bir demokrasi kalıbı ve şekli oluşturmuştur. Ana hatları ile liberal demokrasi, komünist demokrasi, muhafazakar demokrasi, faşist demokrasi, anarşist demokrasi gibi bir çok kalıplar vardır. Belki bu kalıplardan bir çoğu İslam’ın ruhu ve esası ile bağdaşmaz ona tatbik edilemez. Ama genel ve çatı demokrasinin İslam ile çelişen ve çakışan bir noktası yoktur.

Cumhuriyet bu zamanın ilcaat ve gereklerine en uygun ve insanlığın tecrübe ile bulabildiği en gelişmiş bir yönetim rejimidir. Bu rejimi İslam’a uyarlayıp İslam’ın ahlak, fazilet ve adaleti ile beslersek, ortaya mükemmel bir yönetim modeli çıkabilir. Hazreti Ebu Bekir (ra)’in halife olarak seçiliş şekli cumhuriyeti andıran bir seçim şeklidir. Bütün bunların ışığında meseleye bakacak olursak, İslam belli bir yönetim rejimi tayin etmemiş de olsa, bazı esaslarına işaret etmiştir ve bu esaslar cumhuriyete daha yakın duruyor. Yani demokrasinin temel ve çatı manasını ve tarifini İslam dışı olarak görmek doğru değildir. Özet olarak, cumhuriyet, İslam ile yeniden yorumlanıp İslam ülkelerine yönetim modeli olarak sunulabilir.

Hilafet, İslam toplumlarının siyasi ve iktisadi birliğini temsil eden sembolik bir kavramdır. İslam toplumunun birliğini temsil eden demokratik bir kurum ve onun seçilmiş başkanı, pekala hilafeti de deruhte ve temsil edebilir. Üstad meşrutiyeti yalnız olarak ele almaz “meşrutiyet-i meşrua” ve cumhuriyet ile ilgili kanaatini soranlara “Ben dindar bir cumhuriyetçiyim.” der. Yani İslam dini ile terbiye edilmiş, meşru bir meşrutiyet veya cumhuriyet demektir ki, İslam ümmetlerine örnek bir model olabilir.

Sorularla Risale

İslam’ın Nuru

İslam nurundan rahatsız olanlar, ancak kafir ve münafıklardır. Nurdan zarar gelmez; gelirse, murdar şeylere gelir. Taklit ve baskının olduğu yerde, kalıpçılık ve taassup çıkar. Bu da ilim adamlarının özgürlük alanını kısıtlar, ilim adamları farklı ve değişik düşünceleri dillendiremezler. İlim adamları fikirlerini dillendiremedikleri zaman, fikir ve düşünce dünyası donuklaşıp matlaşır ve terakki etmez. Bu da taassup ve cehalete kuvvet verir.

Halbuki meşverette ve hürriyette, insanlar yanlış da olsa fikirlerini beyan eder, doğru çabuk parlayıp gün yüzüne çıkar. Hatalı ve yanlış fikirler de düzelme imkanı bulur. Fikirler özgürce çarpıştığı zaman, hak ve hakikat daima galip gelip, yanlışları bertaraf eder. Cumhuriyet; ortak akıl, meşveret, istişare, şeffaflık, hukukun üstünlüğü gibi değerleri içinde barındıran, insanlık tarafından tecrübeler ile ulaşılmış en mütekamil bir yönetim biçimi ve değeridir.

Bu değerleri iyi çalıştıran devletler ve milletler maddeten terakki ederken, bu değerlerden uzak toplumlar ve devletler ise geri kalmışlar. Geri kalmanın neticesinde ise fakir, sefil, zayıf ve etkisiz kalmışlar. Meşveret ve ortak akla düşman olan totaliter ve tek adam rejimlerinde israf, rüşvet, hırsızlık, adaletsizlik, sosyal dengesizlik vesaire had safhaya ulaşmış, halk ise dünya pastasının çok az bir kısmına erişebilmiştir. Erişilen kısmını da o rejimin çanakçıları kendi arasında pay etmişlerdir.

Yöneten yönetilene hesap vermeli -ki demokrasinin şeffafiyet ilkesidir- yoldan çıktığında ise seçimle yönetilenler tarafından değiştirilebilmelidir. Ülkenin kaynakları bir aile ya da zümrenin insafına ve keyfine bırakılmamalıdır. İşte cumhuriyet ve demokratik değerler, bu gibi hususları teminat altına alabilme imkanıdır. İslam ülkelerinin üretimde, ekonomide, teknoloji, sosyal adalette, dünya sıralamasında hep gerilerde olmasının en önemli sebeplerinden birisi demokratik değerlerin iyi işletilememesinden kaynaklanmaktadır.

Kaynakları belli bir azınlığın yağmalaması, istişare etmek yerine kendi menfaati ve bencilliği doğrultusunda hareket edilmesi, bundan mütevellit geri kalan halkın sefil ve fakir bırakılması hayvanlık değil de nedir acaba. Mesela, bazı Arap ülkelerinin trilyon dolarlık kaynakları bir aile tarafından hesapsız ve savurganca heba edilmesinin en büyük sebebi, otoriter bir rejim tarafından yönetiliyor olmasıdır. Krala kimse hesap soramaz ve kralın aile efradı dünyanın en zengin şahsiyetlerinden oluşmaktadır, ki bunların paraları da hep Batı bankalarında işlem görmektedir. Oysa bu kaynaklar şeffaf bir şekilde eğitime, üretime, adalete ve Müslümanların hizmetine sunulabilse idi, bugün Orta Doğu küçücük İsrail’in oyuncağı olmazdı.

Benzer durumlar diğer İslam ülkeleri için de geçerlidir. Dünya çapında bir Müslüman markasının olmaması süper bir İslam ülkesinin oluşamaması iddiamızı kanıtlayan işaretlerdir. Milliyetimizin rûhu İslâmiyettir. başka millete benzemiyor. “Biz Allah’ın kullarıyız, Allah’ın isimleri adedince birliğimiz var, Peygamberimiz bir, kitabımız bir, kıblemiz bir,..” demekle, hem dünya hem de ahirette beraber yürümemize sebep olacak kuvvetli bağlarla birlikteliğimiz vardır. İşte bu bağın kuvveti derecesinde nispi bağımız da kuvvetli olur. Müslüman gücünü ve şerefini, Allah’a olan mensubiyetinden almaktadır.

Sorularla Risale

Hal Aldatır

Hadiseler karşısında sadece o ana, o zamana takılıp kalan insanın bisiklette başını önüne eğmiş adamdan farkı yoktur, önüne bakan uzakları görmeye çalışan çok daha doğru yapıyordur, çok daha güvende olacaktır. Ne kadar uzağı görürsen rahat ve hızlı koşarsın. Osmanlının zor yıllarıdır, Meşrutiyet ve saltanat sancı ve çalkantılar yaşıyor, Osmanlının fiilen parçalanma aşaması başlamış. O dönemler gerçekten zor dönemlerdir, böyle bir dönemde Bediüzzaman hazretleri 1911 de çarlık Rusya’sında Tiflis’e medrese açacağım diyor, ve açıyor.

Bütünü görebilen, hale değil önüne, ta uzaklara bakıp konuşan aynı Üstad, istikbalde en gür seda İslamiyet’in olacaktır diyor, İslamiyet bir gün dünyaya hakim olacak diyor. Hristiyanlık İslamiyet’e iltihak edecek diyor.

Üstad Hazretleri her zorlu süreçte hem siyasi hem içtimai hem de imani reçeteler sunmuştur. Bizler gazeteci ya da siyasetçiler gibi hale bakıp yorum yapan, konuşan insanlar gibi olamayız.”Üstad” dediysek onun fikirlerine görüşlerine katılma mecburiyetimiz var, kah minare tepesinden kah kuyu dibinden konuşan bir Üstadımız varken kendimize göre yorum yapmak bize yakışmaz. Bizler, istikbalde gerçekleşecek hadiselerde ne kadar payımız var ona bakmalıyız, bu payımızın artmasına gayret göstermeliyiz.

Çetin Kılıç

Kaynak: Münazarat adlı eserden istifade edilmiştir.

Sorularla Risale