Etiket arşivi: Çetin Kılıç

Mücadele Suresi

“Allah’a şikâyette bulunan kadının sözünü Allah işitmiştir.” (mücadele) Mücadele suresinin tüm ayetlerinde Allah (cc)’nin ismi geçmektedir. Allah’ı bize anlatan üç şeyden biri de Kuranı Kerim’dir. Anlamamızı, idrak etmemizi isteyen Allah, bize mücadelede zafere nasıl ulaşılır, ne yapmam gerek diye, indirdiği ayette apaçık belirtmiştir. Benimle beraber olacaksın buyurmaktadır, sana ancak ben yardım edebilirim, ben müsaade etmezsem sana hiç kimse yardımcı olamaz diyor Allah(cc) adeta.

Tarih buna şahit, inanıyorsanız üstünsünüz, Bedir, Uhud, Hendek, Çanakkale gibi nice zaferler Allah’ın yardımı olmasa idi kazanılamazdı hiç şüphesiz.  “Ol” deyip olduran Allah, inanan kullarına vadettiği her şeyi verecektir elbet. Dualara icabet eden Mevlam hiç bir kulunu darda bırakmaz. Yeterki istemesini bilelim. Sayısız yarattıklarının her ihtiyacını an ve an ikram eden Allah darda kalan kadının sesini duymuş ve cevap vermiştir.

Zaman ve mekandan münezzeh olan Allah cc her zaman her yerde olduğuna binlerce deliden sadece bir delildir mülk süresi. Dünya meşgalesinden sıyrılıp kâinatı seyreden, tefekkür eden Allah’ın esmasını şahit olur, büyüklüğünü idrak eder, sonsuzluğunu anlar, onu yaradanının onun için neler yaptığının farkına varır, bütün bunları akleden insan Allah’ın emirlerine sıkı sıkı sarılır, yasaklarından kaçar. Allah bizleri kendisini hakkıyla bilenlerden eylesin.

Çetin Kılıç

Mükemmel Varlık İnsan

Müslümanlar zilleti kaldırıp izzet ve doğruluğu yayacaklardır, içinde ahiret fikri, İslam fikri olmayan bütün sistemler bitecektir. Ne zaman? Beş duyu hapishanemizden çıktığımız zaman, beş duyu hapsinde nasıl çıkarız? İşte asıl soru bu.

Allah insana kendi ruhundan üflemiş, kâinata halife olarak göndermiş ve tenezzül edip onunla konuşuyor duasını niyazını dinliyor ve icabet ediyor. İnsan eşyanın hakikatini yani Allah’ın esmasını görebilmeye muktedir olan varlıktır. 14 milyon yıl önceden beri kendisi için hazırlanan dünyaya gönderilen insan, adeta ağacın meyvesinin tadı, kokusudur. Alemde ne varsa, Ademde’de vardır. Alem TV nin başrol oyuncusudur.

Peygamberimiz (sav) “Gözümün nuru namaz” buyuruyor. Karanlıkta göremeyen göze nur gerek, bunun kaynağıda namazdır, insan bunu idrak edebilmeli. Her şey konuşur ama insan kelâm eder. Bütün varlıkların sesi duyan, denizin dalgasının sesini işiten, rüzgarın uğultusuna dikkat kesilen insan, her şeyin Allah’ın “Kün” sesiyle yaratıldığını idrak eder.

Hazreti Ali buyuruyor “Ben görmediğim Allah’a inanmam ki.” İnsan Allah’ı tanıdıkça insan olabiliyor. Son elçinin getirdiklerine lakayt kalmayıp sımsıkı sarılan insan, imanından aldığı güçle sınırsızlığı bile biliyor. Kâinat insana hizmet verecekse, insanın insan olması gerektiğini biliyor. Ancak insan olursa rıza-i ilahiyeye varabileceğini, cennete layık olabileceğini biliyor. Bizleri insan olarak yaradan Allah’ımıza binlerce şükürler olsun.

Çetin Kılıç

İlk ezan

Namaz farz kılınınca Peygamber efendimiz (sav) insanları namaza nasıl çağıralım diye sahabe efendilerimizle meşveret etti, kimi ateş yakalım, kimi çan çalalım, kimi boru çalalım, kimi bayrak asalım dedi,Efendimiz ( sav) – Bunların hiçbiri olmaz, şimdi gidin bakalım Allah bize ne kapı açacak,buyurdu.

Evlerine giden sahabelerden Abdullah İbn Zeyd’e gece rüyasında ezan ve kametin sözleri öğretildi. Dertle yatan dermanla kalkmıştı. Koşarak Allah Resulü (sav) ‘e gitti, rüyasını anlatınca Peygamber Efendimiz (sav) “bana Bilal’i çağırın” dedi. Bilal (ra)’in sesi öyle güzelde sayılmazdı, hatta *eşhedü” diyemiyor “eshedü” diyordu, Allah Resulü (sav) “olsun biz onun eshedüsünü eşhedü kabul ettik” buyurdu.

Onüç yıldır “ehad, ehad” diye inleyen Bilal (ra) o gün mescidi nebevinin üzerinde ilk ezanı okuyunca Hazreti Ömer geldi, -Ya Resulullah, vallahi bende aynı rüyayı gördüm, dedi. Bilal (ra) bu ezandan başka Mekke’nin fethinde kabenin duvarında bir ezan okudu. Üçüncü ezanı veda ezanıdır, Allah Resulü (sav) vefat edince ezan okuyan Bilal (ra) “eşhedüenne Muhammeden” diyemiyor sözler boğazında kalıyordu.

Muhammed (sav) yok ki nasıl diyeyim. Muhammed (sav) olmadığı Medine’ de ben nasıl durayım diyerek Şam’a gitti. Yıllar sonra Hazreti Ömer Şam’a gidince çok ısrar etti Şam’da da bir ezan okudu. Bir gece rüyasında Allah Resulü (sav) -Bizi ziyaret etmeyecek misin ya Bilal? dedi. Bilal (ra) Hazreti Muhammed (sav)’in kabrine varınca sahabe toplandı, ezan okuması için ısrar ediyorlardı, Bilal (ra) ezan okurken Medine sokakları ezan sesiyle yankılanıyor, bütün Müslümanlar göz yaşı döküyordu.

Sabah ezanında okunan “Esselatu hayrun minen nevm” sözü Hazreti Bilal (ra) aittir. Gelin bu sabah ezanı okunurken pencerimizi açalım, ezan evimizin her yerini kaplasın, müezzin. Esselatu hayrun minen nevm dediğinde Bilal (ra) ‘a selam gönderelim.

Ezandan mahrum kalmış gönüllere hidayet duası edelim.

Çetin Kılıç
Kaynak Kuran Cenneti.

4. Uluslararası Bilimler Işığında Yaratılış Kongresi – Konuşmalar

Kütahya Müftüsü Hüseyin Demirtaş, “Yaratılış ve var oluş tarih boyunca insanlığın kadim meselelerinden biri olmuştur. Birçok felsefi disiplin ve dini inançlar bu kadim konu hakkında açıklamalarda bulunmuştur. Yaratılış ve varoluş Yüce Kitabımızın ilk kavramlarından biridir. Bakara Suresi’nin 26. ayetinin pek çok tercümesinde Allah’ın hakikati göstermek için bir sivrisineği örnek gösterebileceği yazmaktadır. Ancak tercümelerde sivrisinek dense de bu hayvan anofel adı verilen ve sıtma hastalığının kaynağı olan dişi sivrisinek örnek verilmiştir. İlk tercümelerde saha araştırmasının yapılamamış olması nedeniyle sivrisinek olarak çevrilmiş. Bunu anlamak için saha araştırması yapmak gerekiyor ve yapılmış da. Burada bahsedilen hayvanın sivrisinek olmadığı ve daha özel bir canlı olduğu da bu araştırmayla ortaya çıkmıştır. İslam, araştırmaya önem veren bir dindir. Evrende aleladelik söz konusu değildir. Bu kongrede farklı disiplinlerde çalışan akademisyenlerimizin de katkılarıyla gelecek nesillerin yaratılışı daha iyi anlamasını sağlayacak değerli bilgiler verileceğine inanıyorum.

Kütahya Belediye Başkanı Prof. Dr. Âlim Işık, kongrede yaptığı konuşmada,
“Yüce dinimiz İslam’ın her türlü emrini, kuralını bize aktaran Kur’ân-ı Kerim ile sevgili peygamberimizin sözü bizim yönümüzü çiziyor” diyen Başkan Âlim Işık, “Peygamberimiz, ‘İnsanların en hayırlısı, insanlara hizmet edendir’ buyurmuşlardır. İşte bize düşen de bu. Yaşatılış gayemize uygun bir şekilde herkes kendi mesleğinde, kendi bulunduğu alanda, kendi konumunda insanlığa hizmet edebiliyor mu? Herhalde ölçümüzün bu olması gerekiyor. Onun için bu kongre gerçekten çok değerli ve önemli. Bu kongrede insanların varlık sebebini sorgulayabilmesi açısından çok değerli fikirlerin ortaya atılacağını düşünüyorum. Farklı ülkelerden seksenin üzerinde bilim insanının bir araya getiren üniversitemizi ve burada çalışan değerli hocalarımızı kutluyor, kongrenin hayırlı olmasını diliyorum” şeklinde konuştu.

Etkinlikte konuşan Kütahya Milletvekili Ahmet Erbaş, şunları söyledi:
Yaratıcının en büyük ve en üstün canlı addettiği insandır. Yaratıcın yaratma özelliği tekvin olarak anılır ve bu yaratılanlarda var olmayan bir özelliktir. İnsanlık, hiçbir zaman yaratma erkine erişmemiştir ve erişmeyecektir. İnsanlar bugün geldiği noktaya Allah’ın yarattıkları üzerinde yaptığı tasarımlarla ulaşabilmiştir. Kur’an’ın ilk emri Oku’dur. Bunun anlamı sadece bir metnin okunması değil evrenin anlaşılmasıdır. Bugün burada düzenlenen kongrede yaratılış konusunu farklı alanlardan bilim insanları okuduklarını paylaşacaklar ve yorumlayacaklar.

Törende katılımcılara hitap eden Kütahya Valisi Ali Çelik,
Yaşamın içinde herhangi bir şeyin tesadüfen olmadığı, yaşamın bizatihi kendisinin bile bir sistem içerisinde aktığını ifade eden Vali Ali Çelik, “Hem doğadaki olaylar hem de kişisel yaşamımızda karşılaştığımız her şeyin idrakiyle hayatımızı devam ettiriyoruz. Her olay, her konu birbiriyle ilişkili ve kendi içinde bir düzene sahip. Bu düzen içerisinde parçalar tek başına bir anlam ifade etmiyor, eksik kalıyor. Yaşam; Mevlana’nın Mesnevi’de anlattığı “Karanlıktaki Fil” hikâyesinde olduğu gibi herkesin kendi hissettiği, dokunduğu, anladığı ve idrak edebildiği kadar. Bütünü görmemiz için anlamamız ve alternatifleri analiz etmemiz gerekir” diye konuştu.

Kongrenin açılış töreni için videolu bir mesaj gönderen Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş,
Hz. Peygamber’e indirilen ilk ayette, yüce Allah’ın kendisini “Hâlik” sıfatıyla tanıtmıştır. İlk vahiydeki söz konusu hakikat üzerine müesses olan İslam düşüncesine göre kâinattaki her şey, tek ve üstün kudret sahibi bir yaratıcı tarafından vücuda getirilmiştir. O da sınırsız ilmi ve iradesiyle evreni ve içindekileri bir ölçü ve düzen içerisinde kolaylıkla var eden, her an bir yaratma hâlinde olan, kendisinden başka hiçbir yaratıcı olmadığını çeşitli misal ve delillerle beyan eden “vâcibu’l-vücûd” yüce Allah’tır.

Başkan Erbaş, her sonucun bir sebebi, her sebebin de bir müsebbibi olduğuna dikkati çekrerek, “Buna göre, insanı ve kâinatı yaratan yüce Allah, bütün sebeplerin üstünde bulunan yegâne müsebbiptir. Hâl böyleyken, İslam’ın “yaratılış” fikrine karşı alternatif bir varoluş modeli iddiasıyla ortaya çıkan, bilimsel bir realite gibi kabul edilip sıkça gündeme getirilen her türlü düşünce ve ideoloji, tepkiseldir ve rasyonel açıdan da problemlidir” diye konuştu.

Erbaş’ın konuşmasının ardından Milli Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürü Nazif Yılmaz canlı bağlantıyla katıldığı toplantıda Bakanlığın din öğretimi konusunda devam eden çalışmaları konusunda katılımcıları bilgilendirdi.

Yılmaz’ın ardından video konferans yoluyla katılımcılara sunum yapan Üsküdar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Gençlerin zihninde bu iki kaynağın birbirinin alternatifi değil, din ve bilimin birbirinin tamamlayıcısı olduğu görülmesi gerekiyor. Biz inançla ilgili soru işaretlerini gidermeden onun üzerine ahlak, karakter inşa edemeyiz” diyerek hayatta anlam arayışında bir dış güce ve yaratıcıya olan inancın önemini de vurguladı.

Toplantıda son sözü alan Ortadoğu Araştırmaları Merkezi Başkanı Prof. Dr. Ahmet Uysal, ‘Pozitivizmin Orta Doğu’ya Girişi ve Etkileri’ başlıklı sunumuyla katılımcıları bilgilendirdi. Uysal’ın sunumuyla kongrenin açılış töreni sona erdi.

Kongre, Yaratıcıyı Tanıma ve Anlama, Fen Bilimleri Işığında Yaratılış, Din Bilimleri Işığında Yaratılış, Sosyal Bilimler Işığında Yaratılış, Ders Kitapları Müfredatı ve Yaratılış, Yazılı, Görsel, Sosyal Medya ve Yaratılış, Sanat ve Yaratılış konu başlıklarında gerçekleştirilecek oturumlarla devam edecek ve 24 Ekim’de sona erecek.

DPU haber

Bizim en büyük hatamız din ve fen ilimlerini ayırmaktır

İşte böyle bir eğitimle yetişen bir genç, kâinatta kendisinin başıboş ve sahipsiz olduğunu, her şeyin gelişigüzel hareket ettiğini, kendisinin de hiç kimseye karşı sorumluluğunun bulunmadığını vehmedecektir. Bu da gençliği dinsiz, inkârcı ve sefih yapacaktır. Gençleri helal ve haramı, emir ve yasağı tanımayan nefsinin istek ve arzularına tâbi bireyler haline getirecektir.

Eğitimin asıl vazifesi, insanın terbiyesidir. Bu terbiye insana, hayat ve varlık âlemine, insanlığa yakışır bir bakış açısı kazandırmalıdır. Toplum hayatının mücadele ile devam etmediği, insanların birbirine yardımıyla bunun mümkün olduğu sıkça nazara verilmelidir. Mücadelenin ancak kendi nefsiyle, çevresindeki kötülükle ve kötülerle, bir de kendi kabiliyet sınırlarını aşma yönünde olduğunu ortaya koyan bir terbiye hedef alınmalıdır.

Böyle bir terbiyede akıl ile kalbin, ilim ile inancın birlikte ele alınmasında zaruret vardır. Fertlerin ilim ve irfan ile ahlak ve fazilet ile donatılması, kalp ve ruhlarının, akıl ve hissiyatlarının ulvi gayelere yönlendirilmesi, eğitimin temel gayesi olmalıdır. Aklın nuru, kalbin ziyası faziletin de esası ilme bağlıdır. Maneviyatsız ilim şüphe ve tereddüde, ilimsiz maneviyat da taassuba yol açar. Bizim en büyük hatamız din ve fen ilimlerini ayırmak olmuştur. Bundan dolayıdır ki; sadece din ilimleri tahsil edenlerin taassubundan, sadece fen ilimleri tahsil edenlerin ise inkârından ve dine düşmanlığından çok bedeller ödedik ve ödemeye devam ediyoruz.

Burada din ve fen ilimlerinin bir okutulmasından kastımız günümüz imam hatip liseleri modeli değildir. Çünkü günümüzde biyoloji, kimya ve fizik gibi fen ilimleri ile ilgili ders kitaplarımız hala materyalist bakış açısı ile yazılan kitaplardır. Allah’ın kudret eseri olan varlık âlemini inceleyen, Allah’ın antika eserlerini ve harika icraatlarını anlatan fen kitaplarında hep sebepler nazara verilmekte, Yaratıcı kasten gizlenmektedir. Mesela lise biyoloji kitaplarında tevhidi bir üslup, İslami bir anlatım yoktur. Öğrenciler biyoloji dersinde sebeplerde boğulurken, din dersinde kurtarılmaya çalışılmaktadır. Biyoloji dersinde ‘sebepler yaptı, kendi kendine oldu, tabiatın işi’ denirken din dersinde tam tersi ‘Allah yaptı, Allah’ın işi’ denmektedir. İşte eğitim sistemimizdeki muvaffakiyetsizliğimizin, istediğimiz neticeyi alamadığımızın yegâne sebebi budur. O halde çözüm gayet basittir.

Biyoloji, kimya ve fizik gibi fen kitaplarından materyalist felsefenin temizlenmesi ve tevhidi bir dil ile yeniden yazılmasıdır. İlimler, eserden söz edilince eser sahibini, sanattan bahsedilince sanatkârı, fiilden bahsedilince faili hatırlatacak tarzda olmalıdır. İşte o zaman Allah’ın kudret eseri olan varlık âlemini inceleyen biyoloji, fizik ve kimya gibi fen dersleri din dersi gibi olacak ve marifetullah dersine inkılap edecektir. Öğrenciler ikilemden kurtulacak ve gayrete gelecektir. İşte o zaman eğitimden beklenen neticeler alınacaktır. Kadim medeniyetimizi benimsemiş, taklitçilikten kurtulmuş, ecdada layık nesiller yetişecektir.

KENDİMİZE ‘NASIL BİR DÜNYA GÖRMEK İSTİYORUZ’ DİYE SORALIM

İşte bütün bu sebeplerden dolayı eğitimin yeniden ele alınmasına ve ona tevhit dili ve tevhit mesajı ile ruh verilerek, dinî ve millî özlerimize uygun olacak şekilde eğitim dünyamızın yeniden inşasına ihtiyaç vardır. İslâm felsefesine göre tefsir, hadis, fıkıh ne kadar dini ise, fizik, kimya, matematik de o kadar dinidir. Kitabın ayetleriyle kâinatın ayetlerini birbirinden ayıran bir bilgi düşüncesi İslâm felsefesinde ve medeniyetinde yoktur. Zira matematik bilgisi olmadan, Allah’ın yeryüzüne koyduğu kanunları, fizik ve kimya bilgisi olmadan yaratılışın hikmetlerini anlamak mümkün değildir.

Olayı daha iyi anlamak için materyalist felsefe ve İslam medeniyeti öğretileri ile yetişmiş iki tip insanı ele alalım ve buna göre nasıl bir dünya inşa edeceğimize karar verelim. Materyalist felsefe öğretileri ile yetişen bir insan, ceddinin hayvan olduğuna inanır. Kendini hayvanlar içinde (Homo sapiens) değerlendirir. İslam medeniyeti öğretileri ile yetişen bir insan da kendinin eşref-i mahlûk ve muhatab-ı İlahi olduğunu düşünür. Nasıl bir dünya? Kendini hayvanlar içine koyan insanlardan oluşan bir dünya mı yoksa kendini mahlûkatın en şereflisi ve Allah’ın muhatabı olarak gören insanlardan oluşan bir dünya mı?

Materyalist felsefe öğretileri ile yetişen insan için çiçek ve böcek gibi canlılar tesadüflerin eseridir. Faydasından başka ifade ettikleri bir mana yoktur. Hâlbuki İslam medeniyeti öğretileri ile yetişen insana göre her bir çiçek ve böcek Allah’ın manalı mektuplarıdır, antika sanat eserleridir. Nasıl bir dünya? Canlıları tesadüflerin eseri olarak gören ve sadece menfaatine bakan yönü ile değerlendiren insanlarla dolu bir dünya mı, yoksa tüm canlıları Allah’ın manalı mektupları ve antika sanat eserleri olarak gören insanlarla dolu bir dünya mı?

HAYAT MÜCADELEYLE DEĞİL, YARDIMLAŞMAYLA DEVAM EDER

Materyalist felsefe öğretileri ile yetişen insan için hayat mücadele ile devam eder. Güçlü olan üstündür, hayatta kalır ve her zaman haklıdır. İslam medeniyeti öğretileri ile yetişen insana göre ise hayat yardımlaşma ile devam eder, güçlü olan değil haklı olan üstündür. Nasıl bir dünya? Güçlünün üstün olacağı inancında olan insanlarla dolu bir dünya mı, yoksa haklının üstün olduğu itikadında olan insanlarla dolu bir dünya mı?

Materyalist felsefe öğretileri ile yetişen insan için bazı milletler evrimin ileri basamaklarında olan üstün ırklardır. İslam medeniyeti öğretileri ile yetişen insana göre ise tüm insanlar Hz. Âdem’in soyundandır ve kardeştirler. Nasıl bir dünya? Bazı milletleri evrimin ileri basamaklarındaki üstün ırklar olarak gören insanlarla dolu bir dünya mı, yoksa tüm insanları kardeş olarak gören üstünlüğün takvada olduğuna inanan insanlarla dolu bir dünya mı?

Materyalist felsefe öğretileri ile yetişen insan için ölümden sonrası yoktur, hayat bu dünyadan ibarettir. Öldükten sonra dünyada yaptıklarından hesaba çekileceğine inanmaz. İslam medeniyeti öğretileri ile yetişen insana göre ise bu dünya insan için kısa süreli bir imtihan yeridir. Asıl hayat ölümden sonraki Ahiret yurdudur. İnsan bu dünyada yaptıklarından hesaba çekilecek iyiliklerinin mükâfatını, kötülüklerinin ise cezasını çekecektir. Nasıl bir dünya? Dünyada yaptıklarından hesaba çekilmeyeceğine inanan insanlarla dolu bir dünya mı, yoksa tüm yaptıklarından hesaba çekileceğine inanan insanlarla dolu bir dünya mı?

“AMACIMIZ MADDEYİ DEĞİL MANAYI DA ARAŞTIRAN BİR NESİL YETİŞTİRMEK”

İki insan tipi, daha birçok yönden karşılaştırılabilir. Ancak zaten materyalist felsefe ve İslam medeniyetinin neticeleri ortadadır. Materyalist felsefenin neticesi sosyal darwinizm, vahşi kapitalizm, ojeni hareketler ve sömürgecilik olmuştur. İslam medeniyeti ise insanlık âlemine asr-ı saadet denen bir asır yaşatmıştır. Tüm insani değerlerin, diğerkâmlığın, yardımlaşmanın, fedakârlığın, şefkat ve merhametin zirveye ulaştığı dönemler yaşatmıştır.

haber.dpu.edu.tr