Etiket arşivi: Çetin Kılıç

Vicdanın ve Ruhun Hayatı

Bediüzzaman Hazretleri Hutbei Şamiye adlı eserinde 
“Vicdanın anâsır-ı erbaası ve ruhun dört havassı olan ‘irade, zihin, his, lâtife-i Rabbaniye’ her birinin bir gayetü’l gayâtı var: İradenin ibadetullahtır. Zihnin, mârifetullahtır. Hissin, muhabbetullahtır. Lâtifenin, müşahadetullahtır. Takva denilen ibadet-i kâmile, dördünü tazammun eder. Şeriat, şunları hem tenmiye, hem tehzip, hem bu gayetü’l-gayâta sevk eder.”Buyurmaktadır.
Nasıl ki kâinatta hava, su, toprak, ateş diye dört unsur vardır, bunlardan biri noksan olsa hayat olmaz. 
Bir araba düşünelim akü, motor, yakıt ve tekerlekler, bunlardan biri noksan olsa araba demir yığınından başka bir şey olmaz.
Aynen bunun gibi vicdanın vicdan olabilmesi için daha açık ifade ile bir insanın vicdanlı olabilmesi içinde dört unsur gerekli bunlar irade, zihin, his ve latifei Rabbaniye. Bu dört unsurun her birinin büyük gayeleri asıl maksatları vardır.Üstad buna gayeül gayatı diyor bizde yazımızda bu kelimeyi kullanacağız.
İradenin gayeül gayatı ibadullahtır. Allah’a ibadet etmektir, irade olmazsa ibadet olmaz.
Birincisi; İradesini yönlendiremeyen kimse haliyle camiye, namaza gidemez, oruç tutamaz, kötü alışkanlıklarından vaz geçemez.
İkincisi; İrade dışı yaptığın şey zahiren ibadet gibi gözükse de ibadet olmaz.
Bir kimse namaz kılarken son oturuşta otursa ve uyusa, sonra uyanınca selam verse ve namazdan çıksa, bu kişinin namazı tamam değildir çünkü oturuşunu iradesiyle yapmamıştır. Zira uykuda yapılan iş iradeye tabi değildir.Rüyada yapılan ibadetler, diyet için tutulan oruçta bunun gibidir.Yetimin başını okşarken, yoldan aldığın taşı kaldırırken, kardeşine, arkadaşına gösterdiğin tebessüme kadar niyetin neyse ona göre karşılık göreceksin.
Yani ibadet için niyet, niyet için irade gereklidir.
İbadet, Allah’ın emirlerini yapmak ve nehiylerinden sakınmaktır. İrade ise, bir şeydeki tercih kabiliyetidir. O halde, “iradenin gayetü-l gayatı ve vazifesi ibadettir.” İnsan kendisine verilen iradeyle Allah’ın “yap” dediğini yapmalı ve “yapma” dediğini yapmamalıdır. Yani irademize Cenab-ı Hakk’ın emir ve yasakları yön vermeli ve irademizi ibadeti tercihte kullanmalıyız.
İkinci unsur olan zihnin gayeül gayası marifetullahtır.
Marifetullah, Allah bilgisi demektir. Yani Allah’ı isim ve sıfatlarıyla tanımak ve bu isim ve sıfatların tecellisini âlem aynalarında seyredebilmektir. Zihinden maksat ise, esma-i ilahiyyeyi keşfedecek olan akıldır.
Üstadımız Altıncı Söz’de şöyle diyor:
“…Malik-i hakikîsine satılsa ve Onun hesabına çalıştırsan, akıl öyle tılsımlı bir anahtar olur ki, şu kâinatta olan nihayetsiz rahmet hazinelerini ve hikmet definelerini açar. Ve bununla sahibini saadet-i ebediyeye müheyya eden bir mürşid-i Rabbânî derecesine çıkar…”
Anlaşıldığı üzere aklın vazifesi, Allah’ı isim ve sıfatlarıyla tanıyarak marifetullahta yükselmektir.
Aklını kullanan Müslüman, gözünü yaradan Allah’ın gözü için ışığı da yarattığını, mideyi veren Allah’ın nimeti de halk ettiğini, kulağı veren Allah’ın sesi de yarattığını burnu veren Allah’ın kokuyu da bahşettiğini anlar. Bu ikramlar, ihsanlar karşısında ibadet ve taatını noksansız ve doğru yapıp ilahi rızaya talip olur. Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı varsa bu kadar nimetin kaç yıl hatırı olduğunu düşünerek hareket eder.
Üçüncü unsur olan Hissin gayeül gayası Muhabetullahtır. Histen murad kalptir. Muhabbetullah, Allah sevgisi demektir. 
Sevgiyi sadece Allah’ı sevmekle sınırlandıramayız, Allah’ın yarattıklarını da Allah adına sevmeli ve sevmenin gerektirdiğini yerine getirmeliyiz.
Komşumuzun sıkıntısıyla, ihtiyacıyla alakadar olmalıyız, dünyanın sair ülkelerindeki kardeşlerimize el uzatılmalı onların ayağına batan dikeni hissedebilmeliyiz, bizimde canımız acımalı, uykularımız kaçmalı, kendi evladımızı düşündüğümüz gibi çaresiz tüm yavrularıda akıldan çıkarmamalı elimizden geleni esirgememeli.
Kalbin vazifesi bu sevgiye mazhar ve mahal olmaktır. Zihin Cenab-ı Hakkın isim ve sıfatlarını keşfettiğinde, ister istemez kalpte Allah sevgisi doğacaktır. Allah bilgisi, Allah sevgisinin tohumudur. Bir kalbe Allah bilgisi tohumu düşerse o kalpte muhabbetullah ağacı biter. Kişi sevdiğini, tanıdığı ve bildiği nispette sever. Kişi Allah’ı ne kadar tanırsa, o nispette sever.
Dördüncü unsur olan lâtife-i Rabbaniye’nin gayeül gayası müşahadetullahtır. Latifei Rabbaniye; İlahi hakikatleri hisseden,manevi zevkleri alan duygu demektir. İnsanoğlunun bedeninde manevi merkezler vardır bunlar; kalb, ruh, sır, hafi,ahfa,âsab, his, akıl, hevâ, kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye , letâif-i aşereyi ,sâika, şâika ve hiss-i kablelvuku gibi çok letâif var.
Müşahit gözlemci demektir, buradan şu manada çıkarılabilir. Allah’ı yanında hissetmek onu görüyormuşçasına, onun seni gördüğünü bilerek yaşamak. 
Bunun son noktası inşallah cennette Allah’ın cemalini görmektir.
Bu şekilde hareket eden Müslüman takva mertebesine erer, büyür, gelişir, hatalarından günahlarından sıyrılarak tam bir terbiyeye mazhar olur.

Çetin KILIÇ
Kaynak
Sorularla Risale
Abdülhamit Oruç sohbeti.

İslam nasıl yücelir

Bu asırda İslam davasının yüceltilmesi, hakim kılınması ve insanlar nazarında etkin ve tekili olmasının en büyük vesilesi, güçlü bir medeniyet kurmak ve maddi anlamda gelişmekle mümkündür.

Medeniyet ve maddi gelişme üzerinde kısaca durmak gerekirse;

Bu asrın hakim cereyanı ve geçer akçesi ilim ve medeniyettir. Şayet ilim ve medeniyet konusunda sınıfta kalmış isen, kimse seni ciddiye alıp elindeki değerleri kabul etmez ve etmiyor. Bu yüzden elindeki değerleri insanlığa kabul ettirmek istiyorsan, parlak bir medeniyet, sağlam bir ilmi alt yapı kurman gerekiyor.

Sokak ve caddelerin pislik içinde, trafiğin keşmekeş bir durumda, zengin tam zengin fakir tam fakir bir ekonomik yapıda, rüşvet, hırsızlık, yolsuzluk diz boyu olmuş bir ahlaki düzende, üretemeyen sürekli tüketen bir toplumda, baskı ve demir yumruk ile yönetmeyi âdet haline getirmiş doğu toplumların elindeki dine ve değere kimse iltifat etmez.

Bugün İslam ülkelerinin eğitim kurumlarından dünyada ses getirecek bir keşif ve buluş çıkmıyorsa, dünyanın en iyi ilk yüz üniversitesi içinde hiçbir İslam üniversitesi yoksa, prof ve doçentlik gibi unvanlar siyasi yardım ve ahbap çavuş ilişkisi ile elde ediliyorsa, ilim alt yapımız ar-ge, inovasyon gibi değerlerden uzak ise, kimse kalkıp seni ve dinini ciddiye almaz deniliyor.

Eski dönemlerde ilim ve medeniyet yerinde hissiyat ve kuvvet ön planda imiş, bu sebeple İslam’ın önündeki engeller ve bağnazlıklar maddi kılıç ve güç ile çözülüyormuş. Ama şimdi asır değişti, insanlık aydınlanma, sanayi devrimi ve bilgi çağı gibi evreler ile ilim ve medeniyet aşamasına geldi. Artık işler kaba kuvvet ile değil ilim ve ikna ile çözülüyor. 
Bu yüzden İslam alemi İslam’a hizmet edip onu yüceltmek istiyorsa ilim, medeniyet, ahlak ve sair alanlarda güzel bir tablo çizmek zorundalar. Gerisi laf-ı güzaf.

Çetin Kılıç

Sorularlarisale

Dilencilik

Manevi duyguların arttığı bu Ramazan ayında bilhassa gerçek ihtiyaç sahibi olmayan insanlar çocukları da kullanarak Müslümanların bu duygularını istismar etmektedirler. Esat Coşan Hoca Efendi böyle dilencilere para verilmemesini tavsiyede bulunmuş bunlara para vermekle bunu sektör haline getirenlere yardım edilebilme ihtimalinin olduğunu söylemiştir.

Sırf dilendirebilmek için kasıtlı olarak özürlü hale getirilen insanların, çocukların olduğunu bilmekteyiz. Hatta böyle kişilerin kiralandıklarına şahit olduk. Tüm bunlardan anlaşılacağı üzere insanların bu duygularını kullanan, bunu sektör haline getirenlere karşı daha dikkatli olunmalı, yardım etmek isteyen kişi gerçek ihtiyaç sahibi olan insanları arayıp bulmalı, gerçek ihtiyaç sahipleri zaten sıkılıp gidip kimseden yardım isteyemez.

Bilhassa talebe kardeşlerimiz, ilim öğrenenler unutulmamalı. Hasta, ihtiyar, ilacını alamayan, kirasını ödeyemeyen, borç içinde kıvranan yanı başımızdaki insanları göremiyoruz bazen. Dinimiz, çalışmayı emir ve tavsiye ettiği gibi, bunu üstün bir fazilet olarak görmüş, tembelliği ve buna bağlı olarak dilenciliği de o ölçüde kötülemiş ve yasaklamıştır. Peygamberimiz (s.a.s.) yalnız üç sınıf insan için istemenin helâl olduğunu bildirmiştir. Bunlar da; bir şahıs veya topluluğa kefil olup borçlanan ve borcunu ödeyemeyen, bütün malı bir felâketle yok olan, fakir düşen ve fakirliği onu tanıyanlarca kabûl edilen kişilerdir. Bunların dışında kalan ve bir günlük yiyeceği bulunup, çalışıp kazanabilecek güce sahip birisinin dilenmesi ise caiz görülmemiştir.

İslâm; çalışmayan, tembel tembel oturan, bir lokma ile bir hırkaya rıza gösteren, başkalarına yük olan Müslümanları iyi bir Müslüman saymamıştır. Resulullah(sav) “Dilenmede olan kötülükleri bilseydiniz kimse kimseye bir şey istemek için asla gitmezdi. Buyurmaktadır. Yoksulu doyurmak, isteyene vermek Müslümanın görevidir. Fakat insan şeref ve haysiyetini zedeleyen, kişiliğini yok eden, yardımsever insanların temiz duygularının istismarına yol açan dilencilik, çirkin bir iş olarak görülmüştür.

Dilencilik; tembellik ve halkın yardım duygularını istismardan başka birşey değildir.

Çetin KILIÇ
Kaynak;
Sorularla İslamiyet
Risaleonline

Sadaka ömrü uzatır mı?

Ramazan ayına girdik Allah ümmeti Muhammedi bu ayın manevi ikliminden istifade ettirsin.

Bu ayda yapılan ameller verilen zekât ve sadakalar diğer aylara nazaran kat kat daha fazla sevaplı olduğu için Müslümanlar yardımlarını bu ayda daha fazla yapmaktadırlar. Allah’ın verdiği ecir ve sevap yanında kişi yaptığı bu iyiliklerin, yardımların, sadaka ve zekâtların karşılığını daha bu dünyada görüyor. Bunlardan biride verilen sadakanın ömrü uzatması.

Ecel vaktinin uzaması veya kısalması mümkündür. Bazı hadiseler vardır ki, Allah onu kulun iradesine bağlı kılarak neticelendirir. Bazen küçük bir dua, az bir sadaka yazılmış olan bir belayı def eder. Fakat kaderde verilecek sadakanın ve kaldırılacak belanın da vaki olması yazılıdır. Demek ki kaderin bu defterinde yani Levh-i Mahv-ı İsbat’ta kulun iradesine bağlı olarak kader(Allah’ın bilgisi) tecelli eder. Bir takım şartların yerine getirilmesi ile değişebilen bu kadere Levh-i Mahv ve İsbat ya da Levh-i Muallâk denir. Bu levhanın değişebilmesi mümkündür. Şartlara bağlı olarak değişebilecek durumların kesin hükmü ve neticesi ise Levh-i Mahfuz’da yazılıdır.

Kul kaderde ne yazıldığını bilmediği için hangi fiilinin nasıl bir neticeye bağlı olduğunu bilemez. Bu yüzden arzu ettiği neticeyi elde etmek için harekete geçmelidir. Bu konuda Hz. Ömer’in başına gelen şu hadise önemlidir;

“Hz. Ömer Şam’a gitmek istemişti. Fakat ona Şam’da veba hastalığı olduğu haber verildi. Hz.Ömer (ra) bunu duyunca geri dönmek istedi. Kendisine, “Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” diye sorulunca; Hz. Ömer’in (ra) “Evet,” Allah’ın bir kaderinden yine Allah’ın kaderine kaçıyoruz“ dedi.

Allah, ezeli ilmi ile kulun önceden hangi tercihte bulunacağını bildiği için kulun o fiiline göre o neticeyi yaratabilir. Mesela, kişi elli yıl yaşayacaktı, fakat dünyaya geldiğinde bolca sadaka verecek olduğunu Cenabı Hak ezeli ilmiyle bildiği için o sadakalar hürmetine bu kişinin ömrünü elli yıldan daha fazla olarak Levh-i Mahfuz (değişmeyen kader defteri) ’a yazmıştır. Ecel birdir tegayyur etmez (değişmez) gibi ifadeler lavh-i mahfuz ile alakalıdır. Görüldüğü gibi ecel Allah’ın takdiri ile belirlenmesine rağmen, kulun şart-ı adi hükmünde olan bir ameline göre kişinin ömrünü Cenabı Hak istediği kadar uzatabilir. Değiştiğini söylediğimiz kader yani Levh-i Mahv ve İspat’taki neticenin kendisi de kaderdir ve bu Levh-i Mahfuz’da yazılıdır. Allah (cc), ilmiyle ecelimizi, neler yapacağımızı ezelden bilip Levh-i Mahfuz’a yazmıştır. Bu levha değişikliğe uğramaz. 

Allah, kulun kendi iradesiyle sadaka verip vermeyeceği bilir ve ona göre muamele eder. Yani hadislerden anladığımıza göre kul sadaka verirse ömrü uzayabilir. Buradan anlaşılır ki kulun kendi iradesi, kaderinin şekillenmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Kişi günlük hayatında “zaten yapacaklarım, başıma gelecekler kaderde yazılıdır, sadaka versem ne olur – vermesem ne olur?” diyemez. Çünkü kader üst kısımda bahsedildiği gibi kulun kendi iradesiyle şekillenmiştir.

Mesela Levh-i Muallâkta, kişi evden çıktığında sadaka verirse başına gelecek trafik kazasından kurtulacak, eğer vermezse trafik kazası geçirecek şeklinde yazılmış olsa, burada kulun sadaka verip o kazadan kurtulması mümkün olabilir.

Bazı hadislerde kaderin bir takım şartlarla değişebileceği ifade edilmiştir. Bu değişiklik hakiki manada Levh-i Mahfuz’da olan bir değişiklik değildir. Çünkü Allah’ın ezeli ilminde değişiklik olmaz. Allah (cc) her şeyin öncesini-sonrasını, değişen değişmeyenleri her an bilir. Fakat tüm bu bilgiler kulun özgür ve hür iradesiyle yaptığı fiillerdir. Kaderdeki bilgilerin kulun iradesi üzerinde zorlayıcı bir etkisi yoktur. Bu bilgiler kulun ne yapacağını Allah’ın bilmesi demektir.

Allah Ümmeti Muhammedi Ramazan ayının feyzinden bereketinden istifade ettirsin. Âmin.

Çetin KILIÇ

Kaynak:
Risaleonline

Ölümün Çaresi Var

Dudağında tekbir,elinde bayrak
Namusun şiarı yiğitler gördüm
Bağrına gül gibi bastı şu toprak
Ölümü öldüren şehitler gördüm.
Ölümden korkmayan yoktur, korkunun ölüme faydası olmadığını da bilmeyen yoktur.

“Ölüme Çare Bulundu” diye bir haber duysak bu haber bizim gündemimizde birinci sırada olurdu.
İşte size tamda böyle bir haber.

ABD’li bilim adamı Kuantum fiziğiyle ölümsüzlüğü kanıtladığını iddia etti. Kuzey Carolina eyaletinde bulunan Wake Forest Universitesi Tıp Fakültesi’nde görev yapan Prof. Robert Lanza’nın “Biomerkezcilik” adını verdiği hipoteze özetle şöyle: “Ölüm insanlar için bir yok oluş değil. Aksine sınırsız sayıda Evren içerisinde bir diğerine geçiş, yani boyut değiştirmedir.” Diyor.
Lanza, bu teorisiyle ölümden sonra bir hayatın olduğunu da ispatladığı iddiasında.

Gelelim asıl konumuza;
Küçük bir adada yaşadığımızı hayal edelim, belirsiz aralıklarla yani bazen iki gün ardı ardına. Bazen bir ya da birkaç yıl ara ile belirsiz kıstaslarla, yani genç, çocuk, kadın, erkek, hasta, sağlıklı hiç fark etmez birilerinin aramızda ayrıldığını görsek elimiz kolumuz bağlı beklemeyiz elbet. Aynen öylede sabah kalkıyoruz minarelerden salah okunuyor, camiye gidiyoruz musalla taşında bir mevta bekliyor, gazeteyi açıyoruz filanca kazada şu kadar insan ölmüş, şehrin kabristanına gidiyoruz bir sürü tanıdık orada yatıyor. Madem ölüm öldürülmüyor ve kabir kapısı kapanmıyor. Elbette bu ecel cellâdının elinden ve kabir haps-i münferidinden kurtulmak çaresi varsa, insanın en büyük ve her şeyin fevkinde bir endişesi, bir meselesidir.

Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber…
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?
Öleceğiz müjdeler olsun, müjdeler olsun!
Ölümü de öldüren Rabbe secdeler olsun!

Sahi ölümün çaresi var mı?
“ Evet, çaresi var ve Risale-i Nur Kur’ân’ın sırrıyla o çareyi, iki kere iki dört eder derecesinde kat’î ispat etmiş.”
Bediüzzaman Hazretleri Asayı Musa adlı eserinde Ölümün çaresi var diyor.
Bu bizim ilgimizi çektiyse okumaya devam edelim.
“Ölüm ya idam-ı ebedîdir; hem o insanı, hem bütün ahbabını ve akaribini asacak bir darağacıdır. Veyahut başka bir bâki âleme gitmek ve iman vesikasıyla saadet sarayına girmek için bir terhis tezkeresidir. Ve kabir ise, ya karanlıklı bir haps-i münferit ve dipsiz bir kuyudur. Veyahut bu zindan-ı dünyadan bâki ve nuranî bir ziyafetgâh ve bağistana açılan bir kapıdır.”
Ehli iman(bütün insanlar islam fıtratı üzerine doğar) şeytanın vartalarına düşmez, haramlara bulaşmaz, Allah’ın emir ve yasaklarına itaat ederek yaşar ve imanlı olarak ölürse Allah’ın ebedi ve tükenmez ikramlarına mazhar olur, cennetine girer, sonsuza kadar rahat ve güzel yaşar, aksi halde sefahate dalar, haramlara bulaşır ,Allah’ın emirlerine itaatsizlik eder ve tövbede etmezse karanlık, tek başına yaşayacağı bir kabre girer, orada da ameline göre ceza görür.
Bir yola girsek karşılaştığımız insanlardan bazıları
– Gitme ileride tehlike var, dese ihtimaldir ki doğru söylüyor geri döneriz akıllı insanın yapacağı budur.
Yüzyirmidörtbin peygamber, milyonlarca evliya ve Müslüman bunun böyle olacağını söylüyor, saadete giden yolu tarif ediyorlar, bunlara kulak asmamak,söylenenleri dinlememek akıldan uzak olsa gerek.
Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök!
Heybem hayat dolu, deste ve yumak.
Sen, bütün dalların birleştiği kök;
Biricik meselem, Sonsuza varmak…
Akıllarımızı başımıza toplamalı başımıza gelecekleri tahattur edip Kurana sarılmalı Peygamber(sav) efendimize kulak vermeli ve bu asrın tehlikelerine set çeken imanımızı kuvvetlendiren Risalei Nur eserlerini çokça okumalıyız.

Ey inkârcı şarlatan!
Aştı boyunu hatan.
Dinlemeden mantığı,
Oldun cehli dayatan.
Tapıyorsun hevana(!)
Yolun oldu zıvana!
Buna gaye diyorsan?
Yazık senin davana!
Bilmezsin yaratanı,
Maymun bildin atanı(!)
Halin öyle komik ki;
Güldürürsün şeytanı.
Tefekkürden ıraksın,
Hakikatten uzaksın.
Hem fodulsun hem de kel,
Yani kuzum; ahmaksın!
Tesadüfü Rab(!) ettin,
Her gafleti hap ettin!
Hak gadabı celp edip,
İstikbali mahvettin!
Yanaşmazsın taat’e,
Yönelirsin her bet’e!
Çağırdıkça müezzin,
Kaçıyorsun sen öte!
Şu yaşamın geçici!
Gençlik, dinçlik uçucu.
Madem hayat imtihan,
Olman gerek; seçici!
Yanlış çalar elde saz!
Tek tercihin; haram haz.
Çağırınca kulluğa,
Yapıyorsun tonla naz!
Ecel kovar peşinden!
Kâbus gitmez düşünden.
İstiyorsan hoş yaşam?
Sav bunları başından!
Öldürsene ölümü(!)
Yetti onun zulüm’ü(!)
Tek başına olmazsa?
Çağır her tür âlimi(!)
Girme sakın mezara() !
Ölme sakın kazara(!)
Varsa bunun bir yolu?
Sor ateist yazara(!)
Al aklını başına!
Hayal kurma boşuna!
Tek kurtuluş; kullukta,
Gitmese de hoşuna.
Diyor şair
“Külli nefsin zâikatü’l-mevt” Her nefis ölümü tadacaktır.Buyuruyor Kuranı Kerim.

Çetin KILIÇ

Kaynaklar ;
Kuranı Kerim Meali
Risalei Nur Külliyatı
Necip Fazıl
Hacı kısır
Cihat ŞAHİN