Etiket arşivi: çocuk yetiştirilmesi

“Kötü çocuk” yetiştirmek isteyen anne-babalara öneriler!

“Doğru çocuk” yetiştirmek isteyen anne-babalara yıllardır öneriler yapıp durdum. Sanırım yeteri kadar etkili olmadı. Bu kez tersinden deneyeceğim: “Kötü çocuk” yetiştirmek isteyen anne-babaların neler yapması gerektiğini yazacağım…

Belki bu istediğim tesiri yapar.

1. Anne ve baba olarak bir birlerinizle sürekli çekişin, didişin, çocuklarınızın gözlerinin önünde kavga edin, bir birinize ağır sözler sarf edin, hatta baba olarak anneyi zaman zaman darp edin!..

Bu durumda çocuklarınız size güvenmeyecek, her türlü şiddete meyilli olarak yetişeceklerdir.

2. Anne ve baba olarak bir birinizin arkasından konuşun, bir birinizi aşağılayın, bir birinizi değersiz göstermek için elinizden geleni yapın!..

Bu tavrınız çocuklarınızın gözünde ikinize de değer kaybettirecek, sizi onların nazarında küçültecek, ayrıca kişilerin arkasından konuşmayı öğretecektir.

3. Anne ve baba olarak bir birinize sevginizi ne söyleyin, ne de hareketlerinizle gösterin!.. Hatta bu kadarla da kalmayın, çocuklarınıza da hiçbir zaman, hiçbir şekilde sevginizi söylemeyin. “Sevgi gösterirsek şımarır” anlayışı içinde hareket edin!

Bu sayede çocuklarınız sizden en yakınlarını bile sevmemeyi öğreneceklerdir.

4. Anne olarak çocuklarınızı ihmal edin, evdeki avizelerden, biblolardan ve bulaşıklardan daha önemsiz olduklarını çocuklarınıza hissettirin, bunun için de, evdeki eşyaların bakımına çocuklarınızdan daha fazla zaman ayırın!..

Bu yaklaşımınız çocuklarınıza istenmediklerini hissettirecek, zamanı gelince onlar da sizi istemeyeceklerdir.

5. Çocuklarınıza ya çok bol, ya da çok az harçlık verin!..

Çok verirseniz saçıp savurmayı, az verirseniz cimriliği öğrenecekler, her anlamda sorumsuz birer insan olarak hayata atılacaklardır.

6. Çocuklarınızı bazen yüceltin, bazen yerin dibine batırın!..

Bu dengesizlik tüm hayatlarına yansıyacak, hayatlarını tepetakla edecektir.

7. Anne ve baba olarak akşamlarınızı eğlence yerlerinde, sinemalarda, tiyatrolarda geçirin, çocuklarınızın evde ne yaptıklarını umursamayın, onlarla muhabbet etmeyin, sorunlarıyla ilgilenmeyin!

Böyle yaparsanız, yaşlılığınızda onların da sizin hiçbir sorununuzla ilgilenmemelerini sağlamış olursunuz. Öte yandan başıboş kalmayı öğrenecekler ve kimseyi umursamayacaklardır.

8. Baba olarak her akşam eve geç gelin ya da alelacele yemeğinizi yiyip kahvehaneye kaçın; evde kalsanız dahi televizyon başından ayrılmayın; çocuklarınızın hiçbir sorusunu cevaplandırmayın, onlarla asla oynamayın!..

Bu sayede çocuklarınızın içe kapalı olmalarını sağlayabilir, agresif, saldırgan, hırçın olarak hayata atılmalarını temin edebilirsiniz.

9. Çocuklarınız en küçük bir sorun çıkardıkları zaman, “Zaten senden adam olmaz” diye diye çıkışın, her haline sert tepkiler verin!..

Ancak o zaman çocuklarınız kimseyi dinlememeyi öğrenirler, dersleriyle aralarındaki ilgi bağı kopar, gerçekten de adam olmazlar.

10. Çocuklardan gelecek tüm sorulardan kaçın, asla cevaplandırmayın, yalnız ara sıra onları karşınıza alıp, onların yaşında iken ne kadar başarılı olduğunuz yolunda hayali hikâyeler anlatın!..

Böyle yapın ki için için sizi küçümsesinler, vakti geldiğinde de kendi çocuklarına sizinkine benzer hayali hikâyeler anlatsınlar.

11. Evde ne kitaplık bulundurun, ne de kitap! Hatta kitaplar ve yazarlar hakkında hiç birinin işe yaramadığı yolunda nutuklar atın, kitap, ilim, edebiyat düşmanlığı yapın!..

Çocuklarınız bu konuşmalarınız sayesinde kitap düşmanı olarak yetişecekler ve hiçbir şey öğrenmeden hayatlarını bitireceklerdir: Tıpkı sizin gibi!

Daha sonra gerisini getirelim…

Yavuz BAHADIROĞLU-Yeni Akit

İşlilik ve Annelerin Çalı(ş)nması

 

İNSANLARIN DİLİNDE sıkıntıları, dertleri, yoklukları ifade eden kelimeler daha çoktur. Yanılmıyorsam, Fecr ül-İslâm adlı kitapta Arapça için yapılan böyle bir tespiti görmüştüm. Suyun kıtlığı çekilen bizim coğrafyamızda ve güneydeki koşularımızda “Pınarbaşı”, “Subaşı”, “Karakuyu”, “Akkuyu”, “Ayn ür-Rummâneh” (Narlıkaynak) “Ra’s ül-Ayn” (Derebaşı) benzeri isimlerin çokça bulunması bundandır sanırım. Günlük dile bakalım: “başımızın sağ olduğunu” ancak bir yakınımız vefat ettiğinde anlıyoruz. Ama başımız hemen her gün “ağrıyabilir”. Annesi babası ve diğer yakınları hayatta olmayana ya da uzakta olana “kimsesiz” diyoruz, ama akrabaları ile birlikte olana “kimseli” diyene rastlamıyoruz .“İşsizlik”ten (unemployment) hemen her gün söz ediyoruz, ama “işlilik” (employment) diye bir kelimemiz yok.

Gerçek istekleri, yoklukları ifade eden kavramlar öne çıktığı gibi, şişirilen, yokken var edilen istekleri arzuları ifade eden kavramlar da öne çıkar. Hatta bazen ikinci gruptakiler birincileri geçer. Mesela, insan bazen dişinin çürüklüğü karşısında “dish”inin (çanak anten) arızalanmasında daha az üzüntü duyabilir. Yani şişirilen ihtiyaçlar gerçek ihtiyaçların önüne geçer bazen. Şimdi şefkat yüklü şu paragrafa bakalım:

“Evet insaniyetin yaşamak damarı ve hıfz-ı hayat cihazı, bu asırda israfat ile ve iktisadsızlık ve kanaatsızlık ve hırs yüzünden bereketin kalkmasıyle ve fakr u zaruret-i maişet ziyadeleşmesiyle o derece o damar yaralanmış ve şerait-i hayatın ağırlaşmasıyle o derece zedelenmiş ve mütemadiyen ehl-i dalâlet nazar-ı dikkati şu hayata celb ede ede o derece nazar-ı dikkati kendine celbetmiş ki; edna bir hâcât-ı hayatiyeyi, büyük bir mes’ele-i diniyeye tercih ettiriyor. …” (*1)

Demek gerçek ihtiyaçlara dikkati celp edip onlara, ilk paragraflarda olduğu gibi, isimler bulmak mümkün olduğu gibi, sanal ihtiyaçların derd-i maişet belasıyla, reklamla, nazarları sürekli dünyaya celp etmekle artırılması mümkün. İşin bir yönü daha var: gerçek ya da lüks ayrımı yapılmadan çoğaltılan bu kadar “ihtiyaç” maddesinin hepsi olmasa bile büyük bir çoğunluğu, insanların çok az bir kısmının daha az bir süreyle çalışması ile gün yüzüne çıkartılıyor. (Schumacher, Küçük Güzeldir) Bir de bu üretim insanların bugünkü ihtiyacının çok üstünde.

Bazı ekonomik sıkıntılar (adaletsizliğin verdiği çarpıklıkla, dünyanın her yerinde olmasa bile) yokluktan değil, varlıktan kaynaklanıyor. Haftalık çalışma saatlerinin azaltılması ve çeşitli vesilelerle yılın belli zamanlarında ihdas edilen “tatiller” de bir yönüyle bunun için. Boş zamanlar psikolojisi başlıklı makale ve kitapların yazılması da bununla ilgili. Böyle olunca, yukarıda değinilen hemen herkesin özlediği, ülkemizde hemen her partinin programında var olan işlilik, yani yaygın deyimi ile “tam istihdam” aslında bugünün dünyasında bir hayalden ibarettir.

Yani, sibernasyon çağında on beş, bazı yerlerde on sekiz yaşına gelmiş herkesin çalışması gereği yok. O zaman, lafı hiç uzatmadan dolandırmadan şunu sorsak? Cins-i latif tabir edilen kadının, üstelik şu stresli ortamda çalışmasına gerçekten “ihtiyaç” var mı? İhtiyaç varsa bu ihtiyaç gerçek bir ihtiyaç mı yoksa ehl-i dalaletin nazara vere vere şişirdiği sanal bir ihtiyaç mı? [Acaba bu yüzden midir ki, birçok kapitalist boşanmaların artmasına, on sekizinden sonra gençlerin, baba evlerini terk edip ayrı eve çıkmalarına seyirci kalıyor? Zira ayrı ev demek bir sürü eşya ile doldurulması gereken ayrı bir mekân demek onlara göre…]

Ve aklı başında psikolog ve çocuk gelişimi uzmanlarının dediğine bakıldığında, kadın bu ihtiyaçları karşılamak için dışarı çıktığında, çocuğun ruh dünyasında hangi yaralanmalar husule geliyor? Hele 0 – 6 yaş arasındaki çocukların anneden uzak kalmasını hangi ihtiyaç mazur gösterebilir? Çocuk, gerek her vicdan sahibinin içini sızlatan hâl diliyle gerekse kàl diliyle, “niye beni terk ediyorsun anne?” dediğinde, sorusu düşünülmeden verilecek hazır cevaplar bellidir:

“Senin oturman için veya bayramda seyranda, ateş almak için gelmiş gibi gelip gidiveren misafirler için oturma grubu [ne hazin! Oturacak grup yok, oturma grubu alıyoruz, Batılının ironi dediği husus.] aldık da ondan. İleride derslerine yardımcı olsun diye bilgisayar aldık da ondan. Benim mutfak işleri ile uğraşmaktan pek basamadığım, babanın ise bir köşesinde TV seyrederek sızıp kaldığı halıları yeniledik de ondan. Hepi topu bir ay kalabildiğimiz bir yazlık aldık, ya da tamirini yaptırdık da ondan… Beraberce rahat ve bağımsız gezebilmemiz için araba aldık da ondan. Bakıcı ile beraber kaldığında dışarı seyrederken canın sıkılmasın diye, eski perdeleri attık daha hoş desenli halılar aldık da ondan…”

Liste uzayıp gider. Soralım; bunların hangisi gerçek bir ihtiyaçtır? Ancak, maksadımız üzüm yemek; bağcı dövmek değil. Kaynaklarımızda ev gerçekten fakr-ü zaruret içinde ise kadının çalışmasını caiz gören hükümler var. Ama bunu çocuğu ihmal etmeden yapabilmenin yolu da var ve hafızam beni yanıltmıyorsa, Hollanda gibi bazı hür ülkelerde uygulanıyor.“Kadının ekonomik bağımsızlığı” ve “ekonomik sıkıntılar” hurrası içinde, bu dediklerimiz pek kàle alınmayacaktır, ama anneleri çalınmış, bu yüzden psikolojileri bozulmuş çocuklar ile bizi nasıl bir geleceğin beklediği de düşünmeye değer.

Mehmet Boyacıoğlu

Karakalem.net
*1. Said Nursi, Kastamonu Lahikası, s. 69