Etiket arşivi: Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz

Mutlu Bir Evlilik Mi İstiyorsunuz?

Kenan, avucunu açmış kendisine doğru elini uzatan adama ters ters baktı. Elli yaşlarında gösteren adam, görmeye alıştığı hırpani kıyafetli dilencilere benzemiyordu. Üzerindeki giysiler eski fakat temizdi. Eli yüzü temiz ve sağlıklı görünüyordu.

Sapa sağlam adam gidip çalışacağına dileniyor, belki benden daha zengindir” diye düşündü. Zaten canı çok sıkkındı, birde sinirlenmişti.

Alaycı bir ses tonuyla:

“Ekmek parası mı istiyorsun?” diye sordu.
Hayır, çikolata parası lazım!

Kenan’ın kızgınlığı şaşkınlığa döndü. Espri yeteneği olan dilencinin hali de başka oluyor, diye düşündü.

“Niye siz ekmek bulamayınca çikolata mı yiyorsunuz?
“Hayır. Ekmek bulamadığımız günler genellikle bulgur pilavı yeriz, onu da bulamadıysak aç yatarız.”

Kenan adamın ciddi mi konuştuğunu yoksa dalga mı geçtiğini anlayamamıştı.

“Bu gün karnınız doydu üstüne tatlı mı istedi canınız?”
“Fakirin canı mı olur ki, tatlı istesin beyim.”

“Bu bir kamera şakası mı yoksa sen iş bulamamış stendapçı mısın?”

“Hiçbiri değil. Sadece fakirim. Bugün karımın doğum günü, ona çikolata götürmek istiyorum.”

“Doğum gününde yaş pasta alınır bildiğim kadarıyla.”

“O bizim için değil zenginler için. Otuz yıllık evliliğimiz boyunca ona bir kez bile yaş pasta alamadım. Ama her doğum gününde mutlaka çikolata götürdüm. Çikolatayı çok sever.”

Adamın söyledikleri Kenan’ın dikkatini çekmişti. O akşam karısıyla kavga etmiş, kapıyı çarpıp kendini sokağa atmıştı. Arabasına da binmemiş sahile kadar yürümüştü. Denizi seyretmek de onu rahatlatmamıştı. Oysa eskiden denizi seyrederken çok rahatlardı.

Dalgalar sıkıntısını alıp götürürdü. Fakat karısının evde ağlıyor olduğunu bildiği için olsa gerek, hiçbir şey onu rahatlatmıyordu. Dilenciyle konuşurken biraz kafası dağılmıştı.

“Acaba söyledikleri gerçek mi, yoksa uyduruyor mu” diye düşündü.

“Cebinde bir çikolata alacak para yok mu şimdi?”

Kenan’ın sorusu üzerine adam ceplerini boşalttı, bir nüfus cüzdanından başka bir şey çıkmadı.

Ben dilenci değilim. İşim yok. Günlük çalışırım, ne iş bulursam yaparım. Fakat bu gün bütün gün iş aradım, aksilik bu ya, hiçbir iş bulamadım.

Kenan oturduğu bankı işaret ederek yer gösterdi.

“Oturun biraz dertleşelim bari dedi. Adam çekingen çekingen oturdu yanına.”
“Yok, mu eşin dostun, borç alacak akraban?”
“Fakirin akrabaları da fakir olur beyim. Bulurlarsa kendi karınlarını doyururlar.”
“Dilenecek kadar çok mu seviyorsun karını?”
“Hem de çoook. Otuz yılımı aydınlattı o benim.”
“Hımmmm. Aşk hem de otuz yıl süren aşk. Hayret doğrusu! Aşkın ömrü en fazla üç yıl diyorlar oysa. Sen otuz yıldan bahsediyorsun.”
“Evet. Geçen yıllar sevgimi azaltmadığı gibi artırdı.”
“Söyle o zaman nedir evlilikte mutluluğun sırrı? Söylediklerine bakılırsa sen mutluluğun formülünü bulmuş gibisin.”
“Ben ilkokulu bile bitirmedim. Öyle formül falan bilmem beyim!”
Formül dediysem kimya formülü sormuyorum canım. Bende altı yıllık evliyim. Sevdiğim kadınla evlendim, fakat mutlu değilim. Sürekli kavga ediyoruz. Daha iki saat önce kapıyı çarptım çıktım. Evimiz, arabamız, işimiz, gücümüz, her şeyimiz var, ama mutlu değiliz. Senin hiçbir şeyin yok, ama mutlusun. Para mı acaba bizi mutsuz eden?
Hiçbir şeyim yok mu? Hayır, benim her şeyim var. Benim karım her şeyim, eşim, arkadaşım, hayat yoldaşım. Hayatımı paylaştığım insandan daha değerli ve daha önemli ne olabilir ki dünyada? Sizin ev, araba, iş diye her şey dediğiniz şeylerdir aslında hiçbir şey olan.
“Öyle deme, şu kadar varlığın içinde bile karım her şeyden şikâyet ediyor. Bir de fakir olsam kim bilir ne olur?”
Altın tasın, kan kusana faydası yoktur beyim. Sen kadın ruhunu hiç anlamamışsın. Hiçbir kadın iyi bir evde oturduğu, her gün çeşit çeşit yiyecekler yediği için mutlu olmaz. Bir kadın, kocasının her şeyi olduğunu bildiğinde ancak mutlu olur.
“Sizin mutluluğunuzun sırrı bu mu?”
“Olabilir. Ben karıma değerli şeyler alamıyorum ama ona benim için ne kadar değerli oldu unu hissettiriyorum. O da çok mutlu oluyor.”
“Bir kadına değerli olduğunu nasıl hissettirilir?”
“Küçük kızı severek.”
“Küçük kız mı? Hangi küçük kız?”
Yaşı kaç olursa olsun her kadının içinde hiç büyümeyen bir küçük kız vardır. O kızı ne kadar çok sever, ne kadar çok mutu edersen, o kadını da o kadar mutlu edersin.
“Nasıl yani?”
Küçük kız neleri sever, nelerden hoşlanır bir düşünün. Küçük kızlar hep beğenilmek, ilgi görmek isterler. Güzel olduklarını duymaya bayılırlar. Kendilerine prensesmiş gibi davranılmasını beklerler. Küçük kızlar hep prenses olmayı hayal ederler. Sürprizlerden hoşlanırlar. Biraz şımartılmak isterler. Sevilmek ve sevildiklerini hep duymak isterler. İltifata doymaz küçük kızlar. Öyle değil mi?
“ Haklısın. Benim dört yaşımda bir kızım var. Adı Aylin. Her akşam boynuma sarılır “babacığım beni ne kadar seviyorsun?” diye sorar. Giysisini değiştirdiği zaman etrafımda “Baba güzel olmuş muyum?” diye sorar durur.
“Güzelsin demem de yetmez ona. Harikasın prenses gibi olmuşsun” demeliyim. “Dünyanın en güzel kızı” demeliyim.
İşte kadınlar bir ömür boyu bunu duymak isterler. Ben elli yaşındaki karıma böyle davranıyorum. Ömrümüz olurda seksen, doksan yıl da yaşarsak ben ona böyle davranmaya devam edeceğim.” Ona “bebeğim” diye hitap ediyorum çok hoşuna gidiyor. “Bebeğim bana bir çay yapar mısın?” dediğimde çay yapmak için nasıl koşturduğunu görmelisiniz.
“Hiç kavga etmez misiniz siz?”
“Kavga evliliğin tadı tuzudur. Arada biz de tartışırız. Küsüp barışmanın tadı ayrıdır. Benim karım bir keçi kadar inatçıdır. Onunla barışmak için uğraşmak ayrı bir keyif verir bana.”
“Benim eşim çok ciddi kadındır. Hiç küçük kız havası yok onda.”
“Küçük kızlar büyüdükleri zaman artık sevgi, ilgi istemeye utanırlar. En ciddi ya da en yaşlı kadının bile o küçük kız mutlaka vardır. Yeter ki sen o tatlı kızı sevindirmeyi, mutlu etmeyi bil. Ve o küçük kızı asla aldatma. Yoksa bir daha sana güvenmez ve ne yaparsan yap hep kuşkuyla bakar. Küçük kızlar hem çabuk mutlu olurlar hem de çabuk kırılırlar. Çok narindir onlar. Hoyrat elleri sevmezler. Yumuşak dokunuşları severler.”
“Bu tavsiyeni deneyeceğim. Fakat her zaman yapabilir miyim bilmiyorum. Bazen işlerim çok yoğun oluyor o zaman eve çok yorgun gidiyorum.”
“Bu sadece bir bahane. O küçük kızı mutlu etmek dünyanın en kolay işi. Çoğu zaman birkaç tatlı söz yeterli olur. Sen o küçük kızı mutlu ettiğinde karşılığını fazlasıyla alırsın. Artık o seni rahat ettirmek için elinden gelen gayreti gösterir. Karısı mutlu olmayan erkek mutlu olamaz. Mutlu olmak isteyen erkek önce hayat arkadaşını mutlu etmelidir. Düşünsene somurtkan, mutsuz, sürekli söylenen biriyle yolculuğa çıksan ne kadar mutlu olabilirsin.”
“Haklısın da bende bütün gün ailem için çalışıp yoruluyorum.”
Yine para, yine dış sebepler. Evet, para önemli ve gerekli ama kadınlar para için erkekleri sevmezler. Para geçici mutluluklar verir. Kadınlar hediye almayı severler. Paran varsa hediye al tabi. Ama hediyeyle mutlu olmasını bekleme. Hediyenin yanına sevgini katmazsan hediyenin bir anlamı yoktur. Benim hiçbir zaman çok param olmadı. Günlük kazandım günlük yedik. Bazen aç kaldığımız günler oldu. Hiçbir zaman karımın kulaklarına altın küpe takamadım ama her zaman aşk sözleri fısıldadım. Hiçbir zaman boynuna pırlanta gerdanlık alamadım ama hep öpücüklerle sevdim boynunu. Hiçbir zaman ona ipek elbiseler giydiremedim ama kendi bedenimle ipek elbise gibi yumuşacık sardım bedenini ve mutlu ettim onu.

Adam ayağa kalktı.

“Bana müsaade, artık gitmeliyim, karım merak eder. Sende git evine küçük kızın gönlünü al, belki o küçük kız şimdi evde ağlayıp duruyordur.”

Kenan de ayağa kalktı. Kuvvetlice elini sıktı.

“Sizi tanıdığıma çok memnun oldum.”

Elini bıraktı koluna girdi. Yolun karşısındaki pastaneyi gösterdi.

“Hadi gel eşin için şuradan çikolatalı pasta alalım” dedi.

Pastayı aldılar. Adam hayatında ilk defa karısına yaş pasta götürmenin mutluluğuyla, bin bir teşekkür ederek evinin yolunu tuttu.

Kenan de pastanenin yanındaki manavdan karısının en sevdiği meyvelerden aldı.

Evine geldiğinde karısı şişmiş gözlerle mutfak masasında oturmuş su içiyordu. Kenan hiç konuşmadan meyveleri büyükçe bir tabağa döküp yıkadı, sonra eşinin önüne koydu.

“Bunlar dünyanın en şanslı meyveleri” dedi. Belma hiç konuşmadı.
“Sorsana, niye diye.

Belma kızgın:
“Niye?” diye sordu.
Çünkü dünyanın en güzel ve en tatlı kadının midesine gidecek” dedi gayet ciddi bir ses tonuyla. Belma şaşırmıştı. Bir anda yüzünün ifadesi yumuşamıştı.
“Bunlar senin sevdiğin meyveler, senin için aldım.”
“Hayret bir şey! Her zaman kendi sevdiğin meyveleri alırdın. Benim hangi meyveleri sevdiğimi iyi hatırlamışsın. Aslında bu her zaman beklediğim, istediğim bir şeydi. Ama şimdi kıymeti yok. Çünkü sana çok kırgınım, meyve alarak gönlümü alamazsın.
“Özür dilerim seni kırdığım için.”
Sonra Kenan yere diz çöktü.
“Cezam neyse razıyım. Ama bir tek şey istiyorum senden. Seni delice seven bu adamı senden mahrum etme.”
Kenan yere çömelmiş, boynu bükük bir vaziyette çok komik görünüyordu.

Belma kıkır kıkır gülmeye başladı.

“Affetmek o kadar kolay değil. Bakalım hangi cezalara katlanabileceksin” dedi.

Kenan işte o zaman ona muzip muzip bakan eşinin içinde sakladığı küçük kızı gördü. Bundan sonra her şey daha farklı olacak diye düşündü.

Altın ne oluyor, can ne oluyor,
İnci mercan da nedir?
Bir sevgiye harcanmadıktan
Bir sevgiliye harcanmadıktan sonra…

Mevlana

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz Kitabından Alıntıdır…

Ailede Değerler Sisteminin Önemi

İyi evlilik, çatışma olmayan evlilik değil, çatışmaların doğru halledildiği evliliktir.”   Zig Zaglar

Bir ülkede güven ve sükûnet ortamının tesis edilmesi için kural ve kanunların konulması ve uygulanması ne kadar önemliyse bir ailede de eşler arasında ortak değerlerin oluşturulması o kadar önemlidir. Nasıl ki kanunları olmayan veya kanunlara uyulmayan bir ülkede anarşi ve kaos ortamı oluşursa, ailede ortak değerler sistemini oluşturamamış bir evlilikte de kavga ve gürültü eksik olmayacaktır. Ailede “ortak değerler her şeyden önce temel bir güven ve hoş görü üzerine kurulmalıdır.” Sağlıklı ailelerde bu ortak değerlerin içerisinde; muhabbet, merhamet, özür dilemeyi bilme, pişmanlık duyma ve bunu karşı tarafa bildirme, bağışlama gibi davranışlar temel ilke olarak benimsenmelidir.

Sanıldığının aksine eşlerin kişiliklerinin, evliliğin mutlu ya da mutsuz olmasında ki temel faktör olmadığı, esas temel faktörün eşlerin kendi aralarında ki değerler sistemini oluşturup ona bağlı yaşamalarının olduğu söylenilebilir. Çünkü “İnsanları mutlu eden değerler sistemlerinin ortak olmasıdır.

Kendini evliliğe hazırlayan tüm bireylerin kendilerine ve eş adaylarına sormaları gereken bazı temel sorular olmalıdır. Bu sorulara verecekleri cevaplar “Aile şirketinin” sağlıklı yürüyüp yürümeyeceği konusunda kendilerine kılavuzluk edecektir. Bu sorulardan bazıları:

“Aile olmanızın temel amacı nedir?”

“Nasıl bir aile olmak istiyorsunuz?”

“Eşinizin ve siz bir aile olarak topluma neler verebilirsiniz?”

“Evlilik müessesesi hakkında yeterli bilgiye sahip misiniz?”

“Ailenizin geleceği hakkında ortak bir planınız var mı?”

“Evlilikteki ve hayattaki öncelikleriniz nelerdir?”

Bu soruları çoğaltmak ve çeşitlendirmek mümkün, fakat maalesef bizim toplumumuzda evliliklerin genelinde sorulmayan ve sorgulanmayan bu ve benzer durumların ileride eşler arasında sıkıntıların temelini oluşturuyor. Hele bir evlenelim Allah Kerim mantığı ile kurulan evlilikler genelde yürümüyor. “Kervan yolda düzelir” mantığı daha nişanlılık arifesinde sorun yumağı olarak karşımıza çıkıyor.

Ailede temel değerler sisteminin oluşturulmasının amacı elbette ki eşlerin birbirlerini cezalandırması, kısıtlaması ve birbirlerine üstünlük yarışına girmeleri değildir. Bu sistemi oluşturmakta ki maksat; birlikte mutlu olmak, gelişmek, ilerlemek ve olgunlaşmaktır. Burada göz ardı edilmemesi gereken en önemli unsurlardan biri de; hiç bir kural ve kaide belirlemeden yuva kuran ailelerin yanı sıra koyduğu kural ve kaidelere obsesyon (takıntı) derecesinde bağlı olan ailelerinde yanılgı içinde olduklarıdır.

Ortak Değerler Nasıl Oluşturulmalı?

Eşler arasında oluşturulması gereken ortak değerler, eşlerin kendi kişilik yapılarına ve dünya görüşlerine göre değişiklikler içerebilmelidir. Bununla birlikte en önemli nokta ailede temel kurallar konulurken, bu kuralları bütün ailenin fertlerinin birlikte görüşerek alması gerektiğidir.

Bu kurallara bazı örnekler vermek gerekirse:

•    Kadının çalışıp çalışmayacağı önceden konuşulmalıdır. Bir ailede hem erkek hem de kadın çalışacaksa, eve geldiklerinde aralarında iş bölümünü nasıl yapacaklarının konuşulması daha sonra olası tartışmaları önleyecektir.

•    Günümüz modern evliliklerinde eşler arasında ki en önemli tartışma sebeplerinden biri, eşlerin aldıkları maaşların nasıl harcanacağı, mali idareden eşlerden hangisinin öncelikli sorumlu olacağı ve ya birinin bu konuda önceliğinin olup olmayacağının tespitidir. Önceden konuşulup bir karara varılmayan ailelerde daha sonra bir bardak suda fırtınalar kopmasının en önemli sebebidir bu konu. Hatta birçok aile bu nedenden ötürü boşanmaya kadar gitmiştir.

•    Birçok ailede ihtilaflı konuların çoğu gece geç saatlerde açılır. Tartışmalar bir türlü bitmez. Aile fertlerinin huzuru bozulur. Bu konuda eşler kendi aralarında bir kural koyup “Akşam 22:00 den sonra tartışmayacağız” diyebilirler. Bu kural tartışmalara bir sınır koyar ve havanın yumuşamasına neden olabilir.

•    Tartışmaların büyümesinde ve alevlenmesindeki en büyük etkenlerden biri de; eşlerin tartışırken tartıştıkları konu haricinde geçmişte yaşadıkları veya birbirlerine yaşattıkları konuları açıp olayın büyümesini sağlamalarıdır. Yine eşler önceden anlaşıp “Neyi tartışıyorlarsa sadece o konu hakkında konuşacakları kararını alabilirler.” Bu sayede konuşulan konu dallanıp budaklanmadığı için o konuya bir çözüm bulunması kolaylaşacaktır.

•    Bir başka bir kural dinleme konusunda konulabilir. Mesela taraflar birbirlerini belli bir süre sözünü kesmeden dinleyebilirler. Dinlemek her iki tarafı da daha iyi bir ruh haline sokar ve sorunlara daha iyi çözümler getirir.

……………….

Burada bazı örneklerini sunduğumuz kuralları her aile kendi yapısına göre şekillendirebilir. Ayrıca şekillendirmelidir de. Çünkü “ortak değerler ve bu değerlerden üretilen ortak kurallar, aile şirketini güçlendirir. O şirkete yatırım yapan eşlerde bu sayede yaptıkları yatırımdan meşru olarak nemalanmış olurlar.

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz Kitabından Alıntıdır…

Erkekler ve Kadınlar Arasındaki Temel Farklar

Kişilik yapılarındaki farklılıklar kadın-erkek arasında oldukça belirgindir. Bu durum doğaldır ve genetik algoritmanın bir gereğidir. “İki cinsinde karşı tarafın kendisinden farklı olması gerektiğini bilmesi, ilişkinin sağlıklı olması için ilk adımdır.” Aksi takdirde bizim hissettiğimizi onun da hissetmesini veya bizim istediğimizi istemesini arzularız. Bu ise ne mümkündür ne de doğru ve gereklidir. Çünkü insanlar tek tip yaratılmamışlardır. Biz sevdiğimiz kişiye nasıl davranıyorsak karşı tarafında bize öyle davranmasını beklemek, olgunlaşmamış bir kişilik belirtisidir.

Bir Danimarka atasözü; “Sağır bir kocayla, kör bir kadın ne mutlu bir çifttir” der. Evlilikte mutluluk ve huzur için, erkeklerin bazı şeyleri duymaması, kadınların da bazı şeyleri görmemesi gereklidir. Bir Üniversitede 420 çift üzerinde yapılan araştırma da tartışma sırasında birbirlerini eleştiren, iğneleyici ifadeler kullanan ve aşağılayan çiftlerin psikolojik yaralarının, ortalama %40 oranında daha geç iyileştiği ortaya konmuştur.

İngiliz Kraliyet Akademisi’nce yapılan bir araştırma da, bunu destekler mahiyettedir. Birbirini rencide edici konuşmalar yapan eşlerin, bağışıklık sistemlerinin zafiyete uğradığı ve bu tip eşlerin daha sık nezle oldukları gözlenmiştir.

Erkekler genellikle “rapor verme”, kadınlar ise “dostluk kurma” şeklinde bir konuşma tercih ediyorlar. Her iki konuşma şeklinde amaçlar çok farklıdır. Kadınlar ilişki kurmak ve geliştirmek istemekteyken, erkekler genellikle olayları ortaya çıkarmak veya problem çözmeye odaklanmaktadır. Bu yüzden kadınların konuşması erkeklere nazaran daha içten ve uzun olur. Çünkü amacı dostluk kurmaktır ve dostluklar çar çabuk kurulmaz.

Aile içinde konuşma kalitemizi yükseltmeden önce, bu stil farklılıklarını bilmeli ve ona göre davranmalıyız. Eşimizle daha uzun süre konuşmak, sözünü kesmeden konuşmasını bitirmesine izin vermek ve yargılamadan, sorduğumuz destekleyici sorularla onun daha fazla konuşmasını sağlamak, konuşma kalitesine ulaşmada çok büyük bir destekçimiz olacaktır. Ayrılan çiftlerin çoğu ayrılık sebeplerinin konuşma kalitesini yakalayamama olduğunu söylüyor.

Eşlerin uyumu özellikle konuşma sürecinde başlar. Konuşma eşler arası iletişimin rot balans ayarıdır. Bir ilişkinin yürüyüp yürümeyeceği konuşma kalitesinden belli olur.

Kadınların erkeklerde en çok yakındıkları konu: Onların kendilerini dinlemedikleri şeklinde dile getirilir. Evlilik öncesinde çiftlerin birbirini dinleme kapasitesi yüz üzerinden bindir. Ama evlendikten sonra, birbirini dinlemez hale gelmeleri için birkaç ay geçmesi yeterli olur. Bunun sebebi, eşlerin birbirine değer vermemesi, birbirini önemsememesi ve birbirinin fikrine güvenmemesidir. Evlilikten sonra büyük bir mücadele başlar. Bu “sen sus ben konuşayım.” Ve her konuşanı susturup lafı ağzına tıkama mücadelesidir.

İş yerinde binlerce dert dinleyip, evin birkaç derdini kulak arkası yapmak pek de adaletli bir davranış değildir. Ama para karşılığı hastalarını dinleyen psikolog arkadaşların birçoğunun, eşlerini dinlemediklerini biliyorum. Bu yüzden eşlerden birinin bir gün muayenehaneye randevulu bir hasta gibi gelip vizite ücretini ödeyerek iki saat eşinin onu dinlemesini istediğinde çok şaşırmamıştım.

Erkekler ya dinlemezler ya da bir süre dinledikten sonra kadının niye rahatsız olduğunu saptayarak, kendinden emin bir şekilde “Bay Tamirci” şapkasını giyerek soruna bir çözüm bulma yoluna giderler. Oysa kadın çözüm değil, yalnızca dinlenilmek ya da empati ister.  Ne yazık ki erkekler yalnızca “hı, hı” deyip, dinlemeyi bilmiyor ya da beceremiyorlar. İnanmazsanız bir sorunu erkek arkadaşınıza anlatın, hemen size güzel bir çözüm bulacaklardır. Erkek eve geliyor, karısı iş yaşantısı ile ilgili bir konuya ilişkin endişelerini dile getiriyor. Erkek hemen bir çözüm yolu öneriyor. Kadın hayal kırıklığına uğruyor; çünkü ana mesaj duyulmadı. Erkek hayal kırıklığına uğruyor, çünkü harika önerisi ciddiye alınmadı. Erkeklerin eşlerini mutlu etmelerinin yolu onları dinleme konusunda ustalaşmalarından geçer. Evet dinleme bir sanattır. Bir kadını dinleme sanatı sorunlarını çözümlemeyi ya da onlara nasihat etmeyi içermez. Kendini bu konuda geliştiren erkek eşini dinlerken ona çözüm getirmez, ona anlayış ve yakınlık gösterir. Eşi kendisine sinirlendiği zaman erkek, kadının onun ne kadar iyi biri olduğunu geçici bir süre unuttuğunu bilmelidir. Kadının bunu hatırlamak için dinlenilmeye ihtiyacı vardır. İşte o zaman kadın erkeğe hak ettiği anlayış ve takdiri gösterecektir.

Erkeklerin kadınlarda en çok yakındıkları konu: Kadınların kendilerini değiştirmeye çalışıyor olmalarıdır. Kadın sevince partnerine yardım etme yönünde bir sorumluluk hisseder. Cinsiyetine özgü içgüdüsel bir davranışla çeşitli öneriler aracılığıyla erkeği “beslediğini” zannederken “kontrol edildiği” duygusuna kapılır. Aynı kelimeyi kullandıklarında bile aynı anlamda kullanmazlar. İfade de kadınlar bazı metaforlar kullanıp genellemeler yaptığında erkekler küsüyor, eleştirildiğini düşünüyor ve kabuklarına çekiliyorlar. Ne var ki kadınlar söylediklerinin yeterince duyulduğunu düşünmediklerinden söylemlerini tekrarlayarak erkeklerin içine çekildikleri kabuğa girmek istiyorlar. Bu da zaman zaman erkeklerin içine girdikleri kabuktan atılmalarına sebep oluyor. Erkekler eleştiri ya da eleştiri gibi algıladıkları sözlere aşırı hassaslar. Çünkü her eleştiri erkekler tarafından “yetersizsin” şeklinde algılanıyor. Yetersizlikse erkeklerin en hassas oldukları konulardan biri. Bir kadın mutsuz olduğu zaman, erkek başarısız olduğunu düşünür ve zamanla eşini tatmin etme isteğini kaybeder.

Bazı kadın ve erkek farklılıkları diğerlerinden daha da belirgin. Erkekler tuvalete çoğu kez yalnız gider. Siz hiç bir erkeğin tuvalete giderken erkek arkadaşına “Ben tuvalete gidiyorum, sen de benimle gelir misin?” dediğini duydunuz mu? Erkekler tuvalete yalnız giderler. Tuvalet ihtiyacını gidermek için. Oysa kadınlar için tuvaletler bir terapi odası ya da sosyalleşme ortamı olabilir. Hatta bazen bir birini tanımayan iki kadın tuvalette yaşam boyu sürecek bir arkadaşlığın zeminini oluşturarak tuvaletten çıkabilirler.

John Gray, erkekleri Marslılar, kadınları Venüslüler olarak tanımlar. “Erkekler Mars’tan, Kadınlar Venüs’ten” adlı kitabında her iki cinsiyetin ayrı gezegenlerden geldiklerini ve bu nedenle aynı dili konuşmadıklarını ve birbirlerini anlamakta zorluk çektiklerinden söz eder. Marslılar (Erkekler); güce, rekabete ve başarıya önem verirken, Venüslüler (Kadınlar), sevgiye, iletişime ve ilişkiye önem verirler. Marslılar iletişimi bilgi verme amacına yönelik kullanırken, Venüslüler etkileşim ve empati amacıyla iletişim kurarlar. Erkekler insanlar yerine olayları (iş hayatı, spor, yemek, bilgisayar, araba gibi) konuşurlarken, kadınlar bilgi almak ve ilişki kurabilmek gibi amaçlarla insanlarla konuşmayı tercih ederler. Belki bu yüzden adları dedikoducuya çıkmaktadır. Farkı duygusal gereksinmelerinin olduğunu fark etmeyen kadın ve erkek ilişkiye ancak kendi bildiklerini katabildiklerinden bazen ilişkilerinde tatmin olamazlar. Böylelikle her iki cinsiyet de gereksinim duyduğu destek ve anlayışı eninde sonunda kendi hemcinslerinde bulabilmektedirler.

Kadın; erkek istemeden öneride bulunursa bu, erkekte güçsüzlük ve beceriksizlik duygusu uyandırır. Bir erkekte ne yapacağını bilmediği duygusunu uyandıran bir kadın, erkeği anlamıyor demektir. “Bir kadın erkeğe kendisini iyi ve yeterli hissettirir, “Kontrol bende” duygusunu yaşatırsa o erkeğe çok şey yaptırabilir.

Kadının psikolojik ihtiyacı ise, eşinin onun sorunlarına çözüm bulması değil onu dinlemesidir. Erkeklerin yaptıkları en büyük hata sorunu konuşurken hemen çözmek zorundaymış gibi davranmalarıdır. Oysa kadın için düşüncelerinin paylaşılması ve yakınlaşmak, çözümden daha önemlidir. Kadının duygularını anlamaya çalışan erkeğin, onu anlamasa da dinlemesi yerlidir. Böyle davranmayı başarabilen erkek, karısının kendisini nasıl takdir ettiğini hayretle görecektir.

Üzüntü anında kadının ve erkeğin beyinleri farklı çalışır: Kadın üzüldüğünde sorunlardan bahsederek kendini rahatlatır. Erkek çok konuştuğunu söylediğinde ise kadın ihmal edildiğini düşünür. Erkek ise üzüntü anında sessizleşir, kabuğuna çekilir, konuşmak yerine düşünmeyi tercih eder. Bir çözüm bulduğunda sessizliğini bozar. Kabuğuna çekilme; televizyon seyretme, gazete okuma şeklinde olabilir. Bu arada kadın kendisinin dinlenmediğini sanır.

Erkeğin ve kadının motive olma şekilleri bile farklıdır: Erkeğin psikolojik ihtiyacı, kendisine ihtiyaç duyulmasıdır. Kendisine ihtiyaç duyulduğunu hissettiğinde enerjisi artar, güçlenir ve harekete geçer. Kadın ise sevilip değerli olma duygusu taşıdığında güçlenir. Varlığına ihtiyaç duyulduğunu hissedememek, erkek için ağır ağır ölmek demektir. Sevilmemek de aynı şekilde kadını yıpratır.

Bütün gün okuma yazma analiz etme ve düşünme gibi, ağırlıklı sol beyin etkinliklerini kullanarak çalışmış olan bir erkek evine gelir. Evde ki eşi de bütün gününü çalışmakla geçirmiştir, ama ütü, temizlik, yemek pişirmek gibi sağ beyin etkinlikleriyle uğraşmıştır.

İşinden dönen eşte her iş adamı gibi eve gelince bir koltuğa gömülüp beyninin sol yanını dinlendirmek ister; gününü ev işleriyle geçirmiş olan eşi ise beyninin sağ yarısını dinlendirirken konuşarak görüş alışverişinde bulunarak beyninin sol yanını çalıştırmak ister. İsteklerin uyumsuzluğu çoğu kez bir ağız dalaşına kadar gider. Dışarıda çalışıp eve dönen eş öteki eşi dırdır ederek rahatını kaçırmakla suçlarken evdeki eş de onu anlayışsızlıkla ve konuşulmaz biri olmakla suçlar.

Erkek gün boyu çalıştığı için strese girebilir ama eve geldiğinde eşi mutluysa erkekte kendini tatmin olmuş hisseder. Çalışmalarının, yorgunluğunun sonunda eşi tarafından takdir edildiği için stresi azalır. Çünkü kadının mutluluğu erkeğin stresle dolu gününü temizleyen bir sağanak gibidir.

Oysa gün boyu çalışmış yorulmuş ve strese girmiş bir kadın evine, gayet mutlu olan eşinin yanına döndüğü zaman bu durun onun gününü değerli kılmaz. Kadının çok çalışmasını erkeğin takdir etmesi tabiî ki güzeldir ama bu durum kadının huzursuzluğunu gidermeye yetmez. Çünkü kadınlar erkeklerin onları takdir etmeye başlamadan önce onlar tarafından iletişim kurulmasını ve onlar tarafından desteklenilmelerini isterler.

Erkekler takdir edilmeye can atarlar çünkü bu onların erkek yanlarını destekler. Kadınlar iletişim kurmaya can atarlar çünkü bu onların kadınlık yanlarını destekler. Erkeklerin takdir edilmeye, kadınlarınsa iletişim kurmaya can attıklarını anlamak, kadın erkek arasındaki uyumsuzlukların PIN kodunu çözmede ilk temel kuraldır.

Erkekler kadınların duygularını etkili bir biçimde nasıl destekleyeceklerini pek bilmezler. Bir kadın duygularından söz etmeye başlayınca, erkek kadının sorunlarının çözümünde ondan yardım istediğini sanır ve ona içgüdüsel olarak ya yardım teklifinde bulunur ya da öğüt verir. Aksi durumda erkek bu sorunun çözümüne katkıda bulunmadığı için huzursuz olur. Oysa bu durumda olan kadının, sorunun çözümünden çok o sorunun yol açtığı duygular hakkında konuşmaya ihtiyacı vardır. Aslında bir erkek karşısındaki kadını sadece dinleyerek onun canını sıkan problemi ona unutturabilir ve kendisinin ne harika bir erkek olduğu düşüncesini ona sağlatabilir.

Erkeklerin rahatlama mekanizmaları ile kadınlarınki arasında da fark vardır: Erkekler stres anında eyleme geçerek, kadınlar konuşarak rahatlarlar. Erkeklerin stres anında aşağı-yukarı gezinmesinin (volta atmasının) nedeni budur. Ayrıca erkek ve kadınların stresle başa çıkmalarında ki temel mekanizma şudur; Erkekler sorunları çözerek, kadınlarsa ilişkileri paylaşarak stresle başa çıkmaya çalışırlar.

Konuşma becerileri yönünden tamamen farklıdırlar: Stresli dönemlerde kadın, partnerinin kendisi ile konuşmasını bir ödül gibi algılarken, partneri ile konuşmayı zaman kaybı olarak görebiliyor. Diğer taraftan kadınların konuşurken aynı anda başka işleri rahatlıkla yapabilmeleri yalnızca sağ beyin yarım küresinin gelişmesiyle ilgili değil aynı zamanda konuşmayı kontrol eden özgül merkezlerin varlığıyla da ilgilidir. Konuşma sırasında bu merkezler devreye girerken diğer bölgeler farklı işlevlerini aynı anda yürütebilmektedir. Belki bu nedenle kadınlar konuşmanın yanı sıra başka bir işi de birlikte yapabiliyorlar. Oysa erkeklerin konuşma ile ilgili merkezleri daha küçük hem de kadınlarda ki kadar özgül değildir.

Sevilmeme korkuları bile farklıdır: Erkekler hatalarını kabul etmek istemiyorlar çünkü eşlerinin hatalarına rağmen kendilerini sevebileceklerine inanmıyorlar. Oysa erkekler yanlışlarını kabul ettiğinde, kadınlar onları daha çok sevebiliyor. Bazı erkekler eşlerinin ihtiyaçlarını yeterince karşılayamadıkları için onların kendilerini terk etmelerinden korkuyorlar. “Ne yapsam onu mutlu edemiyorum” şeklinde söylenen sözler bu korkunun ürünü. Ne var ki kadınlar erkekleri çoğu kez vermedikleri şeyler için değil göremedikleri ve gösteremedikleri şeyler için terk ediyorlar.

Sadakatsizliğe tepkileri çok farklıdır: Kadınlar acılarına rağmen ilişkiyi sürdürmeye çalışırken, erkekler sırtlarını dönüp gitme eğiliminde olurlar. Kadınlar sadakatsizlikle karşı karşıya kaldıklarında depresyon yaşarken, erkekler öfke yaşarlar. Sadakatsizlik yapan kadın, Hayatımın en önemli ilişkisini kaybettim” diye düşünürken, sadakatsizliğe uğrayan erkek, “O adamı da senide öldüreceğim” şeklinde tepki verir. “Kadınlar sadakatsizliğe uğradığında kendilerini bir eş olarak yetersiz bulurken, erkekler kendilerini cinsel olarak yetersiz bulurlar.” Başka bir deyişle kadın “Eşimi yeterince mutlu edemedim herhalde” diye düşünürken, erkekler “O adam eşimi cinsel olarak benden daha çok tatmin ediyor olmalı” şeklinde düşünebilmektedir.

Alışveriş bağlamında da farklıdırlar: Kadınlar için alışveriş tıpkı iletişim gibi bazen belirli bir amaca yönelik olmaksızın saatlerce sürebilir. Oysa erkekler için alışverişin hedefi ya da hedefleri vardır. Çünkü erkekler enerjik olabilmek için amaç bulmak zorundadırlar. Bir hedefi olmalı ve bu hedefe belirli bir zaman aralığında ulaşılabilmelidir. “Erkeklerin alışverişleri hedefleri iken, kadınlar alışverişin hedefleri olurlar.” Kadınlarda odaklı bir alışveriş yalnızca acil durumlarda yapılır. Dar zamanlarda bile kadınlar vitrinlere bakarak hafta sonu yapacağı alışverişle ilgili hayaller kurabilir. Ayrıca kadınlar alışverişe birlikte çıkabilirler. Bir yandan alışveriş yaparken bir yandan da çok farklı konularda sohbet edip eğlenebilirler. Dolayısıyla bir şey satın almasalar bile evlerine hoş anılar geçirmiş olarak dönebilirler. Erkek için bu mümkün değildir. Zaman sınırı olmadan alışverişe çıkmak ve eli boş dönmek onu sınıfta bırakır.

Özetle “alışveriş erkek için stres, kadın için stresle mücadele yöntemi gibidir.

Hediye alma ve verme bağlamında bile farklıdırlar: Erkeklere hediye vermek kolaydır. Ne alırsan al memnun olacaklardır. Hangi parfümü kullandığını biliyorsan kadınlara da hediye almak zor değildir. Ancak eğer hediye olarak bir giyim eşyası seçmişsen dikkatli olman gerekir. Yanlış ebat önemli sorunlar oluşturabilir. Hatta ister küçük ister büyük olsun yaşayacağın sorun kaçınılmazdır. Her iki ebatta da “Bana bir şey mi ima etmeye çalışıyorsun” diyebilir.

Sosyal ve aile içi rolleri tamamen farklıdır: Kadınlar halen, besleyen-bakım veren rolündedirler. Erkek ise temelde güç ve başarı kazanmaya yönelik olarak işlev görürken, güç ve başarıyı elde ettikleri ile orantılı algılamaktadırlar. Belki de bu nedenle kadın, “Bana zaman ayırmıyorsun” diye yakındığında erkek, “Bu kadar çalışmak bana zevk mi veriyor zannediyorsun? Daha iyi yaşayabilmenizi sağlamak için, senin ve çocuklarımızın geleceği için çalışıyorum?” diyerek yanıt vermektedir. Oysa kadının istediği daha çok şeyin sahibi olmak değil, yalnızca daha çok zamanı birlikte geçirmektir.

Terapilere uygunluk yönünden de farklıdırlar: Farklılıkların eş terapileri ve aile danışmanlığı yönünden de önemi büyüktür. Erkek, iletişimin nesnel biçimini kullanıp vurguyu, sorun çözme üzerine yaparken; kadın, iletişimin öznel biçimini kullanıp vurguyu, duygular aracılığı ile sağlanan empati üzerine yapar. Bu nedenle psikoterapötik yaklaşımlar kadınların iletişim biçimleri ile daha uyumlu olmaktadır. Belki de bu nedenle erkekler danışma almaya gitmemeyi tercih ederler. Erkek sorun çözme üzerine vurgu yaptığından sorunu en iyi kendisinin çözeceğini düşünmektedir. Sorunun nasıl çözüleceğini bildiğine göre gittiği terapist ona nasıl yardım edecektir? “Bildiğinden emin olan birine yeni bir şey öğretmek güç olacaktır.

Aslında tüm bu sayılan sebeplerin iletişime veya iletişim eksikliğine dayandığını görüyoruz. Örnek mi?

Eve geldiğinizde burnunuza yanık yemek kokusu geldiğinde ne yapıyorsunuz? İlk tepkiniz bir soruyla olmalı. Ama her sorunuz bir tepki olmak zorunda değil. Bir olayla karşılaştığınızda, iletişimin ilk adımını güzel bir soru sorarak atabilirsiniz. Ama iletişim, sorduğunuz soru, tepki sorusu değilse başlar.

“Yine yaktın yemeği değil mi?”

“Kim bilir hangi diziye daldın?”

“Sen benim bu parayı hangi zorluklarla kazandığımı biliyor musun?”

Aslında bu olaydan dolayı eşinizde üzgündür. Tabi evinizde sizi batırmak için özel bir görevle sizinle evlenmiş bir casus yoksa. Hiç kimse bin bir özenle yaptığı yemeği sonunda yakmaz. Bir kere size kıysa kendi emeğine kıymaz.

Bunu deneyin bir seferliğine.

Bir Pazar günü alışveriş listesi yapın, Pazar’a gidin, yemek malzemesi alın. Bin bir zahmetle eve getirin, yıkayın, kesin, doğrayın. Tencereye sırayla koyun, pişirin. Ama tam yemek pişerken, ocaktan almayın. Yemeğin dibinin tutmasını bekleyin. Nasıl bir duygu?

O kadar zahmetle yaptığı, özene bezene hazırladığı bir yemeği, üstelik üstüne onca laf ve azar işitecekse, kim yakar? Yanmıştır kazayla, unutmuştur, fark etmemiştir.

Ama bilin ki, eşinizin üzüntüsü sizinkinin en az iki katıdır. Çünkü sizden iki kat daha fazla emeği, zahmeti, zamanı vardır o yemeğin içinde.

İşte bu yaklaşım tarzımız ve yanlış iletişim teknikleri kullanmamız bazen bir ailenin parçalanmasına kadar gidebilmektedir. Onun içindir ki erkek ve kadının önce kendi özelliklerini sonra eşinin özelliklerini bilmesi mutlu bir evliliği sürdürebilmeleri için şarttır. En azından öğrenmek için çaba sarf etmek zorundadır.

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz Kitabından Alıntıdır…

Erkek Üzgün Olduğu Zaman

Erkekler genelde üzgün olduklarında içlerine kapanırlar ve yalnız kalarak olay hakkında düşünmek isterler. Kadınlar ise üzgün olduklarında konuşarak duygularını açığa vururlar. Oysa erkekler ancak bir sorunu çözebileceklerine inanırlarsa, konuşmayı tercih ederler. Günümüz karı-koca tartışmalarına getirilen öneriler arasında, üzüntülü ve kızgın olarak yatağa girmemeleri konusunda tavsiyeler verilir. Bu kural gece tartışma öncesinde uygulanabilirse etkilidir. Ancak tartışma olmuş ve eşler birbirlerine kırılmışlarsa durum o zaman farklı bir hal alır. Kadının bu durumda erkeğin yatağa öfkeli girmemesi için konuşmayı sürdürmesi yanlış olacaktır. Bir erkek öfkeliyken, bence eşi ona anlayış göstermeli ve yatıp uyumasına izin vermeli veya bunu bizzat kendisi önermelidir. Erkeğin canını sıkan konu hakkında konuşmadan önce biraz sakinleşmesi her iki taraf için de iyi olacaktır.

Ancak bir kadının canı sıkıldığın zaman erkek sabır göstererek onu dinleyebiliyorsa, erkeğin konuşmayı desteklemesi, sorular sorması ve kadını rahatlatması uygun olacaktır. Öfkeli bir haldeyken yatağa girmemek, erkeklerin kadınları anlamaları için ortaya atılmış bir çözüm yoludur. Oysa kadının bu uygulamayı eşi için yapmasına gerek yoktur, çünkü kocası canı sıkıldığı zaman genellikle tek başına duygularıyla başa çıkmaya çalışacaktır ve genellikle de erkekler bunda kısmi de olsa başarılı olurlar.

Bir erkek üzüntülüyse ve konuşmak isterse, kadın onu konuşarak sakinleştirebileceğini düşünür. Oysa bu ancak kadının erkeğin her sözünü onaylaması ile gerçekleşebilir. Unutmamak gerekir ki, erkekler üzüntülü olup da konuşmak istediklerinde haklı çıkmak isterler.

Kadınların çoğu erkeğin duygularını paylaşmasını ertelemek istemezler, çünkü eğer erkek dinleyebilecekse, söyleyecekleri sözlerin ertelenmesi işlerine gelmez. Bir kadın başka bir kadının konuşmasını ertelemeye kalkışırsa, kabalık etmiş olur. Bir erkek kadını dinleyebilecekken onun konuşmasını ertelerse, bu da kabalık olur. Ama kadın erkek kızgınken onunla aynı düşünceleri paylaşmayacaksa veya en azından onu takdir etmeyecekse, erkeğe karşı kabalık sayılsa bile kadının konuşmayı ertelemesi yerinde olacaktır.

Kadının ertelemeyi nasıl yönlendireceği önemlidir. Suçlayıcı bir tavır takınmamalıdır. Aksi takdirde bu davranışı “kaş yapayım derken göz çıkarmaya” benzer. Çünkü erkek bu duruma daha çok kızar. Kadının yapması gereken şey, kısaca onun duygularını onaylayıp tartışmayı ertelemektir. Daha sonra da hiçbir şey söylemeden, sanki yaptığı şey çok normalmiş ve her şey yolundaymış gibi oradan uzaklaşmaktır. Bu erkeğin sakinleşmesini sağlayacak yeni bir ilişki becerisidir.

Kadınlar onların aksine, erkeklerin sakinleşmesi için zamana ihtiyaçları olduğunu ve olayları düşünmeleri gerektiğini bilmelidirler. Bir erkek üzüntülü ve öfkeliyken ona sorular sormak öfkesini daha da arttırır.

Erkekle konuşmanın en uygun zamanı, bir sorun hakkında düşünmeye fırsat bulduktan ve olumsuz duygularını dışa vurduktan sonradır. Eğer erkek bir süre tek başına kaldıktan sonra hala öfkeli ve sinirliyse, kadınlar tartışmak için baskı yapmamalıdır. Ertesi gün erkeğe konuşmak istediği bir konu olup olmadığını sorabilirler. Eğer erkek, “Bir şey yok,” derse ve sevecen bir tavır takınmamışsa, erkeğin kabul edildiğini hissetmesi için yaptıklarının takdir edildiğini anlaması için daha fazla zamana ihtiyacı var demektir.

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz Kitabından Alıntıdır…

Ya Erkeklerin Hali?

Modern (!) erkeklerin durumu modern kadınların durumlarından pek de farklı değil. Eskiden erkek gün boyu dışarıda çalışır ve akşam evinde kendisini bekleyen eşine geri döndüğü zaman eşi ona çabalarını ve fedakârlıklarını ne kadar takdir ettiğini gösterirdi. Kadın kocasının sıkıntılarına ortak olmaya çalışır, ona bakmaktan mutluluk duyardı ve buna karşılık da erkeğinden çok az şey isterdi.

Tarih boyunca erkekler çalışma hayatının rekabetçi ve yıpratıcı dünyasına katlandılar çünkü günün sonunda çabalarının eşleri tarafından takdir edileceğini biliyorlardı. Kadının tatmini, erkeğin en büyük ödülüydü.

Oysa günümüzde kadınlar da gereğinden fazla çalıştıkları için çoğu zaman haklı olarak tatminsizlik duygusuna kapılıyorlar. Uzun günün sonunda kadın da, eşi de sevgiyi ve takdir edilmeyi bekliyor. Kadın kendi kendine, “Ben de onun kadar çok çalışıyorum, ona anlayış göstermek neden benim sorumluluğum olsun” diyor. Yorgunluk erkeğin beklediği duygusal desteği kadının vermesini engelliyor. Bu paradoksal sıkıntının önemli nedenlerinden biri de; erkeğin eve bakış açısıdır. “Erkeklere göre; ev geleneksel olarak bir tatil yeri iken kadınlar için ev, bir faaliyet alanıdır.Bu bakış açısından dolayı erkek eve geldiği zaman “Evine geldin, gevşe ve gün boyu çalışmanın ödülünü dinlenerek al” diye düşünür.

Günümüzün çağdaş erkeği evine döndüğü zaman genellikle huzur yerine, huzursuzlukla karşılaşmasının bir diğer sebebi de: Eşinin mutsuzluğu onun başarısızlığını simgeliyor. Neden mi? Çünkü bir erkek bir kadını sevince birinci hedefi sevdiği kadını mutlu etmektir. İşte bu nedenden dolayı kadının mutsuz olması erkeğin başarısız olduğunun gösteriyor da ondan.

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz Kitabından Alıntıdır…

Evli bir erkeğin evrimi (biraz gülümseyelim)

6. hafta: Hayatım, ben geldim.

6. ay: Selam!

6. yıl: Annen ne yemek yapmış?

6. hafta: Zor bir çocukluk geçirmişsin.

6. ay: Senin anan da cins ha!

6. yıl: Ulan tam da anana çekmişsin!

6. hafta: Bu elbise sana çok yakışmış.

6. ay: Bir elbise daha mı aldın?

6. yıl: Kaç para verdin buna?