Etiket arşivi: haber 7

Maddiyat mı, muhabbet mi!

5 Aralık, 10 Muharrem Aşure günüydü. İnsanlık tarihinde, peygamberlerin hayatında önemli olayların gerçekleştiği kıymetli bir gündü. Peygamberimiz bu güne önem vermiş ve mutlaka oruçlu geçirmiş. Alimlerimizin bu günle ilgili tavsiyeleri var. Onlardan da yapabileceklerimizi yapmak güzel olur.

Rabbimizin değer verdiği bu güne değer vermek gerekir. Bugünlerle ilgili en sevaplı şeyler çocukları, fakirleri, tanıdıkları ve ev halkını sevindirmek olarak geçiyor kitaplarda. Bolca alışveriş yapıp ev halkını mutlu etmek, (aynı zamanda bütün yıl evde berekete sebep olacağı bildirilmiş) çokça selam vermek tavsiye edilmiş. Yani “muhabbeti artırın” tavsiyesi bunlar. Günler de sebep olarak bize sunulmuş.

Rabbimizin muhabbete verdiği değeri biz ne kadar veriyoruz? Birbirimize ne kadar muhabbetle davranıyoruz? Neyi ne kadar severek yapıyoruz? “Muhabbet” yaptığımız işin değerini, kalitesini artırır. Kalitenin, markanın çok önemli olduğu bir çağda yaşıyoruz. Aldığımız, kullandığımız ürünlerde, en iyisi olsun, istiyoruz da kendi kalitemizi artırmak için ne yapıyoruz? İşimizi, eş ya da anne-baba olmayı ne kadar muhabbetle yapıyoruz?

Maddi kalitelerin istilasından kurtulup manevi kalitemizi artırmak için ne yapmalıyız, bunun derdinde olmalıyız oysa. İş, para, güzellik, zeka, güç, mevki, manevi hayatımız için en büyük tehlikeler, eğer kendimizi onlara kaptırırsak. Çünkü bunlar şeytanı Allah(c.c) rahmetinden kovduran kibre sebep oluyor. “Kibir” sevdiklerimizin gönlünden düşmemizin de en önemli nedeni.

Maddi kaliteler kibrimizi coşturuyor. Oysa onlar için ne bedeller ödeniyor. Mesela erkek daha lüks bir araba almak için borca giriyor. Eşinin çocuklarının isteklerini çoğu zaman oflaya puflaya söylenerek alıyor. Aile saadetini bozacak araba ferari olsa neye yarar? Son bineğimiz tabut olduktan sonra. Diğer tarafa götüreceğimiz yükün değerini muhabbet belirledikten sonra. Hangi araba muhabbetten daha kıymetli olabilir?

Ya da daha iyi bir mahalle de daha iyi bir ev alalım, diye girilen borçlarla, o borçların stresiyle eşler birbirlerine hayatı zindan ediyorlar.

Kadınlar, perdeyi değiştirmek, yeni salon takımı almak gibi pek çok şey için evin huzurunu riske çok rahat atabiliyorlar.

Hele evlilik öncesi istekler daha yolun başında erkek tarafını evlenmek istediğine pişman edebiliyor. Kız tarafı her şey en kalitesinden (en pahalısı oluyor aynı zamanda) olsun istiyor. Bazen sırf eşya meselesi yüzünden düğün haftası ayrılan çok çift var. Ya da daha bir araya gelmeden birbirlerinden buz gibi soğuyorlar da “bu saatten sonra ayrılmak ayıp” olur diye yola devam edenler var. Takılan takılar, alınan eşyalar beğenilmeyince iki tarafın ailesi birbirinden nefret ediyor. Yeni evlilerin çoğu yola muhabbetle değil, bir ton dertle, sorunla çıkıyorlar. Sonra evliliği bir türlü toparlayıp muhabbetti yakalayamıyorlar.

Oysa iki tarafta “eşya kalitesi” ile uğraşana kadar “kendi kalitelerini artırmak” için uğraşsalar, o zaman yola doğru adımlarla çıkmış olurlar. Genç kız “Ben iyi bir eş olmak için neleri bilmeliyim, neleri yapmalıyım?

Erkek “İyi bir koca olmak için nasıl davranmalıyım, ne yapmalıyım?” diye kafa yorsa kendilerini geliştirseler, manevi kalitelerini artırsalar o zaman mutlu olurlar ancak. Muhabbetli evlilikler o zaman ortaya çıkar.

Çoğu zaman mutluluğumuzla kumar oynuyoruz. Kibirle, hırsla, inatla oynuyoruz. Keyfi zevklerin, hırsların karşısına muhabbet gibi çok kıymetli bir şey koyuyoruz. Kaybedince de “mutlu değilim” diye sızlanıp duruyoruz.

Pek çok değişimin başlangıcı olan Aşura günü bizler için de maddiyattan maneviyata, muhabbete bir dönüş olsun inşallah. Dualarımız muhabbet için olsun.

Sema Maraşlı / Haber 7

Günümüz İnsanı Neden İdare Edemiyor

Günümüz insanı neden yalnız? Gözü mükemmelde olduğu için değil mi?

Sanki kendimiz kusursuzmuşuz gibi. Kendi kusurumuzu görmekte kör, başkalarının kusurunu görmekte gözlerimiz radar gibi çalışıyor. Övünüyoruz “Gözümden bir şey kaçmaz.” diye. Oysa iyi bir şey değil. Hata bulmayı, laf yetiştirmeyi, eleştirmeyi, söz altında kalmamayı bir erdem zannediyoruz.

Herkes değişsin ve bizim kafamızdaki kalıplara uysun istiyoruz. Uymayanı hemen hayatımızdan silmek istiyoruz. Oysa Rabbimiz gözlerimize kapak yapmış, görmememiz gerekenler olduğunda kapatalım diye.

İnsanları hataları ile kabullenip, sevemiyoruz. “İdare etmek” diye bir deyim var. Şimdilerde internette dalgası geçilen. İdare etmek, insan ilişkilerinde çok önemli bir meziyettir. Şimdiki neslin pek bilmediği bir erdem. “Biz neleri idare ettik!” diye övünürdü yaşlılar.

Eskiden hatalar görmezden gelinir, örtbas edilir, herkes birbirini idare ederdi. Karı koca birbirini, komşu komşuyu, akraba akrabayı, kayınvalide gelini…

İdare etmek “aptallık” gibi görünüyor artık. “İdare edemem” diye bağırıyor reklamlarda kadın, eskiyen eşyaları için. Beynimizde dönüyor dönüyor dönüyor…“İdare edemem” sloganı. Bir tek eşyaları değil, hiçbir şeyi idare edemiyoruz. Varlığı idare edemiyoruz, yokluğu idare edemiyoruz.

İDARE ETMEK BİR SANATTIR

İdare etmek” bir sanattır aslında. El sanatlarının pek çoğunu kaybettiğimiz gibi akıl sanatlarının çoğunu da kaybettik. Beynimiz de makineleşti. Zeki insan çok; ama akıllı insan az.

Yeni nesil çocuklar çok zeki; ama çoğu aptal. “Şimdiki çocuklar çok zeki.” diye övünüyoruz. Evet bu zeki çocukların çoğu mutlu olamayacak maalesef. Çok başarılı olacaklar belki; ama mutlu olamayacaklar.

ZEKİ İNSAN DEĞİL AKLINI KULLANAN MUTLU OLUR

Zeki insan değil, aklını kullanabilen insan mutlu olur. Zeki çocuklar teknoloji ile ilgili bir sorun olduğunda çabucak çözecekler; ama hayatla ilgili bir sorun olduğunda tökezleyip kalıverecekler.

Ve onları biz bu hale getiriyoruz. Düşünme yeteneklerini geliştirmiyoruz. Her şeyi önlerine hazır sunuyoruz. Hep almaya alıştırıyoruz, onlar da düşüncesiz ve bencil oluyorlar.

Beş yaşındaki çocuğun gözünden hiçbir hata kaçmıyor; fakat hiçbir iyiliği görmüyor. Onun için yapılan iyilikler zaten yapılmalı, yapanlar mecbur. Eskiden beş yaşındaki çocuk, küçük kardeşine bakarmış. Gezdirir, yedirir, ağlarsa susturmak için uğraşırmış. Anne doğurur; önceden doğan çocuklar büyütürmüş.

Şimdi ise bir kaç çocuk sahibi aileler, çocuklarını nasıl idare edeceklerini bilemiyorlar; akıllarını kaçırma durumuna geliyorlar. “Anne yaa kızına baksana, baba yaa oğluna bir şey desene.” Sanki çocukların birbirleri ile kan bağı yok. Ne küçük kardeş büyüğü, ne büyük kardeş küçüğü idare ediyor. Ne kız kardeş erkek kardeşi ne de erkek kardeş kız kardeşi.

KENDİMİZİ DE İDARESİZ KULLANIYORUZ

Çok eskiye gitmeye gerek yok; bundan on yıl önce bile kalem, defter, silgi idareli kullanılırdı. Şimdi ise bir yıl önce, yarısı bile kullanılmamış defterler, çöpe gidiyor. Çünkü çocuklar idare etmek istemiyorlar. Giysiler zaten daha eskimeden atılıyor.

Kendimizi de idaresiz kullanıyoruz. Her şeyi dert edip üzülüp erkenden tüketiyoruz. Kader yokmuş gibi yaşamaya çalışıyoruz.

Bencilliğimiz arttıkça, idare etme duygumuz köreliyor. Nefsimizi idare edemiyoruz ki başkalarını idare edebilelim. Her arzumuz yerine gelsin istiyoruz.

İşe önce nefsimizi idare ederek başlamalı değil miyiz? Yemede içmede keyif almada…

İşimizi ya da eşimizi bırakıp beş dakika diye oturduğumuz bilgisayarın ya da televizyonun başından iki saatte kalkamıyorsak, önce kendimizi idare etmeyi öğrenmemiz lâzım, sonra başkalarını belki de.

Sema Maraşlı / Haber 7
semamarasli@gmail.com

Kadınlara Ne Oldu da Böyle Oldular?

Zuhruf sûresi 17. ve 18. âyet-i kerîme: Onların biri “Kızlar Rahmân (olan Allah)’ a aittir.” dediği halde kendisi ise onun (doğumu) ile müjdelendiği zaman yüzü kapkara olur ve kederinden yutkunup durur.

“Onlar, kızlar süs içinde yetiştiği ve kavgaya (ve mücâdeleye) açık (müsait) olmadığı için mi? (istemiyorlar da Allah’a nisbet ediyorlar, O’nun olsun diyorlar.)

Zuhruf sûresi 18. âyet-i kerîmede kadınların yaratılışları ile ilgili çok önemli ipuçları var.

Rabbimizin kadın tarifi var: Kadınlar süsü sever ve kavgaya meyilli olmaz.

Öncelikle Allah (c.c) süsü seviyor: Gökyüzünü yıldızlarla süslemiş, yeryüzünü yemyeşil ağaçlar, rengarenk çiçeklerle süslemiş, kuşların, balıkların, kelebeklerin, sineklerin kanadını bile muhteşem bir incelikle yaratmış.

İnsan cinsinde de kadını süslü ve narin yaratmış. Ayrıca süslenmeleri için doğal malzemeler yaratmış. Kına yaratmış saçlar için, sürme yaratmış gözler için. Peygamberimiz sürme ve kına kullanımını teşvik etmiş.

Allah (c.c) yarattığı her süs malzemesini aynı zamanda faydalı olacak şekilde yaratmış. Takı olarak kullanılacak renk renk taşlar yaratmış, vücut enerjisini olumlu etkileyen.

Nahl suresi 14. âyet-i kerîme de şöyle buyruluyor:

Kendisinden taze et yemeniz ve ondan (inci ve mercan gibi) giyineceğiniz bir ziynet çıkarmanız için denizi istifadenize sunan O dur. Gemilerinde deniz de yara yara akıp gittiğini görürsün. Bu da lutfundan arayasınız ve şükredesiniz diyedir.

Denizden çıkan ziynetler de çok faydalı. İncinin kadınlar için çok önemli iki faydası var. Tiroit ve kadınlık hormonlarının düzgün çalışmasını sağlıyor. Mercan da çok faydalı.

Arap kadınları süslenme konusuna çok önem veriyorlar. Dinimiz tesettür ve süs konusunda dışarısı için belli ölçüler koymuş. Arap kadınları uygun ortamlarda, kadınlar arasında ve evlerinde çok bakımlı ve süslüler.

Sahabe hanımlarına baktığımız zaman da aynı şeyi görüyoruz. Peygamberimiz zamanında bir kadının gözünde sürme yoksa, süslenmemişse “Cenazen mi var” diye soruyor, hanımlar. Bir kadın sadece kocası öldüğünde dört ay boyunca sürme kullanamıyor, onun dışında bir akrabası öldüğünde üç gün sonra süslenmeye başlıyor. Bu da peygamberimizin tavsiyesi.

Hz. Aişe bu konuda kadınlara çok güzel bir örnektir. İlimde çok üstün bir kadın; fakat süsü de seviyor. Bizim dindar kadınlarımız, özellikle dernek ve vakıf çalışmaları ile meşgul hanımların çoğu kendilerini çalışmalara öyle kaptırıyorlar ki kadın olduklarını unutuyorlar. Onlara sahabe hanımlarının hayatlarını okumalarını tavsiye ederim.

Hz. Âişe’nin ve Hz. Hatice’nin saçlarını yapmaya gelen kuaförleri var. Medine’ye hicretten sonra kuaför hanım gelip Peygamberimize “Ya Resulallah bildiğiniz gibi ben bu işi yapıyorum, bırakayım mı?” diye soruyor. Peygamberimiz “Ey Ümmül Ri’le, sen bu işini devam ettir, bırakma.” buyuruyor.

Hz. Âişe bir gün kendisinin duymadığı bir hadis-i şerîfi rivayet eden Ebu Hureyre’ye “Ben duymadım bu sözleri” demesi üzerine “Ey anneciğim sen ayna ve sürme ile meşgulken, ben Resulullah’tan öğreniyordum.” der.

Süs kadın için önemli. Kadın süslendiği zaman kendini daha kadın hisseder. Tavır ve davranışları süsüne, giydiği giysiye göre şekil alır.

Elbise kadına farklı havalar verir. Dekolte bir elbise ile kadın cazibedar görünür. Sade bir elbise ile hanımefendi görünür. Süslü bir elbise ile canlı neşeli görünür. Elbisenin renkleri bile kadının ruh halini etkiler.

Türk kadınlarının çoğunun süslenme ile ilgili sorunları var. Süslenenler genellikle evden çıkarken süsleniyor; ev gelir gelmez eşofman tişört, kocayı öyle karşılıyorlar. Ya da hiç süslenmeyenler var: Ne evde ne dışarıda. Onlar da evde eşofman ve tişört içinde yaşıyorlar.

Yemek ve temizlik yaparken eşofman rahat oluyor. Fakat eşofman alışkanlık haline geliyor, kadınların üzerinden hiç çıkmıyor. Oysa kadın elbise ve eteğin içinde daha kadındır.

Âyet-i kerîme de süs içinde yetişmekten bahsediliyor. Kız çocuklarını yetiştirirken onların erkek gibi değil, fıtratına uygun süslü kıyafetlerle kız gibi yetiştirilmesi konusunda bir hatırlatma var, aynı zamanda bizlere.

Rabbimiz biz kadınları “Kavgaya meyilli olmayanlar.” diye tarif ediyor. Kadınlar, anne olacakları için şefkat ve merhametle donatılmışlar. Erkekler ise aileyi vatanı koruyacakları için koruma ve kollama duygularından dolayı kavgaya meyilliler. Erkeklik hormonu olan testosteron aynı zamanda cesaret hormonu. Erkeklere kavga etmek, savaşmak konusunda cesaret veriyor.

Yaradan’ımız tarafından “kavgaya meyilli olmayanlar” diye tarif edilen günümüz kadınların çoğunluğu, maalesef ki yedi gün yirmi dört saat kavgaya hazırlar. Yeter ki bir dokunan olsun. Beden güçleri yeterli olmadığı için dilleri ile saldırıyorlar. Küfür, hakaret, alay, küçümseme psikolojik saldırı.

Fıtrata uygun yumuşak olmak, uzlaştırıcı olmak aptallık; kavga etmek akıllılık oldu. Kadınların bu kavgaya hazır halleri elbette evlilikleri çok olumsuz etkiliyor.

Peki kadınlarına ne oldu da bu hale geldiler?

Bunu sorgulamak gerekmiyor mu? Kadınlar üzerine oynanan kirli oyunları görmek ve bunlardan arınmanın yollarına bakmak gerekmiyor mu?

Bunları yapmak yerine en kolayı erkekleri suçlamak. “Erkekler yüzünden kadınlar kavgacı oldu. Erkekler kadınların her dediğini yapsalar kadınlar da elbette kavga etmezler.

Doğrusu bu mu?

Erkekler kadınların her istediğini yapmalı mı? Yaparlarsa kadınlar mutlu olur mu? Aileler huzur bulur mu? Bu kavgalar biter mi?

Bu soruların cevapları ayrı bir yazı konusu. Kadın, süs ve kavga konusunda sizlerin düşüncelerinizi de öğrenmek isterim. Yorum ve maillerinizi bekliyorum.

Sema Maraşlı / Haber 7 / semamarasli@gmail.com

Sende Yusuf’un Tuzağına Değer Bir Şey Var Mı?

Yusuf dedi: “Biz metaımızı kimde bulursak, onu alırız…” [Yusuf, 12/79] Kıssada Yusuf’un tuzağının bir parçasıydı bu sözler..

Güzellerin eline geçmek istiyorsan, o güzellere layık bir dane olmalısın.

Hakk ki kendini “tuzak kuranların en hayırlısı” ilan etti, Yusuf’un ağzından bize böyle seslendi. Kardeşi Bünyamin’i yanına alabilmek için, yükleri arasına “bizim metaımız” dediği “saraylı bir kap” yerleştirdi. Böylece Bünyamin kardeşlerinden temyiz edilecek, o alınacak, kardeşleri bırakılacaktı..

Rabbimiz de bize demek ister ki: “Sizi varlık kıtlığından çıkarıp, insanlık yükünü omuzlarınıza yükledim. Emanetim sizde. Hiç hak etmediğiniz halde, Benim muhatabım oluverdiniz. Hiç hakkını veremeyeceğiniz halde, Benimle sonsuz birlikteliğe aday oluverdiniz. Ama içinizde bana Bünyamin olacakları alırım yanıma… Yüklerinizi yüklenip ardınızı Bana döndüğünüz halde, ardınız sıra haberciler yetiştirdim. ‘Yükleriniz içinde metaımız var’ diye elçiler ve Kitap’lar gönderdim. Kalbiniz bana ait. Yalnız Beni sevmeye ayarlı. Yalnız Benimle razı olmaya razı. Sadece Beni anarak tatmin olur.

Şaşırdık hepimiz bu çağrı ile.. Çoktan dünyaya razıydık. Ötesini istemekten vazgeçmiştik. Fazlasını yanımızda bulacağımıza dair ümitlerimiz sönmüştü. Dünyayı yüklendiğimiz develerimizi durdurduk. Çoğaltma, biriktirme tutkumuzun iplerini gevşetip çözdük… Hırslarımızı doldurduğumuz yü(re)klerimizi omzumuzdan indirdik, istemeye istemeye.. Geri çağrılı olduğumuzu duyar gibi olduk.

Sonunda O’na döneceksiniz!” gerçeği ile didik didik edildi yüklerimiz. Bir tek Bünyamin’lerin yükünde çıktı kalb. İmanla dirilmiş kalp. Tevhidle kanlanmış kalp. Havf ve reca ile, korku ve ümitle bir kasılıp bir gevşemiş kalp..

Dediğince Geylani’nin: “Kalb, Allah’la olursa, Hakk onu sebeplere ve halka bırakmaz. Sebeplerle alışverişini keser. İşe yaramazların tezgahına yormaz. Düşük hallerini ayağa kaldırır. Rahmetinin kapısında oturtur. Lutfunun baş köşesinde uyutur.” Dediği gibi Hakk’ın: “Allah müşteridir müminlerin “Ben” dediğine ve “Benim” dediklerine, karşılığında cenneti vermek üzere…” Kendini “mümin” bilenin her hali, her işi, her sözü, her susması, her edası, her bakışı, her yürüyüşü, her duruşu… Allah’ı müşteri edercesine kıymetlidir, paha biçilmezdir.. Bünyamindir onlar.. Yusuf’ça güzellerin tuzağına layık daneler taşırlar içlerinde, işlerinde… Kalbin, Yusuf’un Rabbinin alıkoymasına değiyor mu? O’nun metaı var mı göğsünde? Dön de bir bak…

Size bir tuzak kurduk: Yükleriniz arasındaki “saraylı kap”ı göresiniz diye.

Senai Demirci – Haber 7