Etiket arşivi: Mahir İz

Her Ay Maaşın Yüzde İki Buçuğunu Ver!

maasin.yuzde.ikibucugunu.verUzun yıllar İslam’ın hakkıyla yaşanması için çalışan ve bu yolda sayısız talebe yetiştiren merhum Mahir İz Hoca’nın talebesi Prof. Dr. Mustafa Uzun’un naklettiği bir hatırası bu konuda gerçekten bir yol gösterici olarak karşımıza çıkıyor:

Prof. Uzun, Diyanet İşleri’nde göreve başladığı gün hocası Mahir İz şöyle der: “İlk maaşını alır almaz harcamadan bana gel.” O da, üzerinde hayli emeği bulunan hocasının tavsiyesine uyarak maaş aldığı gün gider. Maaşı Mahir İz Hoca’nın önüne koyar. Hoca, “Bir hesap et bakalım, maaşının yüzde iki buçuğu ne ediyor?” der.

Hocasının neden böyle yaptığını anlayamaz ama dediğini de yapar ve yüzde iki buçuğunu ayırır. Hoca sorar:
“Ayırdın mı?”
“Ayırdım.”

“Hah” der. “Şimdi oldu işte. Bu yüzde iki buçuk, senin maaşının zekâtıdır. Her ay maaşını alır almaz yüzde iki buçuğunu hesapla ve bekletmeden bir fakire, muhtaca ver.”
“Hocam” der öğrencisi. “Benim zekâtım olmaz ki… Etim ne, budum ne benim? Hem ayrıca, nisab-ı şer’î (zekât vermenin farz olması için gerekli olan zenginlik sınırı) ve hevelân-ı havl (zekâtı verilecek malın üzerinden bir yılın geçmesi) diye bir takım ölçüler var zekâtta Hocam, biliyorsunuz. Ben bunların hiçbirine sahip değilim.”

Talebesinin bilgelik tasladığını görünce Mahir Hoca dayanamaz:
“Evladım, sen memur adamsın, ayın birinde maaşını alırsın, on beşinden sonra paran biter. Eğer sen nisâb-ı şer’î ve hevelân-ı havl’ı kollar durursan, belki ömrün boyunca hiç zekât veremezsin. Memleketimizde çok muhtaç insan var. Onların nisâb-ı şer’î ve hevelân-ı havl beklemeye tahammülleri yok. Ayrıca, bekletirsen, sen zaten veremeyeceksin. Onun için, elini zekâta, hayır ve hasenata ilk maaştan itibaren alıştırmaya bak!”

Hayatı boyunca hocasının nasihatini yerine getiren Prof. Dr. Mustafa Uzun, yıllar sonra o günü şöyle anlatır:
“O gün öyle biraz ıkındım sıkındım ama, o tarihten bu yana, her ay maaşımın yüzde iki buçuğunu fakir hakkı olarak verdim. Hem vicdanen rahat ettim, hem de veren kişi olmanın zevkini tattım. Bu durum bana meslek hayatımda –ki o zaman imamdım- çok üstün bir pozisyon kazandırdı. Alan imam değil, veren imam olmak beni daha bir başı dik, alnı açık hale getirdi.”

Gazeteleri zekât vermek için okurdu
Hayatında emekli maaşından ve yazdığı birkaç kitap ve makalenin telif ücretinden başka bir geliri olmayan Mahir İz Hoca’nın yaşantısını görenler, anlatılanlara göre, servet sahibi bir zengin sanırlarmış. Öğrencilerinin aktardığına göre, maaşını muhasebeden alır almaz, odacıya, çaycıya ve talebelerine yüzde iki buçuğunu, yani zekâtını dağıtır, maaşının geri kalan kısmının bereketiyle de ağalar gibi yaşarmış. Zekât denilince altın ve gümüş üzerinden matematik hesaplamaların dışında bir şey düşünemeyen insanlara, Kur’ân’ın yardımlaşma ruhunu anlatır ve yaşatırmış.

Öğrencisi Prof. Osman Öztürk, Mahir Hocanın gazeteleri bile zekât vermek için takip ettiğini söylüyor:
“Hocanın yardım dairesi o kadar genişti ki, gazetelerden öğrendiği muhtaç insanlara bile havaleyle bir şeyler gönderirdi.”

“Başkası açlıktan ölse bana ne!”
İslam’ın dört temel ibadetinden biri olan ve Kur’an-ı Kerim’in 27 yerinde dinin direği namazla birlikte anılarak, Müslüman’ın en önemli iki görevinden biri olarak tanımlanan zekâtın bugün bir müessese olarak dünyada ve ülkemizde yeteri kadar yaygınlaşmamasının en büyük sebebi vahşi kapitalizmin mevcudiyetidir.

Prof. Akyüz’ün bahsettiği “zekât yetmiyorsa sadaka mecburi olur” hükmü herhalde bugün için söylenmiş bir ifade olmalı. Zira inanan insanların verdiği zekât ülkemizdeki yoksulluğu önleme yolunda neredeyse denizde damla durumuna düşüyor.