Etiket arşivi: rüstem garzanlı

Hak ve Batıl Mukayesesi

Hazreti Âdem aleyhisselâm ile dünyada insanın serüveni başlamış, Kabil ve Hâbil çocuklarının nesli için yaşama şekli onlara öğretmiş, oğlu Kabil büyüyünce babasının kurduğu düzene karşı çıkmış, kardeşinin malına kıskanarak onu öldürmek istemiş. Hâbil, Allah’tan korktuğu için Kabil’e zarar vermek istemedi; ona dedi ki: “Ben istiyorum ki, sen hem benim günahımı hem de kendi günahını yüklenip ateşe atılacaklardan olasın; zalimlerin cezası işte budur.”1

Kabil niyetinde kararlıydı, çünkü o nefsine mağlup düşmüş, kardeşinin malını ve izzetini gasp edecekti; nihayet, ”nefsi onu, kardeşini öldürmeye itti ve onu öldürdü: Bu yüzden de kaybedenlerden oldu.” 2

Bu cinayetle Kabil ilk cani, ilk zalim ve ilk sömürücülerden oldu. Peygamber efendimizin (asm) bir hadis-i şeriflerinde “kötülüğe sebep olan onu yapan kadar gibidir.”3 buyurmuştur. Kabil’de öldürme hadisenin ilk sebeplerindendir.

İyi ile kötü, zalim ile mazlum, hak ile batıl her zaman ayni alanda görünmüş, aynı  meydanda mücadele etmişler, bu mücadelenin ilk başlangıcı Hazreti Âdem ile İblis’ti, zamanla Hazreti Nuh ile Sâm, Hazreti Davut ile Câlut, Hazreti İbrahim ile Nemrut, Hazreti Musa ile Firavun, asr-i saadette Hazreti Muhammed (asm) ile Ebucehil, Hazreti Mehdi ile deccal ve süfyan’a kadar devam ede gelmiş, yani ”hak ile batıl” bu iki kutup kıyamete kadar birbiriyle mücadele edecek, elmas ruhlu Ebubekir’ler cennete;  kömür ruhlu Ebucehil’ler de cehenneme gidecekler…

İstiklal savaşından sonra, 1925 yılında Elazığ’da “Emraz-ı Akliye ve Asabiye Hastanesi” kurulur. Hâlen devam etmekte olan “Akıl hastanesi”nde iki akıl hastası kavga eder, orada bulunan biri neden kavga ediyorsunuz? Diye sorar.

Biri der ki: “Ben firavun ’um”  Bir diğeri de:” O Firavun ise, ben de Musa’yım. Firavun, Musa’sız olur mu? Biz bunun için kavga ediyoruz” demiş.
Evet, her zaman bir Musa’nın karşısında bir Firavun çıkmış, bu mücadele kıyamete kadar da devam edecektir.
Bediüzzaman Hazretleri, “Hak ve batıl’ı” iki nazar olarak öne vermektedir. Biri “dalalet nazarı,” diğeri ; “iman nazarı” olarak buyurmaktadır.

“Dalâlet nazarı, matluplarını tahsil etmekten âciz olan insanların sahipsiz, hâmîsiz olduklarını telâkki eder ve hüzün, keder, aczlerinden dolayı ağlayan yetimler gibi zanneder. İman nazarı ise, canlı mahlûkata, ağlar yetimler gibi değil, ancak mükellef memur, muvazzaf zâkir ve tesbihhân ibâd sıfatıyla bakar.”4

Konuyu biraz açmak gerekirse, dalâlet nazarı: Talep etiklerini elde etmekten aciz olan insan kendini himayesiz anlar, dolayısıyla hüzün, keder ve dalaletinden dolayı kendini yetimler gibi zanneder. Kimsesiz, güçsüz ve zayıf görür. İman ve İslamiyet’ten ayrılan biri daha kimseyle kardeşlik bağını kurmaz ve alakayı keser. Menfaat üzerine küçük irtibatları olsa da bir değer taşımaz. Çünkü imansız bir kalp ne kadar servet sahibi de olsa, kalbi ve ruhu sıkıntılı, manen bir cehennem içinde olur.

“Sırat-ı müstakimi kaybeden çok belalı,  zararlı ve müşkülatlı yollara düşer.” Ne kadar güzel ve veciz ifade etmiştir, Asrın Bedîisi, Bedîüzzâman….
İman nazarı ise: “Ağlar yetimler gibi değil,” vazifeli bir kul olarak kendini görür. Dolayısıyla Allah’ın varlığı bütün nimetlerin üstünde olduğunu anlar.“Sırat-ı müstakim” yolunda hareket eder.

Hadisatlara, Kur’ân’ın ve Peygamberin terbiye ve talimiyle bakar. Dünyanın cüz’i meseleleri için fazla sıkıntıya girmem, “Allah var, gam yok” der.

Rüstem Garzanlı

Dipnotlar:
1-Maide/29
2-maide/30
3- Deylemi,
4-Lem’alar 29.cü Lem’a, 2.ci
Bab,5.ci nokta

Sahî bugün çocuklar için bayram mıdır?

İslâm dininde iki tane dini bayram vardır. Biri Ramazan bayramı, diğeri Kurban bayramıdır. Bu bayramlar her islâm diyarında o ülkenin kültürüne göre kutlanan şenliklerdir. Bayram, kelime olarak “neşe, sevinç ve eğlence” anlamında da kullanılmaktadır. Bayramlar, insanlar arasında birlik ve beraberliği, örf ve adetleri, dini inançları ve geleneklerini korumak için çok önemli günlerdir.

Çocukluk zamanımda köyümüzde, bayrama birkaç gün kala çevre temizliği ile başlardı bayram hazırlığı. Bayram yemeği, bayramlıklar derken herkes bir telâş, bir heyecan ve bir o kadar da sevinçli oluyordu, bayram hazırlığı ve bayramlar…

Evlerin içi beyaz toprakla badanalı, mikropsuz rahat uyurduk ne baş ağrısı ne de hastalık, zinde idi vücut, kalp ve ruh; sabah erkenden karşılardık bayramı…

Ne güzeldi o bayram sabahında çocuk olarak uyanmak, giydiğimiz bayramlıklar, ev ev dolaşıp topladığımız bayram şekeri, pişirilmiş boyalı rengârenk yumurtalar; oyunlar ve salıncaklar… Demeki, eskiden çocuklar için daha bir heyecan vericiymiş bayramlar…

Bayram namazına müteakip başta köy imamı, gençler ve yaşlılar, onları takip eden çocuklar ev ev dolaşırdık, birlikte paylaşırdık bayramın sevincini…

Akraba ve komşular arasında bayram ziyareti yapılırdı, böylece adı üzerinde “Bayram” gibi neşeli gün geçerdi, bayramlar…

Artık eskisi kadar telâşlı ve heyecanlı değildir bayram günlerinde çocuklar!.. Bayram şekeri tepside; gözler kapıda, ne hazindir ki, o minik çocuklar; konağını terk eden kuş misali gelmez oldular… Çocuklar için bayramlar sevinç yerine; korkulu rüyalar haline gelmiştir. Komşusuna gidemeyen, kendi sokağında gezemeyen, arkadaşları ile oynamayan, bayramın sevincini yaşayamayan bir çocuk için Sahî bugün bayram mıdır, değil midir? Kararı siz değerli okuyucularıma bırakıyorum.

Sevinçli anımızı bayram kelimesiyle dile getirmiyor muyuz? Bu gün “ bayram ettik-Bayram çocuğu gibi” bu konuyu ne güzel belirtiyor, Mehmet Akif:

Bayram ne kadar hoş, ne şetaretli zamandır

Bayramda gülen çehre-i ma’sum-ı sabavet

Ümmid çocuk suret-i safında iyandır.

Mehmet Akif, bayram şiirinde, Fatih’te kurulan bayram yerini tasvir ederken, bir ağlama sesi duyar. Bakar ki, bir kızcağız salıncağa binemediği için yaşlı bir kadının koltuğunda ağlıyor. Ninesinin salıncakçıya verecek parası yoktur. Orada bulunan kişilerin müdahalesiyle salıncağa bindirilen kız, “ağlamayan kızların şetaretine” katılır.”

Bayram günlerinde komşusunun şerrinden korkup evlerinden dışarıya çıkamayan, sokağında oynayamayan, bayram sevincini arkadaşlarıyla paylaşamayan çocuklarımız için de, bir gün toplum müdahâle eder, o eski “bayram şetaretine” kavuşurlar.

Tüm İslâm âleminin Ramazan bayramını tebrik eder, hayırlara vesile olmasını dilerim.

Rüstem Garzanlı

4.7.2016

Bir Ömür Yaşamaya Bedel: Leyle-i Kadir!

Kur’ân-ı Kerimde meâlen şöyle buyurur: “Kadir Gecesi bin aydan daha hayırlıdır. Melekler ve Cebrâil o gece her türlü iş için Rablerinin izniyle inerler. O gece, tan yerinin ağarmasına

kadar bir rahmettir.”1.

Leyle-i Kadir gecesini idrak etmek bir ömür yaşamaya bedel!

Efendimiz (asm) buyurdu ki: “Kim Kadir Gecesinde faziletine inandığı ve sevabını Cenâb-ı Hak’tan umduğu için ibadete kalkar ise, geçmişteki günahları bağışlanır.”2

Kur’ân’ın dünya semasına nazil olduğu bu gecede Kur’ân okuyarak, tevbe ve istiğfar ederek Allah’a sığınarak seksen yıllık bir hayırlı ömür kazanmaya denk olan Leyle-i Kadirin kadir ve

kıymetini bilelim ve idrak etmeye çalışalım.

Kur’ân’ı Kerim’de: “Onlar Allah’ın kadir ve kıymetini hakkıyla bilemediler.”3, buyurarak bizi Allah’ı bilmeye dâvet etmektedir.

“Kadir Gecesi, bin aydan daha hayırlıdır.”4, Âyeti ile Kadir Gecesinin kutsiyetini belirtmektedir.

Efendimiz’e (asm) ümmetlerin ömürleri gösterilmişti. Ümmetinin ömürlerini pek kısa sayarak başkalarının uzun ömürde yaptıkları amellere yetişememelerinden endişe duydu.

Allah da ona Kadir Gecesini verdi ve onu diğer ümmetlerin bin ayından daha hayırlı kıldı.5

Peygamber Efendimiz (asm) bir gün İsrailoğullarından dört kişinin seksen sene Allah’a ibadet edip göz açıp kapayacak kadar bile günah işlemediklerini anlatmıştı. Ashab-ı Kiram buna

hayranlık duydular. Bunun üzerine Cebrail (as) geldi:

“Ey Muhammed! Ümmetin o birkaç kişinin seksen sene ibadetine hayran kaldılar. Allah sana ondan daha hayırlısını indirmiştir.” diyerek Kadir Sûresini okudu ve “İşte bu gece, senin ve

ümmetinin hayran olduğunuz seksen seneden daha hayırlıdır.” dedi. Peygamberimiz (asm) bu rahmetten hoşnut oldu. 6

Bedîüzzaman, bu gece okunan Kur’ân’ın her bir harfine otuz bin sevap karşılık geldiğini müjdeliyor.7

Hazret-i Âişe (ra) validemiz anlatıyor: “Yâ Resûlallah! Gecenin Kadir Gecesi olduğunu anlarsam ne diyeyim?” diye sordum.

Allah Resûlü (asm) şöyle buyurdu: “Allahümme inneke afüvvün, tühibbü’l-afve, fa’fü annî.”

(Allah’ım, muhakkak Sen Afüvv’sün! Affedicisin. Affetmeyi seversin. Beni affet!)”8

Kadir Gecesi âlem-i İslâm’a hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Rüstem Garzanlı

30.06.2016

Dipnotlar:

1- Kdir süresi 97/3,4,5. 2- Riyazü’s- Sâlihîn,1186 3- Hac Sûresi, 22/72. 4- Kadir Sûresi, 3 5- İmam-i Malik, Muvvata. 6- Hak Dini Kur’ân Dili, 9/5971, 5972. 7- Sözler, s. 312 8- Riyâzü’s-Sâlihîn, 119.

Bediüzzaman Hazretlerinin Vefatı

Bediüzzaman Said Nursî, 1878’de Bitlis’in Hizan ilçesinin Nurs köyünde doğmuş, 1925 yılında Van’dan Burdur’a sürgün edilir. Orada kısa bir süre kaldıktan sonra sırasıyla Isparta, Barla, Eskişehir, Kastamonu, Denizli, Emirdağ ve Afyon’na sürgün edilen Bediüzzaman, 1950’de çok partili hayata geçildiğinde hürriyet ve demokrasi genişledi. Risale-i Nurlar artık matbaalarda basılmaya başladığı dönem başlar.

195o’den sonra Isparta’ya yerleşen Bediüzzamanın, 27 yıllık sürgün hayatının önemli kısmı ceza evlerinde geçmiş, 19 defa zehir verilmesine rağmen en ağır şartlar altında 6000 sayfa, yani yüz otuz risaleyi, yirmi üç sene de tamamlar. Din-i Hak olan İslâmiyet’i ve âlem-i insaniyetin hidayet güneşi olan Kur’an’ın mucizeliğini bütün dünya efkârı muvacehesinde ve bütün fikir ve felsefe sahasında cerhedilmez kat’î deliller göstererek ispat etmiştir.

Bediüzzaman, 19 Mart 1960 tarihinde yanındaki talebelerine Ş.Urfa’ya gitmek istediğini söyler. 82 yaşındaki Bediüzzaman ağır hasta haliyle yola çıkar. 20 Mart’ta yağmurlu bir havada başlayan bu yolculuk, onun son yolculuğuydu. 21 Mart günü Ş.Urfa’da, İpek Palas Oteli’ne ikameti sağlanır. Bu arada otele gelen polisler, İçişleri Bakanı’nın emriyle derhal Isparta’ya geri dönmeleri gerektiğini tebliğ ederler. Bunu duyan Ş.Urfa halkı otelin önünde toplanır ve gitmesine razı olmazlar. Bu baskı sürerken asrın dâhisi, Risale-i Nur’un müellifi, Bediüzzaman hazretleri, 23 Mart 1960 günü, (Ramazanın 25 de) 27 numaralı odada sabaha karşı vefat eder.

Büyük bir kalabalıkla kılınan cenaze namazından sonra Bediüzzaman’ın naaşı Halilürrahman Dergâhı’nda defnedilir. Kaderin cilvesi iki ay sonra 27 Mayıs 1960 ihtilali olur. İhtilal komitesi tarafından, Bediüzzaman’ın kabri nakledilmesine karar verilir. 12 Temmuz 1960 gecesi Ş.Urfa’daki mezarını kırdırarak naaşı askeri bir uçakla, Afyon askeri havaalanına indirilir. Bir iki talebesi dışında bilinmeyen bir mezara defnedilir. Hayatta iken O’nun varlığını istemeyenler, vefatından sonra da rahat bırakmamışlar. Allah Rahmet etsin. Âmin…

Rüstem Garzanlı

30.06.2016

Ramazan Ayı Nimetinin Şükrü, İbâdetle Mukabele Etmektir

Cenab-ı Allah (c.c.) Kur’ân’ı Kerim’de şöyle buyurur: “O Ramazan ayı ki, insanlara doğru yolu gösteren, apaçık hidayet delillerini taşıyan ve hak ile batılın arasını ayıran Kur’ân, o ayda indirilmiştir.”1

Ramazan ayındaki oruç İslamiyet’in beş şartından birincisi hem de en büyüğüdür. “Ramazan-ı Şerifin orucu, doğrudan doğruya nefsin mevhum rububiyetini kırmak ve aczini göstermekle ubudiyetini bildirmek…”tir. 2

Cenab-ı Allah’ın rububiyet cihetiyle yani bütün varlıkları eksik bir hâlden mükemmel bir hâle doğru götürmesi, bu esnada her nevi ihtiyaçlarını vermesi ve onları emrine itaat ettirmesidir. Oruçlunun gündüzün yemekten kendini menedilmesi, o nimet benim değildir. Bir emir altında olduğunu anlaması, Diğer cihette ise verilen nimetlerin şükrünü kulun ubudiyetle yani ibadetle mukabele etmesidir.

Görüldüğü üzere Cenab-ı Hak, hadsiz nimet çeşitlerini insanlar için yaratmış, o nimetlerin fiyatı olarak bizden de şükür istiyor, ona teşekkür etmek, nimetlerin doğrudan doğruya rahmetinden geldiğini bilmek ve o nimetlere kendi ihtiyacımızın olduğunu bilmektir.

Bediüzzaman Hazretleri, bu mübârek ay için şöyle buyurur: “Ramazan-ı Şerifte her bir harfin on değil, bin; ve Âyetü’l-Kürsî gibi ayetlerin her bir harfi binler; ve Ramazan-ı şerifin cumalarında daha ziyadedir. Ve Leyle-i Kadirde otuz bin hassene sayılır.

Evet, her bir harfi otuz bin bâki meyveler veren Kur’ân-ı Hakîm, öyle bir nuranî şecere-i tûbâ hükmüne geçiyor ki, milyonlarla o bâki meyveleri Ramazan-ı Şerifte mü’minlere kazandırır.”3

Efendimiz, (asm) Ramazan ayının kutsiyetini Hadis-i Şerifte mealen şöyle buyurmuş: “Özürsüz, ramazanda bir gün oruç tutmayan, bunun yerine bütün yıl boyu oruç tutsa, ramazandaki o bir günkü sevaba kavuşamaz”4

Ramazan ayı rahmet, mağfiret ve kurtuluş ayı olduğu için mümkün mertebede nefsin şerrinden uzak kalmak, elden geldiği kadar Kur’ân’la ve istiğfarla ve salâvatla meşgul olmak en büyük kârdır. Efendimizin, (asm)“Ümmetimin ayıdır” diye buyurduğu iyilik, tövbe ve sabır ayıdır.

Rüstem Garzanlı

23.06.2016

Dipnotlar:

1-Bakara, 2/185

2- Mektubat,29. Mektup ikinci kısım,

3-Mektubat, 29.Mektup 7.Nükte,

4-Tirmizi,