Etiket arşivi: Yaratılışta Sebep Sonuç İlişkisi

“Terbiye Delili” (Yaratılış Delilleri) (Video)

Bir apartmanın en üst katından aşağıya ipler ile inen ko­mandoları gördüğümüzde hayret eder ve alkışlarla onları tebrik ederiz.

Acaba bir örümcek, komandonun yaptığı işten daha mü­kemmelini yapmıyor mu? Ördüğü ipek iplik ile bir çırpıda aşa­ğıya iner ve bir çırpıda yukarıya çıkar. Bir komando asla örümce­ğin hızına yetişemez, belki de örümceğe ancak bir çırak olabi­lir. Örümcek avını avlamak için kendini iplikle ağaca bağlar ve avının üstüne atlar. İpliği, hem kendini hem de avını taşıyacak kuvvettedir. Avları ağına yapışırken, o ayağına sürdüğü bir sıvı ile ağına yapışmaktan kurtulur.

Örümcekte olduğu gibi, şu âleme dikkat ile baktığımızda görürüz ki: Her bir mahlukun kendine ait bir vazifesi ve kendine mahsus hayat şartları vardır. O mahluk dünyaya gelir gelmez hemen o vazifeyi görmeye başlıyor ve hayat şartlarıyla da tam bir uyum sağlıyor.  Âdeta başka bir âlemde terbiye edilmiş gibi vazifesinde asla şaşırmaz ve bir an bile geri kalmaz. İşte bu hâl ispat eder ki: Onları terbiye eden, onlara vazifelerini öğreten ve onları hayat şartlarına muvafık kılan, perde arkasında bir zat vardır. O zatın varlığı kabul edilmeksizin göz önündeki bu terbiyeyi izah etmek, asla mümkün değildir.

Bu hakikati daha iyi kavrayabilmek için şimdi bir bal arasının terbiyesine bakacağız ve bu terbiyeden Cenab-ı Hakk’ın varlığına pencereler açacağız:

Bal arısı durmadan, dinlenmeden çalışır. Günde 20.000 çiçeği ziyaret eder. Ömründe 2.000.000 km’lik bir yolu kat eder. Bu meşakkatli çalışmanın neticesi olarak da, bal gibi tatlı bir gıdayı bizlere takdim eder. Şimdi Allah’ı inkâr eden kişiye soruyoruz:

1- Arıya bal yapmayı kim öğretti? Bütün insanlar toplansa bir gramını bile yapamayacağı balı, bu zehirli böcek nasıl yapıyor? Yoksa bizden daha mı akıllı?

2- Arının sadece bal yapmasını bilmesi de kâfi değildir. Çünkü bu faaliyette bal tek başına düşünülmemiştir. Zira bal insana menfaatli olarak yaratılmıştır. O hâlde balı yapanın insandan haberdar olması ve vücut yapısını bilmesi lazımdır. Hâlbuki arıda böyle bir ilim yoktur. Yoksa arının insanları tanıdığını ve vücut yapılarını bildiğini mi iddia ediyorsun?

3- Balı yapıp insanlara yedirmek; rahmetin, şefkatin ve acımanın bir eseridir. Hâlbuki arının bize karşı ne merhameti ve ne de şefkati vardır. Buna delil ise, fırsatını bulduğunda zehirli iğnesi ile bizi sokmasıdır. Arı bize merhamet etmiyorsa, o hâlde bize karşı şefkat gösterip merhamet eden ve arıdan balı çıkartan kimdir?

4- Arı, çiçeklerin aşılanmasında da büyük bir vazife üstlenir. Çiçek tozlarını bir çiçekten başka bir çiçeğe taşıyarak üremelerini sağlar. Bir çiçeğe konduğunda yapışkan ve sık olan tüylerine çiçek tozları bulaşır. Sonra aynı cinsin farklı ferdine konarak çiçek tozlarını ona bulaştırır. Bu vazifenin icrasında ise ilginç bir görüntü oluşur.

Şöyle ki: Bal arısı mesela, ilk önce bir gül çiçeğine konmuşsa, o civardaki diğer gül çiçekleri bitinceye kadar başka bir türe konmaz. Bunun sebebi ise şudur: Eğer farklı çiçeklere konsaydı, çiçek tozları farklı türlere taşınacağından dolayı aşılanma meydana gelmeyecek ve çiçeklerin nesli tükenecekti. Şimdi soruyoruz: Acaba bal arıları çiçekleri nasıl tanıyor? Çiçeklerin neslinin devamı için bu yorucu seyahati niçin yapıyor? Aşılama vazifesine uygun olan kılları vücuduna kim taktı?

5- Bal arısının küçücük karnında balı pişirmek ve azaları tahrip etme kabiliyetinde olan zehre bulaştırmamak harika bir fiildir. Akılsız bir böcek böyle harika fiilinin faili olabilir mi?

Şimdi, bal arısının terbiyesinden başka bir sahne ile devam ediyoruz:

Peteklerdeki yavru bal arılarının dünyaya gelebilmesi için kovandaki sıcaklığın 35 derece olması gerekir. Eğer sıcaklık 30 dereceye düşerse bütün yavrular ölür. Ya da 40 dereceye çıkarsa bu sefer de ya ölüm ya da sakatlıklar meydana gelir. Evet, petek sıcaklığı tam 35 derecede olmalıdır.

Peki ama, bu sıcaklık hiç düşmez veya artmaz mı? Elbette düşer ve artar. Ama bal arıları bunun da çaresini bulmuşlardır. Sıcaklık 30 dereceye düştüğünde peteklerin üstünde titreyerek sıcaklı­ğın 35 dereceye çıkmasını sağlarlar. Âdeta kovan için bir soba görevi görürler. Eğer sıcaklık 40 dereceye yükselmişse bu se­fer de kanatlarını çırparak kovanı serinletirler. Bu sefer de bir fan vazifesi görürler.

Şimdi, bu terbiyeyi tesadüfe havale eden kişiye tekrar soruyoruz:

1- Arılar petek sıcaklığının 35 derece olması gerekti­ğini nereden biliyorlar? Muhtemelen bu satırları okuyuncaya kadar siz bile bilmiyorsunuzdur. Mahlukatın en akıllısı olan insanın bilmediği bir şeyi, bir böcek nereden bilebilir?

2- Haydi biliyorlar diyelim. Peki, sıcaklık düştüğünde petekler üzerinde titreyerek kovanı ısıtma tekniğini nereden öğrenmişler?

3- Ya da sıcaklık yükseldiğinde kanatlarını çırparak ko­vanı serinletmeyi onlara kim öğretmiş?

4- Hepsinden önce, arıların sıcaklığı ölçmeleri için derece­leri mi var? Yoksa -ki yok, çünkü biz bugüne kadar derece taşıyan bir arı görmedik- sıcaklığı nasıl ölçüyorlar?

5- Yavru arıların yaşaması onlar için niçin bu kadar önemli? Yavru arılarla uğraşacaklarına, niçin bir-iki hafta sonra ay­rılacakları dünyadan lezzet almaya çalışmıyorlar? Onları vazifeli bir asker gibi çalıştıran kim?

Bizler sadece bal arısına ve onda yapılan terbiyeden bir-iki kısma baktık. Bal arısının diğer hususiyetleri hakkında da onlarca sayfa yazılabilir ve yüzlerce soru sorulabilir. Bir tek bal arısındaki terbiye bile izah edilemezken karşımıza ipek böceğinden kuşlara, balıklardan böceklere ve hayvanlardan bitkilere kadar sayısız mahluk ve her birine yapılan farklı terbiyeler çıkıyor.

Acaba hiç mümkün müdür ki, böyle yüz binler farklı terbiye, tesadüfün işi olsun ya da bu varlıklar kendi kendilerine bu işleri öğrenmiş olsunlar? Aklını kaybetmeyen birisi buna hiç imkân verebilir mi?

Seyrangah.Tv

Sebep – Sonuç (Netice) Delili (Yaratılış Delilleri) (Video)

Bir çocuk görseniz tek eliyle bir treni çekiyor. Hemen dersiniz ki: “Bu treni çeken bu çocuk olamaz, çünkü bu treni çekmek için gereken güç bu çocukta yoktur. O hâlde benim göremediğim başka bir kuvvet olmalıdır. Bu çocuk sadece o kuvvetin bir perdesidir…”

Sizlere bu muhakemeyi yaptırtan şey, sebep ile netice arasındaki dengesizliktir. Bu misaldeki çocuk, sebeptir; treni çekmesi ise neticedir. Sebebin gayet zayıf ve âciz olması, neticenin meydana gelebilmesi için ise büyük bir kuvvete ihtiyaç duyulması; o sebebi, faillik makamından kovar ve başka bir failin varlığını ispat eder. Sizler bu kuvvet sahibini bizzat görmeseniz de varlığından şüphe etmezsiniz, çünkü icraatı göz önündedir.

Acaba şu âlemde bundan daha hayret verici işler olmuyor mu? Elbette oluyor, hem de daha ilginçleri…

Küçücük tohumlardan dağ gibi ağaçlar çıkıyor. Ağaçların kupkuru dallarına renkleri farklı, tatları farklı ve şekilleri farklı meyveler takılıyor. Simsiyah toprak âdeta bir kazan oluyor ve içinde her türlü sebze pişiriliyor. İnsanın bütün hayat macerası ve öğrendiği her şey, hardal tanesi kadar küçük olan hafızasında kaydediliyor. Bir damla sudan insan yaratılıyor…

Evet, saymakla bitiremeyeceğimiz kadar harika işler her zaman gözümüz önünde yaratılıyor. Neticeleri meydana getiren sebepler gayet adi, âciz, basit, cansız ve fakir iken; onlardan meydana gelen neticeler gayet sanatlı, hikmetli ve kıymetli oluyor. İşte bu hâl ispat eder ki: Bu neticeleri yaratan bu sebepler değildir. Bilakis bu işleri yapan Allah-u Teâlâ’dır. Sebepler ise sadece Allah’ın kudretine birer perdedir.

Bu meseleyi daha iyi anlayabilmek için bir misal üzerinde tefekkür edelim:

200 gram ağırlığındaki Altın yağmur kuşu her yıl Alaska’­dan Hawai’ye 4000 km’lik bir göç yapar. Bu yolu 88 saat (3,5 gün) boyunca hiç durmadan kanat çırparak kat eder. Bilim adamları, kuşun bu yolculuğu tamamlayabilmesi için yakıt olarak kullanacağı 82 gram yağının olması gerektiğini hesaplamışlardır. Oysa Altın yağmur kuşunun sadece 70 gram yağı vardır. Buna rağ­men hiç bir Altın yağmur kuşu yakıtı bittiği için denize düş­mez. Acaba bunun sırrı nedir?

Altın yağmur kuşları ‘V’ şeklinde dizilerek sürü halinde uçarlar. Bu uçuş şekli hava direncini azaltarak kuşlara % 23′lük bir enerji tasarrufu sağlar. Bu durumda, yere indikle­rinde fazladan 6-7 gram yağları daha kalmış olur. Bu artan yağ ise rüzgârların ters yönden esme ihtimali durumunda kullanılacak yedek yakıttır.

Şimdi bir kıyas yapalım: Altın yağmur kuşu 70 gr yağ yakarak 4000 km uçabilirken, bir Boeing 737-800 uçağının aynı mesafeyi uçabilmesi için 16 tondan fazla yakıta ihtiyacı vardır. Ancak bu uçağın yakıt kapasitesi 14,2 ton olduğu için, araç yakıt ikmali yapmadan böyle bir uçuşu gerçekleştiremez.

İşte bu misalde, Altın yağmur kuşu bir sebeptir. Netice ise onun yaptığı faaliyet ve seyahattir. Altın yağmur kuşu, adından da anlaşılacağı gibi bir kuştur. Aklı, zekâsı, kudreti, kuvveti vs. yoktur. Hâlbuki yaptığı uçuş, ancak son derece bir bilgi ve kuvvet ile tamamlanabilecek bir yolculuktur. İşte, neticenin husulü için bir ilme ve kuvvete ihtiyaç olması, buna karşılık sebep olan Altın yağmur kuşunda böyle bir ilmin ve kuvvetin olmayışı ispat eder ki: Altın yağmur kuşu bu seyahati kendi başına yapmıyor, bu seyahat ona yaptırılıyor.

Şimdi ey Kâfir! Eğer Altın yağmur kuşunun bu seyahati Allah’ın yardım ve inayeti ile yaptığını kabul etmiyorsan, şu sorularımızın cevabını ver de görelim:

1- Altın Yağmur kuşu göç mevsimi geldiğini nasıl anlıyor?

2- Eğer yollarda tabelalar olmasaydı biz asla yolumuzu bulamazdık. Hatta birçok defa tabelaları takip ettiğimiz ve harita kullandığımız hâlde kayboluyoruz. Mezkûr kuş ise asla yolunu şaşırmıyor. Acaba yolunu hangi tabelaları takip ederek buluyor?

3- 88 saat hiç durmadan kanat çırpmak son derece güç bir iştir. İnsanların en dayanıklısı olan maraton koşucuları bile en fazla 40-50 km’lik bir koşu yapabilirler. Acaba bu kuş kendi kendine böyle dayanıklı bir yapıya nasıl kavuşmuş?

4- Seyahati için lazım olan 70 gr yağı vücudunda kim depo etmiş?

5- Rüzgârın tesirini kıran ‘V’ şeklindeki uçuşu onlara kim öğretti?

6- İnsanların yaptığı uçak, Altın yağmur kuşu ile kıyas bile edilemez. Hâl böyle iken uçağın bir mühendisi olacak da, Altın yağmur kuşu tesadüfün eseri mi olacak?

7- Altın yağmur kuşunun 70 gr yağ ile yaptığı bu seya­hati, medeniyetin harikası olan uçaklar 16 ton yakıt ile yapa­biliyorlar. O hâlde diyebiliriz ki, bu kuşun sanatkârı olan zat son de­rece hikmetli ve iktisatlıdır. Acaba hikmet ve iktisat sahibi olarak Al­lah’tan başka bir sanatkâr gösterebilir misin?

Şimdi sizler de sebep ve neticeler arasındaki uyumsuzluğu tefekkür edin. Bu tefekkürünüzde şu hadiselere bakabilirsiniz: Bulut sebeptir, yağmur netice; yumurta sebeptir, tavuk netice; beyin sebeptir, orada bir kütüphanenin yazılması netice; zerreler sebeptir, seslerin nakli netice; bal arısı sebeptir, bal netice; ipek böceği sebeptir; ipek netice…

Tefekkürünüz esnasında, sebeplerin ne kadar basit, cansız, cahil, âciz vs. olduğunu, neticelerin ise son derece harika olup ilmin ve kudretin eserini gösterdiğini düşünün! Daha sonra da bu sebepler arkasında iş yapan zatı, yani Allah-u Teâlâ’yı akıl gözü ile görün!