hamitderman tarafından yazılmış tüm yazılar

Vicdanlardaki Deprem

Van da meydana gelen deprem ve deprem sonrası yaşanan görüntüler insanım diyen herkesin içini yakmıştır. Fakat kendisini insan müsveddesi gören insan bozmalarında bu olay daha farklı anlamlar yüklemiştir. Her iki tarafın Unsuriyetçileri bu deprem üzerinden nemalanmaya çalışmışlardır. Birisi depremzedeleri nankörlükle suçluyor diğeri de yardım yapanların yaptıklarını hiçe sayıp depremzedelerin duyguları üzerinden siyaset yapmaya çalışıyor.

Özellikle sosyal paylaşım sitelerinde her iki taraftan da Müslümanlık ve insanlık adına, insanı utandıracak birçok paylaşım ve yazıları okuduk. Yahudiye, Ermeniye, Yunanlıya gösterdiği hoşgörüyü Müslüman kardeşine göstermiyor. Rabbimize şükür ettik ki bu gibi insanlar marjinal kalmış azınlıkta kalmış. Yoksa ülkemizi bir de bu gibi insanların yönettiğini düşünün. Allah korusun!

Evet ülkemizde bir hafta öncesinde meydana gelen ve 24 askerin şehadetleri ile sonuçlanan olaylar içimizi yakmıştır. Çok acı durumlardır. Fakat bu bizim insani ve en önemlisi İslami yönümüzü köreltmemelidir. Bu olaylarla amaçlanan zaten aramızdaki kardeşlik  bağlarının zayıflamasını sağlamaktır. Birileri bu olayları yaparak sağduyulu insanlarımızı da kışkırtarak Marjinaleştirmeye çalışmaktadır. Bizler bu tür oyunlara gelmeyelim.

Bu topraklar üzerindeki bin yıllık kardeşliğimizi birkaç kendini bilemez Unsuriyetçi kafaya feda etmeyelim. Unutmayalım bütün cephelerde birlikte savaştık, birlikte kurtuluş savaşını kazandık. Birlikte ağladık birlikte güldük. Birileri bizi sun i gündemlerle parçalamaya çalışsa da bu ülke halkının geninde birlik var. Bu coğrafyanın insanları sevinci de kederi de bir ekmek gibi bölüşür. Van da meydana gelen depremde  bize bunu bir kez daha gösteriyor. Depremde ilk önce sağ çıkarılan ve sonra yolda vefat eden Yunusun o yürek yakan, dünyaya kaygıyla bakan, fakirliğin, yokluğun insanın içini yakan fotoğrafına bakıp etkilenmeyen hiçbir vicdan sahibi yoktur. Çünkü çocuklar masumdur. Çocuklar saftır. O saf ve iç yakan çocuk bakışı bile insanın ruh dünyasında büyük depremlere sebep olur. Sırf bu masum  bakış için bile bir çok şey unutulur.

Evet azda olsa yapılan yanlış yaklaşımlara rağmen depremi yüreğinde hisseden bu coğrafyanın insanı bu olaya sessiz kalmadı. Zor durumda kalan kardeşlerine kardeşliğin gereği olarak yardım etti ve etmektedir. Kardeşlerinin yaralarını sarmaya, yüreklerindeki sevgiyi paylaşmaya ve kaderlerine ortak olmaya koştular. Bu da Anadolu insanının büyüklüğünü ve vefakarlığını göstermektedir. Allah ülkemizi bu gibi felaketlerden muhafaza eylesin.Vesselam.

Hamit Derman

www.NurNet.org

İbadetlerimize Uygun Yaşamak

Sözlük anlamıyla ibadet, yüce Allah’a karşı gösterilecek saygı, tazim ve hürmet demektir. Buna kısaca kulluk da diyebiliriz. İbadet, Allah’ın emirlerini yerine getirmek, yasakladığı bütün haramlardan uzaklaşmak manasındadır.

Kulluk görevini Allahın istediği gibi yerine getiriyor muyuz? İnsan Allahın verdiği nimetlerin karşılığını verebiliyor mu? Küçük dünyevi bir menfaat için bir çok yanlışı yapan insan, ona en büyük zenginlikleri veren zata hakkıyla kul ola bilmiş midir?

Düşünün bir insana siz  trilyonları verip bir gözünü satın almaya çalışsanız bir gözünü satın alamazsınız. Bir kolunu hatta bir parmağını bile vermez. Çünkü bunlar bir insan için maddiyatla ölçülmeyen zenginlikleridir. Bunları insan hiçbir ücret ödemeden sahiplenmiştir. Allah bunların karşılığında insandan kendisine lisanı kal ve lisanı hal  ile kulluk istemektedir. Yani kendisine İbadet etmelerini ve bu ibadetlerin gerektirdiği davranışları istemektedir. İbadeti yapmak kolay oluyor. Fakat yaptığı ibadetlere uygun yaşamakta önemlidir. İbadetleri maddi manada davranışa dönüştürmekte önemlidir.

Evet bazen ibadetle birlikte yapılacak basit bir olumlu davranış ibadetlerin sevabını kat kat artırır. Küçük bir çekirdeğin koca bir çam ağacına dönüşmesi gibi büyük bir mükafat kazandırır. Mesela vereceğimiz küçük bir sadaka, Anne ve  babaya karşı     -aslında görevimiz olan – göstereceğimiz saygı ve sevgi ve hürmet bize büyük mükafatlar kazandırır.

İbadetlerin davranışla birlikte yaşanmasının önemini küçük fakat çok büyük dersler içeren bir hikayecikle anlatmaya çalışalım.

İki kardeş vardı. Bir de yaşlı anneleri bulunuyordu. Her gece sırayla kardeşlerden biri, ibadetle birlikte  annesinin hizmetiyle uğraşır, diğeri Allah’a ibadet ederdi. Bir akşam Allah’a ibadet eden kardeş, yaptığı ibadetten öyle bir tat aldı ki, kardeşine:
– Bu gece de anneme sen hizmet et, ben ibadete devam edeyim, dedi
Kardeşi bu teklifi kabul etti.
Ne var ki, ibadet eden kardeş ibadet sırasında secdede uyuyakaldı.
Ve o anda bir rüya gördü. Rüyasında bir ses ona:
– Kardeşini bağışladık, seni de onun hatırı için affettik, diyordu.
İbadetle meşgul olan genç:
– Ben Allah Teala’ya ibadet ediyorum, kardeşim ise anneme hizmet ediyor. Fakat beni onun yaptığı iş sebebi ile bağışlıyorsunuz. Bu nasıl olur? diye sordu.
Ses ona şu cevabı verdi:
– Evet öyledir
Çünkü senin yaptığın ibadetlere Allah’ın bir ihtiyacı yok. Ama kardeşinin yaptığı hizmetlere, annenin çok ihtiyacı var…

Hikayede de görüldüğü gibi ibadet etmek önemli; fakat ibadetle birlikte  lisanı hal ile ibadet etmek daha önemlidir. Yani örnek yaşantımızla yaptığımız ibadetleri anlatmamız daha önemlidir.

Hamit Derman

www.NurNet.org

Bir Öğrenci Neden İntihar Eder?

Teknoloji geliştikçe insanların ihtiyaçları da artıyor. İhtiyaç olmayanlar belli zaman sonra ihtiyaç olarak karşımıza çıkıyor. Bundan 10,15 yıl önce cep telefonu lüks olarak görülürken şimdi zaruri ihtiyaç olarak hayatımıza yerleşti. Birkaç sene önce İnternet çok az kişi tarafından kulanılırken günümüzde önemli bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkıyor. Artık özel ve resmi bütün işlemler internet aracılığı ile yapılabiliyor.

Bu yoğun ve hızlı geçen zaman diliminde gençler de çok hızlı ve renkli bir hayat yaşamak istemektedir. Ailelerin beklentisi ise farklıdır. Aileler çocuklarından bazen kaldıramayacakları yükleri istemektedir. Çocuğu daha ilkokulun ilk yılarından itibaren yarış atı gibi görüp sınav maratonuna hazırlamaya başlarlar. Çocuk için artık ne var ne yok derstir sınavdır. Aileye göre dersi iyi olan çocuk iyi çocuktur.

Bu yanlış düşünceden dolayı çocuk, akranları gibi oynamak istediğinde bile aileler tarafından, dersine engel oluyor diye izin verilmez. Bu durumda çocuğun Eğitim Bilimcilere göre Bilişsel zekası(bilgi zekası) gelişirken Duyuşsal zekası (Duygu zekası) gelişememektedir. Zamanla duyuşsal zekanın gelişememesi gençlerde sorunlara neden olur. Hatta bazen intiharlara bile neden olur.

Aşağıda internet te geçenlerde gözüme bir gencin intihar mektubu ilişti. Mektubu okurken bahsettiğimiz nedenlerin ne kadar etkili olduğunu bir kez daha anladım.

Hayatının baharında  bir insan, neden intiharı düşünür? Başından geçen hangi olaylar, hangi duygular, hangi düşünceler onu hayattan bezdirir? Gencin bıraktığı İntihar mektubunda neden intihar ettiğinin sebepleri  satır aralarında var.

SEVGİLİ ANNECİĞİM VE BABACIĞIM;
Daha doğrusu anneciğim, hayatta seni hep incittim. Hiçbir zaman seni mutlu edemedim. Yine edemeyeceğim. Türkçe’den düşük not aldım. Ben sana söylemedim üzülürsün diye.

Ben seni hiç üzmek istemedim. Ben dünyanın en kötü çocuğuyum. Çünkü sen hiçbir zaman hiçbir şekilde mutlu olmadın. Bunun için çok üzgünüm. Anneciğim sen benim gibi bir çocuğu hak etmiyorsun. Hem ben artık hayatta kalmak da istemiyorum. Ben dünyanın en aptal çocuğuyum. Babamın paraları da boşa gidiyor. Çünkü ben hiçbir şey yapamıyorum.

Ayrıca benden hiçbir şey olmaz. Ne tiyatrocu ne de İngilizce öğretmeni. Okuldaki öğretmenlerim bile beni sevmiyor. Dershane öğretmenlerimin de benden şikâyetçi olduklarını biliyorum. Beni zaten bu hayat istemiyor, ben de istemiyorum.

Yani, anlayacağın, “Beni her iki taraf da istemiyor.” Ben de o abi gibi yapacağım. Günah olduğunu bile bile yapıcam. Ölüp bu hayattan ayrılmak istiyorum. Keşke doğmasaydım, size hiçbir faydam yok.”

Dikkatinizi çekmiştir, mektupta bahsedilen “ders başarısızlığı” normal şartlarda hiç de intiharı düşündürtecek önemde ve değerde bir konu değil esasında. Ancak ailenin çocuk üzerindeki derslerden yüksek not alma beklentisi çocuğu bunaltmıştır. Düşük not almayı büyük bir eksiklik olarak görmüştür. Derslerdeki başarıyı bir değer ölçüsü olarak görmüştür. Düşük not aldığında Öğretmenlerin bile onu sevmediğini zannediyor. Türkçe’den veya herhangi bir dersten zayıf not almak ile intihar fikri arasında o kadar uzun bir yol var ki. Ama yine mektupta görüleceği üzere, bu yol öğrencinin gönlünde döşenmiş ve seçenekler arasına intihar da alınıvermiş.

Biz Eğitimciler ve anne babalar olarak çocuklarımızın derslerden bağımsız olarak değerli olduklarını ve onları çok sevdiğimizi her zaman hissettirmeliyiz. Baba çocuğun eğitimi için harcadığı parayı çocuğa bir baskı aracı olarak kulanmamalı. Bir öğretmen öğrencilerin moralini bozacak, onları rencide edecek olumsuz kelimeler kulanmamalı. Kısacası bir ebeveyn olarak çocuklarımızı ve bir öğretmen olarak öğrencilerimizi sevdiğimizi onlara hissetirmeliyiz.

Hamit Derman

www.NurNet.org

Öğrencinin Öğretmeni Olabilmek

Öğrencinin öğretmeni kimdir? sorusuna, öğrencinin duygu ve düşüncelerine değer veren ve onu kendisine gönül bağı ile bağlayan öğretmen cevabını verebiliriz. Mesleğinizde  başarılı olabilmek için, kendinizi sevdirmeniz şarttır. Çünkü sizi seven öğrenciniz, dersinizi de sever; bu sevgiyle daha çok çalışır ve tabii ki başarılı olur.

Üstelik sizi seven öğrenciniz, ahlakınızı da sever; size benzemek ister, davranışlarınızı örnek alır. Sizi seven, fikrinizi, zikrinizi sever ve tabii ki sevdiğini benimser ve ona benzemek ister. Böylece öğretmen, örnek olur.

Kendinizi sevdirmek için Kimlik ve kişiliğinizi sevilecek bir hale getirmek için yapılacak tek bir şey vardır ‘’Öğrencinin Öğretmeni Olabilmek.’’

Öğretmenin en önemli kazancı da öğrencilerinin kalpleridir. O minik, o saf ve o masum kalplerde olmak kadar tatlı bir manevi kazanç yoktur.

Öğretmen, dersinde ne kadar otorite olmuş olursa olsun öğrenci ile gönül bağı kuramazsa başarılı olamaz. Öğrenci öğretmeni ile gönül bağı kuramazsa dersini de sevmez. Hepimiz öğrencilik yaşadık. Bize değer veren sevdiğimiz öğretmenlerin dersini sabırsızlıkla beklerdik. Gönül dünyamızda olumsuz etki bırakmış öğretmenlerin dersleri bize eziyet verirdi. Dersin çabuk bitmesini isterdik.

Öğretmenler sadece bilgi hamalı olmamalıdır. Yaş, baş ve cinsiyetlerine göre, biraz anne, baba, ağabey, abla; biraz arkadaş, dost ve rehber olmayı da bilmelidirler. Öğretmen yerine gelince çocuğun derdiyle dertlenmeli, yeri geldiğinde sevincini paylaşmalı. Doktorun hastalığı teşhis etmesi gibi öğrencinin de ihtiyacını  teşhis edebilmeli ve ona göre çözüm üretebilmelidir.

Osmanlı döneminde hocalar ruhlara ahlak ve fazilet damgasını silinmeyecek şekilde vururlardı. İşte bu sebeple o zamanlarda, insanlara, “Hangi okuldan mezunsun?” diye sorulmaz; “Hangi hocadan okudun?” diye sorulurdu.

Ve öğrencilerin okuduğu hoca, hâllerinden, tavırlarından dolayı, tahmin edilebilirdi?

“Bu öğrencinin hali tavrı, filan hocadan okuduğunu gösteriyor” derlerdi.Tarihimizde çok güzel örnek olabilecek büyük öğretmenler yetişmiştir. Osmanlılar zamanında yetişmiş büyük öğretmenlerden. Fatih Sultan Mehmet’i yetiştiren Akşemsettin, Kanuni’nin Hocası Ebu suud  Efendi gibi hocaları örnek verebiliriz. Bu hocalar  tarihe adını altın harflerle yazmış talebeler yetiştirmişlerdir.

Öğretmenlerin çocuklara sevgiyle yaklaşmalarının basit bir olay olmadığını  anlatan ABD de yaşanmış bir olayı aktarmak istiyorum:

Amerika’da bir profesör, sosyoloji sınıfındaki öğrencilerini şehrin kenar mahallelerine göndererek o bölgede yaşayan 200 çocuğun durumlarını araştırmalarını ve her bir çocuğun geleceği hakkında bir değerlendirme yapmalarını istedi.

Araştırmasını tamamlayan öğrencilerin hemen hepsi hazırladıkları raporlarında bu çocukların gelecekte hiçbir şanslarının olmadığını belirttiler.

Bundan tam yirmi beş yıl sonra bir başka sosyoloji profesörü tesadüfen bu çalışmayı buldu ve öğrencilerinden bu projeyi sürdürmelerini ve aynı çocuklara ne olduğunu araştırmalarını istedi.

Öğrenciler, o bölgeden taşınan ya da ölen 20 çocuk dışındaki 180 çocuktan 176’sının olağanüstü bir başarı gösterip, avukat, doktor ya da işadamı olduklarını ortaya çıkardılar.

Profesör çok etkilenmişti ve bu konuyu izlemeye karar verdi. Birer yetişkin olan o çocukların hepsi o bölgede yaşadıkları için, her biriyle buluşma şansı oldu.

– O koşullarda nasıl bu kadar başarılı oldunuz? sorusuna verilen cevap hep aynıydı:

– Mahalle okulunda bir öğretmenimiz vardı. Onun sayesinde.

Profesör, bu öğretmeni çok merak etmişti. Hayatta olduğunu öğrendiği yaşlı öğretmenin izini bulması zor olmadı. Kendisini ziyaret etmek için evine kadar gitti. Karşısında yılların yüzüne eklediği kırışıklıklara rağmen hâlâ dinç duran yaşlı bir kadın buldu. Merakla yaşlı kadına bu çocukları kenar mahallelerden kurtarıp, başarılı birer yetişkin olmalarını sağlamak için kullandığı sihirli formülün ne olduğunu sordu.

Yaşlı öğretmenin gözleri parladı ve dudaklarının kenarında bir gülümseme belirdi:

– Çok basit, dedi. Ben o çocukları çok sevdim.

Evet Amerika’da ki Öğretmen fazla bir şey yapmamıştır. Sadece Öğrencileri sevmiş ve onlara değer vermiştir. Böylece Öğrencilerin Öğretmeni olmuş bunun sonucunda Öğrencileri bu sevgiyi karşılıksız bırakmamış ve hepsi okuyarak topluma yararlı birer birey haline gelmişler. Bizler de Amerikalı  Öğretmeni örnek alıp zorlukları sevgi harcı ve fedakarlık tuğlası ile aşmalı ve yeni nesilleri yetiştirmeliyiz.

Hamit Derman

www.NurNet.org

Affetmek, Kendimize Yaptığımız İyiliktir

“Af “, Arapça “Afuv”dan gelmektedir. Bir suçu, bir kusuru veya bir hatayı bağışlama, genel anlamda; bir kişinin kusurunun bağışlanması demektir.

Bütün toplumların Aileden başlayarak, okulda ve toplum içinde nasıl davranılacağına ilişkin kuralları vardır. Bu kurallara aykırı hareket etmek suç ya da kabahat olarak kabul edilir. Bununla birlikte bir baba çocuğunun, bir öğretmen öğrencisinin bazı kural dışı davranışlarını bağışlayabilir. Bağışlamak manevi olarak ruhumuzun taşımış olduğu karşı tarafı suçlama hastalığından çabuk kurtulmaktır.

Kuran’da tavsiye edilen güzel ahlak özelliklerinden biri de “affedici ve bağışlayıcı olmak“tır:

Bir ayette Allah, “... affetsinler ve hoşgörsünler. Allah’ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Nur Suresi, 22) şeklinde buyurmaktadır.

Bir başka ayette “Kim sabreder ve bağışlarsa, şüphesiz bu, azme değer işlerdendir.” (Şura Suresi, 43) ayetiyle de affetmenin üstün bir ahlak özelliği olduğu haber verilmektedir. Yukarıdaki ayetlerde olduğu gibi affetmede asıl amaç -herşeyde olduğu gibi- Allah’ın rızasına uygun bir ahlakı yaşamak olmalıdır. Bizler de affetmeyi alışkanlık haline getirmeliyiz ve ruhumuza sıkıntı veren  büyük yükleri taşımaktan kurtulmalıyız.

Affetmekle  ilgili güzel bir hikaye vardır:

Bir lise öğretmeni günün birinde derste öğrencilerine bir teklifte bulunur:

– Bir hayat tecrübesi yaşamak ister misiniz?

Öğrenciler çok sevdikleri hocalarının bu teklifini tereddütsüz kabul ederler.

– O zaman!, der öğretmen.

– Bundan sonra ne dersem yapacağınıza da söz verin.

Öğrenciler bunu da kabul ederler.

– Şimdi yarınki ödevinize hazır olun. Yarın hepiniz birer plastik torba ve beşer kilo patates getireceksiniz!

Öğrenciler, bu işten pek bir şey anlamamışlardır. Ama, ertesi sabah hepsinin sıralarının üzerinde patatesler ve torbalar hazırdır. Kendisine meraklı gözlerle bakan öğrencilerine şöyle der öğretmen:

– Şimdi,bugüne dek affetmeyi istemediğiniz her kişi için bir patates alın, o kişinin adını o patatesin üzerine yazıp torbanın içine koyun.

Bazı öğrenciler torbalarına üçer-beşer tane patates koyarken, bazılarının torbası neredeyse ağzına kadar dolmuştur. Öğretmen, kendisine “Peki şimdi ne olacak?” der gibi bakan öğrencilerine ikinci açıklamasını yapar:

– Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız. Yattığınız yatakta,bindiğiniz otobüste, okuldayken sıranızın üstünde.. Hep yanınızda olacaklar.

Aradan bir hafta geçmiştir. Hocaları sınıfa girer girmez, denileni yapmış olan öğrenciler şikayete başlarlar:

– Hocam, bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok zor.

– Hocam, patatesler kokmaya başladı. Vallahi, insanlar tuhaf gözlerle bakıyorlar bana artık.

– Hem sıkıldık, hem yorulduk…

Öğretmen gülümseyerek öğrencilerine şu dersi verir:

Görüyorsunuz ki, affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz. Kendimizi ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkûm ediyoruz. Affetmeyi karşımızdaki kişiye bir lütuf olarak düşünüyoruz, halbuki affetmek en başta kendimize yaptığımız bir iyiliktir.

HAMİT DERMAN

www.NurNet.Org