Muhammed Numan tarafından yazılmış tüm yazılar

Ehl-i Sünnet müslüman ve pürmerak Risale-i Nur Talebesi instagram sayfası: risaleinurdan.vecizeler

Bediüzzamandan Tebrik..

“Evvelâ: Sizin Leyle-i Mi’racınızı bütün ruh u canımla tebrik ederim.” (Ş: 499)

“Sizin mi’racınızı tebrik ve Mi’rac Sahibi’nin (A.S.M.) sünnet-i seniyesine sizi ve bizi tam muvaffak eylemesine rahmet-i İlahiyeden niyaz ediyoruz.” (K: 252)

“Umum kardeşlerime birer birer selâm ve kârı binler olan Leyle-i Mi’racınızı tebrik ederim.” (E: 40)

“Leyle-i Mi’racınızı tebrik ve içinde ettiğiniz duaların makbuliyetini rahmet-i İlahiyeden niyaz ederiz.” (Em: 15)

“Seksen sene bir manevî ömr-ü bâki kazandıran şuhur-u selâsenizi ve mübarek kudsî gecelerinizi ve leyle-i regaibinizi ve leyle-i mi’racınızı ve leyle-i beratınızı ve leyle-i kadrinizi ruh u canımızla tebrik ve herbir Nurcunun manevî kazançları ve duaları umum kardeşleri hakkında makbuliyetini rahmet-i İlahiyeden rica ve hizmet-i Nuriyede muvaffakıyetinizi tebrik ederiz.” (Em: 121)

“Siz Üstadımızı hasta hallerinde pek fazla meşgul ettiğimizden kusurlarımızın affını ayrı ayrı rica eder, Cenab-ı Allah’tan şifalar dileriz ve Leyle-i Mi’racınızı tebrik ederiz.” (Hn: 151)

 

Bediüzzaman Said Nursi

www.NurNet.Org

“Risale okumanın zamanı geçti.”, şeklindeki eleştirilere nasıl cevap vermeliyiz?

“Risale okumanın zamanı geçti.”, şeklindeki eleştirilere nasıl cevap vermeliyiz?

Bir şahıs için İslamî ilimleri, süreklilik ve devamlılık bakımından iki kısma ayırabiliriz:

Birisi, her anda ve her şartta lüzumlu olan ilimlerdir ki; bunlar imana ve marifete dair ilimlerdir. Bir insan bu ilimlere ömrünün son anına kadar muhtaçtır. Bu iman ve marifet ilimlerinde bir sınır, bir son mertebe yoktur, insan ne kadar tekemmül ve terakki etse kârdır. Bu ilimler, gıda noktasından sürekli ihtiyaç duyulan ekmek ve su değerinde olan ilimlerdir.

İnsan maddeten nasıl ekmeksiz ve susuz yaşayamaz ise; aynı şekilde iman ve marifet ilimleri olmaksızın, insan manen yaşayamaz. Hatta bu ilimlerin bazı kısımları vardır ki; hava gibidir her an solumaya insan muhtaçtır; bu tevhid ve Allah’ın isim ve sıfatlarının kainat üstündeki tecellileridir. İnsan başını nereye çevirse, bu nevi ilim ve tefekkürle karşılaşır.

İnsaf ve sağlıklı bir kafayla Risale-i Nurlara bakanlar, Risale-i Nurların kahir ekseriyetinin, bu sürekli ve devamlı olan ilimler sınıfından olduğunu itiraf edeceklerdir. Yani Risale-i Nurlardaki ilimler; ekmek, su ve hava mesabesinde olan ilimlerdendir. Bu sebeple Risale-i Nurlardaki ilimler, değil bir insanın, bütün insanlığın her döneminde en önemli ve gerekli bir ilim sınıfıdır.

Diğer İslami ilimler ise, insanın ömründe bir veya iki defa ihtiyaç duyacağı ilimlerdir. Bunlar genelde kıraat ve ilmihal bilgileridir. İnsan ömründe namaz nasıl kılınırın cevabını bir kez öğrenir, belki bir de yanılır ve unutur ise; bir daha bakma ihtiyacı hisseder, bunun dışında başka ihtiyaç hissetmez. Bu sebeple bu gibi ilimler, insan hayatında sürekliliği ve devamlılığı olan ilimler değildir.Tabi sürekli ve devamlı olmaması, önemsiz olduğu anlamına gelmez. İman ve marifet ilimleri ekmek ve hava gibi iken, bu çeşit ilimler meyve gibidirler. Ekmek ve hava ihtiyacı sürekli tekrarlandığından usandırmazken, meyve sürekli olsa usandırır. Risale-i Nurlar bu çeşit ilimleri İslam kaynaklarına havale etmiştir. Bir Nur talebesinin, Risale-i Nurları okuyup onunla meşgul olması, kıraat ve ilmihal bilgilerini öğrenmesine engel değil ki ikisi arasında bir tercih yapsın. Bu zamanda iman ve marifet ilimlerinden habersiz yaşamak, bir insana tehlike olarak yeter de artar bile.

Çağımızı iyi okuyup anlayamayanların, Risale-i Nurların ehemmiyet ve değerini takdir edememesi, Risale-i Nurların değil, onların bir kusurudur. Bu zamanda hükmeden; ilim ve fendir, insanların da manevi hastalığı maddecilik hastalığıdır. Bu şartları ve hastalıkları iyi tahlil edemeyenler, elbette doğru tedaviyi de bilemezler.

Bu çağın insanı iman ve marifet ilimlerine yani; Risale-i Nurlara muhtaçtır. Bu ihtiyaç da kıyamete kadar böyle gidecektir. Bunun en güzel delili; insanlığın umumi ahvalidir. Mesela on beş milyon nüfuslu İstanbul’da, farzlarını nizami olarak  ifa eden bir milyonu bulmaz. Böyle manevi bir hastalığın bulunduğu ortamda, Risale-i Nurlara ihtiyaç kalmamıştır demek, mesuliyet ister. Hem Risale-i Nurlar sadece bir ispat ve delil mecmuasından ibaret değildir, ayrıca marifet ve tefekkür tefsiridir. İmanın hadsiz mertebe ve derecelerini ders veren evrensel, eskimez, vehbi ve manevi bir tefsirdir. İnsanlığı hem imani yönden, hem de ahlaki yönden ıslah ediyor. Böyle bir tefsire dil uzatmak, manevi kemalle bağdaşmaz.
Bu tür tenkitleri samimi bulmuyoruz. Zira böyle bir tenkidin ne kendilerine ne de tenkit ettiklleri hakkında hiç bir faydası olmamakla birlikte, sayılmayacak kadar zararları vardır. Allah yanlış yolda olanları doğru yola hidayet etsin.

Kaynak: SorularlaRisale

 

www.NurNet.Org

Talikata Dair..

Risale-i Nur’da Talikata Dair..

Ta’likat Hakkında Bilgi verir misiniz?

Ta’likat namındaki te’lifatı, Mantık’ta bir şaheserdir.” (S: 762)

“Bilâhare Hazret-i Üstad (R.A.) -İşarat-ül İ’caz, Kızıl Îcaz, Hutbe-i Şamiye, Reçetet-ül Ulema ve Reçetet-ül Avam ve elyazı Ta’likatkitabları hariç- bütün Arabî risalelerini Mesnevî-i Nuriye şeklinde tasnif ettikleri zaman, çok kavî bir ihtimal ile bu eser Üstadımızın eline o sıra geçmemiş olsa gerektir.” (Basdıllı Ms: 339)

“Ve ilm-i mantıkta, İbn-i Sina’nın te’lifatından geçecek “Ta’likat” namında hârika bir risalesi var.” (B: 149)

Ta’likat” namında hârika bir risalesi var. İşkal-i mantıkıyeyi kıyas-ı istikraî cihetiyle on bine kadar iblağ edip, hiçbir âlimin yetişemediği bir derece-i ihata göstermiş. (T: 212 )

Ta’likat’tan

“Hem Eski Said’in ilm-i mantık noktasında bir şaheser hükmünde bulunan gayr-ı matbu’ Ta’likat’tan süzülen i’cazlı bir îcaz-ı hârikada, müdakkik ülemaları hayret ve tahsinle dikkate sevkeden, matbu’ “Kızıl Îcaz” namındaki risale-i mantıkıye Risale-i Nur’la bağlanmasına ve şakirdlerinin âlimler kısmının nazarına göstermek lâyık gördüm.” (K: 140)

Ta’likat: Mantıkta bînazir bir eserdir, nazariyat-i mantıkiyeyi tatbikata takrib eder. (A.Bediyye: 691)

Son Şahitlerde ise;

Molla Habib ve Tâlikat
Evet, Molla Habib Milis Albayı Bediüzzaman’ın ilk nur kâtibiydi.

İşârâtü’l-İ’caz tefsirinde ve Emirdağ mektuplarında sadece ismini okuyabildiğimiz böyle bir kahraman şehid, şefkat kahramanı bir annenin sevgili bir kuzusuydu muhakkak.

1970’li senelerde Nur araştırmasının sevdasıyla dolaşırken Balıkesir’in Biga ilçesinin Güvemalan köyüne uğrayarak Molla Süleyman ismindeki bir nur talebesiyle görüşmüştüm. Genç ve dinç gönüllü nur kâtibi Habib’in nereli olduğunu sorduğunda eliyle çok uzakları göstererek “tâ aksa-yı şark!” diyerek Nurların ilk kâtibi Molla Habib’in de Doğubayezitli olduğunu ifade etmişti.

Seneler çok çabuk geçiyordu. l99l yazında Bayram Yüksel Ağabeyin aydınlık gayret ve himmetleri bir hayırlı ışığın daha meydanları aydınlatmasını sağlıyordu.

Bir asra yaklaşan zamandan beri sadece Tâlikat şeklinde ismini okuyup, duyduğumuz bu müstesna Nur Külliyesi parçalarından bir parça nihayet gün ışığına çıktı. Daha önceleri “Talikat yok Irak’ın bir şehrinde, yok Suriye’de, yok İran’ın bir köyünde bir nüshası var” derken, bir eksik nüshası Ankara’da Said Özdemir’in arşivinden çıkarken, bundan bir yıl sonra da Bayram Yüksel ve Mustafa Sungur Ağabeylerin himmetleriyle meydana çıktı. Bunlardan da Risale-i Nur Mütercimi İhsan Kasım Ağabeye intikal eden Tâlikat oradan da İsmail Yazıcı’nın sanatkâr ellerine geliyordu.

Şehit Habib’in kâtibliğini yaptığı Tâlikat ismindeki mantık kitabını lügatler şöyle anlatmaktadır: “Bir eseri açıklamak üzere kenarına yazılan veya ayrıca eser olarak hazırlanan notlar. Bediüzzaman Hazretlerinin ilm-i mantık üzerine telif ettiği eserinin ismi.”

Nur Üstad Bediüzzaman’ın lahika mektuplarından mantık ilminin bir şaheseri olan Tâlikat’ın bahsi geçmektedir. Barla Lahikası’nda: “Risale-i Nurun tesvidinde çok hizmeti sebkat eden, temiz kalbli, ihlâslı güzel bir hâfız, müdakkik bir hoca olan Hâfız Halid’in” bir fıkrasında Tâlikat’tan bahis geçmektedir: “İlm-i mantıkta, İbn-i Sina’nın telifatından geçecek Tâlikat namında harika bir risalesi var. İşkâl-i mantıkıyeyi kıyâs-ı istikraî cihetiyle on bine kadar iblâğ edip, hiç bir âlimin yetişemediği bir derece-i ihata göstermiş…”

Kastamonu Lahikası’nda ise Tâlikat’ın bahsi şu şekilde geçmektedir:

“Eski Said’in ilm-i mantık noktasında bir şaheser hükmünde bulunan gayr-ı matbu Talikat’tan süzülen i’cazlı bir îcaz-ı harikada mudakkik ulemaları hayret ve tahsinle dikkate sevkeden matbu Kızıl İ’caz nâmındaki risale-i mantıkıye, Risale-i Nurla bağlanmasına ve şakirdlerinin, âlimler kısmınınn nazarına göstermek lâyık gördüm; fakat çok derindir. Bu günlerde Feyzi’ye bir parça ders verdim. Belki bir zaman Feyzi kendisi, başkasının da anlaması için dersini Türkçe kaleme alacak…”

Muhtelif yıllarda Mehmed Feyzi Ağabeye Tâlikâtın Türkçe dersini kaleme alıp almadığını sorduğumda, “Hayır yazamadım, kaleme alamadım” diye cevap vermişti.

el yazma Emirdağ Lahikasından ( hususi arşivimden )

Abdülmecid Nursî’nin Tâlikat için yazdıkları

Bu eserin baş taraflarında Merhum Abdülmecid Nursî (Ünlükul)un el yazılarıyla hüzünlü satırları bulunmaktadır. Bu satırların içinde Nur Üstad Bediüzzaman’ın da kendi mübarek elleriyle yazdığı bir kaç satırı okumaktayız. Abdülmecid Ünlükul, Tâlikat’a yazdığı ön notlarında şunları ifade etmektedir:

(Ta’likat. Arabî müsveddelerden, bilâhere elle yazılmış bir nüsha fotokopisi. Aslı Bayram Yüksel Ağabey’de.)

Hazret-i Seyda!

Merhum ve şehid Molla Habib’in dest-i hattıyla Bürhan-ı Gelenbevî’yi okur iken yazdığı “Ta’likat” namıyla takriratınızı takdim etmekle ellerinizden öper, duanızı isterim.

Abdülmecid

         Ey bu ibret-âmiz evraka bakan zât!

Birinci Harb-i Umumî’den evvel Van vilayetinde Bediüzzaman talebelerine, hususan kardeşi ve Molla Habib’e ders verirken, İlm-i Mantık’a dair te’lif ettiği ve henüz ikmal edemediği iki aded eserlerinin müsveddeleridir. Zamanın selleri içinde her iki kardeş birbirinden ayrıldılar. En-nihayet Abdülmecid namındaki göçüp (küçüğü) Ürgüp Müftüsü olup, 1940 Ürgüp’e geldi. Bu müsveddeleri o zamanın yâdigarı olarak muhafaza etmekte idi. Fakat heyhat sümme heyhat, o da gitti, o da gitti, zaman da geçti gitti. Acaba bu müsveddeleri açıp okuyacak bir kimse olacak mı? Ve öyle bir zaman gelecek mi? Heyhat, heyhat!..

Tâ be-mahşer mihnet ü derd ü gamla gezerim

Bu bize bir çiledir, ey gül (gönül) kaderle çekerim.

Abdülmecid

Bu Ta’likat namındaki risale, Bediüzzaman Said-i Kürdî’nin Bürhan-ı Gelenbevî üzerine yazdığı haşiyelerdir. Bu risale yazan halka-i dersinde bulunan en sevdiği Habib namında bir talebesi Habib Bürhan-ı Gelenbevî okur iken Bediüzzaman’ın takrirlerini haşiye şeklinde yazar idi. Bu da 1329’da idi. Birinci Harb-i Umumî koptu. Bediüzzaman ile Habib vaiz sıfatıyla Van Fırkasıyla beraber Erzurum cephesine gittiler.

Bir sene sonra dönüp Van’a geldiler. Ermeniler tarafından Van alındı. Bizler de Gevaş Kazasına çekildik. Habib orada şehid oldu. Habib’in dest-i hattıyla ve Bediüzzaman’ın ifadesiyle yazılan şu risale, muhaceret esnasında memleketten memlekete, şehirden şehire çıkıp gezmek neticesinde 1940’ta Malatya’dan Ürgüp’e müftülük memuriyetiyle geldim. Bu risale perakende bir halde evrak ve kitablar içinde dağılmıştı. Topladım, cildlettirdim. Olur ki bir zaman gelip, ilmî ve dinî bir haşr ü neşr olur. Bu gibi risaleleri okuyacak insanlar meydana çıkar ki, o zaman bu risale ne gibi bir zekâ ve ne kadar yüksek bir fikirden çıktığı anlaşılır. Fakat heyhat, ne o zaman geldi ve ne o adamlar bulundu vesselâm.

1951

Abdülmecid

***

Şu anda bir ağabey Talikat ve K. i’caz üzerine çalışmalar yapmakta bittiği zaman inşaallah kitabi olarak temin etmeniz mümkün olacak.

selam ve dua ile 

www.NurNet.Org

Her makamın bir ahlâkı vardır

Yükseklerin karı ve fırtınası ne kadar çetinse, yüksek makamların çilesi ve imtihanı da o kadar çetindir.

Fakat günümüzde maddî makam olarak yükseklere talip ruhların bir o kadar ham ruhlar olması makamlara yapılan en büyük haksızlık olsa gerektir.

Her makam ve işte, o makamın gerektirdiği âli himmetleri ve yüksek ahlâkı taşıyan insan bulmak bu zamanda çok zorlaşmıştır. Günümüzde çığ gibi büyüyen eğitim sistemine ve günlük ilişkilere bulaşan bir hastalık vardır. Bu daseküler ahlâk dayatmasıdır.

İnsanlar arası iletişim teknikleri, vizyon, ikna becerisi, etkileme san’atı, güzel konuşma san’atı, problem çözme yeteneği arttırımı… v.s gibi bir dizi göstermelik ahlâk ile göz boyayan, sahte ve derin yaraları iyileştirmeyen bir sürü teknikler, beceriler, eğitimler…

Gerçek ahlâkın lâfta kaldığı ve sadece imajdaki rötuştan ibaret olan, kıymetsiz kametler revaç bulmaktadır. Beşeriyet çarşısının revaçlı malı bugünlerde bu Avrupa kaynaklı sözüm ona gelişim teknikleridir.

Riyakârlığı ve enaniyeti pompalayan bu tekniklerin alt yapısında hep bir başkasına kendimi nasıl sevdirebilirim ve sevimli gösterebilirim kaygısı olup, bu durum aslında halkın rızası görünümünde firavunlaştırma operasyonlarından başka bir şey değildir.

Evet, bu teknikler riyakâr, dalkavuk, iki yüzlü insan tiplerini üretmekten başka bir işe yaramaz.

Bu yüzden en güzel iletişim tekniği iyi niyet ve sıdktır.  Sağlıklı iletişim doğru ve güvenilir bir kimse olmakla başlar.  Bu açıdan bakıldığında en iyi iletişimci peygamberlerdir. Zira onların en önemli ve öncelikli vasfı, sıdk ve emniyettir. Sonra tebliğ gelir.

İşte bugün algılarımızla okadar oynanmış ki, cemiyet hayatında, kişilerin iştigal ettikleri işe lâyık ahlâkı ve şahsiyeti göstermeyi bırakın bir erdem olarak görmeyi, politik olmayı, siyaset yapmayı, menfaat odaklı düşünmeyi, köprüyü geçinceye kadar… gibi su-i ahlâklar erdem kabul edilir olmuştur.

Bu yüzden de içtimaî hayatta güven kalmamış ve yüksek makamları, ham ruhlar,  pes ahlâklılar işgal etmeye başlamıştır.

Bu hastalık iman Ku’rân hizmeti yapanlara da bulaştığında, yani manevî makamların gerektirdiği yüksek ahlâklar yaşanmadığı taktirde daha da tehlikeli hale gelmekte, mukaddesata gölge düşmekte ve vizyon kirlenmektedir. Ehl-i dünyanın öğrettiği sahte iletişim, gelişim ve görünümlerle, sahte imajlarla hizmet etmek, hizmete taarruzdur.

Hasılı; hak hizmetlerinin vesilelerinin de hak olması şarttır. Süflî nefislere ulvî ruh kılıfı  giydirmek gibidir. Bu yüzden bütün ahlâk-ı âliyenin zembereği hükmünde olan sıdk ve doğruluğu hayatına yerleştiremeyenlerden her türlü kötü ahlâk sûdur edecektir.

Kişinin iştigal ettiği her ne ise bu maddî de olabilir manevî de o makama uygun ahlâk taşıması çok önemlidir. Bu günkü içtimaî hastalıkların pek çoğunun sebebi de bu yüksek ahlâkın yoksunluğudur.

Yasemin YAŞAR

www.NurNet.Org

Kariyer planlaması

Kariyer planlaması

Daha Risale Akademi’ye gitmeden bir heyecan aldı beni. Gece uyuyamadım nedendir bilinmez,  ya da şimdi bilmiyorum, sanki oraya gitmek benim için bir kavşakta durup gideceğim yönü seçmek anlamına geliyor.

Aslında bütün katılımcılar için özellikle de hocamızın söyleşilerine katılanlar için benzer bir durum geçerlidir diye düşünüyorum. Kendi tabiri ile ezber bozan, kendi isteğimiz ile edindiğimiz veya bize dayatılıp da hayır demeyi hiç düşünmediğimiz kalıplarımızı yıkan bu söyleşiler dinleyen herkeste ‘bir şeyler yapmalıyım, harekete geçmeliyim’ hissini uyandırıyor. Ders demiyorum söyleşi diyorum çünkü ‘bak bu doğrudur ha bunu al ve iyice belle ona göre bundan sonra dikkat et’ dayatmasını içermeyen, insanın iradesini elinden almadan ‘bak kardeş böyle böyle durumlar var artık sen bilirsin intihaptaki ihtiyar sendedir’ manasını taşıyan bir üslubu var. Dinleyici daha doğru bir ifadeyle katılımcılar artık benim için doğru olanı, fıtratıma uygun olanı yapmalıyım. Kendime ve insanlara fayda vermeyen ve fazlaca meşgul olduğum şeyleri terk edip fıtratıma uygun bir hedef belirlemeli ve bu hedeflere doğru yöntemleri kullanarak emin adımlarla yürümeliyim diyor. Yani ben öyle diyorum belki de fakat katılıcıların paylaşımları onların da bu hissi taşıdıklarını gösteriyor.

Elbette böyle bir yenilikle karşılaşmak insanı şaşırtıyor ben kendisini ikinci kez dinlediğim için daha gitmeden orada şaşıracak ve sarsılacağım diyerek gittim bu benim ilk katıldığım program olan ‘6. Araştırma ve makale oluşturma teknikleri’ndeki kadar fazla heyecanlanmamama yol açtı daha sakin dinleme fırsatı buldum. Başkasının bize dayatmadığı bir hayatı yaşamak, şeriat dairesinde olmak kaydı ile tamamen özgür olup özgür düşünmek mümkün olabilirmiş demek ki.

Biz ilkokuldan itibaren tektipleştirilmiş, ailede bizim sana çizdiğimiz yoldan başka yolun yoktur dayatmasına muhatap olmuş, aman ayıp olur aman seni dışlarlar safsatalarına saf saf inanmış kişiler yani kişiliğini bulmamışlar olarak (benden genç olan kardeşlerim müstesna) (yok benden gayrı herkes müstesna olsun) böyle bir özgürlük alanında ne yapacağımızı bilemiyoruz. Eh madem herkesi müstesna ettim artık ben diye devam edeyim. Evet akvaryum balığı okyanusta yaşamadığı gibi kimse tarafından özgür bırakılmamış ben şimdi ne yapacaktım kim olacaktım, şimdiye kadar yaptıklarımın ne kadarı benim idi? Ve ben şu an kendimi ne kadar özgürce ifade edebiliyordum? Ve ben eğer özgür hissedersem ne yapardım… soruları çoğaltmak mümkün cevaplar ise yoldalar henüz ben de biriyim benim da canım var benim de kendi tercihlerim var kısmını kabullenmekle meşgulüm.

Açıkçası bu özgürlük biraz da korkutucu gibi geliyor başlangıçta çünkü nefsim özgür olsa ne olur halim diyorum ama tamını koyduk ya baştan meşru dairede özgürlük, şeriatın koyduğu çizgiler içinde özgürlük. Yani yaptığının hesabını Allah’a verecek olduğumun bilinci ile, Ayine-i Samed olan kalbimdeki putları, ilahcıklarımı devre dışı bırakıp, Allah’dan gayrısının benim bu amelimi nasıl bulacağını düşünmeden ve insanlara kendimi beğendirmek cenderesine girmeden hareket etmek. Yazması bile bana keyif verdi yaşamayı da Rabbim nasib eder inşallah.

Kim ihlas ile yana yakara ne istemiş de Allah vermemiş ki elbet siz de hayatınızda buna çok tanık olmuşsunuzdur.
Allah hepimize böyle bir özgürlüğü nasib etsin inşallah ne zulmedelim ne de zulme uğrayalım. Kendimize de zulmeymeyelim inşallah. Böylelikle ahirette hesabımız da çetrefilli olmaz inşallah.
Bugünden benim payıma da bunlar düştü özgürlükle, fıtratla, kendisi ile tanışmak isteyen kardeşlerimizi Risale Akademi’ye davet ediyoruz.

 

Afife ARTIK

www.NurNet.Org