Etiket arşivi: Ahmed Şahin

Yolculukta vasıta içinde namaz nasıl kılınır?

Seyahatlerde ilk tedbir, namaz vakitlerinde durmayacağını tahmin ettiğiniz vasıtaya abdestli olarak binmektir. Çünkü her şeyden önce abdest varsa mecbur kalınca hemen namazı kılma imkanı da vardır. Abdest yoksa fırsat olsa da namaz kılma imkanı yok demektir.

Bunu böylece ifade ettikten sonra yolculuk sırasında bilinmesi gereken bazı mühim maddeler şöyle sıralanabilir:

1- Seyahatlerde içinde yolculuk yapılan vasıtanın namaz vakti çıkmadan bir yerde duracağı ümit ediliyorsa namaz için beklenmelidir. Vakit içinde vasıtanın durduğu yerde hemen inip namazı normal şekilde kılmak tercih edilmelidir. Çünkü yerde kılınan namaz tamdır. Vasıta içinde koltukta kılınan ise eksiktir. Kıyamı, secdesi yarımdır. Tamı kılmak mümkün iken elbette yarımı tercih etmek uygun olmaz. Bu sebeple, sorumlulara namaz kılmak için müsait yerde durmasını teklif etmeli, vaktin sonunda da olsa namazları yerde kılmaya gayret gösterilmelidir.

2- Vasıtanın durmayacağına kanaat kesinleşmiş, vaktin sonuna doğru da yaklaşılmışsa, artık daha fazla beklemeye sebep yoktur. Namazı kazaya bırakmaktansa hemen oturulan koltukta mümkün olan nasılsa öylece kılınmalıdır. Koltuktaki oturuş namazda kıyam, biraz eğilmek rüku, biraz daha aşağıya eğilmek de secde olarak kabul edilir. Bu sırada başın öndeki koltuğa dayanması gibi bir mecburiyet olmaz. Başın ayakların ucuna bakıyor şekilde boşluğa secde etmesi yeterlidir.

3- Koltukta namaza başlarken ilk tekbiri kıbleye yönelik olarak almak güzel bir başlangıç olur. Ancak bu mümkün olmuyorsa kıbleye yönelme mecburiyeti kalkar. Böylece, otobüste abdestli bulunan kimse vaktin sonuna yaklaşınca namazını oturduğu yerde kolayca kılar.

4- Bütün bu kolaylıklara rağmen yine de namazını vasıta içinde kılma fırsatını kaçırmış olan kimse için yapılacak iş, kılamadığı bu namazı en kısa zamanda hemen kaza etmektir.

5- Yolculuklarda kılınamayan namazlar, sonradan kaza edilirken yolcu namazı olarak kaza edilir. Yani seferi hükmünü almış kişiler yolculukta kazaya kalan namazlarını seferde oluğu gibi kısa kılarlar. Borç ne kadar ise kaza edilecek namaz da o kadar olur.

Ahmed Şahin

Hesabını verebileceğimiz bir hayat yaşadığımızdan emin miyiz?

Yılbaşından geriye dönüp baktığımızda nice yılları tüketip arkaya attığımızı görmekteyiz.

Ancak, israf edip de arkaya attığımız o yılların hesabının bizi beklediğinin de farkında mıyız? Ne kadarını değerlendirmiş, ne kadarını israf ederek atmışız geriye düşünüyor muyuz?.. Yani hesabını verebileceğimiz bir hayat yaşadığımızdan emin miyiz?

İsterseniz gelin bu hesap verme meselesini, Bağdat’ın büyük mutasavvıfı Şibli Hazretleri nasıl anlayıp anlatmış bir ona bakalım, hayatımızı bir de onun hesap anlayışıyla incelemiş olalım.

Üçüncü asrın büyük muhaddis ve mutasavvıfı sohbetlerine hep şu ikazlarla başlıyor:

– Ey Müslümanlar! Günler, aylar.. derken seneler geçiyor, harcadığımız seneleri hep geriye atıyor, hesap gününe biraz daha yakınlaşıyoruz. Öyle ise orada hesaba çekilmeden önce burada kendimizi hesaba çekerek yaşamalı, hesabını veremeyeceğimiz yanlışlarla dolu hayattan yılandan, akrepten kaçar gibi kaçmalıyız.

Şibli Hazretleri’nin bu ikazlarını dikkatle dinleyen bir hürmetkârı der ki:

– Efendi Hazretleri, konuşmalarınıza hep ‘Hayatınızı hesaba çekerek yaşayın!’ ikazıyla başlıyorsunuz. Biz burada kendimizi hesaba çekerek yaşarsak sanki orada hesabımız kolay geçecek, bir sıkıntı ile karşılaşmayacak mıyız?

İmamın cevabı hem ümit verici, hem de uyarıcı olur:

– Burada der, kendini hesaba çekerek yaşayanın oradaki hesabı kolay olacak, hesabını yapmadan yaşayanların hesabı ise çok çetin geçecek, duyacağı son pişmanlık da hiç fayda vermeyecektir!..

Bu cevap üzerine soru sahibi, kendini hesaba çekerek yaşama kararı alır. Yani, ahirette hesabını veremeyeceği hiçbir işi dünyada yapmama azmine girer. Bu sıralarda bir gece rüyasında bakar ki kendisini böyle ikazlarıyla irşad eden Şibli Hazretleri beyaz bir at üzerinde bulutlara doğru uçup gidiyor. Arkasından seslenir:

– Ne olur birazcık dur da ben de geleyim seninle!. Cevap manidardır:

– Ben buradaki hesabımı bitirdim, şimdi oradaki hesabımı vermeye gidiyorum! Artık bir saniye dahi bekletmezler beni burada!..

Bu rüyanın manasını öğrenmek için sabah ilk işi üstadını ziyarete gitmek olur. Bakar ki kapısında cenaze hazırlığı var. Anlar ki burada hesabını yaparak yaşadığı hayatının son hesabını vermek üzere uçmuş bulutlara doğru…

Vasiyeti gereği cenazesini kendisi kıldırıp defnini yaptıktan sonra çok üzüldüğü üstadını rüyasında görme niyetiyle uzun dualar okuyarak girdiği gece uykusunda karşısında bulur mürşidini. İlk sorusu hesap meselesi ile ilgili olur:

– Sen der, dünyada kendini hesaba çekerek yaşar, bize de ısrarla hesabını verebileceğimiz hayat yaşamamızı tavsiye ederdin, senin hesabın nasıl oldu orada? Cevap manidardır.

– Melekler der, beni hesaba çekmek üzere karşıma geçtikleri sırada çok korktum, sıtma tutmuş gibi titremeye başladım. O sırada Rabb’imizden bir hitap geldi sorgu meleklerine:

– O kulum dünyada hesabını yaparak yaşadı, veremeyeceği hesabı yoktur burada. Şiddet değil şefkat gösterin hesabını yaparak gelenlere!

Şibli Hazretleri bundan sonra şu tembihte bulunur:

-Siz de der, hesabını verebileceğiniz bir hayatla gelin buraya. Sizin için de, ‘O kulum dünyada hesabını yaparak geldi, veremeyeceği hesabı yoktur, şefkat gösterin hesabını yaparak gelen bu kuluma da!’ desin Rabb’imiz.

– Ne dersiniz?.. Biz de nasıl bir hayat yaşadığımızı düşünsek de, hesabını verebileceğimiz bir hayatla gitme kararı alsak mı yılın bu başında? Hesap meselesinin bizim de bir numaralı meselemiz olması gerekmez mi? Başladığımız yılın başında bu önemli konumuzu düşünmeyeceksek daha ne zaman düşüneceğiz?

İsterseniz sözü daha fazla uzatmadan yazımızın başlığını bir daha okuyalım:

“Hesabını verebileceğimiz bir hayat yaşadığımızdan emin miyiz!?”

Yarın: Her sabah bizden 8 şey istendiğini biliyor muyuz?

Ahmed Şahin / Zaman

Müslüman’ın aile hayatında ideal ortam nasıl oluşur?..

Müslüman’ın aile hayatında beklenen odur ki, hanımla bey ortak inançta ve uygulamada olsunlar, verecekleri kararlarını birlikte istişare ile versinler, ‘evet’lerini, ‘hayır’larını ortaklaşa takdir ve tespit etsinler.

Biri ötekini zorlamasın, baskıya maruz bırakmasın, ezip üzmesin. Birlikte ideal bir aile hayatı yaşasınlar. Aile reisi olan beyin haklı isteklerine itaatte hanımın ihmali söz konusu olmasın.

Ne yazık ki, idealler her zaman gerçekleşmemektedir. Ya bey ya da hanım tarafında bazen farklı kültür, farklı mizaç, farklı alışkanlıklar ağır basıyor, bu defa birinin isteğine ötekinin sabırla tabi olma mecburiyeti doğuyor. Böylece aileyi ayakta tutacak sabır kahramanlarına ihtiyaç hasıl oluyor aile içinde…

İşte bu da aile hayatının bir gerçeği olarak çıkıyor karşımıza…

Bundan dolayı alimler diyorlar ki:

– Sabırsız aile hayatı olmaz. Sabır olmazsa karşılıklı tepkilerin ortamı gerginleştirmesi söz konusu olabilir. Bu da aile hayatını zorlaştırır, gergin ve dargın bir ortamın oluşmasına sebep olur.

Bundan dolayı maneviyat büyükleri, aile bireylerini şöyle uyarmaktalar:

Sabır her yerde güzeldir ama aile hayatında daha güzeldir. Çünkü aile hayatındaki sabır, sadece kendisi için değil, ailenin tüm fertlerini korumaya yönelik sabırdır. Aileyi korumaya yönelik sabır ise sahibini, cennetin en yüksek makamlarına layık hale getirebilir. Nitekim sabreden hanımın cennet hanımlarının ablası makamına yükselebileceği gibi, sabreden beyin ise cennet gençlerinin ağabeyi makamına yükselebileceği bildirilmiştir.

Gazali Hazretleri, aile içindeki sabrın bu yüksek değerini şöyle anlatır:

– Hangi hanım beyinin gösterdiği uyumsuzluğa sabrederse, Allah o hanıma, Fir’avn’ın zulmüne sabreden Asiye validemize verdiği gibi sevap verebilir. Hangi bey de hanımının uyumsuzluğuna sabrederse Allah o beye de, Eyyub Peygamber’e verdiği sevap gibi sevap verebilir!..

Evet, İslam kültüründe aile hayatında sabır, böylesine yüce sevaba sebeptir. Çünkü bu sabır, (Batı’daki gibi) içi boşaltılmış sinir bozan sabır değil, tam aksine içi cennet nimetleriyle doldurulmuş müjdeli sabırdır. Bundan dolayı imanı kuvvetli bir ailede içi sevap dolu sabır, çok zorlanmadan yaşanabilir. Çünkü aile içinde İslami hayatın yaşanıp, imanlı bir neslin yetişmesi için göze alınmaktadır bu sabır. Bu sabrın ise sevabına sınır yoktur.

Nitekim Gazali Hazretleri, ailedeki sabır sevabının neden bu kadar yüceldiğine dikkatimizi çekerken şöyle der:

– Allah-u azimüşşan, Müslüman bir nesil yetişecek yuvanın dağıtılmasına razı değildir. O yüzden yuvanın mutlulukla devamını sağlayacak sabırlı hanımlara Asiye validemizin sabrı sevabını vaat ettiği gibi, sabırlı beylere de Hazreti Eyyub’un sabrı sevabını vaat etmektedir. İmanlı bir neslin korunması söz konusudur çünkü…

Aile içi sabrın değerine böylece dikkat çektikten sonra, gelelim sabra zorlayanla, sabredenin Allah yanındaki durumlarına…

– Biri hep baskı yapıyor sabra zorluyor; diğeri de hep baskıyı sinesine çekip sabretmeyi tercih ediyor, yuvada huzurun bozulmaması için. Sonunda bunların ikisi de bir olur mu mutlak adalet sahibi Rabb’imizin yanında? Siz ne dersiniz bu soruya? İsterseniz bir bakalım sabra zorlayanla sabredenin Allah yanındaki durumlarına:

– Aile içinde sabra zorlayan zalim, sabreden de mazlum adını alır. Adalet sahibi Allah, zalimle mazlumu eşit tutmaz elbette. Zalimin karşısında, mazlumun da yanında olur. Öyle ise sabra zorlayan iyi düşünmelidir. Çünkü eninde sonunda İlahi adaleti karşısında bulacaktır. Sabreden de iyi düşünmelidir. Çünkü o da eninde sonunda gösterdiği sabrının mükâfatına kavuşacaktır sonunda..

Sonuç böle olunca diyoruz ki:

– Gelin, ne birimiz zalim ne de ötekimiz mazlum olalım şu fani hayatta… Birbirimizi ezmeden, üzmeden, kırmadan mutlu şekilde sürdürelim şu imanlı bir nesil yetiştireceğimiz aile hayatımızı… Bilmem siz ne dersiniz bu örneklerimize ve hatırlatmalarımıza?..

Ahmed Şahin / Zaman

Aile hayatına İslam kültürüyle bakan hanımlar

Sahabeden sonraki tabiin devrinde Bağdat, Basra, Kûfe çevrelerinde aile hayatına İslam kültürüyle bakış hakim olmaya başlamıştı.

İşte bu devrelerde Basra’nın geçinilmesi güç asabi mizaçlı adamı olarak bilinen İmran bin Hattan da, bir evlilik yapmıştı. Ancak İmran’ın yaptığı bu evliliğe kısa ömürlü bir aile hayatı diye bakıyordu tanıyan komşuları. Çünkü İmran, geçinilmesi zor, asabi mizaçlı bir adam olarak biliniyordu çevresinde… Ne var ki, beklenenin aksine asabi mizaçlı İmran’la evlenmiş olan hanımdan hiç şikâyet sesi duyulmadı. Hatta hanımdaki bu anlayışa beyi İmran da şaşırmıştı. Bir gün bir vicdan muhasebesi sonunda kendi nefsini suçlayan İmran, hanımın bu uyumlu haline takdirle bakarak dedi ki:

Hanım, sen ne kadar anlayışlı birisin? Benim gibi asabi mizaçlı, uyumsuz biriyle şikâyetçi olmadan hayatını sürdürüyorsun. Doğrusu senin gibi sabırlı bir hanımı bana nasip ettiği için Allah’a ne kadar şükretsem azdır, diye düşünüyorum!..

Basra’nın hayatına İslam kültürüyle bakan bu hanımı, beyinin takdir duygusunu, Allah’a şükretme ifadesiyle dile getirdiğini görünce:

Bey dedi, sen hiç endişe etme. Rabb’imiz ikimizi de farklı mizaçta yaratmış. Karı kocanın farklı mizaçta oluşları, ikisinin de cennete gitmelerine sebep olur. Dolayısıyla ikimizi de cennete doğru yönlendiren bu hayattan ben neden şikâyetçi olayım?

Hanımından bu yorumu duyan İmran, daha da sevinerek sordu:

-Hanım dedi, nasıl olacak da senin gibi sabırlı bir hanım, benim gibi asabi mizaçta biriyle yaşadığı aile hayatından dolayı cennete doğru birlikte yol alacağız? Bu nasıl mümkün olacak?

Hanım şöyle açıkladı bakışını:

-Bak dedi, benim gibi sabırlı bir hanımı sana nasip ettiği için sen Allah’a şükrediyorsun; senin gibi asabi mizaçta bir beyi bana yazdığı için ben de Allah’ın yazısına itiraz etmiyor, sabrediyorum. Böylece bu hayat bizi şükredenlerle sabredenlerin gideceği yere doğru yönlendiriyor. Sonu böyle olacak bir hayattan ben neden mutlu olmayayım? İkimizi de cennete götürecek bir hayat çünkü! Yeter ki biz hayata bu bakışımızı değiştirmeyelim, sen şükrünü ihmal etme, ben de sabrımı! Bu anlayış bizim hem aile hayatımızı kurtarır hem de ahiret hayatımızı!..

Alimler derler ki: Basralı hanımın aile hayatındaki zorluklara böyle bakışı, inanmış insanlara mahsus bir bakıştır.

Nitekim Aleyhissalat-ü Vesselam Efendimiz, mümin insana mahsus bu özel bakışı şöyle anlatmaktadır:

Hayran olunur mümin insanın bakışına! O hayatında olumlu bir durumla karşılaşırsa şükreder kazanır. Olumsuz bir durumla karşılaşırsa sabreder yine kazanır. Böylece inanmış insan hayatındaki olumlu olumsuz her iki hali de hakkında hayra çevirir, hep kazanır, hiç kaybetmez.

Tıpkı olumlu hale şükreden bey ile olumsuz hale sabreden hanımın bakışı gibi…

Tasavvuf büyüklerinden Asmai Hazretleri de hayatına böyle inanmış insana mahsus bir sabırla bakan hanımdan söz ederken şu misali verir. Bir kadın, sohbet ettiği komşu hanıma der ki:

-Hiç de şansın yokmuş hanım, kötü bir beye düşmüşsün!

Bu yersiz söze hanımın cevabı şöyle olur:

-Nereden biliyorsun benim kötü bir beye düştüğümü? Şayet beyimin Allah’a hoş gelen iyi bir yanı olmasaydı Rabb’im beni ona yazar mıydı? Kula düşen, Allah’ın yazgısına razı olmaktır. Kul Allah’ın takdirine razı olursa Allah da kulundan razı olur. Ona yuvasında mutluluklar nasip eder. Ben yuvamda bu anlayışla hep mutlu ve huzurluyum. Zaten kadere iman eden, kederden emin olur. Ben bunları düşünmeyecek kadar cahil bir kadın değilim! Ama anlaşılıyor ki sen bunları düşünmeyecek kadar İslam kültüründen gafil bir hanımsın. Keşke benim beyime bağlılığımı zedeleyecek sözler söylemeseydin de sana, hayatına İslam kültürüyle bakan hayırlı bir komşu hanımı diye bakmaya devam edebilseydim…

Aile hayatını böyle yorumlayan hanım için Asmai der ki:

-Dünya bir yana, hayatına böyle İslam kültürüyle bakan hanımlar bir yana..

Bilmem, hayatındaki olumsuzlukları olumlu hale getiren bu bakışlar bizlere bir şeyler ifade etmiş oluyor mu? Ben bu örnekleri sizin özel bakışlarınıza arz etmiş oluyorum. Takdir sizlere aittir elbette…

Yarın: Müslüman’ın aile hayatında ideal ortam nasıl oluşur?

Ahmed Şahin / Zaman

Hz. Mevlânâ’dan günümüze mesajlar…

Hz. Mevlânâ 738. vuslat yıldönümünde yine gündemimizi güzelleştirmekte, yaşadığı özel ve güzel örneklerden bazılarını tekrar etmeye yine ihtiyaç duymaktayız. İşte günümüze mesaj yüklü misallerinden bazıları…

****

Mevlânâ Hazretleri, ziyaretine gelen bir genci kendi oturduğu makamına buyur eder, kendisi de gencin karşısına geçip iki dizi üzerine yere oturmayı tercih eder. Çevredekiler Mevlânâ’nın makamını bir gence terk edip karşısında hürmetle diz çöküşünü fazla bularak bunun sebebini sorarlar. Şöyle açıklar Mevlânâ bu saygının sebebini:

-Bu genç der, Kur’an’ı ezberlemiş bir hafızdır. Kalbinde Kur’an’ın tamamı yazılıdır. Siz sokakta üzerinde Allah yazılı bir kâğıdı görünce hemen hürmetle eğilip alıyor, üzerindeki tek kelimenin hatırı için onu yüksek bir yere koyarak saygı gösteriyorsunuz. Ben de kalbine Kur’an’ın tamamı yazılı bir gence hürmet ediyor, hafızasındaki Kur’an’a karşı saygımı ifade ediyorum…

Kur’an’a böylesine derin saygı içinde olan Hz. Mevlânâ, bir ara güzel sesli hafızın okuduğu ayetleri dinlerken gözyaşlarını tutamayıp ağlamaya başlar. Bu sırada yanında uyuklamakta olan biri de ansızın uyanıp baktığı Mevlânâ’nın gözyaşlarını görünce şaşkın halde sorar:

– Efendi Hazretleri niçin ağlıyorsunuz der, gözyaşı dökecek ne var ortalıkta?

Mevlânâ uykulu adamın anlayacağı dilde anlatır ağlama sebebini:

-Güzel sesli hafızların okuduğu Kur’an sesi bana Cennet kapısının açılış sesi gibi geliyor da ondan ağlıyorum, der…

Esneyen adam da başını sallayarak, “Bana da öyle geliyor!..” der.

Mevlânâ küçük bir düzeltme yapar:

-Senin işittiğin ses, der, Cennet kapısının açılış sesi değil kapanış sesi olmalıdır. Çünkü der, açılış sesi ağlatır, kapanış sesi uyku getirir!

****

Bir talebesi evlenmiş, hayata karışmıştı. Ziyaretine geldiğinde kılık kıyafetinden talebesinin ihtiyaç içinde olduğunu anladı. Fakat halkın içinde mahcup etmeden nasıl yardımcı olabileceğini düşünüyordu. Bu sırada oturduğu kapının arkasından kalkıp gitmek üzere olan talebesine seslendi:

-Osman! dedi, sen eksiden çok mütevazı biri idin, gelip elimi öperdin. Halbuki şimdi uzakta oturuyorsun, ne yanıma yaklaştığın var ne de elimi öptüğün!

Osman mahcubiyetle Mevlânâ’nın yanına gelip eline sarıldı. O sırada avucu içine önceden hazırladığı altını kimsecikler görmeden Osman’ın avucu içine koyarak elini kapatan Mevlânâ, şu tembihte bulunmayı da ihmal etmedi:

– Osman dedi, ben el öptürmeyi çok severim, sık sık gelip elimi öpmeni istiyorum, anlaşıldı mı?!.

Osman avucu içindeki altını sıkı sıkıya tutarak çıkıp evin yolunu tutarken bu zarif anlayış karşısında öylesine duygulandı ki, yol boyunca gözyaşlarını durduramadı…

****

Bir defasında Mevlânâ da zikir halkasına katılmış, çevresiyle birlikte zikrediyordu. Tam bu sırada bir sarhoş da halkaya girip zikretmeye başladı. Ancak sarhoş dengesini tutamıyor, yanındakilere çarpıyor, rahatsızlık veriyordu.

Tutup dışarı atmak istediler. Sarhoş çıkmak istemeyip direnince zorlamalar başladı. İş tekme tokada kadar varınca Mevlânâ sordu:

-Ne yapıyorsunuz öyle?..

-Sarhoştur dediler, aramızdan ayrılmak istemiyor, biz de çıkarmaya çalışıyoruz.

İşte bu sırada söyledi tarihî sözünü:

– Demek şarabı o içmiş, sarhoşluğu siz yapıyorsunuz!.

Ne muhteşem bir uyarı bu! Hem de kitaplık çapta uyarı!..

-Şarabı o içmiş, sarhoşluğu siz yapıyorsunuz!

Anlaşılan sarhoş da olsa saf dışı edilmesini istemiyor, hor hakir görülerek dışarı atılmasına razı olmuyordu…

Bu sebeple tarihî uyarısına şu cümleyi de ilave ediyordu:

-Düşene herkes tekme atar, bir tekme de siz atmayın!

****

Bir gün yolda giderken kendisini gören bir papaz oturduğu yerden hemen ayağa kalkıp sonra iki büklüm halde aşağı eğilerek saygıyla selamladı kendisini. Bu tevazuu gören Mevlânâ ise papazdan daha aşağıya eğilerek selamına karşılık verdi. Bu duruma itiraz eden bir Müslüman, “Bir papaza karşı bu kadar aşağıya eğilmek olur mu?” deyince:

– Elbette olur, dedi ve gerekçesini şöyle anlattı:

-Tevazuda da papazı geçmemiz gerekir!

Ne dersiniz, bize de mesaj var mı bu örneklerde?..

Ahmed Şahin / Zaman