Etiket arşivi: aile hayatı

Sosyal Ağların Deve Kuşları

Sosyal medyada bazı kişiler, deve kuşu misali davranıyorlar. Birilerine gönderme yapıyorlar fakat bunu  başkalarının anlamadığını sadece gönderme yaptığı kişinin anladığını zannediyorlar.

Söz giydirmelerini  sayfalarından yaparak farklı bir rahatlama peşindeler.

Eş, arkadaş, kısacası  çevresinde rahatsızlık duyduğu bir çok kesim bu muameleye maruz kalabiliyor.

Resim, özlü sözler semboller  vs. ile kişilerin yüzüne ifade edemediği düşüncelerini farklı bir yolla, sosyal medya üzerinden gönderiyorlar:” ohh çok isabetli oldu, tam da söylemek istediğim sözler ne güzel denk geldi. ” diyerek paylaşım peşindeler.

Bu kitlenin kiminle problem yaşadığını anlamak için müneccim olmaya hiç gerek yok, şıp diye anlaşılıyor.

Özellikle  eşi ile sıkıntılı bir süreçte ise karşı tarafa olan iğneli sözcükleri sanki evliliğe bir daha devam etmeyecek türden.

Hoş devam etmese bile medeni ve saygı sınırı olmalı, gerçi bu durum çoktan geçmişin tozlu raflarına hapsoldu ne yazık ki.

Aile ve çevresine gönderdiği giydirmeli cümleleri başkalarının da paylaşmasını, beğenmesini beklemesi nasıl bir ruh halidir? Bu paylaşımlar tartışmalara sebebiyet verebiliyor, muhabbete ve sevgi bağına zarar gelmesine neden olabiliyor. Ya da kötü zanna sebep oluyor.

Neresinden bakılırsa bakılsın, haklılık payı bulamadığımız enteresan bir durum.

Nasıl bir psikoloji hali acaba?  Özel şeyler sosyal gün yüzüne böyle çıkıyor?

Sorunlar ve sıkıntılar yabancı  önüne böyle kolay sunulmazdı yıllar önce.

Büyüklerimiz bunları ayıp sayar ve öğütler peşi sıra gelirdi.

Kiminle sıkıntı yaşanırsa mertçe ve çözüm odaklı, yüz yüze, gözlerdeki olumlu ışığı yakalayarak halledilirdi.

Sorun taraflar arasında bilinirdi. Şimdilerde olduğu gibi cümle aleme, duyanlara duymayanlara servis edilmezdi.

Aile mahremiyeti gözümüzden sakındığımız çok özel değerlerimizdendi.

Sorunlar huzur sığınağında dört duvar arasında çözülmeye çalışılırdı.

“Ne kadar az insan şahit olursa yara o kadar çabuk iyileşir” düşüncesi hakimdi.

Sorunlara onca insanı şahit tutarak, iyi olma sürecini beklemek akıl tutulması olsa gerek.

Büyüklerimiz ne güzel ifade etmişler “Sırrını ele güne ifşa edip gülünç olmaktansa, dişlerin arasında hapsedip kulunç olmayı tercih et”

Sizlere sesleniyorum Sosyal Ağların Deve Kuşları!

“Başınızı kuma saklayarak tüm bedeninizin gizlendiğini zannetmek sizi gülünç duruma düşürüyor. “

Nagehan İPEK

Kaynak: cocukaile.net

www.NurNet.Org

Erkek Merhametli Olmalı

“İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez.” (Hadîs-i Şerîf)

 MERHAMETLİ OLMALI  (“Huzur Bulalım Diye” kitabından)

Merhamet sevginin koruma kalkanıdır. Huzuru bulmanın, sükûna ermenin iki gereğinden biridir. Merhamet; hoşgörüye, affa, ikrama, iyiliğe sebeptir.

Erkek karısının her hatasını görmemelidir. Zira kusursuz insan da dört dörtlük bir eş de yoktur. Önemli olan, insanın iyi huylarının çok, kötü huylarının daha az olmasıdır. Erkeğin eşinin pek çok iyi huyunu görmeyip, birkaç kötü huyuna takılıp hepten kötüymüş gibi söylenmesi, şikâyet etmesi, ona ters davranması zulümdür. Erkek eşin iyi huylarını takdir ederse, eşini daha iyi olmaya teşvik etmiş olur.

Cezalandırıcı olmamalıdır: Eşinin küçük hatalarında onu cezalandırmaya çalışan bir erkek hem hanımını çok incitir, onun sevgisini kaybeder hem de hanımın yanında itibarı kalmaz. Erkek saygınlığını korumak istiyorsa çok konuşmamalı, evde her şeye karışmamalıdır.

“Otoriteyi sükût kadar arttıran bir şey yoktur.” derler. Küçük meseleleri büyütüp karısının başını şişiren mıymıntı bir adam büyük bir şey söylediğinde de bir kıymeti olmaz. Erkek evde büyük meselelere müdahale etmelidir.

Affedici olmalıdır: Hatasını anlayanın özrünü kabul etmemek de zulümdür. “Bu söz bana söylendi, daha ömür boyu unutmam, affetmem…” gibi bir katılığa sahip olmak da bir mümin vasfı değildir. İnsanlar üzgünken, kızgınken bazen karşısındakinin canını acıtmak için gerçekten öyle düşünmediği halde onu kıracak sözler söyler. Eğer eşi bunu daima yapmıyorsa affedici olmalı. Rabb’imiz affı tavsiye etmiş.

Ey iman edenler! Şüphesiz eşlerinizden ve evlatlarınızdan size düşmanlık etmiş olanlar da vardır. Onlardan sakının. Eğer onları affeder, kusurlarına bakmaz ve bağışlarsanız, şüphesiz Allah da çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” (Tegabun, 14)

İyi davranmalı: Rabb’imiz Nisâ suresinde erkeklere; kadınların ihtiyaç ve masraflarını karşılamalarını, onlara âdil olmalarını, güzel muamele etmelerini emrediyor.

Sadece birlikte yaşarken değil, karı-koca anlaşamadı ise ayrılırken de Allah iyilik etmeyi emretmiş: “Ya güzelce tutun yahut güzellikle (haklarını vererek)  ayrılın.” (Talak, 2)  buyuruyor. İslam nezaket dini.

İkram edici olmalı: Erkek karısının gönlünü alacak ikramlarda bulunmalı. Bu bir tatlı söz de olabilir bir hediye de. Allah Rasulü müminlere muhabbeti artırmak için güzel sözü ve hediyeleşmeyi tavsiye etmiş.

Sema MARAŞLI

KAYNAK: cocukaile.net

 

WWW.NurNet.Org

Ötelemek Ve Ertelemeyi Bilmeliyiz!

Ötelemek Ve Ertelemeyi Bilmeliyiz

“Vicdanın anasır-ı erbaası ve Ruhun dört havassı olanirade, zihin, his, latife-i Rabbaniye, herbirinin bir gayat-ül gayatı var!

Ø  İradenin ibadetullahtır.

Ø  Zihnin marifetullahtır.

Ø  Hissin muhabbetullahtır.   

Ø  Latifenin müşahedetullahtır.

ve  TakvaDenilen ibadet-i Kâmile, dördünü tazammun eder. Şeriat şunları hem tenmiye, hem tehzib, hem bu gayat-ül gayata sevkeder.”[1]

Kat’iyyen bil ki:Hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi iman-ı billahtır. Ve insaniyetin en âlî mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billah içindeki marifetullahtır. Cinn ü insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en safi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir.

Evet,bütün hakikî saadet ve hâlis sürur ve şirin nimet ve safi lezzet elbette marifetullah ve muhabbetullahtadır. Onlar, onsuz olamaz. Cenab-ı Hakk’ı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, nimete, envâra, esrara; ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır. Onu hakikî tanımayan, sevmeyen; nihayetsiz şekavete, âlâma ve evhama manen ve maddeten mübtela olur.” [2]

Malumdur ki her insanda nefs-i emmare bulunmaktadır ama maddi ama manevi nefs-i emmare.. Nefs-i Emmarenin isminden de belli olduğu gibi emreder, cebreder ve istediği şeyi cebren ve hile ile yaptırmak için havada taklalar atar yeter ki o istediği şey olsun. Baktı yaptıramıyor mu o zaman insana sıkıntı vermeye başlar. Mesela bir şeyi yemek istiyor, içmek istiyor onu elde edene dek her şeyi yapmaya gayret eder. Elde ettikten sonra gözünü başka şeye diker. Bu defa ona çalışır.

Nefs-i emmareyi aktif eden ve eline malzeme veren ise gene biziz. Çünkü alakadar olduğumuz her şey nefs-i emarenin rotasını belirliyor. Teşbihte hata olmasın “tavşan kaç, tazı tut!” bu işlemi yapan gene biziz. Mesela serendip adasında, Hz. Adem (a.s.)’ın dünya nüzulünde oturduğu iddia edilen kaya hakkında malumatımız olmazsa, o kayayı merak etmeyiz. Bu bilmeklerin ve malumatların hepsi nefs-i emareye malzeme oluyor. Adeta içtiğimiz bir çay vücudumuza girmesiyle, vücudda çay olarak kalmadığı gibi..

Nefs-i emarenin bazı tabirleri ise “Nefs-i emmare elbette hevesat-ı rezile ile ve nefsanî müştehiyat ile onu aldatamaz, çabuk o nefsin belasından kurtulur.” [3] “Hem en ziyade sana zarar veren nefs-i emmarene ve heva-inefsine adavet et, ıslahına çalış.” [4]Nefs-i emmare tahrib ve şer cihetinde nihayetsiz cinayet işleyebilir; fakat icad ve hayırda iktidarı pek azdır ve cüz’îdir.” [5]Enaniyet ve nefs-i emmare sizi aldatmasın.”[6]

Bu mehazlerden tezahür eden mana ise;

a)      nefs-i emmare, hevesat-ı rezile ve nefsanî müştehiyat ile insanı aldatmak yolunu tutar.

b)      İnsana en fazla zarar veren şeylerden olan nefs-i emmarene ve heva-i nefsidir.

c)       Tahrip ve şer cihetinde nefs-i emmare istediğini elde edene dek durmadan önüne geleni grayder gibi toplar götürür.

Hal böyle olunca düşmanın en kuvvetlisi insanın nefsidir diye tezahür eden mana oluyor.

İnsan hayatında bazı haz ve lezzetleri ötelemeyi, tehir etmeyi, ertelemeyi bilmesi gerekmektedir. Aksitaktirde insan hem çok perişan olur hem de çok perişan eder. Mesela İnsanların hayat-ı içtimaiyesinde en kuvvetli medar olan gençler, delikanlılar, şiddet-i galeyanda olan hissiyatlarını ve ifratkâr bulunan nefis ve hevalarını tecavüzattan ve zulümlerden ve tahribattan durduran ve hayat-ı içtimaiyenin hüsn-ü cereyanını temin eden; yalnız Cehennem fikridir. Yoksa Cehennem endişesi olmazsa “El-hükmü lil-galib” kaidesiyle o sarhoş delikanlılar, hevesatları peşinde bîçare zaîflere, âcizlere, dünyayı Cehenneme çevireceklerdi ve yüksek insaniyeti gayet süflî bir hayvaniyete döndüreceklerdi.”[7]  “Nev’-i insanın üçten birisini teşkil eden gençler, hevesatları galeyanda, hissiyata mağlub, cür’etkâr, akıllarını her vakit başına almayan o gençler, âhiret imanını kaybetseler ve Cehennem azabını tahattur etmezlerse; hayat-ı içtimaiyede ehl-i namusun malı ve ırzı ve zaîf ve ihtiyarların rahatı ve haysiyeti tehlikede kalır. Bazı bir dakika lezzeti için bir mes’ud hanenin saadetini mahveder..”[8]

Gençleri elde eden kim olursa olsun emeline daha sühuletli muvaffak olur. Bu ister hayr ister şer manada olsun.“Gençlik damarı, akıldan ziyade hissiyatı dinler… His ve heves ise kördür, akibeti görmez. Bir dirhem hazır lezzeti, ileride bir batman lezzete tercih eder.” [9] Bu sebeple insanlığın bel kemiği, damarındaki kan gibidir gençlik. Aklî değilde his, heves ve arzularına göre hareket ise delikanlı olan gençlerde en bariz görünen hatadır. İhtiyarlara sorduğumuzda “aman şunu yapın, bunu yapmayın, önünüze bakın..” gibisinden bir çok şey işitiyoruz. Neden diye düşünüp eşinip tahlil ettiğimizdeGençlik damarı onlardan geçmiş, akıldan ziyade hissiyatı dinleyecek zaman geçmiş… His ve hevesin körlüğü geçmiş ve artık akibeti net görür hale gelmiştir.

Evlilik ve bazı şeyleri yaşamak her insan fıtratında yani sisteminde var. Ama bunu öteleyenler daima kazançlı çıkacaktır. Ötelemeyip helal haram demeden rast gelenle şehvetini tatmin etmek yolunu tutanlar ise hem dünyada “evhamlı hastalıkla”[10] hem kabirde “tecrid-i münferidle” [11] “beş-on senelik gençliğin gayr-ı meşru zevki için, dünyada çok seneler gam ve keder ve berzahta azab ve zarar ve âhirette cehennem ve sakar belasını çeken adam, en acınacak bir halde olduğu haldeاَلرَّاضِى بِالضَّرَرِ لاَ يُنْظَرُ لَهُsırrıyla hiçacınmaya müstehak olamaz. Çünki zarara rızasıyla girene merhamet edilmez ve lâyık değildir.[12]

Gençliği şehvetle vurmak isteyen islam düşmanlı yani zındıka cereyanı her bir yolu deneyerek ne kadar keklik avlarsak kardır düşüncesiyle hareket ediyorlar. “İslâmiyet ve Kur’an aleyhinde dehşetli tahavvüller ve tahribler yapılıyor ve cihanın en namdar ordusunun bin senelik cihad-ı diniye ile geçen parlak mazisi ve o mazide medfun muhterem ecdadı, yeni nesillere ve mektebli talebelere unutturulmaya çalışılıyor ve mazi ile irtibatları kesilerek bir takım maskeli ve sureta parlak kelâmlarla iğfalatta bulunularak, komünizm rejimine zemin hazırlanıyordu! İslâmiyet’in hakikatında mevcud maddî-manevî en yüksek terakki ve medeniyet umdeleri yerine; dinsiz felsefenin bataklığındaki nursuz prensipler, edebsiz edib ve feylesofların fikir ve ideolojileri; gizli komünistler, farmasonlar, dinsizler tarafından telkin ediliyor ve çok geniş bir çapta tedris ve talime çalışılıyordu. Bilhâssa İngiliz, Fransız gibi İslâm düşmanlarının İslâm âlemini maddeten ve manen yıpratmak, sömürmek emellerinin başında kahraman Türk Milletinin dinî bağlardan uzaklaştırılması; örf âdet, an’ane ve ahlâk bakımından tamamen İslâmiyete zıd bir duruma getirilmek plânları vardı ve bu plânlar maalesef tatbik sahasına konmuştu![13]  zahirde çeşitli gayr-i ahlaki dizi film klip şarkı namı verilen hakikatte vıcık vıcık müstehcenlik kokan hırıltılardan ibaret olan şeylerle gençlik başta olarak toplum şuursuzlaştırılarak embesil yapılı bir toplum tipi oluşturulmaya çalışıyor.

“Şuur ile okunduğunda” [14] insanın adeta kainatı ihata etmiş çepeçevre sarmış olan latife, his, istidat ve kabileiyetlerini söndürmek emelinde olan zındıka cereyanı ve bu cereyanın kuklası olan taşeron kurum ve kişiler insanın hayatını sadece “batın ve fercin hizmetine münhasır” [15] zannettirmek için var güçleriyle çabalıyorlar. Gayeye ulaşmak için her yolu mübah gören bu zındıka cereyanına karşı müminler olarak, hitabat-ı ahirzaman müezzini Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin ikazına kulak verelim!

“Ey insan!Fâtır-ı Hakîm’in senin mahiyetine koyduğu en garib bir halet şudur ki: Bazan dünyaya yerleşemiyorsun. Zindanda boğazı sıkılmış adam gibi “of, of” deyip dünyadan daha geniş bir yer istediğin halde, bir zerrecik bir iş, bir hatıra, bir dakika içine girip yerleşiyorsun. Koca dünyaya yerleşemeyen kalb ve fikrin, o zerrecikte yerleşir. En şiddetli hissiyatınla o dakikacık, o hatıracıkta dolaşıyorsun.

Hem senin mahiyetine öyle manevî cihazat ve latifeler vermiş ki; bazıları dünyayı yutsa tok olmaz. Bazıları bir zerreyi kendinde yerleştiremiyor. Baş, bir batman taşı kaldırdığı halde; göz, bir saçı kaldıramadığı gibi; o latife, bir saç kadar bir sıkleti, yani gaflet ve dalaletten gelen küçük bir halete dayanamıyor.

Hattâ bazan söner ve ölür. Madem öyledir; hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem’a, bir işarette, bir öpmekte batma! Dünyayı yutan büyük letaiflerini onda batırma. Çünki çok küçük şeyler var, çok büyükleri bir cihette yutar. Nasıl küçük bir cam parçasında; gök, yıldızlarıyla beraber içine girip garkoluyor.

Hardal gibi küçük kuvve-i hâfızanda, senin sahife-i a’malin ekseri ve sahaif-i ömrün ağlebi içine girdiği gibi; çok cüz’î küçük şeyler var, öyle büyük eşyayı bir cihette yutar, istiab eder.” [16]

Bizlere elzem olan şey ise insanın hayatında bir hazırlık yeri olan “dünya, Ahirete vesiledir.” [17] ahirette kelek yok. Yani Cennet ektim Cehennem çıktı gibi bir şey yok. “eken, biçer”[18] ne ektiysek mahsulat da o cinsten olacağını her akıl sahibi bilir.

kalp   Bu sebeple şehevi duygularımızı helal yollarla tatmin etmek ve harama gitmemek ve dünyayı ihata eden latifelerimizi basit bir iki şeyde berbat etmemek için gayret edelim. eğer helal nasip olmamışsa bu arzuları öteleyip, erteleyelim ve mümkün olan en kısa zamanda helalin nasip olması için gayret edelim, vesile olalım. Evlilikte  Küfüv yani denklik cihetini göz ardı etmeyelim. Sadece surete, güzelliğe aldanan kimselerin bir süre sonra boşandıkları yadsınamaz. İslami aile yapısını ifsad edip bozmak isteyen sanat namı altındaki müstehcenlikten ibaret olan şeylere karşı ailemizden başlayıp çevremizi de tenvir edelim, ikaz edelim.

Eğer düşmüş çıkamıyorsak ne mi yapalım? düşmeyen kimselerle beraber Risale-i Nur dersleri ve ibadetlerimizi yapalım. Unutmayalım ki doğrularımızın %’lik oranını arttırdığımızda, yanlışlarımızın oranı azalacaktır.“boş vaktimizi sıkıntılı hülyalar yerinde Kur’andan bildiğimiz sureleri okumak ve manalarını bildiren arkadaşlardan öğrenmek ve kazaya kalmış farz namazlarımızı kaza etmek ve birbirinin güzel huylarından istifade..”[19] ederek bu dünya hayatını ahirette meyve verecek bir surete çevirmeye gayret edelim.

“Cenab-ı Hak bizi ve sizi, bu zamanın cazibedar fitnesinden kurtarsın ve muhafaza eylesin, âmîn…”[20]

Selam ve Dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

 


[1]Hutbe-i Şamiye ( 136 )

[2]Mektubat ( 222 – 223 )

[3]Lem’alar ( 219 )

[4]Mektubat ( 265 )

[5]Sözler ( 320 )

[6]Lem’alar ( 160 )

[7]Asa-yı Musa ( 216 )

[8]Asa-yı Musa ( 43 )

[9]Sözler ( 148 )

[10]Sözler ( 147 )/ Kastamonu L. ( 158 ) / Gençlik R. ( 33 )

[11]Sözler ( 142 )

[12]Sözler ( 147 )

[13]Tarihçe-i Hayat ( 154 )

[14]Sözler ( 322 )

[15]Sözler ( 126 )

[16]Lem’alar ( 136 )

[17]Mesnevi-i Nuriye ( 91 )

[18]Tarihçe-i Hayat ( 498 ) / Emirdağ L. ( 135 )

[19]Asa-yı Musa ( 19 )

[20]Sözler ( 147 )

www.NurNet.Org

Aile Hayatımıza Bir Göz Atalım!

Âile hayatının temel taşını teşkil eden kadındır. O kadın cinsi, yalınız cemiyetin yarısı değil, cemiyetin annesidir. Bu sebepten, Pedagoglar çocuk terbiyesinde %80 hanıma hisse vermişler. Bu sebepten bize lazım olan hisseyi Üstad Bediüzzaman’ın annesinin terbiyesini nasıl methettiği sözlerinden alalım: “Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zatlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum; en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi merhum validemden aldığım telkinat ve manevi derslerdir ki; o dersler fıtratımda, adeta maddi vücudumda çekirdek hükmünde yerleşmiş; sair derslerin o dersler üzerine bina edildiğini aynen görüyorum.

Evet Üstadın ilimde o kadar ilerlemesine hayran kalıp sebebini annesinden öğrenmek için, bir gün toplanıp Üstadın evine gitmişler, annesine: “Valide sen Said’i nasıl yetiştirdin?” Sorusuna karşı Üstadın validesi cevaben: “Ben Oğlumu abdestsiz emzirmedim ve teheccüd namazımı hiç kaçırmadım” sözleri ile cevap vermiş.

Bunu teyit eden Peygamberimizin a.s.m. hadisi şerifinde, Çocuk terbiyesi ne zaman başlar sorusuna cevaben: “Erkek ve kız 20 sene evlenmeden önce bu terbiye başlar” demiş. Yani hanım kıza ve oğlana, anne ve babaları lazım olan din terbiyesini verebildiyseler,  onlardan doğacak çocuklar da, dinine sıkı sıkı bağlı olan o çocukların anne ve babalarından lazım olan din terbiyesini almış olacaklar. Evet anne ve baba dindar iseler…

Bu sebepten, ister terbiye-ahlak isterse yapılan tahsilin faydasının derecesi âileden alınan terbiyeye bağlıdır. Rahmetli Annemin bir sözü vardı: “ İlim ilim, ama terbiye.”

Şimdi size soruyorum? Sokakta yarım çıplak, yürürken ayakkabılarını tak tak tak yerlere vurarak hava atan bu hanım kızların evlatlarından nasıl bir terbiye bekliyoruz?

Ben Yugoslavya da yaşadığım Sosyalist sistemini geride bırakan 80 senelik bir cumhuriyet sistemini yaşayan vatandaşımız kendisi din terbiyesini kendisi almış mı ki evladına verebilsin. (Yugoslavyanın Titosu 1952 hanımlardan tesettürü kaldırırken, halka: “Biz geç kaldık Türkiye “kılık kıyafet” kanunu ile bunu çok daha erken halletti” diyordu.

Evet anne baba din terbiyesini almamış ama onlardan 10 lira yerine hiç kimse 100 lira vermiyor. Demek aptal değiller kafaları çalışıyor. Madem çalışıyor. Onlara Allahın en büyük hediyesi olan evlatlarına din terbiyesini vermeleri lazım ve elzemdir. Hatta anne ve babanın en mühim işi ve bu zamanda en zor işi evlatlarına din terbiyesi vermektir. Yok, anne ile baba din terbiyesi almayıp birer materyalist-maddeci iseler, yavruları okul çağına geldiğinde zavallı anne her gün çocuğu okula götürür, çıkacağı zamanda gider okul kapısında bekler çıkınca alır. Fakat Kur’an okuması için hocaya gönderirken öyle yapmaz. Annesine sorsan çocuğu Kur’an okuttun mu? Ben hocaya gönderdim hoca okutmadı cevabını verir. Ben anne ile babaların din hususunda çok gayretli olmalarını Allah’tan temenni ederim. Çünkü öldükten sonra sonu olmayan bir hayat bizi bekliyor!…

Dinimizde Namaz ibadetlerin temelini teşkil eder, fakat Namaz hususi bir ibadettir. Yani namaz kılan borcunu ifa edip sevabını kazanmış olur. Kılmazsa vebali kendi boynundadır. Onların namaz gibi ibadetleri açık saçık gezenler gibi başkasını günaha sokmaz. Düşünün bin rekat nafile namaz kılmak mı daha sevap şehvet nazarı ile açık saçık bir hanıma bakmamak mı daha sevap? Yabancı hanımın çıplağına bakmak haram olduğu için bakmamak daha sevap. Yani onu Allah yasak etmiş ötekisi ise nafile. Bir düşünün ve anlayın, devamlı sokaklarda açık saçık gezenlerin halini. Sokaklarda o açık saçık kıza, kaç bin kişi şehvetle baktı ise, bütün o erkeklerin kazandıkları günah kadar o hanım da o günahları kazanmıştır. Bu sebepten Üstadımız: Cehennemde en önce o çıplak bacaklar yanacağını, Hadisi şerife dayandırarak bize haber veriyor.

Bir market, “Ben başı kapalı me’mureler alacağım” ilan eder. Para kazanmak için hanım kız hemen başına şamiyi(örtüyü) bağlıyor ve işe giriyor. Fakat bir kıza başını kapat yoksa o nazik vücudun cehennem ateşinde yanar, desen senin sözüne ehemmiyet vermiyor zavallı. Nedenini siz sözleyin!!! O hanım kız unutmasın ki: Bir zaruret halinde başörtüsüz gezerken, kendisine “Ah ne zaman o gün gelecek beni yoktan insan olarak yaradan Allah’ıma isyan yapmakta kurtulacağım” derse, onu inşallah Allah af eder. Fakat bir hanım kız başörtüsü bir şey değildir dese, dinden çıkmıştır, bir kafire olmuştur. Peki, okumak arzu eden buluğ çağına girmiş bir kızın hali ne olacak? Devletimiz Üniversitelilere başörtüsü müsaade etti, ama baştakiler muhalif olan dinsizlerin baskılarından daha kurtulamadıkları için baş örtüyü liseye gidenlere daha müsaade etmedi. Peki liseye giden kızların hali ne olacak? Evet buluğ çağına girmiş lisede tahsil etmek isteyenler evden okula kadar başörtüsü ile gidecek, eve gelmek için okuldan çıktımı yine başını bağlayıp evine gelecek, böylece inşaallah onlar da kurtulur.

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.Org / www.AlbNur.com

Düştüğümüz Yerden Nasıl Kalkabiliriz?

Birbirini tamamlaması gereken kadın ve erkek, bağımsız kimlikler haline geldi.

Son günlerdeki kadın-erkek tartışmalarını izlerken, aklıma küçük bir Anadolu şehrinde dindar hanım ve erkeklerle ayrı ayrı yaptığım sohbetler geldi. Erkeklerin şikayeti ayrıydı, hanımların ayrı. Ama o günden aklımda en çok şu kısım kaldı:

Bir kadın kızına nasıl bir terbiye ve eğitim vermesi gerektiğini sordu. Kızının yaşını sordum. 14’müş. Gülümsedim ve bu yaştaki bir insanın artık terbiye çağının geçtiğini, ona ancak arkadaş olabileceğini söyledim. Ve birşeyin altını çizdim: “Kızınıza evlendiğinde kocasına itaat edebilmeyi tavsiye edin.”

Bu cümleyi sarf ettikten sonra salondaki bayanların yüzüne müstehzi bir gülümsemenin yerleştiğini fark ettim. Neden güldüklerini sorduğumda aldığım cevap aynen şu oldu: “Bu zamanda itaat edecek erkek nerede?”

Kanaat önderi sayılabilecek meşhur iki dindar [İslâmcı?] bayan yazardan iki ilginç görüş: Birisi, kadının çalışmayışının ezilmesine sebep olduğunu, diğeri ise çokeşliliğin erkeğin hedonist bir eğilimi olduğunu iddia ediyor. Üzerine çokça düşünmeye değer bir hal değil mi, sizce de?

Nasrettin Hocalık yapmak istemem ve daha önemlisi kesinlikle ontolojik bir temeli olmadığı halde konuyu sürekli kadın-erkek gerilimi içinde tartışmaktan yana değilim. Karşılıklı suçlamalar yöneltmek yerine herkesin kendi özeleştirisini yapabilmesi ve diğerini tenkitten önce kendi külâhını önüne koyup düşünmesi gerektiği kanaatindeyim.

Modern zihniyet ve hayat tarzı hem insanı hem de hayatı parçaladı. Değerler hiyerarşisinin yıkılmasının yanı sıra, kulluğun ve kutsalın zayıflatılmasının bir tezahürü de, erkeğin erkeklikten, kadının kadınlıktan uzaklaşması oldu. Birbirini tamamlaması ve kulluk çizgisinde hizaya gelmesi, görev ve sorumluluklarını kendilerinden değil aşkın bir Otorite’den alması gereken kadın ve erkek, bağımsız kimlikler haline geldi. Bugün Batı’da “gender” (sosyal bir kimlik olarak cinsiyet) sosyolojisinin en gözde disiplin haline gelmesi düşündürücü değil mi?

Bu işi tavuk-yumurta paradoksuna dökmeden, kadınlar mı daha suçlu erkekler mi girdabında boğulmadan bazı vakıaları tespit edebilmek gerekiyor:

Vakıa bir: Bugün dindar toplumlarda da sükûnet ve huzurun, yani ailenin yuvası olması gereken evler giderek bir iktidar çatışmasının mekânı haline geliyor. Boşanmalar hızlanıyor. Ve bu yüzden, boşanmaktansa evlenmemek moda haline geliyor. Dinî duyarlılığı olmayan bir insan için “birlikte yaşamak”tan ve sıkıntı halinde diğerini kapı dışarı etmekten daha kolay ve “akılcı” ne olabilir? Batı’da tek ebeveynli aile modeli çoktan hakim oldu. Şehirleşme ve modernleşme süreciyle biz de bu modele doğru kaymaya başlıyoruz.

Evlenme durumunda bile eşler, artık bir ömür boyu ve hatta sonsuz hayatta arkadaş olunacak insanlar olarak görünmüyor, ekonomik ve sosyal statü eksenli “yatırım” mülahazaları ağır basıyor. Nikâhlanmıyor, evleniyoruz! Ve nikâhın kerametinden de mahrum kalıyoruz. Kalpleri birbirine ısındıran, iki yabancıyı en yakın eyleyen o keramet, muhabbeti yedeğine almış bir şefkat duasının sonucunda ortaya çıkabiliyor ancak. Ama dindar kesimde popüler hale getirilen “aşk arayışı,” özellikle kadınlar açısından evliliği tatmin edilmesi imkânsız, ancak filmlerde rastlanabilecek “cennetten düşme bir aşk mutluluğu” talebinin konusu kılıyor.

Vakıa iki: Her ifrat tefritini doğurur. Feminizmin çıkış noktası, Batıdaki erkek zulmüydü ve haklılık payı taşıyordu. Hak ve özgürlüklerin birey ve grupların bazen kanlı mücadeleleriyle kavuşabileceği bir kazanım olduğu Batı’da kadın hakları hareketinin ve hatta feminizmin haklı zemininden bahsedilebilir. Gelgelelim, feminizm veya başka bir seküler ideolojinin İslâmî bir bağlamda karşılığı olamaz; çünkü, İslâm’da hak ve özgürlükler bir mücadelenin değil ilâhî bir ihsanın meyvesidir. Müslüman bir toplum için olsa olsa pratiğin/amelî boyutun teoriye/naslara uygunluğu tartışması ve eleştirisi yapılabilir.

Vakıa üç: Modern duruma girdikçe, hem kadın hem erkek kulluk hizasından çıkıyor; karşıtlık ilişkisine giriyor. Feminizmin içselleştirilmesi ve kitleselleşmesiyle “eşitlik” söylemi dindar kadınlara sinmiş durumda. Kadın eşitlik talep ederken ve erkek rollerini çalarken, erkekleştiğini ve kadın doğasını kaybettiğini ne derece fark ediyor, ayrı bir konu. Ama hem sekülerleştirme veya modernleştirme projesi ne yazık ki kadınlar üzerinden yürütülüyor.

Vakıa dört: Bu kısır döngüyü bir yerinden kırmak gerekiyor. Ve ben işe “baş”ından başlamak taraftarıyım. Erkeklerin yılgın, pısırık ve sorumluluktan kaçar bir resim çizmekten, çoban/kavvam/halife olduğu ailede büyük çocuk rolüne talip olmaktan tez elden vazgeçmesi gerekiyor. Görevlerinden ve dolayısıyla aile hayatından kaçan erkeğin, erkek rolünü kadına emanet edip sonra da şikayet etmeye hakkı olabilir mi? Elhasıl, erkeğin de yuvasına dönmesi gerekiyor, hem de tez elden! Umulur ki, eski güçlü –halife- kimliğine dönen erkek, kadına da kadınlığını hatırlatır.

Murat Çiftkaya – Haber 7