Etiket arşivi: aidiyet

Aidiyet Oluşumu Yazı Dizisi-1

Aidiyet duygusunun oluşumu için en önemli şart; çocuğun bağımlılık ilişkisi içerisinde değil, kendisi olabilmesi ve mizacıyla var olarak sevdiği kişiye kaygıyla değil huzur içerisinde bağlanmasıdır.

Aidiyetin oluşumunun en önemli göstergesi bağlanmadır.

-“Çocuğumda acaba gerçekten aidiyet duygusu ile bir bağlanma mı var yoksa bir patolojik aidiyeti mi var?” ya da

-“Benim eşimle ilişkim bir patolojik aidiyeti mi yoksa gerçekten aidiyet duygusuyla bir bağlanma mı var?”

Sorusunun cevabı bir tek kelime de gizli, “bağlanma”… Eğer bir kişide bağlandığı kişiye karşı kendisini ifade edebilme özgürlüğü var ise, kendisini ifade ettiği zaman zarara uğratılma endişesi taşımıyor ise, ortada da bir bağlanma var ise, işte o zaman biz buna “aidiyet” ve keyifle bağlanma bir diğer deyişle “iradî bağlanma” diyoruz.

Bu aynı zamanda duygusal bir bağın da var olduğu anlamına gelir.

*Bir kişi bir kişiye kendisini ifade etme özgürlüğüne sahip olarak bağlanmışsa, o zaman o bağlanmaya biz sağlıklı bağlanma diyoruz. Ama eğer bir korkmuşluk içerisinde duygularını ve düşüncelerini ifade edemiyorsa, örneğin kadın bir şey söyleyecek ancak kocasının kendisine kızacağını, tersleyeceğini düşünüyor ise buradaki aidiyet ilişkisi bir “patolojik aidiyet”tir.

*Kendisini sözel olarak ifade edebilme gücünü barındıran kişinin kurduğu bağ “aidiyet bağı”dır. Duygusal gücü var olarak kendisini ortaya koyabilme bağı aidiyet bağıdır.

Yani aidiyet duygusunun oluşabilmesi için şunlara bakmak gerekir:

“Çocukta kendini ifade etme özgürlüğü var mı?”

Bir durum karşısında anne baskın bir vaziyette “kapa çeneni!” diye mi yaklaşıyor yoksa çocuğu dinleyebiliyor mu?

Anne baba aslında neyin doğru neyin yanlış olduğunu bildiği halde yanlış yapılan bir şeyi toparlamak üzere rehberlik yapabiliyor mu?

“Aslında öyle değil de bir de şöyle düşünelim” diye bir genişliğe sahip mi, yoksa sinirle dişlerini sıkan bir anne mi baba mı?

Aidiyet oluşumunda patolojik ya da normal-sağlıklı aidiyetin oluşumunda üç tane temel etkenden bahsediyoruz. Bu üç temel eylem gerçekleşiyor ise o zaman sağlıklı bir aidiyetin oluştuğunu söyleyebiliriz. Peki, nedir bu üç temel eylem?

“Fiziksel birliktelik”, “Sosyal birliktelik” ve “Duygusal birliktelik”…

Yarın “Fiziksel Birliktelik” başlığını açmaya çalışacağım…

Devamı yarın

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş

Değersizlik Hissi

Aidiyetin kırılmasındaki en önemli faktör değersizlik hissidir. Çocuğa ya da insana yapılabilecek en büyük kötülük, onun varlığını görmezden gelmek ve ona kendini değersiz hissettirmektir. Bu iki unsur kişilik kaybı, davranış bozuklukları ve aidiyet yoksunluklarını da beraberinde getirir.

Değersizlik hissi ya da değer hissinin yitirilme sebebi çocukla kurulan iletişimdir. Değer-değersizlik kişiden kişiye sözlü ve sözsüz iletişimle geçer. Eğer ebeveyn çocuğa insan olmaktan kaynaklanan sevgi, saygı ve değeri vermiyorsa, çocuğun hissedeceği şey değersizliktir.

Aidiyetin oluşumuna sadece değerlilik ve değersizlik hissi üzerinden de bakılabilir. Çünkü tek tek ifade etmeye çalıştığımız başlıkların her birinde değersizliğin kırıntıları vardır muhakkak.

Kalabalıklar içinde bir kişiye değer vermek, onun kendini değerli hissetmesini sağlamaz her zaman. Değerlilik hissi birebirdir, çok defa baş başadır, koşulsuzdur, belli bir amaca dönük değildir. Sadece “Senden dolayı bu halim. Sana duyduğum ilgiden, sana duyduğum sevgiden ve benim için değerli olmandandır.” demektir.

Değerlilik hissi eğer sunileşmeye başlarsa (aşırı yükleme) değersizlik algısı ortaya çıkar. Çünkü değerlilik hissinin içindeki en önemli faktör doğallıktır. Doğallık bozulduğunda değerlilik duygusunun algısı değişir, çocuk insan olmaktan kaynaklanan kıymeti göremez. Bu da değersizlik hissini çağrıştırır kişide.

Mesela, çocuğu lunaparka götürmek, aslında aracı kullanarak, “Seni çok önemsiyorum.” duygusunun ispatıdır. “Seninle birlikte olmaktan keyif alıyorum.”un göstergesidir. Kişiye özel bir hitaptır. Ve tüm bunların yöneliş yeri çocuğun duygularıdır.

Fakat ebeveyn lunaparktaki eğlenceye katılmaz, elindeki telefonla ya da başka işlerle uğraşır, çocuğunun heyecansız halini görüp, “Getirdik ya eğlensene.” derse; burada çocuk değerlilik değil, değersizlik hisseder. Çünkü ebeveyn fiziken orada olsa da ruhen yoktur. Sadece çocuğunun isteklerini yerine getirerek onu oyalamaya çalışır.

Oysa eğlence merkezleri, dışarıda yemek yeme, piknik yapma, deniz kenarında yürüyüş… Bunların her biri aracı unsurlardır. Ebeveyn bu araçların kullanıldığı anı derinleştiremez veya duygusal yakınlığa dönüştüremezse, değerlilik hissi oluşmaz çocukta. Çünkü aracılar duyguya erişmek içindir, üzerinde yoğunlaşmak için değil.

Çocuklarıyla vakit geçiren ebeveynler, “Acaba şu anda onunla değerlilik hissiyle mi irtibat halindeyim? Davranışlarımın içinde çocuğuma hissettirdiğim bir değersizlik var mı?” diye denetlemelidir kendini.

Şunu da belirtmekte fayda var: Çocuğa değerliliğini hissettirmek için illa aracı kullanmaya da gerek yoktur. Çocuk bazen ebeveyniyle oturup beş dakika sohbet ettiğinde de değerliliğini hissedebilir.

Bazen vicdan azabı çeken, çocuklarına iyi anne- baba olamadığını düşünen ebeveynler, “Seni alışveriş merkezine götüreyim mi?”, “Sana istediğin bilgisayar oyununu alayım mı?”, “Çok sevdiğin arkadaşlarını bize çağıralım mı?” diye sürekli aracılar kullanarak çocuğuna değer verdiğini göstermeye çalışır. Çocuk böyle durumlarda mutlu olsa da oradan değer kazanmaz. Değer, ancak ebeveynle çocuk arasında duygusal temas aracılığıyla geçişkenlik sağlandığında ortaya çıkar.

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş